Düdük

Dünyadaki hiç kimse maddi sıkıntı çekmese ne güzel olurdu. diye düşündü Murat. İki haftadır cepten yiyordu. Pazara çıkıp tişört sattığında eline geçmişti bu para. Ama sonra o iş de durgunlaşmış, malların büyük bir kısmını toptancıya geri vermek zorunda kalmıştı. Allah’tan, adam anlayışlı birisiydi de malzemelerini almıştı. Yoksa bir de onların parasını bulmak için uğraşacaktı.

Neredeyse her işi yapmıştı. Her seferinde de birtakım aksilikler çıkmış ama bir şekilde rızkı gelmişti. Buna imanı tamdı. Yine rızkı gelecek, evdeki üç çocuğu aç yatmayacaktı.

Fakat bu sefer… Bu sefer çok daralmıştı. Şeytan şimdi öncekilerden daha çok vesvese veriyordu:

“Ne olacak sanki şu sakalını kessen? Kimse sana bu kılıkla iş vermez.”

“Namazlarını akşam kaza edince olmuyor mu sanki? Kimse sana muhtaç değil! Bir sürü insan sırada bekliyor. Senin şartlarını kim kabul eder?”

“Hem sadece 4-5 ay çalışırsın. Biraz para biriktirdin mi hayalindeki tezgahı açarsın. Ondan sonra istersen günde on vakit namaz kıl!”

Kendini bu düşüncelere kaptırmışken euzu-besmele çekti. Toparlandı hemen.

“Bir şeyler yapmalı ama ne?” diye söylendi. Arkadaşı Selçuk’un sözleri geldi aklına:

“Boşta kalırsan perşembe günleri gel taksiye çık. Bizim işçinin tatil günüdür.” Güldü kendi kendine. Üç ay önce gitmişti de adresleri ancak müşterilere sora sora bulabilmişti. Koca İstanbul! Neresini aklında tutacaksın ki?! Her taraf insan, araba ve beton yığını! Zaten birgün çalışsa, bu ancak o günün ekmek parası oluyordu. Şimdi asıl derdi on gün sonraki kiraydı.

Elleri cebinde çıkmaya çalıştığı yokuşa baktı. Ama caddeye bağlanan yokuşun başlangıcından itibaren trafik vardı. Gelişli-gidişli iki yönde kitlenmişti. Bazı arabalar iki-üç araba daha öne geçeyim derken ters yöne girmiş, geri de dönemeyince iş daha da çıkmaza girmişti.

Bu arapsaçının asıl nedeni ise yokuşun sonundaki surlardı. Arabaların sur kapısından geçmeleri gerekiyordu ve orası da ancak bir arabanın geçebileceği genişlikteydi.

Bir an bu trafiğe, korna ve insan seslerine bakınca kendi derdini unuttu. Neden sonra aklına çocuklar geldi.

“Her yeni doğan rızkı ile doğuyormuş! Nereden inanıyorsunuz bu saflıklara! Akıllı ol Murat! İki buçuk yaşındaki çocuğun, Mehmet’in eve ne rızık getirdiğini gördün? Yoksa ona bez, mama yetiştireceğim diye doğduğundan beri daha mı çok çalışmaya başladın?”

“Bak şimdi beş parasızsın! Hesap et! Mehmet’e bu ay harcadığın parayı harcamasaydın, şu anda elinde kiranın yarısı olacaktı.”

“Unutma! Peygamber zamanında yaşamıyorsun! Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Nasıl olursa olsun para kazanmaya bak! Böyle giderse bırak eve ekmek götürmeyi sen bile gidemeyeceksin!”

– “Hay aksi şeytan!” dedi Murat ayağını tutarak, düşüncelere dalmışken önündeki taşı fark etmemişti de ayağını vurmuştu. Şimdi baş parmağında müthiş bir acı hissediyordu.

Çok şükür ki yokuş bitmişti. Surların dibine gelip çöktü ayakkabısını çıkarıp parmağını ovmaya başladı.

