Hamd, müminlere karşı merhametli, zorba ve müstekbirlere karşı şedid ve çetin azap sahibi olan Allah’adır.
Salât ve selam, yeryüzünde adaleti tesis etmek ve Allah’ın (cc) şeriatıyla hükmetmek için gönderilen Muhammed Mustafa’ya, onun pak ailesine ve güzide ashabının üzerine olsun.
Tarih boyunca insanlar mutlaka bir yönetim anlayışına sahip olmuşlardır. Allah (cc) yönetim anlayış ve biçimlerini iki kısma ayırmıştır: Allah’ın rasûller aracılığıyla indirdiği şeriat ve onu bilmeyenlerin heva ve arzuları.
“Sonra seni bir şeriat üzere kıldık. Ona uy. ‘Bilmeyenlerin hevalarına/arzularına uyma.’ “ [1]
Kur’an, bu sistemleri ‘cahiliyenin hükmü’ [2] bu sistemleri temsil eden yöneticileri de ‘firavun’ [3] diye isimlendirmiştir. Her cahiliye sistemi mutlaka kendi firavunlarını üretecektir. İsmi, ırkı, unvanı, cahiliye hükümlerini uygularken kullandığı araçlar farklı olsa da firavunluk, bir zihniyettir ve firavunlar ortak özelliklere sahiptirler. Allah’ın (cc) yardımıyla Kur’an’da bir yönetici prototipi olarak anlatılan Firavun’u tanımaya ve vahyin rehberliğinde bir firavun portresi çizmeye çalışacağız.
Firavun, Rablik ve İlahlık İddiasında Bulunan Kimsedir
“Demişti ki: ‘Şayet benim dışımda bir ilah edinecek olursan hiç şüphesiz seni, hapse atacağım.’ “ [4]
“(Firavun) yalanladı ve isyan etti. Sonra arkasını döndü (tevhid davetini bitirmek için) çabaladı. Sonra (etbâını) topladı ve seslendi: Dedi ki: ‘Ben, sizin en yüce rabbinizim!’ ” [5]
Görüldüğü gibi Firavun, ilahlık ve rablik iddiasında bulunmakta, kendi dışında ilah edinecek olanları zindana atmakla tehdit etmektedir.
Firavun; yaratma, rızık verme, öldürme ve diriltme anlamında bir uluhiyet ve rububiyet iddia etmemektedir. Çünkü Kur’an’ın örnek olarak seçtiği Mısır cahilî sisteminin yöneticisi Firavun, güneş tanrısına ibadet eden bir toplumun yöneticisiydi. Firavun da büyük bir ilahın temsilcisi ve yeryüzündeki veziri olarak kabul ediliyordu. “Firavun’un kavminden önde gelenler demişlerdi ki: ‘Sen, Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?’ (Firavun onları yatıştırmak için) demişti ki: ‘Erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz.’ ” [6] Ayrıca Musa (as) Firavun’un meydan okumalarının[7] palavra olduğunu, Allah’ı (cc) çok iyi tanıdığını ve yakinen Allah’ı bildiğini belirtmiştir.
“(Musa) demişti ki: ‘Andolsun ki bunları, göklerin ve yerin Rabbinin, (insanları) basiretli kılıcı (ayetler) olarak indirdiğini biliyorsun. Ve ben, senin kesinlikle helâk olmuş biri olduğunu düşünüyorum ey Firavun!’ ” [8]
“Nefislerinde yakinen (ayet/mucizelerin doğruluğuna) inandıkları hâlde, zulüm ve haddi aşma nedeniyle onu yalanladılar. Bozguncuların akıbetinin nasıl olduğuna bir bak.” [9]
Kur’an’ın bu açıklamalarını okuyunca, akıllarda bir soru belirmektedir: Firavun’un rububiyet ve uluhiyetten kastı nedir?
O; otorite, kanun yapma, halkların kaderini belirleme, mülkün sahibi olma ve dilediği gibi tasarruf etme anlamında bir rububiyet ve uluhiyet iddiası taşıyordu. Zaten ilgili ayetler dikkatle okunduğunda, gerek Musa’nın (as) Firavun’la konuşmasında gerek Firavun’un halkına hitap ettiği ayetlerde yaratma iddiası yoktur. İsrailoğullarının serbest bırakılması ve Firavun’un Mısır’ın mülküne sahip olma iddiası vardır:
“Ona gelin ve deyin ki: Şüphesiz ki biz, Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber yolla, onlara azap etme! Muhakkak sana, Rabbinden ayetle/mucizeyle geldik. Selam, hidayete tâbi olanların üzerine olsun.” [10]
“Firavun kavmi içinde seslendi ve dedi ki: ‘Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve şu altımdan akan nehirler bana ait değil mi? Görmüyor musunuz?’ ” [11]
Yine o, Musa’nın tevhid davetine iman edilmesine değil, kendisinden izin alınmadan Musa’ya iman etmelerine öfkeleniyor, Musa’nın Firavun’a danışmadan insanları davet ettiği dinin, toplumun akidesini değiştirmesinden ya da yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korktuğunu söylüyordu:
“Firavun: ‘(Ben) size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Şüphesiz ki bu (yaptığınız), buranın halkını yurtlarından sürüp çıkarmak için (Musa’yla beraber) tezgahladığınız biz tuzaktır. Pek yakında (yapacaklarımı) bilecek/anlayacaksınız!’ ” [12]
“Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni Musa’yı öldüreyim! O da Rabbini çağırsın (yardıma). Ben, (Musa’nın) dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.’ ” [13]
Ayetler alt alta sıralandığında Firavun’un rablik ve ilahlıktan kastının ne olduğunu daha iyi anlıyoruz. O, yönettiği ülkede her şeyin kendisine danışılmasını, insanlar bir şeye inanacaksa ondan izin almaları gerektiğini, toprağa ve üstünde yaşayanlara sahip olduğunu ve her şeyin en iyisine kendi karar vereceğine inanıyordu. Bu özellikler yüce Allah’ın (cc) rububiyet ve uluhiyet sıfatları olduğundan Kur’an, onun bu iddialarını ilahlık ve rablik olarak kabul ediyor, onun kendi kavminin dilinde söylediği sözler müminlere bu cümlede ifade ediliyordu.
Allah’ın (cc) mülkünde, O’nun yaratması ve O’nun verdiği uzuvlarla konuşan, buna rağmen mülkün, hükmün ve otoritenin sahibi olduğunu iddia eden her insan bir Firavun’dur. O, rububiyet ve uluhiyet iddiasını açıkça dillendirmese de bu iddialarla rablik ve ilahlık taslamış ve atası Firavun’un akıbetine namzet olmuştur.
Firavun’a Yardım Eden Aristokrat/Seçkin/Mele Tabakası
Firavun’un çevresinde, ona yardımcı olan, sömürü düzenine ortak, ekini ve nesli beraberce ifsat ettikleri bir zümre vardır. Kur’an, bunlara ‘mele/aristokrat/seçkin’ der. Aralarından siyasete yön veren Haman’ı, iktisadı elinde bulunduran Karun’u ve tüm bunlara kolluk gücü olan orduyu özellikle vurgular.
“Firavun ve ailesi, (ilerde) kendilerine korku ve üzüntü sebebi olsun diye onu aldılar. Şüphesiz ki Firavun, Haman ve askerleri hatalıydılar.” [14]
“Karun, Firavun, Haman’ı da (helâk etti). Andolsun ki Musa, onlara apaçık deliler getirdi. Yeryüzünde büyüklendiler. Hâlbuki onlar, (azabımızın) önüne geçemediler.” [15]
Firavun günümüz ifadesiyle ‘demokrat’ bir yöneticidir. Mele tabakasına danışmadan, onların onay ve desteğini almadan hareket etmez.
“Çevresinde bulunan seçkinlere ‘Bu, bilgili/usta bir büyücüdür.’ demişti. (Firavun): ‘Yaptığı bu sihirle sizi yerinizden, yurdunuzdan etmek istiyor. Ne buyurursunuz?’ ” [16]
“Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni Musa’yı öldüreyim! O da Rabbini çağırsın (yardıma). Ben, (Musa’nın) dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.’ ” [17]
Mele tabakası da liderine bağlı, onu düşünen, ona sormadan harekete geçmeyen bir zümredir.
“Firavun’un kavminden önde gelenler demişlerdi ki: ‘Sen, Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?’ (Firavun onları yatıştırmak için) demişti ki: ‘Erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz.’ ” [18]
Her cahilî sistem Firavun’unu, her Firavun da ‘mele’ tabakasını meydana çıkarır. Karşılıklı çıkar üzere bir araya gelen bu meşum zümre, birbirlerini azgınlaştırır ve el birliğiyle kendi sonlarını hazırlar.
“Karun, Firavun, Haman’ı da (helâk etti). Andolsun ki Musa, onlara apaçık deliler getirdi. Yeryüzünde büyüklendiler. Hâlbuki onlar, (azabımızın) önüne geçemediler. Her birini günahıyla yakalayıverdik. Onlardan kiminin üzerine taş yağdıran bir fırtına yolladık. Kimini (kulakları sağır eden) bir çığlık yakalayıverdi. Kimini yerin dibine geçirdik, kimini ise boğduk. Allah, onlara zulmedecek değildi; onlar, kendilerine zulmediyorlardı.” [19]
Bu meşum topluluk, varlıklarının firavunun varlığına bağlı olduğunu bilir. Bu nedenle var güçleriyle Firavuni sistemin devamı için çalışırlar. Nil nehrine nazır konaklarda oturur, çocukları en iyi sihirbazlardan eğitim alır, ülkedeki tüm ekonomik faaliyetlerden paylarına düşeni alırlar. En iyi vatansever onlardır; fakat yedi sülalelerinden tek bir kişi Mısır ordusunda yer almaz. Mısır’ın yer altı ve yer üstü zenginliklerini ustalıkla çalar, önemli mevkilerde akrabalarının ya da mensubu oldukları çok tanrılı, kehanet merkezli Mısır mabetlerinden meşrepdaşlarının olması için çabalarlar.
İlginçtir, yargılandıkları hiç görülmemiştir. Mısır anayasasında şu gizli maddenin olduğu ve yalnızca o mevkiye gelenlerin bu kanunu görüp okuyabildiği rivayet edilir: ‘Bu yasalar, kanun koyucular için değil, mustazaf halklar içindir. Yasa koyucular ve onların referans verdiği seçkinler hiçbir surette yargılanamazlar.’
Firavun’un yanında saf tutup, Allah’ın (cc) ayetleri hakkında delilsizce tartışan, kibir ve azgınlıkta ayak direyen bu insanlar için Rabbimiz aşağıdaki ayetle bizlere bir sorumluluk yüklemektedir:
“Onlar ki, kendilerine gelmiş hiçbir delil olmamasına rağmen, Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlardır. Allah katında ve iman edenlerin katında (bu yaptıklarına yönelik) öfke büyüktür. İşte Allah, kibirli zorba olanın kalbini böyle mühürler!” [20]
Firavun’un Sihirbazları Vardır
Halkı meydanlara toplayan, onların topluca eğlenmesini sağlayan, Firavun yanında ayrıcalıklı bir konuma sahip olan sihirbazlar vardır. El çabukluğu ve göz boyama marifetiyle türlü numaralar yaparlar. Halk gülüp eğlenir, sihirbazlar para kazanır, Firavun’un sistemi ayakta kalır.
Sihirbazlar, alçak tabiatlı insanlardan seçilir. Onların tek gayesi, biraz daha fazla kazanmak ve Firavun’a yakın olabilmektir.
“Büyücüler Firavun’a geldiler: ‘Şayet biz (Musa’ya) üstün gelirsek herhâlde bize (dolgun) bir ücret verirsin artık, değil mi?’ dediler. ‘Evet, şüphesiz, (üstün geldiğiniz taktirde) bana yakınlaştırılmış (gözde adamlarımdan) olacaksınız.’ demişti.” [21]
Zulüm altında inleyen, onuru çiğnenmiş, sırtından yöneticinin/patronun kırbacı hiç eksilmemiş halk, sihirbazların karşısına oturur ve güler. Günün bir kısmının acısı, yokluğu, mahrumiyeti, ezilmişliği; diğer kısmının eğlencesiyle unutulur. Böylece bir sonraki güne rahatlamış ve hiçbir şey olmamış gibi başlanır. Sihirbazlar, toplumda öfke birikmesini engelleyen, suni eğlencelerle gerçek acıları unutturan, Firavun sistemi için olmazsa olmaz kurumlardandır.
Firavun, İşkenceci Bir Zalimdir
Otoritesini tanımayan, halk için öngördüğü dini benimsemeyen, iş ve yönelişlerinde kendisinden izin almayanları suçlu kabul eder. Onları dinlerinden döndürmek için ve halka ibret olsunlar diye zulmün her türlüsünü yapar.
Otoritesini/uluhiyetini tanımayanlar için hazırlanmış zindanları vardır.
“Demişti ki: ‘Şayet benim dışımda bir ilah edinecek olursan hiç şüphesiz seni, hapse atacağım.’ ” [22]
Öngördüğü dinin dışına çıkanları, çocukları da dahil toplu kıyıma uğratmakla tehdit eder.
“Firavun’un kavminden önde gelenler demişlerdi ki: ‘Sen, Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?’ (Firavun onları yatıştırmak için) demişti ki: ‘Erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz.’ ” [23]
Bir zamanlar onun saflarında olup da ayrılmak isteyenler için akıl almaz işkenceler hazırlar.
“Kuşkusuz, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip; sonra da sizi topluca asacağım!” [24]
Firavun, zulümde o denli ileri gider ki, rahimlerde bulunan yavrular dahi onun zulmünden nasibini alır.
“Onlara bizim katımızdan hakkı getirdiği zaman dediler ki: ‘Onunla beraber iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın.’ Kâfirlerin hilesi mutlaka boşa çıkacaktır.” [25]
Ve Firavun zulmü, annelerin rahmine erişince, onun sonu yaklaşır. Ya karşısına dikilecek bir Musa ya da Allah’ın çetin azabı onun için mukadder son olur.
Gücünü Bölüp Çatıştırmaktan Alır
Dünyaya onurlu bir varlık olarak gelen insan, nasıl olur da Firavun’un zulmüne sessiz kalır?
Firavun, halkları böler. Irka dayalı, sosyal statüye dayalı, ekonomik gelire dayalı, mezhebe ve dine dayalı olarak sürekli toplumları böler. Bölünen insanları çarpıştırır, sonu gelmez düşmanlıklar ve nesilleri yok eden kan davalarıyla insanların gücünü zayıflatır. Toplum öyle bir noktaya gelir ki, onun varlığı olmadan bir arada yaşayamayacağına inanır olur. Tüm problemlerin sebebi olan Firavun, böldüğü ve çatıştırdığı insanlar nezdinde kurtarıcı hâline gelir.
“Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde üstünlük tasladı. Oranın halkını gruplara ayırıp, onlardan bir bölümünü mustazaflaştırıyor/güçsüzleştiriyor; erkek çocukları boğazlayıp, kadınları diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” [26]
Musa (as) İsrailoğullarını onunla beraber yollamasını istediğinde, Firavun’un ölçüsüz tepki ve tehditleri bundandır. Böldüğü halklardan biri kendi yolunu çizip, adil bir lider/peygamberle model oluşturacak olsa diğer halklara örnek olacak ve zulüm sistemi işlemez olacaktır.
Onun zulmünü reddedip, tevhid ve adalet isteyenler vatan hainidir.
Vatan-Millet Edebiyatı Firavunların Ortak Özelliklerindendir
“Firavun: ‘(Ben) size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Şüphesiz ki bu (yaptığınız), buranın halkını yurtlarından sürüp çıkarmak için (Musa’yla beraber) tezgahladığınız bir tuzaktır. Pek yakında (yapacaklarımı) bilecek/anlayacaksınız!’ ” [27]
İlginçtir, Firavun bu sözü iman eden sihirbazlara söylemektedir. Onların Musay’la (as) iş birliği yaptığını, amaçlarının ülkeyi bölmek olduğunu ileri sürmüştür.
“(Firavun) demişti ki: ‘Size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz ki o, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kesecek ve sizi hurma kütüklerine asacağım. Hangimizin azabının daha çetin ve kalıcı olduğunu da bileceksiniz!’ ” [28]
Bundan daha ilginç olanıysa, fıtrata hitap eden ve temiz vicdanlarda karşılık bulan tevhid davetçilerini sihirbazlıkla suçlar.
Evet, yukarıda verdiğimiz ayette görüldüğü gibi Musa’nın sihir öğreten bir büyücü olduğunu iddia etmiştir.
Toplumu bölerek yöneten Firavun, muvahhidleri toplumu bölmekle; sihirbazları kullanarak toplumu uyutan Firavun, davetçileri sihirbazlıkla suçlamıştır.
Firavun’u tanımak ve topluma gizli kalan yönlerini anlamak isteyen onun suçlamalarına bakmalıdır. Muhaliflerine yönelttiği her suçlama kendini ifşa etmesidir.
Halkın İyiliğini İster, Amacı Onları Korumaktır
“Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni Musa’yı öldüreyim. O da Rabbini çağırsın (yardıma). Ben, (Musa’nın) dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.’ ” [29]
“… Firavun dedi ki: ‘Ben, size sadece kendi görüşümü söylüyorum ve ben, sizleri yalnızca dosdoğru yola iletiyorum.’ “ [30]
Söylemleri; vatansever, halkçı, toplumun iyiliğini düşünen merhametli bir liderin sözleridir. Ancak eylemleri, onun tüm söylediklerini yalanlamaktadır.
O, farklı bir sese tahammülü olmayan, halkını ezmekten geri durmayan, şahsi ihtirasları ve gösteriş için halkın çocuklarını ölüme sürmekten imtina etmeyen bir zalimdir. İsmini yaşatmak için yaptırdığı piramit inşaatında on binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur.
Aş, İş, Eğitimle Topluma Minnet Eder
“(Firavun) demişti ki: ‘Seni çocukken biz yetiştirmedik mi? Ömrünün çoğu yılını bizim aramızda geçirmedin mi?’ ” [31]
O, Kur’an’da anlatılan tüm suçlu günahkârlar gibi minnet eder, başa kakar… Allah’ın (cc) verdiği nimet ve rızıklar, o ve avanesinin yolsuzluk ve hırsızlığından artar da halka ulaşırsa bunu da, toplumu terbiye etmek için bir silah olarak kullanır.
‘Seni biz eğitmedik mi?’, ‘İş vermedik mi?’, ‘Aş vermedik mi?’ Firavunların tevhide meyleden insanlara söyledikleri ortak sözleridir.
Musa (as) bu sözlere ne de güzel cevap vermiştir:
“Bana minnetini ettiğin nimet de, İsrailoğullarını köleleştirmen olsa gerek!” [32]
Toplumu Küçümser, Aptal Yerine Koyar
“Firavun kavmi içinde seslendi ve dedi ki: ‘Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve şu altımdan akan nehirler bana ait değil mi? Görmüyor musunuz? Yoksa ben, şu basit insandan ve neredeyse kendini ifade edemeyenden daha hayırlı değil miyim? Onun üzerine altından bilezikler atılmalı değil miydi? Ya da onunla beraber meleklerin gelmesi gerekmez miydi?’ Kavmini hafife aldı/küçümsedi/onursuzlaştırdı, onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz ki onlar, fasık bir topluluktu.” [33]
O, doğru bir yol üzere olduğuna kavmini ikna etmeye çalışır, bunun için deliller öne sürer. Ama onun delilleri ayette zikredilen şeylerdir. Mülkünün olması, Nil nehrinin sarayının altından geçmesi, Musa’nın (as) dilinde var olan problem ve fakir olması, Allah’ın (cc) Musa ila beraber melek yollamaması… Tüm bunlar Firavun’un hak, Musa’nın batıl yolda olduğunun kanıtlarıdır(!).
Evet, Firavun toplumu aptal yerine koymaktadır. Çünkü onların bu basitliklere inanacağını ve kendisine itaat edeceklerini bilmektedir.
Onları sihirbazlarla oyalayan, yaratılış gayelerini unutturan, kendi büyüklüğüne dair uydurulan hurafelere inanmalarını sağlayan ve tüm bunlardan önemlisi onları fahşa ve münkere dayalı, fasık bir hayatla aptallaştıran Firavun’dur.
Ayetin sonundaki ifadeye dikkat buyurun: “… Şüphesiz ki onlar, fasık bir topluluktu.” Onlar, günah, fısk ve fücurla kalplerini öldürmüş, kalbin akletmesini engellemişlerdi. ‘Akletmeyen kalpler’ aptal, onursuz, küçümsenmeye elverişli bir toplum hâline gelirler ve Firavunlar onları istedikleri gibi güder.
Firavunlara tebâ olanların mazur sayılmaması, dünyada onlarla beraber helâk olup ahirette onların ardından azaba sürüklenmeleri bu sebeptendir. Çünkü onlar, Allah’a itaati ve şerefli bir hayatı, Firavunların teklif ettiği fasık ve onursuz bir hayatla değişmiş, kalplerini masiyetlerle öldürüp akletmesine mani olmuşlardır. Elleriyle kazandıkları bu cürümler ve fasık hayattan yana koydukları tercihleriyle, Firavunların oyuncağı olmuşlardır.
Firavun Tevhid Daveti İçin Tuzaklar Kurar
Firavun, prototipi olduğu tüm müstekbirler gibi tuzakçıdır. İnsanları müşrikleştirmek ve Allah’a karşı inkârcı durumuna düşürmek için, gece-gündüz aralıksız tuzak kurar:
“Mustazaflar, müstekbir olanlara derler ki: ‘(Hayır!) Allah’ı inkâr edelim ve ona ortaklar koşalım diye gece gündüz tuzaklar kurdunuz.’ Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizleyecekler. Biz, kâfirlerin boynuna zincirli halkalar geçirdik. (Ne yani) yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?” [34]
Çünkü tevhid, akleden kalbin akidesidir ve kalpte hayat olduğunun alametidir. Muvahhid, tevhidin nuru ve basiretiyle Firavunları tanır ve tevhidin gereği olarak tağutlaşmış Firavun’u tekfir eder, ondan teberri eder ve uzaklaşır. Hâliyle tevhid ve muvahhid, Firavun’un en nefret ettiği şeydir. Firavun’a, şirk ve küfürle kalpleri ölmüş, Allah’a (cc) kul olma şerefine erişmemiş, tağuta kulluk yapan, sömürüye açık insanlar lazımdır. Bu nedenle insanları tevhitten ve tevhid davetçilerinden uzak tutmak için sürekli tuzaklar kurar.
Kur’an’ın İşaret Ettiği Bazı Firavuni Tuzaklar
“Onlara bizim katımızdan hakkı getirdiği zaman dediler ki: ‘Onunla beraber iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın.’ Kâfirlerin hilesi mutlaka boşa çıkacaktır.” [35]
Ayetin son cümlesi bu tehdidin bir ‘hile’ olduğunu ve kâfirlerin hilesinin boşa çıkacağına dikkat çekmiştir. Nedir bu hile?
Bilindiği gibi Firavun, iki defa ‘erkek çocukların öldürülmesine, kadınların ise sağ bırakılmasına’ dair emir vermiştir. İlki, Musa (as) doğmadan öncedir. İsrailoğullarının sayısını azaltmak ve kendi yönetimi için tehlike arz etmekten çıkarmak için nüfus planlaması yapmış ve erkek çocukları öldürmüştür.[36]
Bu emir uygulanmış ve sayısını Allah’ın bildiği çoklukta bebekler, onun cellatları tarafından katledilmişti.
İkincisi ise, Mümin suresi 25. ayette geçen emirdir. Bu, Musa (as) risaletle görevlendirilip Firavun’a gönderildikten sonradır. Firavun bu emri uygulamamış, bir hile ve tuzak olarak kullanmıştır.
Amacı, İsrailoğullarını Musa’dan (as) uzaklaştırmaktır. İnsanlar, ‘Musa yüzünden başımıza türlü dertler açıldı, olmadık eziyetlere maruz kaldık!’ diye Musa ve iman edenleri tehdit etmiştir. Böylece İsrailoğullarının yakın zamanda yaşadığı ve bir travma hâline gelen ‘çocuk katli’ toplumun hafızasında canlanmış ve Musa’nın davetine mesafe koymaları sağlanmıştır.
Firavun bu hileden sonuç almıştır elbet.
“Demişlerdi ki: ‘Sen gelmeden önce de eziyet görüyorduk sen geldikten sonra da eziyet görmeye devam ediyoruz!’ Demişti ki: ‘(Böyle düşünmeyin!) Umulur ki Rabbiniz, düşmanınızı helâk eder ve sizi yeryüzünün halifeleri (onların yerine geçen yöneticileri) kılar. Böylece sizin nasıl işler yapacağınızı gözler.’ ” [37]
“Kavminden bir grup genç dışında kimse Musa’ya iman etmedi. (O gençler de) Firavun ve ileri gelenlerin kendilerine işkence etmesinden korkarak iman etmişlerdi. Çünkü Firavun, yeryüzünde üstünlük taslayan bir despot ve haddi aşan bir taşkındı.” [38]
Firavunlar, bu hileyi her asırda kullanırlar. Musa’nın (as) vârisi olan davetçileri tefe koyar, eziyetin her türlüsüyle saldırırlar. Tevhide meyleden insanlara, o davetçileri ve akıbetlerini hatırlatır ve onları davetçilerden uzaklaştırırlar.
Ve İsrailoğulları tıynetine sahip çoğunluk, Allah’a ve rasûllerine inandıklarını iddia etseler de rasûllerin davetine uzak durur; ‘İşten eve, evden işe’ Firavun nizamıyla yaşarlar.
Firavun’un tehditlerine pabuç bırakmayan bir avuç yiğit vardır; kimi bedenen gençtir, kimi ruhen. Onlar Musa’nın yanında saf tutar ve Allah’a (cc) şöyle dua ederler:
“(Bunun üzerine) ‘Allah’a tevekkül ettik.’ demişlerdi. ‘Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğuna fitne kılma. (Bize üstün gelirlerse hak yolda olduklarını zannederler. Onlara fitne olmuş oluruz.) Ve bizleri rahmetinle kâfirler topluluğundan kurtar.’ “ [39]
Bir diğer Firavun hilesi:
“Firavun dedi ki: ‘Ey Haman! Benim için bir kule inşa et. Umulur ki, yollara ulaşırım. Göklerin yollarına (ulaşırım da) Musa’nın ilahına çıkabilirim! Şüphesiz ki ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum.’ Böylece Firavun’a kötü ameli süslü gösterildi ve (dosdoğru) yoldan alıkonuldu. Firavun’un hilesi, ancak yok olup hüsrana uğramaya mahkûmdur.” [40]
Ayetin son cümlesi, başında yer alan meydan okumanın bir hile olduğunu ve Firavun’un hilesinin yok olmaya mahkûm olduğunu söylemektedir.
Firavun büyük sözler eder, meydan okur, her şeyi küçümser. Böylece halkın gözünde her şeye meydan okuyan, kimseden korkmayan ve her şeyi başarabilecek bir lider portresi çizer. Öyle ki, Musa’nın ilahına kafa tutup, ona meydan okumaktadır. Bu, onun kendinden ve davasından ne kadar emin olduğunu göstermektedir.
Oysa bunların hiçbirini yapmaz. Onun yüksek volümlü, bol şakşaklı ‘eyt’li ‘üyt’lü naralarına, günahlarla zelil kılınmış, ‘işten eve, evden işe’ nizamıyla köleleştirilmiş, sihirbazların oyunlarıyla beyinleri sulanmış fasıklar aldanırlar.
Muvahhidler onun bağırmasının korkaklığından, tehditlerinin vicdan azabından, zulümlerinin geri dönüşü olmayan kötü akıbetin kabusundan kurtulma isteğinden olduğunu bilirler.
O, yakinen inandığı hâlde inkâr eden[41] Musa’nın hak olduğunu bildiği hâlde[42] onu büyülenmiş olmakla itham eden[43] bir zavallıdır.
•••
Firavun, yaşadığı dönemin tağutudur. Muvahhidler, vahyin rehberliğinde onu, zulme dayalı düzenini, topluma kurduğu tuzakları iyi tanımalıdır. Çünkü onlar, Musa’nın (as) vârisleridir ve Firavun’a karşı Musa’nın mücadelesini verecek olanlardır.
Muvahhid, Firavun’dan korkmamalıdır. Çünkü Firavun, güçsüz ve zayıftır. O, Allah’a (cc) kafa tutup, Allah’ın arzında, O’nun seması altında ve O’nun mülkünde otoritesini ilan ettiği gün kaybetmiştir. El-Aziz olan Allah’a savaş açan, O’nun halis dini olan tevhidi reddeden, tevhide alternatif olarak farklı öneriler sunan ve Musa’ya kulak vermeyen her Firavun gibi dünya ve ahirette kötü akıbete uğrayacaktır.
“O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklendiler. Ve bize dönmeyeceklerini zannettiler. Biz de, onu ve askerlerini yakaladık ve denize fırlattık. Zalimlerin akıbetinin nasıl olduğuna bir bak! Onları ateşe davet eden imamlar/önderler kıldık. Kıyamet günü de yardım olunmayacaklardır. Bu dünyada peşlerine bir lanet taktık. (Müminler onları andıkça lanet okur ve) kıyamet gününde de (yüzlerine bakılmaz, tiksinilecek hâlde) çirkinleştirilmişlerdir.” [44]
Firavun karşısında zafere götüren yol, ona benzemek, onun güç ve kurumlarına sahip olmak değildir. Şayet onun sahip olduğu olanaklar, zaferin vesilesi olsa Allah’a karşı Firavun’u korurdu. Onun karşısında zafere götüren yol şu ayetlerde belirtilmiştir:
“Biz, Musa’ya ve kardeşine şöyle vahyetmiştik: ‘Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın. Evlerinizi (içinde namaz kılınan) kıblegah hâline getirin. Namazı dosdoğru kılın. Müminleri de müjdele!’ ” [45]
“Musa kavmine: ‘Allah’tan yardım isteyin ve sabredin!’ demişti. Şüphesiz ki yeryüzü, Allah’ındır ve ona kullarından dilediğini mirasçı/sahip kılar. Akıbet/mutlu son muttakilerindir.” [46]
“Bereketli kıldığımız toprakların doğusuna ve batısına (Firavun ve avanesinin geride bıraktığı mülke), zayıf bırakılmış topluluğu mirasçı kıldık. Sabretmelerine karşılık Rabbinin güzel vaadi İsrailoğulları için gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıkları (sanat cinsinden eserleri) ve bina edip yükselttiklerini yerle bir ettik.” [47]
“Sabrettikleri zaman, içlerinden bizim emrimizle yol gösteren imamlar/önderler kıldık. Onlar, bizim ayetlerimize yakinen inanıyorlardı.” [48]
Ve unutmamalıyız Allah (cc), Firavun’un mustazaf hale getirdiği insanlar için bir hayır dilemiştir:
“Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış olan (mustazaflara) iyilik yapmak, onları (kendilerine uyulan) imamlar yapmak ve onları (yeryüzüne) vâris kılmak istiyoruz.” [49]
Hiç şüphesiz sabırla mücadele edip Allah’ın (cc) vaadine yakinen inananlar, Allah’ın evlerine sığınıp orada arınan ve Allah’tan yardım isteyerek güçlenenler bu vaade eriştirilecek ve Allah’ın muradı gerçekleşecektir. Firavun’un muradının, yaptığı planlarının, tehdit ve zulümlerinin Allah’ın iradesi karşısında hiçbir önemi yoktur. Firavun, tuzakları, tehditleri ve zulümleri yok olmaya mahkûmdur.
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
Halis Bayancuk (Ebu Hanzala)
Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi, Silivri/İstanbul
İlk Yorumu Sen Yap