DİRENÇ, DİRENİŞ VE KÜRESEL SİVİL HAREKETLER BAĞLAMINDA SUMUD

Arapça kökenli Sumud/الصمود kelimesi, Türkçeye “sebat, direniş, kararlılık” ya da “dayanma gücü” olarak tercüme edilebilir. Sumud, 1960’ların sonlarına doğru özellikle İsrail isimli terör ve vahşet şebekesinin işgali altındaki Filistin topraklarında ortaya çıkan ve Filistin halkının sistemli ve istikrarlı bir direnişle varlığını sürdürmek, direniş ruhunu canlı tutmak ve topraklarının gasbedilmesine karşı direnme iradesini ifade eden bir kavram hâline gelmiştir.

Bu kavramın uluslararası tanınırlığı Global Sumud Filosu’yla daha da artmıştır. Bu kavram, toplumsal ve siyasal bilinçte kararlı bir duruşu temsil ediyor. Günümüzde, özellikle küresel sivil aktörler ve sembolik direniş alanlarında Sumud için dikkat çekici yeni yorumlamalar da yapılmaktadır.

Sumud’un Teorik Temelleri

Sumud kavramı, Filistin direniş hareketi içinde, 1970’lerden itibaren “yerinde direnme stratejisi” olarak literatüre girmiştir. Sosyal ve çevresel perspektiften bakıldığında, Filistin ve tabii ki Gazze’de Sumud; şehrin altyapısı, okullar, üniversiteler ve sağlık tesisleri gibi hem maddi altyapı direnci hem de inanç, kültürel kimlik, toplumsal dayanışma gibi manevi/içtimai direnç bileşenlerini barındırır. Sumud, bireylerin veya toplulukların sadece hayatta kalma değil, aynı zamanda toprakla/köklerle ilişkisini koruma, geçmişteki komünist, laik, ulusalcı zeminlerden asli/İslami hüviyetine dönmek suretiyle kimliğini yeniden üretme ve bu iradeyi sürdürme biçimidir.

Yinelenen Söylemler ve Gerilim Alanları

Direnç/Sumud söylemlerinin sürekli yinelenmesi, “normalleşme”ye dönüşebilir ve bundan dolayı direnç söyleminin pratik içeriği sıradanlaşarak aşınma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Kesintisiz direnç/sumud beklentisi, toplumsal ve bireysel düzeyde psikolojik yorgunluklara yol açabilir. Sumud’un bir zorunluluk hâline gelmesi, bireysel ve sosyal sorunları görünmezleştirme neticesini doğurabilir.

Örnek olarak ülkemizde birey, aile veya toplumsal açıdan yaşamsal sorun olarak görülen sayısız meselenin Gazze gibi bir yerde en az bir nesil sonra veya daha uzak bir zaman diliminde gündeme gelme ihtimali olabilir. Gazze’de kimliğine ve değerlerine bağlı halk genel olarak “direnç/dayanma” hâlinde olduğundan dolayı ferdî yahut içtimai sorunlar dile getirilse de mevcut ağır işgal şartlarında görünmez olmuştur. Sumud’a eleştirel yaklaşımlar, Sumud’un stratejik sınırlarını, dış destekle olan ilişkisinin bağımlılık potansiyelini ve “direnişin sınırı” sorusunu gündeme getirecektir.

Küresel Sumud Filosu (Global Sumud Flotilla)

Geçtiğimiz eylül ayının sonlarında öne çıkan somut uygulamalardan biri Global Sumud Filosu girişimidir. İsrail’in Gazze ablukasını deniz yoluyla kırmayı hedefleyen çok uluslu bir sivil toplum hareketi olan Sumud filosu, temmuz ayında start almış ve eylül başında konvoy Akdeniz rotalarında deniz yolculuğuna başlamıştı. Filonun bazı gemileri drone saldırılarına, bazıları deniz ablukası müdahalelerine maruz kaldı. İşgalci İsrail güçlerince filodaki gemiler uluslararası sularda engellenip çeşitli noktalarda durdurularak hukuk dışı askerî müdahaleler gerçekleştirildi. Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’den ve diğer ülkelerden medyatik ilgiler, sivil toplum destekleri ve kamuoyu baskısı dalga dalga yayıldı.

Ana akım bazı siyasal aktörler filo saldırılarına tepki gösterdi. Saldırıya yönelik bazı yorumlarda, İsrail’in meşruiyet krizinin derinleştiği ve küresel sivil toplumun Filistin yanlısı pozisyonlarının güçlendiği kanaati daha da pekişti. Ablukayı kırma hedefine matuf bu küresel eylem, Sumud’un toprakta kalma direncinden deniz hattına taşınmış sembolik ve fiilî bir genişlemesidir. Bu girişim aynı zamanda Sumud kavramını dünya kamuoyunun gündemine taşıdı.

Sivil Toplum Aktörlüğü, Meşruiyet ve Kamuoyu Baskısı

Sumud anlayışıyla çalışan sivil toplum örgütleri, uluslararası sivil toplum aktörleri aracılığıyla, İsrail’in politikalarına karşı yeni bir karşı hikâye üretme kapasitesini arttırmıştır. Buna ilginç bir örnek olarak Kuzey Avrupa ülkelerinden Finlandiya’daki Sumud derneğini[1] gösterebiliriz. Bu dernek, İsrail’in işgal ve yıkım politikalarına karşı kampanyalar, kültürel etkinlikler, Boykot-Yatırımların Çekilmesi-Yaptırımlar stratejileri ve kamuoyunu bilgilendirme faaliyetlerinde yer almaktadır.

Sivil toplumun bu düzlemdeki baskı ve söylem üretimi, İsrail’in meşruiyet krizini derinleştirdiği analizleriyle birlikte ele alınmaktadır.

Madalyonun bir de öbür yüzünden bakıldığında bu tür aktivist örgütlenmelerin Gazze ve Filistin adını kullanmak suretiyle temsil, hesap verebilirlik ve ulusal veya küresel çapta etkinlikleri gibi pozisyonlarının sorgulanıp sorgulanmaması sınavıdır. Örnek olarak dış basında ülkemizde en geniş ağa sahip bir uluslararası yardım kuruluşuyla ilgili geçmiş yıllarda “Türkiye’de devletin en büyük sivil toplum organizasyonu” şeklinde tanımlar yapıldı.[2]

Bu tür sivil toplum örgütlenmeleri eylem ve faaliyetlerinde siyasal etkilerle, devletler arası ilişkilerle, medya dengeleriyle ve gücün asimetrisiyle yüzleşmek durumunda kalmaktadırlar. Ortaya çıkan nihai manzara gönüllüler, bağışçılar, destekçiler ve geniş halk kesimleri açısından ne ifade ettiği süreç içerisinde bu tür organizasyonların istikametlerini belirleyici nitelikte olacaktır. Uluslararası yardım kuruluşlarının bilinen en büyük handikaplarından biri, yurt dışı çalışmalarda kendilerine yönelik olarak egemen sistemin dış siyasetiyle eş güdümlü bir alan ve çalışma perspektifinin telkini veya bu türden bir yönlendirmenin yapılıyor olmasıdır.

Sumud’un Taşıdığı Anlam

Sumud kavramı, Filistin’de varoluşun ve kimliğin temel taşıdır. Sadece işgal ve baskıya karşı durmak değil, kimlik, aidiyet ve anlam düzeyinde “elden gideni yeniden edinme veya yeniden var etme” pratiğidir. Ahlaki bir mesuliyet olarak Sumud, yaşam hakkına, insan onuruna, adalete, güvene ve toprakla ilişkide müşterek sorumluluğa dair bir çağrıdır. Direnişe dair bu yaklaşım, klasik siyasi düşünceler ve ilkesel/ahlaki duruşla daha güçlü bir zeminde yer edinebilecektir.

Gazze’deki direniş bileşenleri meşru direniş ve kör şiddet arasındaki sınırları koruma hususunda yüksek bir şuura sahip olduklarını göstermişlerdir. Batılıların kesintisiz devasa askerî yardımlarını alan büyük bir orduya sahip devlet görünümlü eşkıyalar güruhu (İsrail) ile HAMAS gibi çok kısıtlı kaynaklarla müdafaa konumunda bulunan adanmış bir direniş hareketi arasında yaşanan asimetrik çatışmanın her halükârda kaybedeni olan sivillerin, yoğun saldırılar altında dahi Eko‑Sumud[3] bilinciyle hareket etmeleri ayrıca takdire şayandır.

Sumud’un işgal altındaki bölgelerde kesintisiz olarak gündemleştirilerek vurgulanması, bir tür “direniş yorgunluğu” yaratma potansiyeli barındırır. Bununla beraber psikolojik, toplumsal ve bireysel düzeyde kırılganlıkları göz ardı etmeye yol açabilir. Meşruiyet krizlerine karşı sivil toplum söylemlerinin etkisi, medya denetimi, küresel güç dengeleri ve devlet politikalarıyla sınırlanabilir.

İnsanlık ve Barbarlık Arasında Taraf Olmak

Sumud Filosu özelinde somutlaşan bu vicdani duruş diğer mazlum coğrafyalar için de geçerli olmalıdır. Gazze’de yaşanan barbarlık karşısında veya yönetimini kifayetsiz zelil diktatörler ile satılmış hanedanlıkların gasbettiği İslam coğrafyasındaki ülkelerde hak ve adalet talebinde bulunan halka karşı gerçekleştirilen zulmün ortasında tarafsız kalmak tarafsızlık değil, zalimin tarafında olmak demektir. Şüphesiz ki tevhid; sadece “Lailaheillallah” demek değil, “La” denilen doğrudan ve dolaylı tüm siyonist otoriteleri, sistemleri, egemenlik iddialarını da reddetmektir. Tevhid, her hak sahibine hakkının verilmesi ve adaletin tesisini istemek demektir. Gaddar ve barbar zalimlerin karşısında “susmamak”tır. Zulme karşı direniş, salt politik bir eylem değil, aynı zamanda Allah’ın (cc) adalet sıfatının yeryüzünde tecellisine hizmet etme çabasıdır. Mazlumlar için sadece dua etmek değil, elindeki tüm imkânlarla destek vermektir. Bugün “Sumud Filosu” gibi eylemler, aslında tevhidî bilinçle paralellik arz ederek ortaya konan fiilî bir tavırdır. Sessiz kalmak, tüm insanlık açısından ahlaki, İslam ümmeti için de büyük bir imani çöküş anlamına gelir.

Sessizlik Değil, Sorumluluk!

Bugün artık sadece anlatmak yetmiyor. Peş peşe sıralanan kelimelerin ve sloganların en anlamlısı bile kifayetsiz kalmaktadır. Yürek sızılar içerisinde kıvranırken, gözler hüzünle dillenir. İşte bugün olduğu gibi o ân gelir ve âdeta söz biter. Sorumluluk şuuruyla hareket eden herkes bir şeyler söylemek istiyor ama ne denirse densin yine de eksik kalacağının da bilincindedir. Ne kadar anlatılsa da gerçek anlamda karşılığı olmaz. Zira acı büyük, öfke keskin ve hayal kırıklığı tarifsizdir. Bugün mazlum Gazze için ne şiddetli kınamalar ne bağırtılar böğürtüler ve haykırıp höykürmeler ne hiçbir işe yaramayan diplomatik teamüllere uygun açıklamalar ne özürler ne resmî açıklamalar ne de siyasi manevralar bu acıyı dindirebilir. Tüm bu sessizliğin içinde, birey olarak insanın içini saran düğüm, suskunluğun kendisidir. Susmak, yerinde ve zamanında büyüklüktür. Fakat şimdi susmanın yeri ve zamanı değildir. Zulüm karşısında susmak bir daha söz hakkı alamamak yahut söz söylemeye takat yetirememek demektir. Onun için bugün, susmak değil, sorumluluk zamanıdır.

Sembolik ve Stratejik Açıdan Sumud

Sumud Filosu yalnızca duygusal ya da ahlaki bir refleks değil, aynı zamanda bölgesel dengeleri etkileyebilecek veya böyle olması umulan insani ve vicdani bir girişimdir. Sumud, Filistin direnişinin özgün bir formu olmakla birlikte, insanlık onuru ve diğer İslami mücadele unsurlarıyla evrensel bağlar kurabilir. Sumud, aynı zamanda insanlık âleminin suskunluğuna karşı vicdani bir feryat oldu. Sumud, İslam coğrafyası için de bir aynadır. Siyonist çeteye karşı harekete geçmeme karşılığında iktidardaki ömürlerinin devamını garantiye aldıklarını zanneden “kadavra” liderlere bir uyarıdır. Suriye, İran, Lübnan ve Katar’a yapılan siyonist saldırılar bunun delilidir. Sumud, aynı zamanda bir ihya ve bir teşvik mesajı taşımaktadır. Sumud, Batı kamuoyunda da göz ardı edilemeyecek bir bilinç ve duyarlılık oluşmasına katkıda bulunmuştur.

Sumud Filosu, kalemle, kelamla, ısrarla, zulmün ifşasıyla, gemiyle ve güçlü bir iradeyle ablukayı kırmanın mümkün olabileceğine dair güçlü bir umut vermiştir. Sumud Filosu ayrıca siyonist barbarlara Gazzeli çocukların şu mesajını ulaştırmaktadır: “Gemilerle gelen umut, tanklarla kurulan korkudan daha güçlüdür.” Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, vicdanların yürek yakan çığlığı yerine dünyanın geride kalanının üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine sessizlikleri haykırıyor. Sumud ve Özgürlük filoları, çaresizlik girdabındaki ümmete hâlâ umut olduğunu göstermiştir. 

Sessizlik, Zulmün ve Zalimlerin Yanında Olmaktır

Gazze… Kanın, direnişin, yıkımın ve dirilişin birbirine güç katarak kıyam ettiği bir coğrafya. Yeryüzünde vicdanın ve adaletin en ağır sınavı vermeye çalıştığı yer. Çocukların cesetlerinin beton enkazı arasında bulunmasından daha acı olan tek şey; İslam coğrafyasındaki güç sahiplerinin o cesetlerin üzerinden suskunluk “buldozerleri”yle geçmesidir.

Gazze’de yaşananlar artık BBC veya CNN gibi uluslararası siyonist medya tarafından isimlendirildiği gibi “çatışma” değil; adı konulmuş bir soykırım idi. Siyonist çete, sadece Filistin topraklarını değil, kendileri dışındaki tüm insanlık âlemini de hedef almaktadır. Batılı devletlerin genel politikası İsrail lehine şekillenmiş olsa da bazı halk kesimlerinde kitlesel olarak direnişe destek veren sesler yükselmektedir. İşgal ve katliamın sponsorlarının Mısır’ın Şarm Eş-Şeyh şehrinde “Barış”ın mimarları olarak baş tacı edilirken, küresel siyonizmin güdümündeki bazı Batı başkentleri sözde barış zirvesinde[4] elde ettikleri pozisyonla ileriki safhalarda zinde güçler olarak sahneye çıkacakları zamanı gözetlemekteler. Ümmetin evlatları olan Filistinlilerin acı çektiği bir coğrafyada, İslam dünyasının sözde liderlerinin Mısır’daki tiyatro sahnesinde değişmez figüran rolüyle sahnede yer almaları ise trajikomik bir manzaraydı.

Gazze: Ümmetin Dirilişi ve Batı’nın Batışı

Gazze direnişi İslam coğrafyasında halklar nezdinde uzun süredir ilk kez bu şekilde diri bir ümmet bilincinin oluşmasına ve güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Mayıs 2010’daki Mavi Marmara ve bugün Sumud ve Özgürlük Filosu gibi sivil girişimlerin de bu şuurun oluşmasındaki katkıları azımsanamaz. Yaşadığımız süreç âdeta tarihin kırılma noktasıdır. İslam ümmeti ağır da olsa bilinçlenme, diriliş, örgütlenme ve mücadele merhalelerini aşmakta ve gün geçtikçe yeni deneyimler kazanmaktadır. Katedilecek uzun, meşakkatli ve bedeli hiç de ucuz olmayan bir yol var. Ümit verici olan ise, tevhidî şuurun her geçen gün daha da yayılması, pekişmesi ve İslam ümmetinin bir bedenin azaları misali yüksek duyarlılığa ulaşmasıdır.

Siyonizmin başını çektiği ve Batılı yönetici elitlerin gönüllü olduğu yeni Haçlı-Siyonist ittifak ise dehşetengiz bir uçurumun kenarındadır. Batılı hükümetler, kendileri dışındaki halklara reva gördükleriyle er ya da geç vahim bir şekilde yüzleşeceklerdir. Şüphesiz ki bu, üzerlerinde asılı duran ani ve tümüyle yok oluş tehdidi yüzünden değil, siyonizme teslim olmaları ve siyonist amaçlar uğruna savunageldikleri değerlerini sorgulanır hâle getirdikleri veya işlerine gelince bu değerler yokmuş gibi davranmalarındandır.

Batılı hükûmetlerin yeryüzünde hayatın barış içerisinde insani ve ahlaki değerlerin öncelendiği normal şekilde gelişmesine ve sağlıklı bir biçimde ilerlemesine katkıda bulunacak ahlaki bir zemini kalmamıştır. Gazze’de yaşatılan yıkım, katliam, zorla sürgün ve ambargo nedeniyle binlerce mazlum insanın ölümle karşı karşıya bırakılmasının ilk sebebi ve faili siyonist çete devleti İsrail ise, ikinci sebep ve “lojistik fail” de başta ABD, İngiltere ve Almanya olmak üzere birçok Batılı hükûmetin siyonizm yanlısı politikaları ve askerî yardımlarıdır.

Sözün sonu…

Bütün sevinçler sizinledir ey Ebû Ubeyde

Asıl, düşmandır kalan moloz enkaz içinde

Gezegenler de Gazze’ye gıpta eder hâlde

İzzetli yarınlar için oldunuz binler meşale


[1] https://www.sumud.fi/en/about-us/

Sumud, Finlandiya’da İsrail apartheid, işgal, sömürgecilik ve soykırımına son verilmesi ve Filistinlilerin insani ve siyasi haklarının gerçekleştirilmesi için çalışan kesişimsel bir kuruluştur. Filistin halkıyla dayanışma içinde olan küresel hareketin bir parçası olarak amacı, Fin hükümetinin İsrail sömürgeciliğine ve apartheid’ına verdiği desteği sonlandırmak ve bunu eşitliğe, sömürgecilikten kurtuluşa ve insan haklarına desteğe dönüştürmektir.

[2] https://ngo-monitor.org/ngos/

New York Times (1 Haziran 2010) yayınladığı bir haberde söz konusu kuruluşu “hükûmete bağlı sivil toplum örgütü” (GNGO) olarak nitelendiren Türkiyeli bir gazetecinin başyazısına atıfta bulundu.

[3] Son aylarda dünya kamuoyunda Gazze’ye destek filosunun adı olarak duyulan Sumud’un bir de “Eko‑Sumud” adında yan çalışma alanı bulunmaktadır. “Eko-Sumud” şeklinde ortaya çıkan bu yaklaşım Sumud’u sadece bir halkın kararlılıkla sürdürdüğü direnç ve direniş biçimi değil, sahip oldukları bölgelerin ekolojik dengesini koruma, üretimin sürdürülebilirliği ve işgalci çetelere karşı çevresel direnişle iç içe bir değerler manzumesi olarak ele alır.

Eko‑Sumud yaklaşımı, Gazzeliler başta olmak üzere Filistin halkının kendi topraklarında kalma stratejilerini çevresel sürdürülebilirlikle ilişkilendirir. İşgalci ve katliamcı İsrail çete devletinin gasp, imha ve ifsat çabalarına karşılık Filistinlilerin yaşadığı topraklardaki su kaynakları, biyolojik çeşitlilik, toprak verimliliğini korumak ve geleneksel tarımın devamı gibi uygulamaların devamlılığının sağlanmasını ve bu konudaki direnci vurgular. 

[4] Mısır’daki sözde Barış Zirvesi’nde anlaşma gereği eski İngiltere Başbakan’ı (nam-ı diğer George W. Bush’un finosu ve Irak Kasabı) Tony Blair, Gazze’de “Uluslararası Geçiş Otoritesi” (GITA) adı verilen geçici bir yapının başına getirilmesi planlanan isimlerden biridir. Bu otorite, Gazze’nin fiilen en yüksek siyasi ve hukuki makamı olarak görev yapacak ve beş yıl süresince bölgenin yönetimini üstlenecektir. Blair’in bu yapının başında yer alması, yirmi beş kişilik bir sekretaryayı yönetmesi ve ayrıca yedi üyeden oluşan bir kurulun başkanlığını yapması planlanmaktadır.

Önerilen makaleler