– İki dakika sabretsen ne olacak sanki? Gördün mü, tıkadın şimdi burasını!

– Sanki sen çok farklı bir şey yaptın! Nasıl geçeceğim ben şimdi buradan? Üstünden mi geçeyim?!

– Ne diyorsun sen be adam!

“Tam da yerine oturmuşum” dedi Murat. Bu kavga da, trafik de bitmezdi. Çünkü kimsenin arabasını yerinden kımıldatmaya niyeti yoktu.

Murat tekrardan kendi dünyasına döndü. Biraz önce şeytanın “Mehmet’in bir aylık masrafı=kiranın yarısı” hesabını düşünüyordu. Sonra birden bunu düşündüğü için utandı.

Elbette ki Allah Rezzak’tı (rızkı veren). O’nun yasak dediği şeyleri yapmamak için iş bulamayan bu kulunu aç bırakmazdı. Hem Murat da boş boş oturmuyordu. Uğraşıyor, koşturuyor, düşünüyordu.

Allah Kabıd (rızkı daraltan) ve Bâsıt’tı (rızkı genişleten). Nasıl ki şu an eli darda idi, muhakkak bir süre sonra bu sıkıntısı hafifleyecek helal rızık elde edecekti.

Hiç olmadı, eline bir şey geçmezse Süleyman amcaya söyler kirayı biraz geciktirirdi. Bir hafta-on gün için bir şey diyecek değildi herhalde!

Allah’ı düşününce ferahladığını hissetti. Rabbine hamdetti. Parmağındaki sızı da biraz hafiflemişti. Oturduğu yere şöyle bir göz gezdirince etrafının çöplük gibi olduğunu farketti.

“Şu insanlar ne acayip? Kullandıkları yeri temizleseler elleri mi kırılacak sanki? Allah insana, her tarafına beton döktükleri bu şehirde, nefes alsınlar diye böyle bir yer nasip etmiş. Onların yaptıklarına bak!” diye söylendi Murat. Çimlerin üzerine atılmış şeylerin arasında sarı-kırmızı renklerde bir düdük de vardı. “Çocuklar düşürmüş herhalde” dedi.

Tekrardan trafiğe baktı. Hayret! Deminden beri etrafını inceliyordu. Bu kadar zaman boyunca hiçbir araba yer değiştirmemişti. Sadece trafik daha da uzuyor, arabalar kontak kapatıp bekliyorlardı. İçinden çözüm için fikir üretmeye başladı: “Böyle yerlere trafik lambası olur mu acaba?” sonra bu fikrine güldü. Ne işe yarayacaktı lamba?! “Ya trafik polisi?… Trafik polisi?!”

Zihninde canlanan yeni düşünceye ilk önce kendisi karşı çıktı: “Olmaz! Deli misin sen? Her işi yaptın, bir trafik polisliği kalmıştı zaten!” karşı çıkıyordu, çıkmasına ama gözünün yokuş aşağı uzanan trafikle çimenler arasındaki düdük arasında gidip gelmesine engel olamıyordu. Bu hal çok sürmedi. “Bismillah” dedi.

Sanki yavaş yavaş kalkarsa fikrinden vazgeçeceği endişesi ile bir anda dikiliverdi ayakta. “İnsanların sıkıntılarını giderenin Allah’ta sıkıntısını giderir.” cümlesi damarlarına kan yerine hayat pompalamıştı sanki.

Düdüğü alıp yanındaki su ile temizledi. Güzelce sildikten sonra kimse fark etmeden bir-iki deneme yaptı. Hiç de fena değildi hani! Daha hala suçu birbirlerine atmakla meşgul insanların yanına hızla ilerledi.

– Hemşerim! Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz Allah aşkına! Böyle giderse surların dibinde yatıya kalacaksınız. Binin bir arabalarınıza hele!

İçlerinden “Acaba hangi arabanın sahibi?” diyerek baktılar Murat’a. Ama çıkartamadılar. Sonra da arabası olmadığına kanaat getirdiler. Sırf birbirlerine inat olsun diye karşı taraftakinin sözüne karşı çıkan şoförler, bu üçüncü şahsı yıllardır bekliyorlarmış gibi hemen arabalarına atladılar. Kontakları açtılar.

Murat ilk olarak çok da yüksek olmayan kaldırımlara dört tane arabayı çıkarttı. Boşalan yere de sur kapısını işgal eden arabayı çektirdi. İnsanoğlu işte! Bir saattir niye beklediğini unutmuş bir taksi hemen boşalan yere girmek için manevra yaptı. Fakat düdüğün tiz sesi onu yerine çivilemeye yetti. Artık korna sesi yerine Murat’ın düdüğü çınlatıyordu etrafı.

İkinci iş olarak ise, karşı şeride girmiş arabaları kendi şeritlerine soktu Murat. İşin büyük kısmı bitmişti. Artık trafik akabilirdi. Murat sur kapısına girdi ve sırayla üç araba surun aşağısından, üç araba surun yukarısından olacak şekilde düdüğüyle trafiğe yön vermeye başladı.

Herkes şaşkın! “Bu iş nasıl oldu?” diye arabalarında konuşurken Murat’ın yanından geçiyorlardı. Kimileri hayır duası ederken kimisi korna çalarak memnuniyetini dile getiriyordu. “Bu adam deli mi?” diye düşünenler de yok değildi hani!

Kendi derdini unutmuş trafikle uğraşan Murat’ın yanına, kendini iyice işine kaptırdığı sırada surun aşağı kısmından bir transit yanaştı. Alnı boncuk boncuk terle kaplı bir genç, bir kadın ve gözleri kapalı bir halde başını yanındaki kadının omuzuna dayamış yaşlı bir teyze. Şoför koltuğundaki genç ön camdan sarkarak Murat’a yaklaştı:

– “Abi! Allah sizden razı olsun! Biraz daha geç kalsaydım anamı sırtlayıp, öyle hastaneye götürmem gerekecekti.” dedi ve elini uzattı. Murat da genç ile tokalaşmak için elini uzattı. Fakat o da ne? Şoför bir anda elini Murat’ın gömlek cebine sokup bir şey bıraktı. Sonra ise şaşırtıcı bir hızla gazı kökleyip gözden uzaklaştı.

Her şey saniyeler içinde olup bitmişti. Genci düdük öttürüp durdurmaya çalışsa da mavi transit çoktan gözden kaybolmuştu bile! Bu arada trafiğin akmadığını, herkesin düdük sesini beklediğini fark edince hemen işine döndü.

Bakmaya korkuyordu. Para olduğu kesindi ama ne kadar? Sonra böyle düşündüğü için kendi kendine kızdı: “Ne kadarsa ne kadar? Ne yapacaksın? Allah hesapsız rızık göndermiş, senin düşündüğün şeye bak!”

Trafik düzene girmişti artık. Müsait olduğuna inandığı bir zamanda heyecanla elini cebine götürdü: “Aman Allah’ım! Bu çok fazla! Hem de çok! dedi seslice. Sonra kendisini duyan var mı diye etrafa baktı.

İçi içine sığmıyordu. Biraz kendine gelince Allah’a hamdetti ve Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem hadisini hatırladı: “Herkesin rızkı yazılmıştır. Ecelinin kendisini gelip bulacağı gibi rızkı da bulacaktır. Öyleyse insan mal kazanmak için haram yollara başvurmasın.”

Durum aynen Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem buyurduğu gibiydi elinde kirasının yarısı duruyordu ve neredeyse hiç birşey yapmamıştı bunu kazanmak için.

“Kiranın yarısı” derken gülmeye başladı: “Yok yok! Bu kiranın yarısı değil! Can Mehmed’imin geçen ayki masraflarının parası.” derken şeytanları nasıl da çatlattığını hayal etti.

Düdüğü daha hızlı üfledi.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver