Hamd Allah’a, salât ve selam Rasûlü Muhammed’e olsun
Daha önceki yazımızda duygu ve hislerin beynin hormonları etkisinde olduklarını yazmıştık. Bu yazımızda; Tıp dünyasının psikolojik rahatsızlıkların en sık rastlananı olarak kabul ettikleri depresyonu ele alacağız. Depresyon, beynin birtakım kimyasal değişimleri sonucu bazı negatif duyguların insanda hâsıl olmasıdır. Depresyon sebebiyle en çok mutsuzluk, ümitsizlik, suçluluk, kendini değersiz görme, düşünce bozukluğu gibi duygular oluşurken; hâlsizlik, uyku-yeme bozukluğu, asabiyet, hiç bir şey yapmama isteği hatta intihar gibi durumlardan bir veya birkaçı aynı anda gözükebilir.
Depresyon döneminde en çok etkilenen beyin kimyası, ‘mutluluk hormonu’ olarak da bildiğimiz serotonin hormonudur. Serotonin beyindeki sinirlerin birbirleriyle iletişim hâlinde olmasını sağlayan bir kimyasaldır. Bir sinir hücresinden aldığı elektrik sinyalini diğerine aktararak beynin aktif çalışmasında hayati rol oynar. Serotonin asıl beyinde salgılanır ve mide-bağırsak kanalında da bulunur. Beyindeki serotonin ruh hâlini, uykuyu, iştahı, öğrenmeyi, hafızayı, cinsel ve sosyal davranışları düzenlemeye yardım eder. Mide-bağırsaktaki serotonin ise sindirimi düzenleme ile görevlidir. Depresyon hâlinde insanların serotonin seviyeleri kanda düşük ölçülmüştür. Bu da depresyon tanısı almış insanlara tedavi için ‘serotonine etki eden ilaçlar’ başlanmasının sebebidir.
Serotoninin vücutta eksikliği şu nedenlerle oluşabilir.
1. Beyin hücrelerinde üretimin azalması
2. Reseptör bölgelerinin yetersiz olması
3. Serotonin yapımında kullanılan triptofan maddesindeki eksiklik
Bu üç kimyasal bozukluktan biri meydana geldiğinde depresyon ve diğer psikiyatrik rahatsızlıklar (obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozukluğu, panik atak ve hatta aşırı asabiyet) ortaya çıkabilir. Serotonin eksikliğinin depresyonda önemli bir rol oynadığı genel olarak kabul edilse de yaşayan bir beyinde serotonin düzeyini ölçmek mümkün değildir. Bundan dolayı depresyon veya zihinsel bir bozukluğun beyindeki ‘serotonin veya diğer kimyasalların’ eksikliğinden olduğunu kanıtlayan bir çalışma bulunmamaktadır. Serotonin seviyesi sadece kanda ölçülebilir ve depresyon hastalarının kandaki değerleri diğer insanlara göre daha az olduğu saptanmıştır.
Psikiyatrik rahatsızlıkların tanısı, klinikte yapılan birtakım testler ve karşılıklı soru-cevap diyaloglarından yola çıkarak konur. Mutsuz, üzgün, kaygılı veya negatif duygu durumlarının iki hafta kadar bir süre devam ediyor olması depresyonda olmaya ve antidepresan ilaç başlamaya yeterli(!) sayılıyor.
Aslında serotonin hormonunun kanda azalması birtakım duygusal süreçlerle beraber gelişen negatif duyguların sonucudur. Yani aslında serotonin azalması sebep değil bir sonuçtur. Örneğin, çok sevdiği birini kaybeden insan duygusal bir sürece girmiş olduğundan, bu süreç negatif duyguları da beraberinde getirir. Bu her kültür ve evrensel insani değerlerde olağan bir durumdur. Yani tamamen beynin algılama meselesidir. Antidepresan ilaçların anlamsız ve gereksiz olduğunu ‘İmparatorun yeni ilaçları: Antidepresan efsanesini yıkmak’ isimli kitabıyla psikiyatri dünyasının tepkisini kendine çeken Prof. Dr. Kirsch yaptığı çalışmaları paylaştığı bir konuşmasında şöyle diyordu; ‘Riski var getirisi yok. Plasebo (hastaya ilaç olduğu söylenen boş veya etkisiz ilaç) ve antidepresan kullanımını karşılaştırdığımızda klinik olarak ciddi bir farktan bahsetmek mümkün değil. Antidepresanlar çözüm sunmakta çok sıkıntılı olduğu gibi çok ciddi riskler de taşıyorlar. İlaçlar için ruhsat izni veren FDA’nın (Amerika Gıda ve İlaç Dairesi), en çok bilinen antidepresan üreten şirketlerin ilaçları onaylatmak için yürüttükleri deneylere dair verilerini görmeme izin vermesi için yasada yer alan Bilgi Edinme Hakkı’nı kullandım. Araştırmalarım sırasında bir şok daha yaşadım. İlaç ruhsat almadan önce yapılan denemelerin yarısından fazlası, çoğu ilaçlarla plasebolar arasında hiçbir fark olmadığını gösteriyordu. Ancak (ilaçların etkisizliğini gösteren) bu başarısız denemelerin büyük çoğunluğu yayımlanmıyordu. Ona rağmen bu ilaçlara ruhsat veriliyordu.’
Hekimlerin nazarında genelde o kadar basit bir hâl olarak görülmekte ki; ‘uyuyamıyorum’, ‘daralıyorum’, ‘canım sıkılıyor…’ gibi cümlelere direkt depresyon tanısı konup ilaç başlandığını gözlemlemekteyim. Hatta psikiyatri uzmanları ile kalmayıp, aile hekimleri, pratisyen hekim veya farklı uzman hekimler basit bir ağrı kesici ilaç başlar gibi antidepresan başlamakta ve hasta olmadığı hâlde insanlar ilaca mahkûm edilmekteler.
İnsanların yaşadıkları duygusal travmaları unutturmaya çalışmaktansa, olumlu telkinlerde bulunulması, hatta kendi kendine telkin etmesi ve durumunu kabullenmesi, normal görmesi sağlanırsa süreç o zaman sağlıklı atlatılır.
Ayeti kerimede Yakup aleyhisselam gibi:
“Sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum.” (12/Yusuf, 86) diyerek, var olan üzüntüsünü ve kederini sadece Allah’a arz etmesi Müslümanın asıl yapması gerekendir.
Dualarımızın ve davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap