Dost Maskeli Düşmanlar: Münafıklar

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.

İslam tarihinde pek çok dönüm noktası vardır. Bunlardan en önemlisi hicret ve sonrasında hicrete bağlı olarak gelişen hadiselerdir.

Hicret aşamasını tamamlayan İslam toplumu yeni bir aşamaya geçmiş ve İslam’ın önündeki engelleri cihadla defetmeye başlamıştı. Bedir Savaşı, bu aşamanın ilk büyük basamağıydı. Bu savaşta kazanılan zafer, Medine içinde ve dışında hemen domino etkisi göstermişti. Dostluk ve düşmanlık yapanların safları netleşti ve daha önceden karşılaşılmayan yeni topluluklar İslam tarihinde boy göstermeye başladı.

Bu topluluklardan biri de münafıklardı. Allah Resûlü (sav) Medine’ye geldiğinde iman etmeyen bu topluluk, Bedir Savaşı’yla beraber güç kazanan İslam Devleti’ne yaklaşmaya başladı, çünkü düşmanlıklarını açıktan yapabilecekleri bir güçleri yoktu. Zahirlerinde İslam açığa çıksa da kalplerinde hâlâ fitne ateşi yanıyor ve küfür içerisinde yaşıyorlardı.

Buhari’de (rh) geçen bir rivayette Usame ibni Zeyd’in anlattığına göre, Bedir Savaşı olmadan önce Allah Resûlü (sav) Usame’yi bineğinin arka tarafına bindirerek, hasta olan Sa’d ibni Ubade’nin ziyaretine gidiyordu. O sırada, içlerinde münafıkların lideri olan ve henüz iman ettiğini söylemeyen Abdullah ibni Ubeyy’in de olduğu Müslim, müşrik ve Yahudilerin bulunduğu karma bir topluluğa rastladı. Bineğin çıkardığı toz, meclisi kaplayınca Abdullah ibni Ubeyy, “Üzerimize toz kaldırmayın.” diye tepki gösterdi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) durdu, selam verdi ve onlara Kurân okuyarak İslam’a davet etti. Bunun üzerine Abdullah ibni Ubeyy, “Ey adam! Şayet doğruysa, senin dediğinden daha güzeli yoktur, ancak kendi meclisimizde bizi bununla rahatsız etme! Meskenine dön ve sana kim gelirse ona anlat.” diyerek Allah Resûlü’ne (sav) cevap verdi.

Bunun gibi hadiselerde açıktan düşmanlığını gösteren taife, artık Bedir Savaşı’yla beraber farklı bir sürece girmişti. Münafıkların bu düşmanlığının temelinde ne olduğunu ise bize, zikrettiğimiz rivayetin devamında Sa’d ibni Ubade’nin şu sözü açıklamaktadır:

“Ey Allahın Resûlü! Sen Abdullah ibni Ubeyy’in bu tavırlarını görmezden gel. Sen gelmeden önce Kavmi ona taç giydirecek, lider olarak kabul edecekti. Senin gelmenle beraber bundan vazgeçtiler.”[1]

İlişkilerini menfaat temelli belirleyen bu kavim, dünyevi bir çıkardan mahrum oldukları için Allah Resûlü’ne düşmanlık beslemişlerdi. Aslında bu sadece Abdullah ibni Ubeyy ile sınırlı bir durum değildi. Allah Resûlü (sav), bu insan tipini şöyle haber vermiştir:

“Dinarın kulu helak oldu, dirhemin kulu helak oldu, kumaşın kulu helak oldu… Kendisine ondan verilince razı olur, verilmediğinde kızar. Helak oldu ve baş aşağı çevrildi. Ayağına diken batsa çıkaracak kimse bulamaz.

Müjdeler olsun o kula ki, atının yularından tutmuş Allah (cc) yolundadır. Saçları dağınık, ayakları tozlanmış vaziyettedir. Nöbet işinde oldu mu onun hakkını verir, develeri sürme işinde onun hakkını verir. İzin istese izin verilmez, aracı olsa aracılığı kabul edilmez…”[2]

Kur’ân-ı Kerim’de Allah (cc), müminleri birçok tehlikeye karşı uyarmıştır. Çeşitli topluluklardan bahsetmiş, onların sıfatlarını haber vermiş ve mücadele metodunu göstermiştir. Ehl-i Kitap ve müşrikler bu taifelere örnektir. Ancak ayetlere baktığımızda münafıklardan bahseden bölümlerin bu iki gruptan daha fazla olduğu görülecektir. Bu durum bile -tek başına- münafıkların ne kadar tehlikeli olduğunu göstermeye yeter niteliktedir.

