Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Değerli kardeşim! Bu ay yazımızda seninle söz verdiğimiz ahitler üzerine muhabbet edeceğiz. Bu meselede öz eleştiri yaparak eksiklerimizi görmeye çalışacağız. Rabbim bizleri dininde samimi kullarından kılsın (Allahumme amin.)
Konumuza, başlık olarak yazdığımız ayet-i kerimeyi hatırlatarak giriş yapmak istiyorum.
“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri neden söylüyorsunuz? Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.” [1]
Bu ayet-i kerime bizlere iki mesaj vermektedir. Birincisi: Düşünerek konuşmak. Yani aklımıza gelenleri dilimize dökmeden, ‘Doğru mu? Yanlış mı? Yapabilir miyim? Yapamaz mıyım?’ diye muhasebe etmektir.
İkincisi ise: Yapabileceğimiz şeyleri söylemek ve gücümüzün yettiği vaatlerde bulunmaktır.
Müslüman, yapabileceği konularda vaatlerde bulunandır. Enes b. Nadr radiyallahu anh gibi…
Enes b. Nadr, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber, Bedir Savaşına katılamamıştı. Savaşa katılamamak kendisine çok ağır gelmiş ve içine dert olmuştu. Bunun üzerine: ‘Bundan sonra bir savaş olursa Müslümanlar benim nasıl savaştığımı görecekler. Bedir’e katılamamamı bu savaş’ta telafi edeceğim.’ diye söz verdi.
Allah insanları ‘Sözlerinde sadıklar mı yoksa değiller mi?’ diye imtihan etmektedir. Enes b. Nadr, sözü ile imtihan edilecekti. Bir sene sonra Uhud Savaşı oldu. Enes b. Nadr, Uhud Savaşına katıldı. Savaş esnasında Peygamberimizin öldüğüne dair yalan haber yayıldı. Bunun üzerine bazı sahabiler savaşı bırakıp oturmuşlardı.
Enes b. Nadr, bunların oturduğunu görünce neden oturduklarını sordu. Onlar: ‘Rasûlullah vefat etmiş. Rasûlullah vefat ettikten sonra savaşmanın anlamı yoktur.’ dediler. Bunun üzerine Enes b. Nadr: ‘Hayır, bilakis Rasûlullah vefat ettikten sonra yaşamanın anlamı yoktur. Kalkın. Siz de onun gibi savaşın ve şehit olun.’ dedi. Bu sözünden sonra Enes b. Nadr, düşman saflarına daldı ve şehit oldu. Yetmişten fazla kılıç darbesi aldı. Hiç kimse onu tanıyamadı. Sadece kız kardeşi, onu parmağından tanıyabildi.
Bunun üzerine Enes b. Nadr’ın ahdini yerine getirdiğini doğrulayan şu ayet-i kerime nazil oldu:
“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir, kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” [2]
Münafıklar ise hem düşünmeden söz verirler hem de söz verdiklerinde sözlerini yerine getirmezler.
“Onlardan (münafıklardan) öyle kimse de vardır ki, ‘Yemin olsun, eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz.’ diye Allah’a söz verdiler.” [3]
Müslümanlar, Allah yolunda mallarını, paralarını infak ediyorlardı. Münafıklar ise, Allah yolunda infak yapmıyorlardı. Sahabilerin infak edişi, münafıkların infak etmemelerini günyüzüne çıkarmıştı. Münafıkların bu eksiklerini, toplumun görmemesi ve fark etmemesi gerekiyordu. Bunun üzerine münafıklar, bir bahane buldular. Ayette belirtildiği gibi “İnfak edecek paramız, malımız yoktur. Eğer bize de Allah lütfundan verirse biz de vereceğiz.” dediler.
Peki, münafıklar gerçekten sözünün adamı mıdırlar? İşte bu soruya Allah şöyle cevap veriyor:
“Allah onlara lütfundan verince de, onda cimrilik ettiler, yüz çevirenler olarak gerisin geriye döndüler. Allah’a vadettiklerini tutmamaları ve yalan söylemeleri sebebiyle, Allah’la karşılaşacakları güne kadar onların kalplerine nifakı yerleştirdi.” [4]
Evet değerli kardeşim! İki örnek verdim. Birinde, yapabileceği konularda düşünerek söz veren ve sözünü yerine getiren sadık insanı; diğerinde ise, düşünmeden konuşan ve yapamayacağı konuda söz verip sözünü yerine getirmeyen yalancıları örnek verdim.
İşte şimdi kendimizi muhasebe etme zamanıdır. Ben bu örneklerden hangisine dahilim? Sadıklardan mıyım? Yoksa yalancılardan mıyım?
Birçoğumuz ‘Hele şu borçlarımı bir bitireyim, işlerimi düzene koyayım. İşte o zaman derslerimi, programlarımı aksatmayacağım.’ diyoruz.
Ya da ‘Hele evleneyim. Düzenimi kurayım. Anne ve babamın baskısından kurtulayım. İşte o zaman Müslümanların yanına daha çok gidip geleceğim. Ahlakımı ve ibadetlerimi düzelteceğim.’ diyoruz.
Kimimiz de ‘Allah bana lütfundan verirse, zengin olursam, ümmetin ihtiyaç duyduğu şeyleri ben karşılayacağım. Yetim ve mazlumlara ben bakacağım, onları ben sevindireceğim.’ diyoruz.
Birçoğumuz ‘Hele Allah bana bir evlat versin, onu İslam ile eğiteceğim ve Allah yoluna hibe edeceğim.’ diyoruz.
Kimimiz de ‘Allah bana güzel bir ortam, arkadaş çevresi nasip ederse İslam’a hizmet edeceğim, bana ne söylenirse harfiyen yerine getireceğim.’ diyoruz.
Birçoğumuz ‘Hele beni medreseye alsınlar, işte o zaman herkes nasıl ilim öğrenilirmiş görecektir.’ diyoruz
Kimimiz de ‘Allah bize tebliğ yapma ortamı nasip ederse, işte o zaman davet yapacağız; hakkı, hakikati gizlemeden, korkmadan, çekinmeden bütün şeffaflığı ile anlatacağız.’ diyoruz.
Daha birçok vaatlerde bulunuyoruz. Önemli olan vadetmek değil, vadedileni yerine getirebilmektir.
İnsanoğlunun dilinin kemiği yoktur. Düşünmeden söz verir. Düşünmeden söz verdiği ahdi, yerine getirme zamanı geldiğinde de münafıklar gibi geri adım atar ve bahaneler üretir.
Aslında yapması gereken şey bellidir. Düşünerek ve kendi imkânını, gücünü bilerek söz vermelidir. Ve söz verdikten sonra onu en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmalıdır.
Değerli kardeşim! Yapamayacağız şeyler hakkında söz vermek ve ahdi yerine getirmemek bizlere ne tür zarar verir? Bu sorunun cevabı olarak şunları söyleyebiliriz:
• Yapamayacağımız şeyleri söylemek, yalandır. Kişinin Allah katında yalancılardan olarak muamele görmesine neden olur.
“Kendinde olmayan sıfatlarla tezahür eden, iki yalan elbisesini giymiş gibidir.” [5]
• Yapamayacağımız şeyleri söylemek, ümmetin işlerinin aksamasına sebep olur. Örneğin, ümmetin öğretmene ihtiyacı olduğunu düşünelim. Bir Müslüman kardeşimiz, yapabileceği bir alan olmamasına rağmen, Müslümanların çocuklarına öğretmenlik yapabileceğini söyledi. Müslümanlar da ona öğretmenlik görevini verdiler. Bu kardeşimiz göreve geldiği an, sorunlar baş gösterecektir. Çocuklarla anlaşamayacaktır, onlara bir şey öğretemeyecektir. Bu sebeple görevden ayrılmak ve görevini yarıda bırakmak zorunda kalacaktır. Sonuç olarak, ümmetin işleri de aksamış olacaktır. Bu da kul hakkıdır.
Ama yapabileceği konularda söz vermiş olsaydı, ümmetin işleri daha profesyonel ve daha mükemmel yapılmış olacaktır. İşte Müslümanda olması gereken ahlak budur.
• Yapamayacağımız şeyleri söylemek, kalpte nifak oluşturur.
“Onlardan (münafıklardan) öyle kimse de vardır ki, ‘Yemin olsun, eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz.’ diye Allah’a söz verdiler. Allah onlara lütfundan verince de, onda cimrilik ettiler, yüz çevirenler olarak gerisin geriye döndüler. Allah’a vadettiklerini tutmamaları ve yalan söylemeleri sebebiyle, Allah’la karşılaşacakları güne kadar onların kalplerine nifakı yerleştirdi.” [6]
• Yapamayacağımız şeyleri söylemek günahtır ve kişi bundan dolayı gazaba duçar olur.
“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri neden söylüyorsunuz? Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.” [7]
Rabbim bizleri bundan muhafaza etsin. Rabbim bizleri başkalarının hakkına girmekten korusun. Bizleri hidayete ulaştırdığı gibi hidayet üzere şehit olarak ölmeyi nasip etsin. (Allahumme amin.)
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbine hamd etmektir.
Bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…
[1] . 61/Saff, 2-3
[2] . 33/Ahzab, 23
[3] . 9/Tevbe, 75
[4] . 9/Tevbe, 76-77
[5] . Buhari, Müslim
[6] . 9/Tevbe, 75-77
İlk Yorumu Sen Yap