Allah’ın adıyla…
Geçen ayki yazımızda “Helaller ve Haramlar” hadisini işlemeye başlamış; şüpheli şeylerin tanımını, bir şeyin şüpheli olmasının yollarını, şüphelilerden nasıl sakınmamız gerektiğini ve şüphelilerden sakınmanın ödülünü zikretmiştik. Yeni yazımıza başlarken mezkûr hadisimizi hatırlayalım ve ardından hadisimizi açıklamaya devam edelim:
Numan ibni Beşir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullah’ı şöyle derken işittim: ‘Helal de apaçık bellidir. Haram da apaçık bellidir. Bunların arasında benzeşen durumlar vardır. İnsanların çoğu bunları(n hükmünü) bilmez. Şüphelerden sakınan, dinini ve ırzını koruma altına almıştır. Şüphelilere düşen kimse, harama da düşer. Dikkat ediniz! Her kralın koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise haramlarıdır. Dikkat ediniz! Bedende bir et parçası vardır. O et parçası düzelirse bütün beden de düzelir. O bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat ediniz! O, kalptir.”[1]
✽ ✽ ✽
Vesvese ile Şüphe Arasında Fark Var mıdır?
Şüphelilerden kaçınmanın faziletinden bahsetmişken vesvese meselesine değinmemiz yerinde olacaktır. İnsanların pek çoğu, “Şüphelilerden sakınıyorum.” diyerek vesveselerin içerisine dalıp şeytanın oyuncağı hâline gelebiliyor, ancak farkına varması ne yazık ki çok zor oluyor. Zira yaptığının takva olduğunu, dinini şüphelerden koruduğunu iddia ediyor. Gelin görün ki durum öyle değil.
Şüpheliler ile vesveselerin karıştırılacağını düşündüğünden ya da belki de yaşadığı dönemde bunun bazı örneklerini gördüğünden olacak ki İmam Buhari (rh) “Sahih”inde bu hususa özel bir başlık ayırmıştır:
“Vesvese Gibi Şeyleri Şüpheli Olarak Görmemek
Abbad ibni Temîm, amcasından şöyle rivayet etmiştir:
‘Peygamber’e (sav), namazda kendisine vesvese gelen kimsenin namazını bozup bozmaması hususu soruldu.
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Hayır. Bir ses işitinceye veya koku duyuncaya kadar (namazını terk etmesin).’
Zührî şöyle demiştir: ‘Abdest ancak bir yellenme olduğunda yahut ses işitildiğinde gerekli olur.’
Aişe’den (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:
‘Bir topluluk, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bazıları bize et getiriyorlar. Biz hayvanları keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz. (Bu etleri yiyelim mi?)’ diye sordu.
Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Bu etler üzerine besmele çekip yiyin.’ ”[2]
Açıklama
Bu hadisler, fıkıhta önemli kurallardan birisi olan “Yakin/Kesin olan, şekle/tereddütle ortadan kalkmaz.” kaidesinin çıkış noktasıdır.
Kul, ibadetlerinde ve taatlerinde asla ve kesine göre hareket eder, tereddütlerine göre hareket etmez. Misalen; abdest almış ise abdestinin bozulduğundan kesin emin oluncaya kadar kendisini abdestli olarak kabul eder. Abdest almış olup abdestinin bozulduğunu kesin olarak hatırlayan kimse, kesin olan abdestsizlik hâline göre hareket eder.
Aişe Annemizin (r.anha) hadisinde bahsedilen kavim, bir rivayete göre “küfürden yeni çıkmış kimseler”di. Sahabenin bu sorusunun nedeni de hadisin bu ziyadesinde gizlidir: “Onlar İslam’a yeni girdiler. Hayvanları keserken üzerine besmele çekilmesi gerektiğini bilmiyor olabilirler. Durum böyleyken onların kestiklerinden yiyebilir miyiz?”
Peygamberimiz de (sav) onlara açık ve net bir cevap verdi: “Bu etler üzerine Allah’ın adını anarak yiyin.” Sanki Nebi burada şunu öğretti: “Siz başkalarının davranışlarından sorumlu değilsiniz. Size düşen müminler hakkında güzel düşünerek besmele sorumluluklarını yerine getirdiklerine kanaat etmektir.”[3]
Aslolan, Müslimler hakkında hüsnüzan yapmak, şer’i vazifelerini yerine getirdiklerini düşünmektir. İhtimaller üzerine, “ya besmele çekmemişlerse” gibi vesveselerle hüküm bina edilmez.
Buraya kadar zikrettiklerimizden yola çıkarak şu sonuca varabiliriz: Vesvese, şer’i hiçbir gerekçe veya dayanak olmadığı hâlde dinî mevzularda ortaya çıkan gereksiz bir hassasiyettir. Bu işin başını şeytanın çektiğini de belirtmek gerekir. Şüpheli şeylerin vesveseden farkı, şer’an sakınılması yönünde tavsiyeler bulunan davranışlar olması veya kulu kesin yasaklanmış olan davranışlara sevk edebilecek tetikleyici davranışlar olmasıdır. Bunlardan sakınmak meşrudur ve gereklidir.
Hela ihtiyacını giderdikten sonra kırk adım yürüyen, on beş dakika gezinen, sünnette aslı olmayan uygulamalarla istibra yaptığını iddia eden nice insan çoğu zaman kendince güzel bir şey yaptığını zannederken vesveselere kurban gittiğini fark etmez. Zira Allah için (!) yapıyordur, necasetten sakınmak için tedbir alıyordur…
Şüphelerden Sakınma Konusunda Kısa Bir Yöntem
Şüphelilerden sakınmak, zannedildiği gibi zor bir mesele değildir. Allah’a hamdolsun ki bu husus Nebimizin (sav) dilinde çok veciz bir şekilde ifade edilmiştir:
“Hasan ibni Ali’ye, ‘Resûlullah’tan (sav) ezberlediğin bir şey var mı?’ diye sordum.
Dedi ki: ‘Resûlullah’tan (sav) şunu ezberledim: ‘Seni şüphelendiren şeyi bırak, şüphelendirmeyeni al.’ ’ ”[4]
Hasan ibni Ebu Sinan (rh), şüphelileri terk etme konusunda sorun yaşayan bir kimseye Nebevi sünnetten damıtılmış güzel bir cevap vermiştir:
“Yunus ibni Ebu Ubeyd ile Hasan ibni Ebu Sinan karşılaştılar.
Yunus, ‘Vera (hususunda kalbî duygularımı) tedavi etmem kadar zorlandığım bir şey olmadı.’ dedi.
Hasan dedi ki: ‘Bana da bundan daha kolay gelen bir şey olmadı.’
Yunus, ‘Nasıl olur?’ diye sorunca, Hasan şu güzel cevabı verdi: ‘Beni şüphelendiren durumları terk edip şüphelendirmeyenleri yaptım. Böylelikle rahatladım.’ ”[5]
Hayvanlarını Otlatan Çoban ve Koruluk Misali
Allah Resûlü (sav) konunun daha iyi anlaşılması ve zihinlerde anlamlandırılabilmesi için güzel bir örnekle izahatta bulundu. Sadece bu konuda değil, aslında pek çok konuda Allah Resûlü örnekler vermiştir. Peygamberimize bu usul, Rabbi tarafından öğretilmiştir. İnsanı en iyi tanıyan Allah (cc), bu yöntemi bizzat Kur’ân’da -çok çeşitli olarak- kullanmıştır. Hatta bu durumun ulaştığı boyutu yine Rabbimiz Kur’ân’da izah etmiştir:
“Andolsun ki bu Kur’ân’da, insanlar için her türlü örnekten çeşitli açıklamalar yapmışızdır. İnsan her şeyden fazla tartışmacıdır.”[6]
Allah’ın ve Resûl’ünün yaptığı hiçbir şeyde abes olmadığı gibi bu üslup da yukarıda belirttiğimiz gibi bir hikmete mebniydi: insanların meseleleri daha iyi anlayabilmeleri ve idrak edebilmelerini sağlamak.
Nebimizin (sav) verdiği örneğe dönelim:
Dikkat ediniz! Her kralın koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise haramlarıdır.
Koruluk, her dönemin kendi şartları içerisinde yer ve anlam bulan bir olgudur. Sakınılması gereken, sakınmayanların ise cezalandırıldıkları bölgedir. İster kralın bölgesi olsun ister başka birinin, sonuç fark etmez.
Sahabe bu örneği dinleyince şunu anladı: Haram, yasak olan alana girmektir. Şüpheliler ise yasak alanın etrafında dolaşmaktır. Ân olur, insan gaflet eder, girer. Cezası ağır olur. Uzak durmak lazım. Koruluk hayvanların girmesinin yasak olduğu bölge de olabilir. Bir kimse hayvanlarını koruluğun etrafında otlatıp hayvanların bir ânlık gafletle koruluğa dalmalarını ve böylece kral tarafından büyük bir cezayla cezalandırılmayı istemez. Uzak durur. İşte şüpheler de tam olarak böyledir.
Bir konuyu aydınlatmak için verilecek örnekler, hikmetin eseridir. Hikmetli olan insan, Kur’ân ve sünnetten öğrendiği bu örneklendirme usulünü güzel kullanır. Kimlere, nasıl ve ne gibi örnekler vermesi gerektiğini iyi bilir. Verdiği örnek akıllarda kalır, kalıcı olur. Meselenin anlaşılmasında önemli bir rol üstlenir. Hikmetten yoksun olan insan ise örnek vereyim derken konuyu daha karmaşık hâle getirir. Meselenin anlaşılmasında yardımcı olması gereken örnek, konuyu içinden çıkılmaz duruma sürükler. Bu, neden önemlidir? Davetçi, davet yaparken; hatip, insanlara vazederken bu yöntemi güzel kullanırsa azami istifade eder. Kötü kullanırsa güzel anlattıklarını da perişan eder. Aslında bu hususu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Hepimiz hayatımızda her iki örneği de yeterince görüyoruz, değil mi? Önemli olan bu anlamda hikmeti yakalamak için gayretli olmaktır.
Allah’ın Sınırları
Allah’ın sınırları vardır: meşru olanlar -şeriatın müsaade ettikleri veya emrettikleri- ile haram olanlar. Sınırlar, hadiste de belirtildiği gibi daha ziyade haramlar için kullanılır. Haramlara karşı vazifemiz, yaklaşmamak (iktirab); meşru olanlara karşı vazifemiz de haddi aşmamaktır (i’tida).
Haramlara karşı vazifemiz sadece haramdan sakınmak değil; harama götüren, haramı meşrulaştıran, haramı kolaylaştıran yollara da tevessül/iktirab etmemektir. Hadis de zaten yukarıda uzunca anlattığımız gibi tam olarak bu konuya değinmiştir.
Meşru olanlar konusundaki vazifemiz ise i’tida etmemektir. Yani helallerden istifade ederken haddi aşmamak; bir yönüyle, şeriatın helal kıldığı bir şeye haram olan bir yoldan başvurmamak; helal konusunda israfa gidip kendimize ve insanlara zulmetmemek ve şeriatın farz kıldıklarında yahut emrettiklerinde şeriatın gözettiği ölçüleri gözetmektir:
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. (Çünkü) Allah, haddi aşanları sevmez.”[7]
Ayette belirtilen savaş; helal ve hatta farz olan meşru bir eylemdir. Ancak İslami savaş anlayışında sınırlar belirtilmiştir. Kimse onları aşamaz. Aşan insanlar, meşru olanda i’tida ettikleri için İslami ilkelere muhalefet etmişlerdir. Bizzat bu konuya dair i’tidayı Nebimiz (sav), yasaklamıştır. O, bir orduya veya müfrezeye kumandan tayin ettiği zaman kendisine hassaten Allah’ın (cc) takvasını, beraberindeki Müslimlere de hayrı tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu:
“Allah yolunda Allah’ın adıyla savaşın! Allah’a küfredenlerle çarpışın! Gaza edin! Ama ganimete hıyanette bulunmayın! Aldatmayın! Ölülerin burnunu, kulağını kesmeyin! Çocuk öldürmeyin!
Müşriklerden olan düşmanınla karşılaştığın zaman onları üç haslete (veya güzel huya) davet et! Bunların hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini bırak! Onları İslam’a davet et! … Eğer bunu kabul etmezlerse onlardan cizyeyi iste! Şayet sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak! Kabul etmezlerse artık Allah’tan yardım dileyerek onlarla savaş.”[8]
✽ ✽ ✽
İnsan, kalbiyle insandır. Kalp, bizi sair mahlukattan ayıran en önemli özelliktir. Bundan olacak ki Rabbimiz (cc), kalbi olduğu hâlde akletmeyen insanları “hayvanlar” olarak nitelemiş, hatta hayvanlardan daha şaşkın ve sapkın olduklarını belirtmiştir. Bizi biz yapan, Allah katında yücelmek ile hayvanlardan alt derecelere düşmek arasında bir yerlere konumlandıran, kalptir. Bu kadar kıymetli, insanı ayrıcalıklı yapan organımızı diğer organlardan ayıran bazı özellikler vardır. Bu özelliklerin en öncelikli olanı kalbin, bedeni yönetmesidir:
“Dikkat ediniz! Bedende bir et parçası vardır. O et parçası düzelirse bütün beden de düzelir. O bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat ediniz! O kalptir.”
Değişim ve yönetim kalpte başlar. Kendisini ıslah etmek, düzelmek isteyen insan, kalbinden başlamalıdır. Kalpte bulunan batıl itikadlardan, kötü ahlaklardan ve yanlış tasavvurlardan arınmak bu işin ilk adımıdır. Çünkü yalnızca kalp arınınca içini vahiyle doldurmak, değişim yönünde harekete geçmek mümkün olacaktır. Kalpte değişim olunca bu, kalbin kendisinde saklı kalmaz, dışarıya da yansır. Bazılarının iddia ettiği “kalbim temiz” argümanı, bedenin diğer azalarına sirayet etmemişse ve oralardan bu iddiayı seyretmek mümkün değilse, koca bir yalandır. Zira bu söylediğimize en güzel kanıt, şerh ettiğimiz hadisin ilgili bölümüdür:
“Kalp düzelirse beden düzelir, kalp bozulursa beden bozulur.”
Salih olan kalp konusunu ise şu ayetler ışığında işlemeye devam edelim:
“O gün ki; ne mal ne de evlat fayda verir. Allah’a selim bir kalple gelenler müstesna.”[9]
İnsanı kurtaracak olan, kalptir. Ancak öyle sıradan bir kalp sahibi olmak insanın kurtulmasına yetmez. Bu kalbin “selim” sıfatıyla mevsuf olması lazımdır. Bunun dışında da insana yarar sağlayacak, ebedî mutluluğu ve felahı temin edecek başka bir şey mevcut değildir. Zengin olmak, bilgin olmak, statü sahibi olmak, insanlar tarafından seviliyor olmak… Kıyamet Günü’nde geçer akçe değildir.
Kıyamette geçerli tek şey selim kalpse, o hâlde “Selim kalp nedir?” diye sorgulamamız gerekir. Bilmediğimiz bir şeye erişmemiz, meçhullerde yol aramaya benzer. Sonuçsuz kalır.
“İbni Receb’e (rh), ‘Selim kalp nedir?’ diye sorulunca şöyle cevap vermiştir: ‘Afetlerden ve hoş olmayan şeylerden uzak olan kalptir. İçerisinde yalnızca Allah sevgisi, Allah’ın sevdiklerinin sevgisi, Allah korkusu/haşyeti, Allah’tan uzaklaştıran şeylerin korkusu olan kalptir.’ ”[10]
“İbni Kayyım (rh) selim olan kalbi şöyle tanımlar: ‘Şirkten, kinden, husumetten, hasetten, bencillikten, kibirden, dünya sevgisinden, üstünlük sevgisinden uzak olan kalptir. Bunlarla beraber Allah’tan uzaklaştıran her afetten, Kitab’a aykırı olan her türlü şüpheden, Allah’ın emrine aykırı olan her türlü şehvetten selamette olan kalptir. Selim kalp, Allah’ın emriyle çelişen her iradeden ve Allah’tan alıkoyan bütün yol kesicilerden uzaklaştıran kalp demektir.’ ”[11]
Değişim kalpte başlar. Bunu başaran, bu değişim ve salah hâlini, sürelilikten sürekliliğe kaydıran kimse selim kalp sahibidir, kurtulmuştur. Ancak selim kalp sahibi değilse bir insan, helak olmuştur.
Bu yazıyla “Helaller ve Haramlar” hadisini bitirmiş bulunuyoruz. Bir sonraki yazımızda görüşmek duasıyla, selametle…
İlk Yorumu Sen Yap