Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Rasûlü Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem olsun.
Allah Rasûlü’nün genel davet emrini yerine getirmek için gece gündüz demeden uğraşması Mekkeli müşrikleri kara kara düşündürüyordu. Onlar, vahyin nurunun insanlara ulaşmaması için Medine’ye hicret edilinceye kadar farklı birçok yola, tedbire başvurdular.
İşkence ettiler. Alay ettiler.
Kara propaganda yaparak davetin içeriği ve önderi hakkında iftiralar attılar.
Farklı isimler takarak insanları davetten soğutmaya çalıştılar.
Destek verenleri tehdit ettiler.
Davetin ileri gelenlerini ve tabilerini farklı teklifler ile taviz vermeye teşvik ettiler.
Hareketin öncülerini öldürmeye teşebbüs ettiler…
Aslında sonuca ulaşmış bir davet çalışmasında görebileceğiniz bütün engellemeleri Mekkeli müşrikler ashab üzerinde denediler ve sünnetullahın bir gereği olarak bize o günlerden büyük bir tecrübe miras kaldı.
İnşallah bu yazımızdan itibaren müşriklerin Mekke’deki davetin önüne koydukları engelleri ve Peygamber ile ashabının onlar ile mücadelesini açıklamaya çalışacağız.
Öncelikle iki noktanın altını çizmek istiyoruz:
Birinci olarak; Rasûlullah’ın davetini engellemek için sayacağımız maddeler periyodik aralıklarla ve sıra ile uygulanmış tedbirler değildir. Mesela işkence, ilk günlerden başlayıp son ana kadar devam etmiş, sadece arada bazı zamanlar dozajı artmıştır. Bugünkü yazımızda da değineceğimiz üzere Ebu Talib’e, yeğenine yardımının kesilmesi için belli aralıklarla birçok kere girişimde bulunulmuştur. Öyleyse kesin çizgiler çizerek ‘Mekkeli müşrikler ilk önce şöyle, sonra ise böyle yaptılar’ demek çok da doğru olmaz.
İkinci mesele ise; İslam davetini engelleme çabalarının bir merkezden yönetildiği gerçeğidir. Mekke toplumu bir bütün olarak İslami hareketle mücadele etmiyorlardı ancak toplumun ileri gelenlerinin aldığı ve uyguladığı kararlar toplumun genelinde kabul görüyordu. Mekke toplumunun öncüleri de davet ile mücadelede sınıf sınıf idi. Ebu Cehil, Utbe bin Rebia, Ebu Leheb gibiler düşmanlıkta azgınlaşmış iken, Ebu Süfyan gibiler ise daha geri planda idiler. Bu engellemeler karşısında Müslümanların da tek bir kaynaktan gelen direktif ve yönlendirme ile hareket ettiklerine şahitlik etmekteyiz. Dolayısıyla her engelleme ve karşısında verilen mücadele başlığı altında birer örnek dahi bize genel tabloyu göstermesi açısından yeterli olacaktır.
Müşriklerin Ebu Talib’i Devre Dışı Bırakma Girişimleri
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem anne ve babasını erken yaşta kaybetmesi nedeniyle önce dedesinin sonra da amcası Ebu Talib’in himayesinde yetişti. Evliliğinden sonra da amcasının bir çocuğunun bakımını üstlenerek amcasına kısmen yardımcı olmaya çalıştı. Hayatta elde ettiği tecrübelerin bir çoğunu amcasının yanında iken kazandı. Bu süreçte yeğenini yakından tanıyan Ebu Talib de onun güzel ahlakını birebir müşahede etti.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Peygamberliğini ilan edince amcası Ebu Talib’in Müslüman olması için çok uğraştı. Ancak o, kavminin hakkında söyleyeceklerinden endişe ettiği için İslam’ı kabul etmedi. Fakat kendisi başta olmak üzere tüm akrabalarını yeğenini korumaya teşvik etti. Akrabalık bağlarına atfedilen değerin çok yüksek olduğu Kureyş toplumunda Haşimoğullarının bu himayesi davetin daha güvenli bir şekilde yayılmasında çok etkili oldu.
Mekkeli müşrikler farklı kabilelerden olan Müslümanlara istediklerini yaparken davetin merkezi ve kaynağı olan Allah Rasûlü’ne çok sınırlı bir şekilde müdahale edebiliyorlardı. Elbette bu durum onları çok rahatsız ediyor, daveti engellemek için aldıkları tedbirlerin çoğunu anlamsızlaştırıyordu.
Bu sebepten ötürü Ebu Talib’in son anına kadar birçok sefer ona heyetler hâlinde gittiler ve Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem desteğini çekmesini söylediler.
Şimdi o rivayetlerden birkaçına bakalım:
Muhammed bin İshâk’ın rivayetine göre Kureyşliler ne zaman ki Ebu Talib’in Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem desteklediğini ve hoşlarına gitmeyen şeylerden men etmediğini gördüler, o zaman Kureyş eşrafından bir heyeti kendisine gönderip meseleyi halletmek istediler.
Ebu Talib’e gönderilen heyette Utbe bin Rebi’a, Şeybe bin Rebi’a, Ebu Süfyân, Ebu’l-Bahteri As bin Hişâm, Esved bin el-Muttalib, Ebu Cehil, Velid bin Muğire ve Haccâc’ın oğulları Nübeyye, Münebbih, As bin Vâil vardı. Heyet Ebû Talib’e şunları söyledi:
‘Ey Ebu Talib! Yeğeniniz bizim ilahlarımızı kötülemiş, bizim aklımızı kaçırdığımızı iddia etmiş, dinimizde ayıplar olduğunu ve atalarımızın yanlış yolda olduğunu söylemiş. Bundan böyle ya onu bizi üzmek ve kırmaktan alıkoyacaksın ya da bizimle onun arasından çıkacaksın. Çünkü sen bizim gibi onun dinine karşısın. Ondan sonra onunla kozumuzu paylaşmış oluruz.’
Ebu Talib onlara iyi davrandı, onların söylediklerini dikkatle dinledi. Kendileriyle tatlı konuştu ve iyi sözler söyleyerek öfkelerini yatıştırdı. Sonra onlar ayrıldı. (İbni İshak, İbni Hişam.)
Bundan sonra da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ çalışmalarını aralıksızca sürdürdü. Kureyşli kabile reisleri bu çalışmalara bir süre daha tahammül ettiler. Fakat sabırları taştıktan sonra Ebu Talib’e ikinci heyeti gönderdiler. Heyettekiler Ebu Talib’e şöyle dediler:
” ‘Ey Ebu Talib! Sen yaşlı bir büyüğümüzsün. Mevki ve makamın, şeref ve haysiyetin vardır. Biz onu desteklemekten vazgeçmeni istemiştik, ama sen desteğini çekmedin. Biz artık atalarımızın, aklımızın ve ilahlarımızın kötülenmesine, ayıplanmasına tahammül edemeyeceğiz. Bundan sonra ya siz onu durduracaksınız ya da sizinle bizim aramızda çatışma patlak verecektir, ta ki içimizden biri ölsün.’
Bu heyet Ebu Talib’in yanında bulunurken Ebu Talib oğluna: ‘Git Muhammed’i çağır.’ dedi. Oğlu, Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem buldu ve getirdi. Muhammed gelince amcası dedi ki: ‘Ey yeğenim! Senin akrabaların hakkında şikâyette bulunuyorlar. Sen onların toplantılarına ve mescite gidip onları rahatsız ediyormuşsun. Lütfen onları fazla rahatsız etme.’ Bunun üzerine Rasûlullah göğe doğru baktı ve Kureyşlilere dedi ki: ‘Siz bu güneşi görüyor musunuz?’ Onlar ‘Evet’ dediler.
Rasûlullah buyurdu ki: ‘Nasıl ki bu güneş, size göndermekte olduğu ışıkları durdurmaya kadir değildir, ben de kendi işimi bırakmaya kadir değilim.’ Rasûlullah bu cevabı verdikten sonra oradan ayrıldı. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem gitmesinden sonra Ebu Talib dedi ki: ‘Yeğenim hiçbir zaman yalan söylememiştir. Onun için, siz artık gidebilirsiniz.’ ” (Taberani)
İbni Hişam, Taberi ve Beyhaki ise bu olayı şöyle nakletmişlerdir:
Heyetin gitmesinden sonra Ebu Talib, Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem yanına çağırıp kendisine dedi ki: ‘Yeğenim! Kavmimizin adamları bize gelip bunları söylemişlerdir. Onun için sen, kendinin ve benim yaşayabilmem için biraz imkan bırak. Bana, altından kalkamayacağım bir yük yükleme ve o yükü kendin de taşıma. Onun için, kavminin hoşuna gitmeyen şeyleri söyleme.’
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Talib’in bu sözlerini dinledikten sonra amcasının kendisini himaye etmekten vazgeçtiğini zannetti. Bu sebeple, kendisine şöyle dedi: “Amcacığım, sağ elime güneş ve sol elime ay bile verilse ben bu işi bırakmayacağım. Ta ki Allah beni muvaffak kılsın ya da ben bu yolda öleyim.” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu sözleri söylerken üzüntüden ağlayıverdi. Sonra kalkıp gitmek istedi. Ebu Talib onu geri çağırdı ve kendisine şöyle dedi: ‘Yeğenim! Sen işine devam et ve ne yapmak istersen yap. Allah’a yemin ederim, ne olursa olsun, ben seni düşmanlara teslim etmeyeceğim.’
İbni Sa’d’ın rivayet ettiği başka bir olayda da Kureyşli kabile reisleri bir defa daha Ebu Talib’e geldiler. Onlar dediler ki: ‘Siz bizim büyük reisimizsiniz. Biz size adil bir şey söylemek istiyoruz. Lütfen siz bizimle onun davasında adaletle karar verin. Yeğeninizi çağırın ve ona deyin ki ilahlarımızı kötülemekten vazgeçsin, biz de onun ilahına bir şey söylemeyiz.’ Bu sözler üzerine Ebu Talib, Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem yanına çağırdı ve kendisine şunları söyledi: ‘Yeğenim! Bunlar senin amcaların, senin milletinin eşrafı ve reisleridirler. Seninle adil bir anlaşma yapmak istiyorlar.’ Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onların getirdikleri teklifi açıklamalarını istedi. Onlar dediler ki: ‘Sen bizi, bizim ilahlarımızla bırak ve onları kötüleme. Biz de seni, senin ilahlarınla bırakırız.’
Ebu Talib, Kureyşlilerin adil ve makul bir şey söylediklerini belirtti ve yeğeninden bunu kabul etmesini söyledi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Amcacığım! Ben onları daha iyi bir şeye davet etmeyeyim mi?” Ebu Talib, daha iyi şeyin ne olduğunu sordu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ben onları öyle bir kelimeye çağırıyorum ki, bunu kabul ettikleri takdirde Arabistan’a hâkim olurlar ve acem de onlara tabi olur.” Ebu Talib şu karşılığı verdi: ‘Vallahi, bu çok faydalı bir iştir. Senin babana yemin ederek söylüyorum, biz böyle bir değil, birkaç kelime söylemeye hazırız.’ Rasûlullah da dedi ki, o zaman “La İlahe İllallah deyin.” Bunu duyunca Kureyşli reisler ve soylu kişiler öfke ve nefretle şunları söyleyerek ayrıldılar: “Gidin ve ilahlarınıza ibadette sebat edin. Şüphesiz arzu edilecek olan budur.” (38/Sâd, 6)
İbni Hişâm, İbni Cerir, Taberi, İbni Sa’d, ve İbni Kesir’in anlattığına göre, Ebu Talib’in Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem himaye etmekten hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğini gören Kureyşliler son bir gayret daha sarf etmek istediler ve bu defa Velid bin Muğire’nin oğlu Umare bin Velid’i yanına götürüp şöyle dediler:
‘Ey Ebu Talib, bak şu Umare bin Velid’i görüyor musun? Bu, Kureyşin en tanınmış, en yakışıklı gencidir. Bunu al ve kendine evlat edin. Buna karşı yeğenini bize ver. O yeğenin ki, atalarımızın dinine muhalefet etmiş, milletimizi bölmüş ve parçalamış, hepimize ahmak demiştir. Biz bir kişiyi sana verip, başka bir kişiyi öldürmek için alıyoruz.’
Ebu Talib kendilerine şu cevabı verdi: ‘Vallahi, siz benimle pazarlığın en iğrencini yaptınız. Siz evlat edinmem için kendi çocuğunuzu veriyor ve benim evladımı öldürmek için almak istiyorsunuz. Buna hiçbir zaman razı olamam.’ Bunun üzerine Hâşim’in kardeşi Nevfel’in evlâtlarından olan Mut’im bin Adiyy ‘Vallahi ey Ebu Talib! Senin kavmin sana adaletli ve insaflı davranmıştır ve seni, içinde bulunduğun çıkmazdan kurtarmak istemiştir.’ dedi. Daha sonra heyet öfke ile Ebu Talib’in yanından ayrıldı.
Rivayetlerin genelinden de anlaşılacağı üzere Ebu Talib çok ciddi bir baskı ile karşılaşmasına rağmen yeğeninden desteğini çekmemiştir. Günümüzde koruma kalkanı olması açısından davet için belki de hiçbir şey ifade etmeyen akrabalık bağları o zaman Allah Rasûlü’nün güven içerisinde belli bir güce ulaşmasına vesile olmuştur.
Davetçilerin kendi vakalarında ne tür korumalar ile davetlerini muhafaza edip geliştirebilecekleri üzerine kafa yormalıdırlar. Haram ve şirke bulaşmamak kaydı ile daveti daha ileri götürebilecek her türlü vesileye hikmetli bir şekilde başvurmalıdırlar.
Ancak şu noktaya özellikle dikkat edilmelidir: Bu vesileler birer rahatlık araçlarıdır. Mümin bütün işlerini Allah’a havale etmeli, O’na subhanehu ve teâla dayanıp güvenmeli, yarın bir gün bu vesilelerin ortadan kalkabileceğini unutmamalıdır. Şüphesiz ki koruyucuların en hayırlısı Allah’tır. Eğer bu bilinç oturur ise karşılaşılan vesileler için Allah’a hamd edilir, onları kaybetme durumunda ise Allah Rasûlü gibi dik durulur. Aksi hâlde ortaya çıkan bazı kolaylıklar onları kaybetme aşamasında davetçi için birer fitneye dönüşebilir.
Davetçi sürekli teyakkuz hâlinde olmalıdır. Önüne çıkan vesileler olmazsa olmaz hâline gelmemelidir. Çizgilerini kaybeden, ayakları kayan birçok yapı önlerine çıkan fırsatları kullanan ancak bu fırsatları kaybetme tehlikesiyle karşılaştıklarında dinini değil vesileleri tercih edenlerdir.
Elimizdeki imkanların bir bir kaybolduğunu, davetin çıkmaza girdiğini gördüğümüz anda yapmamız gereken Allah Rasûlü’nün siyerinden bu tarz vakaları tefekkür etmektir.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.
İlk Yorumu Sen Yap