Münafıklar zahiren İslam toplumunun birer neferi gibi görünürler. Tıynetleri gereği sinsice davrandıkları için toplum onları tanımaz ve onlardan bir kötülük beklemez. Sözleriyle İslam davasına bağlılıklarını sürekli tekrar eder, hatta bunun üzerine yeminler ederler:

“Münafıklar sana geldiklerinde: ‘Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Resûlü’sün.’ derler. Allah, senin O’nun Resûl’ü olduğunu pekâlâ bilir. Allah şahitlik eder ki münafıklar gerçekten yalancılardır.”[3]

“Sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Onlar asla sizden değillerdir. Fakat onlar, korkak bir topluluktur.”[4]

Konuşmalarıyla toplumu etkiler ve insanların, onlara güvenmelerini sağlarlar. Toplum nezdinde önceden elde ettikleri statüler nedeniyle geçmişten gelen baskın karakterlerinin yansımalarını İslam toplumu içerisinde de göstermeye çalışırlar:

“Onları gördüğünde cüsseleri/kalıpları hoşuna gider. Konuşacak olsalar sözlerini dinlersin. Onlar, (kendi başına ayakta duramayan, meyve vermeyen,) duvara yaslanmış kütük gibilerdir. Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar. (Dış görünüşleriyle cesur, özü sözü bir görünseler de iç dünyalarında korkak ve her şeyden ürken bir yapıları vardır.) Asıl düşman onlardır, onlardan sakın. Allah, onları kahretsin, nasıl da çevriliyorlar?”[5]

“İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.”[6]

İslam toplumu aslında güven üzerine kurulu bir toplumdur. Fertler birbirlerinin elinden ve dilinden emindir. Herkes birbirine hüsnüzanla yaklaşır. Oklar düşmana çevrilmiş ve asıl tehlikenin oradan geleceği prensibiyle hazırlıklar yapılmıştır. Böyle bir ortamda münafıkların söz ve fiilleri İslam toplumunun temellerindeki o güveni zedeler ve mücadeledeki ahengi bozar. Ortaya atılan fitneler, samimi gibi görünen eleştiriler insanların zihnini bulandırır. İşte bu yüzden Allah (cc), Kitab’ında münafıklardan daha fazla bahsetmiş ve “Asıl düşman onlardır.” diyerek dikkatleri o yöne çevirmiştir.

Anlatmak istediğimiz hususu bir olayla örneklendirelim. Bedir Savaşı sonrası kendilerine yapılan uyarıları dikkate almayan, antlaşmaları defalarca ihlal eden ve son olarak bir kadının örtüsüne el uzatan Ben-i Kaynuka Yahudileri muhasara altına alındı ve esir edildi. Allah Resûlü (sav) onlar hakkında hüküm verirken Münafıkların Reisi Abdullah ibni Ubeyy geldi ve aralarında şu diyalog gerçekleşti:

“Ben-i Kaynuka’nın müttefiki, Münafıkların Reisi Abdullah ibni Ubeyy ibni Selul çıkageldi.

Peygamberimizin (sav) yanına gelerek, ‘Ya Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilikle muamele et!’ dedi.

Peygamberimiz (sav), bu münafıkın sözlerini duymamazlıktan geldi.

Bunun üzerine Abdullah ibni Ubeyy aynı sözlerini tekrarladı: ‘Ya Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilikle muamele et!’

Peygamberimiz (sav) bu sefer yüzünü çevirdi, fakat Abdullah ibni Ubeyy, aynı şeyleri tekrarlamaya devam etti.

Bunun üzerine Peygamberimiz (sav), ‘Çözün onları. Allah (cc), onlara ve onlarla birlikte olanlara lanet etsin!’ buyurdu ve Kaynukaoğullarının öldürülmelerinden vazgeçip Medine’den Şam’a sürülmelerini emretti.”[7]

Başka bir rivayette onun, Allah Resûlü’nün (sav) zırhının içine elini soktuğu ve Peygamberimizi daha fazla sıkıştırdığı geçmektedir. Bunun üzerine Allah (cc) şu ayeti indirdi:

“(Allah’ın kesin yasağına rağmen) kalplerinde hastalık bulunanların (onları dost edinmek için) koşuşturduğunu ve ‘Başımıza bir musibet gelmesinden korkuyoruz.’ dediklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir zafer ya da kendi katından bir (hüküm) getirir de içlerinde gizlediklerinden ötürü pişman olurlar.”[8]

Bu tabloyu gözümüzün önünde canlandıralım:

İslam toplumuna açıktan zarar veren bir taifeyle savaşılmış ve neticede esir edilmişler. Allah Resûlü de (sav) onlar hakkında öldürülmeleri hükmünü vermiş. İnsanlar bunu duymuş ve hiç kimse itiraz etmemiş.

İtiraz etmemişler, çünkü Peygamber’e itaatin ne demek olduğunu, ona (sav) imanın gereklerinden birinin de bu olduğunu biliyorlar.

İtiraz etmemişler; çünkü bırakalım itirazı, onun (sav) ağzından ne çıkacak diye büyük bir dikkatle beklemek, sonra da ona uygun amel etmek için çaba göstermek gerektiğini biliyorlar.

İtiraz etmemişler; çünkü tüm Arapları karşılarına alma pahasına da olsa Peygamber’i (sav) kendi şehirlerine davet etmişler, Bedir’de kervan yerine birkaç kat fazla sayıda olan düşmanla karşılaştıklarında bile bunu sıkıntı görmemişler.

İtiraz etmemişler, çünkü Peygamber’in (sav) görüşüne muhalif bir şey söylerken nasıl, hangi edep kaidelerine dikkat ederek söylemeleri gerektiğini biliyorlar.

İşte münafıklar bu tür fiilleriyle yukarıda saydığımız ve sayabileceğimiz birçok kaideyi ihlal ederler. Bunu İslam toplumunun fertleri de görür. Münafıkların sinsilikleriyle beraber güzelce ambalajlayıp sundukları bu fitneler bazı kimselerin kafalarını karıştırır ya da daha erken gelişmelerine, meseleleri idrak etmelerine engel olur. Hadiseyi kendi özelinde değerlendirecek olursak; İslam devletinin, emîrlerine yapılması gereken muamele ve onun hürmetini koruma konusunda inşa edilen her şeyi bir çırpıda yıkmak isterler.

Böylece münafıkların İslam toplumu için neden tehlikeli olduklarını kısaca zikretmiş olduk. Yazımızı tamamlamadan önce Abdullah ibni Ubeyy’in, Ben-i Kaynuka Yahudileriyle ilgili hadisede yaptıklarına dair bir iki hususa değinmek istiyoruz: Münafıkların Liderinin, Yahudilerin katledilmemeleri ve Medine’den sürgün edilmemeleri için gösterdiği çabanın bir nedeni vardı. Bu çabasını diğer Yahudi topluluklar için de ortaya koydu. Zira Medine’de güç dengesinin müminlerin lehine değişmesini istemiyordu. Münafıklar için, Medine’de tek egemen gücün müminler olduğu bir senaryo, en kötü senaryoydu, çünkü bu durumda sıranın kendilerine geleceğini çok iyi biliyorlardı.

Yine bu uğraşın başka bir nedeni, gerçekten iman etmedikleri için Allah Resûlü’nün (sav) yenileceğini düşündükleri o güne, şimdiden hazırlık yapmaktı. Onlara göre Yahudiler on yıllardır bu topraklarda yaşıyorlardı ve onlar bu toprakların asli fertlerindendi. Muhammed’in kalıcılığı ise şüpheliydi. Bu nedenle Yahudilerle aralarını bozmak istemiyor ve böyle girişimlerde bulunuyorlardı.

Abdullah ibni Ubeyy; Medine’de İslam hâkim olmadan önce sahip olduğu konumu, kavminin arkasında olması ve Yahudilerle kurduğu iyi ilişkileri nedeniyle kendi isteğine aykırı bir karar çıktığında buna hemen müdahale eder ve emri vaki diyebileceğimiz şekilde arkasındaki güce de dayanarak; alınan kararın değiştirilmesini isterdi. İslam’a girdiğini iddia ettiği zamanın üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen Allah Resûlü’ne de bu şekilde müdahale etmek istedi ve pozisyonunu kullanarak kararını dikte etti. Allah Resûlü (sav), -ileride anlatacağımız- bazı sebepleri gözeterek onu kendi hâline bıraktı ve isteklerine kısmen göz yumdu. Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken husus şudur:

İslam toplumunda konumu ne olursa olsun herhangi bir grup ya da şahsın çeşitli güçlere dayanarak, emîrin kararına bu şekilde itiraz etmesi ve kendi düşüncesine gelmesi için zorlaması normal midir? Tabii ki de değildir. Bu, tartışmaya kapalı bir konudur. Olması gereken; şeriata muhalif olmayan her kararın, hoşumuza gitse de gitmese de, aklımıza yatsa da yatmasa da arkasında durmaktır. Eğer bir eleştiri ya da önerimiz varsa bunu bire bir konuşarak sunmaktır. Münafıkların Lideri, İslam cemaati için hayati öneme sahip olan bu ilkeyi, örnekte gördüğümüz gibi rahatlıkla çiğnemiştir.

Allah (cc) nasip ederse diğer yazımızda da münafıkların bazı özelliklerinden ve onlara karşı mücadele metotlarından bahsedeceğiz.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1] .Buhari

[2] .Buhari

[3] .63/Münafikûn, 1

[4] .9/Tevbe, 56

[5] .63/Münafikûn, 4

[6] .2/Bakara, 204

[7] .İbni İshak

[8] .5/Mâide, 52

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver