Allah’a hamd, Rasûlü’ne salat, onun yanında yetişen ve o yol üzerine ilerleyen ehle selam olsun. Rabbim dünyamızı İslam, ahiretimizi de cennet mekânlarından eylesin.
İnsan, toprağın kendisinde şekil aldığı varlıktır. Fışkıran su, onun ham maddesidir. Suya evreler belirleyen Allah subhanehu ve teâlâ Adem’i, alakaya/kan pıhtısına, belirlenmiş bir mühletten sonra bir çiğnem mudğaya/çiğnem ete çevirmiştir. İnsanı hayrete düşüren bu dehasa oluşumu Allah subhanehu ve teâlâ şöyle haber verir:
“Muhakkak biz sizi (atanız Ademi) topraktan yarattık. Sonra (soyundan gelenleri) meniden, sonra alakadan, sonrada şekli belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık.” (22/Hac, 5)
Ayetteki lafızları kullanarak Peygamber de sallallahu aleyhi ve sellem ashabına insanın oluşum aşamalarını aynı şekilde bildirmiştir.
Dünya, insanın tanımadığı bir evrendir. Allah’a hamd olsun ki, anne ve babamız sayesinde bu evrenle tanıştık. Hayat ile mücadele edebilmek için Allah subhanehu ve teâlâ ebeveynimizi bizlere rehber kıldı. İsteseydi bizleri, birilerini sebep kılmadan direk gökyüzünden dünyaya gönderebilir; tek başına, aile, akraba ve kabile gibi sosyal çevre olmaksızın yaşamamızı isteyebilirdi. Fakat Rabbimiz birilerini sebep kılıp, daha sonra bizleri dünyaya gönderiyor. Çünkü insan sosyaldir. Bulunduğu yerde kendisi gibi sosyal fıtrata sahip kişiler olması gerekir. Bu nedenle ebeveynler akrabalık, kabile gibi sosyal çevre için aracı kılınmıştır.
Şöyle düşünelim, herhangi bir nedenle bulunduğunuz şehri değiştirdiniz. Kendinize yeni bir şehir merkezi edindiniz. Yaşamınızı artık orada sürdüreceksiniz. Ama ne o bölgeyi tanıyorsunuz ne de maddi yönden gelir sağlayacak bir işiniz ve çevreniz var. ‘Ne yapabilirim?’ diye kendi kendinize soruyorsunuz. Derken biri gelip sizi bir yere götürdü. Size, gerekli personelleri yerleştirilmiş, iş düzeni rayına oturmuş, aylık belli bir cirosu olan büyük bir şirket verdi. Patron koltuğuna da sizi oturttu. İşi öğrenip, o konuda tecrübe sahibi oluncaya kadar da sizin yanınızda kaldı ve yardımcı oldu. Daha sonra hiçbir karşılık almadan selam verip yanınızdan ayrılıp, gitti. Bu saatten sonra bu adama karşı muamelemizi düşünürsek, elbette bizim nazarımızda ondan daha değerli bir kişi olmaz, onu her yerde güzel sözlerle över ve ona karşı güzel muamelede bulunuruz. Böyle bir iyiliğe herkes böyle bir karşılık verir elbette.
Ebeveynlerimiz! Onlar da bizler için aynı konumdadırlar. Bir oluşumla bilmediğimiz anne rahmine, oradan da hayalini bile kurmadığımız yaşam alanı olan dünyaya geliyoruz. Tanımadığımız ve bilmediğimiz bir kara parçası. ‘Burada ne yapmam gerekiyor?’, ‘Nasıl yaşayıp hayatıma devam ederim?’ gibi soruları sormadan, anne ve babanız sizlere, kundaktan büyüyüp, kendi ayaklarınızın üzerinde kalıncaya kadar belki de ölünceye kadar hem maddî hem de manevî yönden destek oluyorlar. Hem de hiçbir karşılık beklemeden. Bu süre zarfında da sizlerin onlara verdiği zahmete hiç çekinmeden, severek katlanıyorlar. Böyle fedakâr aile kurumunun şefkatli reisleri ebeveynlere karşı, nasıl muamele etmemiz gerektiğini bizlerin düşünmesi gerekir. Yukarıda verdiğim iş örneğinin gerçekleşmesi çok uzak olan bir ihtimaldir. Fakat anne ve babamızın karşılıksız muameleleri şu anda olduğu gibi gerçek ve hakikattir.
Anne ve babanın evlatlarına olan sevgi ve rahmetleri bitmek bilmeyen kaynağın dışa yansımasıdır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ dünyada onlar için verdiği en büyük hediye ve ülfet, çocuktur. Onların nazarında dünyada bunu değiştirebilecekleri, kıstasını yapacakları başka değerli bir şey yoktur. Hayatları, her şeyleriyle sizin gibi evlatlarını korumakla ve iyilik yapmakla geçmiştir. Ebeveynler çocuklarına karşı bu denli heyecanlı ve meraklıdırlar.
Anne ve babaların evlatlarına karşı davranışları bundan ibarettir. Burada asıl konumuz evlatların ebeveynlere karşı muamelesidir. Zaten anne ve babalar yapması gerekenleri ifa etmek için elinden gelen çabayı gösteriyorlar. Önemli olan, onların nezaket, hoşgörü, rahmet ve sabırla yaptıkları güzelliklerin karşılığını verip, veremediğimizdir. ‘Anne ve babamıza karşı hak ve hukuka dikkat edip adaletli olanlardan mı, yoksa hüsran ve gaflet içerisinde olanlardan mıyım?’ Bizler için bu soruların cevabı Nebevî muamele açısından çok önemlidir. Çünkü insan, içli-dışlı olduğu, sürekli beraber kaldığı kişilere karşı davranışın ölçüsünü tutturmada problem yaşamıştır. Ve halen de yaşamaktadır.
Şu gerçeği hepimiz bilmeliyiz ki, zaman ilerleyip, bizler büyüsek de, anne-babamızın yanında halen ufak, halen güzel muamele edilecek yaştayız. Her zaman değerli ve en iyi şekilde korunması gereken kişiyiz. Fakat bizim nazarımızda ebeveynlerin konumu ne seviyede? İstisnalar olmakla beraber, ‘Ebeveynimin benim yanımda yeri ve değeri büyüktür’ diyenlerin sözü gerçek, fakat ameli sanal durumdadır. Gerekçemiz ne olursa olsun, en ufak meselede anne-babaya, cariyenin efendisine yaptığı muameleyi çekinmeden yapabiliyoruz.
Burada dikkatinizi şu hadise çekmek istiyorum:
“Cibril Peygamberimize kıyametin alametlerini sorduğu zaman, Peygamber: ‘-bunlardan bir tanesi- Cariyenin efendisini doğurmasıdır’ diye cevap verir.” (Müslim)
İmam Nevevi rahimehullah bu hadisin şerhinde şunları aktarmıştır: ‘Bir görüşe göre bu hadis şu manayı ifade etmektedir: Anne-babaya saygı azalacak, çocuklar ebeveynlere kötü muamele edecekler. Çocuklar annesine sövüp sayacak, dövecek, kötü ve zor işlerde çalıştıracak, tahkir edecek… O hale gelecek ki anne, cariye hükmüne düşürülecek.’ İşte bu şekilde cariye, efendisini doğurmuş oluyor.
Tüyler ürpertici bir hadis-i şerif. Vakıamızı düşündüğümüzde kıyametin bu alameti gerçekleşmiş durumda. Anne ve babaya cariye ve köle muamelesi veya bunlara yakın davranışlar sergileniyor. Müslüman veya kâfir, iyi veya kötü evladın hemen hemen hepsi, bu davranışı yapıyor. ‘Hayır, ben ebeveynime iyi davranıyorum’, diyebilirsiniz. Bilmelisiniz ki, herkes normal durumlarda zaten ailesine güzel davranır. Bu sizin ailenize iyi davrandığınızın ölçüsü değildir. Bilakis burada ölçünüz, anormal olan durumlarda, tabiri caizse bıçak kemiğe dayandığı noktalarda ebeveyninize bütün benliğinizi tutup güzel muamelede bulunmanızdır. Bu ölçünün zıddını uygulamanız, her ne kadar anne-babaya iyi davrandığınızı düşünseniz de, cariye muamelesi yaptığınızın göstergesidir.
Burada ‘Ebeveynlere Karşı Nebevî Muamele’ konusuna geçmeden önce gördüğüm ve duyduğum kadarınca yaşantımızdan anne-babaya karşı yaptığımız bazı davranışları alıntı yapıp örneklendirmeye çalışacağım.
Öncelikle herkes kendi yaşantısını ve aileye karşı davranışını düşünsün. Bunların her biri sizin için birer örnek ve ibrettir zaten. Bunlarla beraber şu örnekleri zikredebiliriz:
Bugün evli olup ailesiyle uzun veya kısa süreli kalanların yaşadığı sıkıntılardan bir tanesi, anne-babayla hanımının geçim sağlayamamasıdır. Ceviz kabuğunu doldurmayacak kadar önemsiz meselelerden problemler yaşanıyor. Misalen, geline göre kaynana ve kayınpeder, gelinin her yaptığı işe karışıyor ve beğenmiyorlar. Kaynana ve kayınpedere göre de gelin yaptığı işleri gereğince dikkatli ve severek yapmıyor, kendisini aile kurumundan görmüyor vs…
Evlat ortada kalmış, her gün eve geldiğinde işin yorgunluğu yetmezmiş gibi bir tarafta anne ve babasının gelinlerinden şikayetlerini, diğer taraftan da hanımın kaynanası ve kayınbabası hakkındaki şikâyetlerini dinliyor.
Taraflı olan evlat hemen anne ve babasına kızmaya başlıyor: ‘Yaşınız ilerlemiş, şu anda size bakacak olan gelininiz. Onunla iyi geçinmeye çalışın. Haklı olsanız bile alttan alın. Böyle her meseleye karışıp tatsızlık çıkarmayın. Benim de huzurumu kaçırdınız. Bu ev onun sayılır. Onun dediği şeyler de bu evde geçerlidir. Rahat durmayacaksanız kendi evinize gidebilirsiniz’ gibi ezici cümleler kullanıyor. Her meselede anne ve babasını hatalı gördüğü için, onlar bir şeyler söyleseler de bir anlam ifade etmiyor. Hemen anne ve babasının geçmişte yaptığı hatayı zikrediyor: ‘Siz zaten eskiden de böyleydiniz. Sesimizi çıkartmaya çıkartmaya tepemize çıktınız. Artık öyle değil. Şimdi sesinizi çıkarmadan evimin köşesinde oturacaksınız. Fikriniz sorulmadan konuşmayacaksınız. Zaten bir ayağınız çukura düşmüş, bırakın biz huzur içerisinde yaşayalım’ gibi ebeveyni tahkir eden, buna benzer efendinin cariyesine söylediği cümleler söylüyor.
Kıymetli Kardeşim! Bu örnek sırlar dünyası, kalp gözü gibi dizilerden aktarılan şeyler değil, bilakis bizlerin hataya düşüp anne ve babamıza uyguladığımız muamelelerdir. Burada anne ve babamızın haksız olup, olmaması problem değil, elbette herkesin hatası olacaktır. Fakat bizlerin de bu kişilerin üzerine baltayla gidip hem Allah subhanehu ve teâlâ katında hem de Rasûlü’nün yanında en büyük hata olanı yapmamız sıkıntıdır. Daha farklı bir şekilde olayı sakinleştirebiliriz.
Başka bir örnek, anne ve babalar çalışmayan veya işine dikkat etmeyen evlatlarına -onları çok düşündükleri, durumlarının kötü olmasını istemedikleri için- çok karışırlar. Sürekli bir şeyler anlatırlar. Bu konuda tecrübeleriyle onlara yol göstermeye çalışırlar. Ki evlat çalışsın, boş durmasın -Allah onlardan razı olsun-. Fakat biz evlatlar bu iyiliği suistimal edip hemen: ‘Yahu yeter, bu da nedir papağan gibi başımda iş iş iş iş… Dünya batsın bana ne, çalışmıyorum. Gençliğimi yaşatmadınız, sanki köleyim. Hem size ne benim işimden, çalışırım çalışmam. İş arıyorum bulamıyorum, ben ne yapayım. İkide bir bu konuları açıp moralimi bozmayın’ şeklinde söylenmeye başlıyoruz. Bu saatten sonra zaten ebeveynler bir şeyler söylemeye çekiniyor, susmayı tercih ediyorlar. Böyle bir davranış efendinin cariyesine uyguladığı muamele değildir de nedir?
Bunlara benzer vakıamızda birçok örnek görüyoruz. Her biri bir diğerinden daha tehlikeli ve çirkef davranışlar. Rabbim bizleri bu durumdan muhafaza eylesin. Hakkı, hakkıyla yaşamayı, ebeveynlerimize adaletle muamele etmeyi nasip etsin.
Bir sonraki sayımızda anne-babaya ‘Nebevî muamele nasıl olmalıdır?’ konusunu yazmaya çalışacağım.
Selam ve dua ile… Davamızın sonu alemlerin Rabbine hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap