Kalın çerçeveli gözlüğünün ardından büyük bir şaşkınlıkla bakıyordu Muharrem. Böyle bir şeyler duymamıştı şimdiye kadar. Altı kişilik kompartmandaki herkes gibi o da merakla kulak veriyordu konuşulanlara. Konuşanın sakallı olması ilk anda pek antipatik gelmişti ona. ‘Hah! Buldu birkaç gariban yurttaş hemen tekkeye çorba içmeye davet edecek. Sonra da o kapitalist şıh efendinin köşkünde özgür ruhlarını kurban ettirecek şu zavallıların. Gerici!’
Evet. Böyle düşünüyordu Muharrem. Oldum olası hiç hazzetmezdi sakallılardan. Sakallı derken istisnalar da var tabii. Hoşlanmadığı ‘çember’ sakallılardı. Yoksa keçi sakallı, puan sakallı, dük sakallı veya filozof sakallılar ona göre modern ve saygın insanlardı. Sonuçta kıldı, tüydü ama düşüncesinin ve yaşam tarzının şeklî bir yansımasıydı. Nedense sakallı birilerine rast geldi mi aklına hemen şıhlar gelirdi. Din adına toplumun malını ve emeğini sömürdüklerine inandığından dolayı onlara karşı büyük bir hınç besliyordu.
Sadece kendisinin ve kendisi gibi düşünenlerin böyle bir saçmalığın ve sömürünün karşısında durduklarını düşünüyordu Muharrem.
Saatler ilerledikçe karşı koltuğun en solunda oturan ve kendisini ‘Yavuz’ olarak tanıtan sakallı gencin anlattıkları hoşuna gidiyordu. Engelleyemediği bir ilgiyle delikanlıyı dinlerken eliyle buğulanan camı silmeye başladı. Sonra konuşulanları dinlemiyormuş gibi camdan dışarıyı seyretmeye başladı.
Geceden beri yağan aralıksız kar adeta toprak üşümesin diye serilen bembeyaz bir battaniye gibiydi. Kar battaniyesi.
Tam karşısında oturan yaşlı adam Yavuz’a doğru hafifçe eğilerek kısık sesle:
__ Hoca, sana bir şey sormak istiyorum.
__ Ben hoca değilim bey amca.
Bunu söylerken parlak gözleriyle yaşlı adama yöneltti bakışlarını. İçtenliği, gözlerinin akına gömülmüş bir çift siyah akik gibi olan göz bebeklerinden okunuyordu Yavuz’un:
__ Bildiğim bir şey ise memnuniyetle cevaplarım.
__ Olsun. Hocalar bile senin gibi bilmiyorlar. Amma sana acıyorum molla efendi oğlum…
__ Ne münasebet, nerden aklına böyle bir şey geldi bey amca?
__ Doğru senin söylediklerin güzel şeylerdir. Fakat bunları her yerde söylememeni tavsiye ederim.
__ Allah’ın dinini Allah’ın kullarından gizlemek Allah subhanehu ve teâlâ katında en büyük cürümlerdendir. Bunları bilmen lazım, değil mi?
__ Haklısın. Amma her doğru her yerde söylenmez. Bunu anlatmak istedim yani… Yoksa onu ben de biliyorum.
Yaşlı adamın ürkek tavrı kompartmandaki diğer yolcuları da etkilemişti. Soğuk bir rüzgar esmişti sanki konuşmasındaki tehlikeyi(!) henüz fark etmişler gibi bir tedirginlik hissetmeye başlamışlardı.
Muharrem de bu olanları gözlemliyor, Yavuz’un ne yapacağını merak ediyordu. Yaşlı adamın söylediği birkaç cümleden sonra ortamın buz kesmesine o da epey bozulmuştu. İnsanlar durduk yere kendi kendilerini hapseden yüksek duvarlar örüyorlardı işte. Acaba bu yaşlı adam geçmişte bir travma yaşamış olabilir miydi? Kim bilir, belki de kafasında onlarca dipçik darbesinin izleri vardır. Yediği dipçik darbelerinin ağrıları dinmiş, yaraları iyileşmişti belki ama yüreğine işleyen korkuyu şu yaşına kadar taşıyordu halâ. Hem de büyüterek. Sadece kendisiyle de sınırlı kalmıyordu. Yanında ve çevresinde kimler varsa onlara da sirayet ettirecek ölçüde büyük bir korkuydu onunkisi. Bu psikolojiden kurtulmalıydı insanlar. Önceki kuşaklardan aktarılan sinmişlikten sıyrılmalıydı gençler.
__ Ben de diyorum ki, demirden korksaydım trene binmezdim bey amca!
Yavuz’du konuşan. Muharrem’i daldığı düşüncelerden koparan bu sözler düşündükleriyle örtüştüğü için hoşuna da gitmişti.
__ Davamız Allah’ın davasıdır. Bu usül de Rasûlullah’ın menhecidir. Benim bu anlattıklarımın çok daha fazlasını çok azgın bir toplumun içinde emrolunduğu gibi açıkça tebliğ etmiş bir Peygamberdir örneğimiz. Tevhid davası uğrunda başımıza bir şey gelecekse de, yüce Allah’tan yardım diler ve bunu büyük bir şeref olarak görürüz.
Yavuz’un yanında oturan ve yolculuğun başından beri onu dikkatle dinleyen genç adam sırası gelmiş gibi söze girdi:
__ Arkadaş çok haklı. Boş davalar uğrunda millet neler çekiyor, her gün görüyoruz. İslam davası olmadığından emin olduğum değişik fikirler ve ideolojiler için hayatları mahvolanlar var. Yani ben de şaşırıyorum. Bir insan aynı anda nasıl hem Müslüman hem demokrat ya da hem Müslüman hem sosyalist olabilir?
Esefle derin derin soluklandıktan sonra:
__ Demin arkadaş da söyledi. İşte bu insanlar bir de Müslümanız diyorlar… Yani kime sorsan bunu söylüyor ama, ne bileyim, bana tuhaf geliyor bu vaziyet.
Yolculardan orta yaşlı olanı, genç adama yönelerek ılık bir ses tonuyla:
__ Tevbe de yeğenim, öyle konuşmak iyi değil.
__ İyi de dayı, hani Nasreddin Hoca’nın hikayesi gibi bir durum var ortada. Hoca, kasaptan iki kilo et alıp sabah erkenden eve yollamış, hanımı güzel bir yemek yapsın diye. O gün komşu kadınlar misafirliğe gelmesin mi? Hoca’nın hanım da eti pişirip hep beraber yemişler. Nasıl olsa akşam ziyafet var. Gün boyu aç gezen Hoca eve döndüğünde hemen sofranın kurulmasını istemiş. Hanımı, Hoca kızmasın diye: ‘Hoca Hoca… Senin gönderdiğin eti kedi yedi!’ deyivermiş. Hoca şaşırmış buna, inanmamış tabii. Hemen kediyi alıp tartmış. Kedi tam iki kilo çekiyor. Sonra da öfkeli öfkeli söylenmeye başlamış: ‘Yahu eti kedi yediyse kedi nerede?’… İşte bizim Müslümanlığımızda tıpkı bu hikayedeki gibidir. Eğer ‘Müslümanlığımız’ buysa İslam nerde? Arkadaşın dediği gibi, herkes birbirinin dindaşı olmuş yani. Lakin, hangi dinin?
Belli ki Yavuz’un demin söyledikleri kompartmandaki soğuk havayı dağıtmıştı. Bu genç adamın kavrayışından da memnun kalmıştı. Yol uzun, vakit de boldu. Öyleyse devam etmeliydi.
__ Bozguncular ve inkârcılar her zaman tevhid davetinin önünü tıkmaya çalışmışlardır. Bazılarının kalplerine korku tortuları birikmiş, kimileri akıl ve heva girdabında boğulmuş, kimleri de dünya ve ahirette hiçbir faydası olmayan küfür davasının peşinde oyalanmaktadır. Tevhid davası adeta okyanuslarda yol alan cankurtaran gemisi gibidir. Ona yönelen, ona ulaşan kurtuluşa ermiştir. Suyun yüzeyindeki kabuklar ve çer-çöp bu gemiyi durduramaz. Öyleyse hepimiz şunu düşünmeli ve şu soruya dürüstçe cevap vermeliyiz:
‘Ben neredeyim? Suyun yüzeyindeki köpük ve kabuk muyum yoksa geminin içerisindeki has yolculardan mıyım?’
Nerede olduğumuza dikkat edelim. Güvertede veya kamarada olmamız çok da önemli değil. Yeter ki geminin içinde olalım, asıl mesele budur.
Yaşlı adam bunları dinlemekten hoşnut olmadığını saklamaya gerek duymuyordu artık:
__ Her şeyin başı huzurdur, hoca. Güzel vaaz veriyorsun amma biz Peygamber devrindeki müşriklerden değiliz ki, tevbe sümme haşa!
Durakladığında kısılı dudakları titriyordu.
__ Hamdolsun her sokak başında camilerimiz var, senin gibi hocalar vaaz veriyor, herşey serbest… Senin söylediklerin de hoştur ama ne bir şeyh bıraktın, ne bir parti ne de bir devlet. Kara patostan beter ettin billahi!
Muharrem dayanamadı, yaşlı adama bir şeyler anlatmak isteğiyle sözünü keserek konuşmaya başladı.
__ Bak amcacığım. Arkadaşın anlattıklarını dinlemeden önce İslam’ı şıh, tarikat ve particilik olarak tanımıştım. Son birkaç saattir anlattıklarından dolayı İslam hakkında biraz aydınlanmış oldum. Artık İslam ile particiliğin, şıhların ve sistemin işbirlikçisi sözde hocaların arasına büyük bir fark olduğunu anladım. Yani en azından İslam’ın böyle şeylerden uzak olduğunu kavramış oldum…
Muharrem, içinde yeşermeye başlayan tohumun çıtlamasını duyurmak istiyordu sanki. Yolculuğun başladığı andan beri anlattıklarına hep ilgisizmiş görünen Muharrem’in bu çıkışı Yavuz’u çok sevindirmişti. Yavuz’la karşılaşması öncesine dek farklı bir inanca sahip olduğu halde, birkaç saatlik davet neticesinde şu zemheri soğuğun sımsıcak eden hidayetin arılığıyla Muharrem’in zihni de berraklaşmaya başlamıştı. Artık kalın çerçeveli gözlüklerinin ardından baktığında iyi ile kötüyü net olarak görecek, uzaklar daha da yaklaşacaktı.
Tren uzun bir tünelin içine girdiğinde lokomotif düdüğüyle beraber kompartman kapısı üst üste birkaç kez tıklandı. Yaşlı adam korkudan büzülmüş ve rengi atmış bir halde anlaşılır titrek bir sesle:
__ Aha da geldiler, ben bir şey bilmiyorum…
Kompartmandaki herkes biraz hayret birazda acıma duygularıyla yaşlı adama bakarken kapı hızla açıldı. Üzerindeki demiryolu üniformasıyla kapıda beliren tren kondüktörünün sesi doldurdu bu kez kompartmanın içini:
__ Bilet kontrol!
İlk Yorumu Sen Yap