Cihad için İmani Hazırlığın Önemi

 

Bu ay ki sayımızda son aşama olarak aktardığımız cihadın mahiyeti üzerinde duracağız. Başarı Allah’tandır.

Cihad demiş olduğumuz fariza şartsız ve kuralsız yerine getirilebilecek bir fariza değildir. Bu farizanın yerine getirilmesi için bir takım hazırlıkların yerine getirilmesi gerekir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ cihadı mü’minlerin üzerine farz kıldığı gibi aynı şekilde bu farizanın yerine gelebilmesi için yapılacak hazırlığı da mü’minlerin üzerine farz kılmıştır.

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (8/Enfal, 60)

Yine Allah subhanehu ve teâlâ cihad için gereken bu hazırlığı yerine getirmeyenlerin aslında cihadı istemeyen kimseler olduğunu söyleyip bu fiillerinden dolayı onları kınamıştır.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu. Onlara «Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!» denildi.” (9/Tevbe, 46)

Meselenin daha etraflıca anlaşılabilmesi için cihada yapılacak olan hazırlığı iki kısım halinde inceleyebiliriz. Hazırlık iki kısımdır; Maddi hazırlık ve manevi (imani) hazırlık.

MANEVİ (İMANİ) HAZIRLIK VE ÖNEMİ

Şurası bir gerçektir ki; imani hazırlık sadece cihad için değil, bütün çetin ve zor işlerin öncesinde gerekli olan birşeydir. Bu gerçeği Allah azze ve celle şu ayette belirtmiştir;

“Ey örtünüp bürünen (Rasûlüm)! Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku. Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı, (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir. Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var. Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. Oðndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız Oðnun himayesine sığın.” (73/Müzzemmil, 1-9)

Buradan anlaşılıyor ki güç ve şer’i yükümlülükler için mutlaka imani hazırlık gereklidir. Konumuz olan cihad farizası da Allah’ın subhanehu ve teâlâ buyurduğu gibi insanlara ağır gelen bir vaziffedir. Allah subhanehu ve teâlâ itabında bu konuya (şu şekilde) dikkat çekiyor;

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/Bakara, 216)

Burada aklımıza şu soru meşgul edebilir: ’Cihad neden insanlara sevimsizdir?’ İnsan fıtratı rahata meyyaldir. Cihad farizası ise insanın rahatını ortadan kaldıran bir ibadettir. Nitekim cihad neticesinde canlar, mallar, ırz, namus ve dünya rahatı elden gidecektir. İşte bu sebepten dolayı cihad insanların nefislerine ağır gelmektedir. Madem ki cihad insanın hoşuna gitmeyen, ağır gelen bir emir, o zaman Müslümanların yukarıda zikrettiğimiz kaide gereği cihad farizasını ifa etmeden önce onun için gerekli olan manevi yani imani olan hazırlığı yerine getirmeleri gerekir. Bu kaide cihad gibi zorluğun ve meşakkatin aşikar olduğu tüm farzlarda da geçerlidir. Mesela; bugün sokaklarda şirk kol gezmekte, küfür her daim insanların ensesindedir. Böyle bir durumda Müslümanın üzerine düşen görevlerden en önemlisi insanlara tevhidi anlatıp onları bir ve tek olan Allah azze ve celle’ye kulluğa çağırmaktır. Lakin cihad da olduğu gibi bu farizayı da ifa etmek bir hayli zor ve meşakkatli olan bir ameldir. Bunun zor bir ameliyye olduğunu yine şeriat ikrar etmektedir. Genel olarak Peygamberlerin hayatı incelendiğinde bu çok bariz bir şekilde görülecektir. Özel olarak ise Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem “Kalk ve uyar” emrinin geldiği ilk yıllarda Varaka b. Nevfel’ e gittikleri zaman Varaka bu gerçeği şu şekilde dile getirmişti; ‘Senin getirdiğini getiren hiç kimse yoktur ki mutlaka kendisine düşmanlık edilmiştir.’ Demek ki davet öncesinde de imani hazırlığın yerine getirilmesi gerekir.

İmani hazırlık, Allah’ın subhanehu ve teâlâ zor ve meşakkatli görevler öncesinde Müslümanlara tavsiyesidir. Müslümanların kendi imanlarını muhafaza etmek babından hazırlığın bu şeklini yerine getirmeleri gerekir.

“Eğer onlar kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.” (4/Nisa, 66-67)

Hiç şüphesiz ki Rabbimiz bizlere bu hazırlığı emrederken bir faydaya binaen emretmiştir. Çünkü Rabbimiz bizlere zarar verecek olan birşeyi emretmez.

Hiç şüphesiz ki imani hazırlığın en önemli azığı takvadır. Takvanın cihad farizasını yerine getirecek olan insanlara birçok faydası bulunmaktadır. Bu faydaları sıralayacak olursak;

Takva, kafirlerle müslümanlar arasındaki sayı farkını ortadan kaldırır:

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Nice az sayıda bir topluluk Allah’ın izniyle çok sayıdaki topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (2/Bakara, 249)

Allah subhanehu ve teâlâ bu ayeti Talut ve Calut kıssasını anlatırken zikretmektedir. Kıssaya genel olarak bakıldığı zaman bu ayeti kerime ile kastedilen anlaşılacaktır. Talut, ordusunu bir takım imtihanlara tabi tutulmuş, nehirle karşılaştıkları zaman bir avuç müstesna nehirden su içmeyi yasaklamıştır. Komutan’ın bu emrini yerine getiren insanlar yani takvalı davranıp verilen emirlere itaat edenler, az bir topluluk olmalarına rağmen sayı bakımından çok üstün olan Calut’un ordusunu yenilgiye uğratmıştır. Takvanın en büyük faydası da budur. Yani Müslümanlar ile kafirler arasındaki sayı farkını ortadan kaldırmasıdır. Şurası bir gerçek ki geçmişten günümüze kadar Müslümanlar kafirlere göre hep azınlık konumundadırlar. Buna karşın kafirler hep çoğunluk olan taraf olup, teknoloji gibi çağın bütün imkanlarını ellerinde bulundurmuşlardır. Bu Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmeyen bir sünneti, değişmeyen bir yasasıdır. İşte aradaki bu sayı farkını ortadan kaldıracak olan şey, takvadır. Ömer radıyallahu anh İranlılara karşı savaşan Sad İbni Ebi Vakkas’a radıyallahu anh yazdığı mektupta bu gerçeği çok güzel ifade ediyor; ‘Sana ve beraberinde bulunan askerlere her durumda Allahu Teâlâ’dan sakınmanızı emrediyorum. Çünkü Allah korkusu düşmana karşı hazırlıkların ve düşmana karşı taktiklerin en büyüğüdür. Sana ve askerlerine düşmandan sakındığınızdan çok günahlardan sakınmanızı emrediyorum. Çünkü askerlerin günahları, kendileri için, düşmanlarından daha çok tehlikelidir. Müslümanlar ancak düşmanın günahları sebebiyle muzaffer olurlar. Böyle olmazsa, onlara karşı gücümüz yetmez. Çünkü ne sayımız onlar kadardır, ne de hazırlığımız onların hazırlığı kadardır. Günahlarda onlarla aynı olursak, kuvvet bakımından onlar bizden üstün olurlar. Faziletimizle onlardan üstün olmazsak, onları kuvvetimizle yenemeyiz. Seyrinizde Allahu Teâlâ’dan sizin yaptıklarınızı bilen gözetleyici meleklerin olduğunu biliniz, onlardan utanınız, Allahu Teâlâ yolunda iken masiyetleri işlemeyiniz.’ Bu Müslümanların menhecine kazınması gereken noktalardandır. Yani sadece itikad ile yol yürünmez, sadece itikadımızın düzgün olmasıyla Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı gelmez. Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımının gelebilmesi için itikad ile beraber amellerin de düzgün olması gerekir.

Takva, rızık meselesine yardımcı olur:

Cihadda sıkıntı olabilecek en temel meselelerden bir tanesi de rızık meselesidir. Allah subhanehu ve teâlâ bizim lojistik destek dediğimiz rızkı, takvaya bağlayarak şöyle buyuruyor;

“Kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir.” (65/Talak, 2-3)

Takva sayı meselesine bir çare olduğu gibi aynı şekilde lojistik destek konusunda da en büyük yardımcıdır.

Takva, kişiye hak ile batılın arasını ayırabilecek furkan verir:

Cihad ortamı, fitnelerin vaki olma ihtimalinin çok fazla olduğu yerlerdendir. İslam tarihine şöyle bir göz atıldığında fitnelerin birçoğunun cihad ortamında vaki olduğu görülecektir. Çünkü şeytan, cihad ortamında çok fazla mesai yapar. İşte böyle bir ortamda takvanın kişiye olan en büyük faydası; kişiye doğru ile yanlışı, hak ile batılı birbirinden ayıran furkanı vermesidir. Allah subhanehu ve teâlâ takva sahibi olan kullarına furkanı vereceğini şu ayette belirtiyor;

“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış (furkan) verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (8/Enfal, 29)

Takva, kişinin ilmini arttırır:

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

 “Allah’tan korkun ki Allah size öğretsin.” (2/Bakara, 282)

İlim cihad ortamının olmazsa olmazlarındandır. İlimden bihaber olan insanların şer’i olan bir şey yapmaları mümkün değildir, şer’i olmayan şeyler yapanlara ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardım etmesi mümkün değildir.

Takvanın cihad farizasını yerine getiren insanlara faydaları olmakla beraber yapılacak olan salih amellerin de bir takım faydaları vardır. Mesela;

Salih ameller sebebiyle Allah insanı korur, salih ameller olmadığı zaman ise Allah kulun ayağını kaydırır:

İnsanı, cihad esnasında koruyan kalben salih amelleri olduğu gibi, insanın ayağını kaydıracak olan da kişinin işlediği günahlardır. Bunun delili ise;

“(Uhud ‘da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.” (3/Al-i İmran, 155) ayetidir.

Bilindiği üzere Uhud Savaşı’nda tepede bulunan elli tane okçu Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem emrine rağmen yerlerini terketmişti. Bu itaatsizlik, Müslümanların yenilmelerinin sebebi olmuştu. Demek ki kişilerin işlemiş oldukları bir günah bütün bir topluma etki edebilmektedir. Bunun yanında Allah subhanehu ve teâlâ mümini salih amelleri sebebiyle korur. Allah subhanehu ve teâlâ Hudeybiye günü ile alakalı şöyle buyuruyor;

“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.” (48/Fetih, 18)

Uhud gününde sahabeyi yenilgiye uğratan, sahabelerin önceden işlemiş oldukları bir takım günahlarıydı. Hudeybiye gününde ise sahabenin ayaklarını sabitleştirip onlara fetih müjdesi getiren ise işlemiş oldukları salih amelleri idi.

İmam Buhari rahimehullah Cihad Bölümünde; ‘Savaştan önce salih amel işleme babı’ diye bir bölüm ayırmıştır. Ebu’d-Derda radıyallahu anh; ‘Sizler ancak amellerinizle savaşıyorsunuz.’ der.

Aynı şekilde Allah subhanehu ve teâlâ ayeti kerime de şöyle buyuruyor;

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (61/Saff, 2-4)

Dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ ayetin ilk kısmında yapılmayan şeylerin söylenmemesi gerektiğinden bahsediyor. Yani tabiri caizse ‘Ya amel yapın ya da konuşmayın.’ diyor. Hemen peşindeki ayette ise kendi yolunda kenetlenip savaşanlardan hoşnut olduğunu ifade ediyor. Demek ki insanların kenetlenip savaşmadan önce amel yapmaları gereklidir. Yapmadıkları ile değil, yaptıkları ile ‘Ben amel yaptım.’ demeleri lazım. Yani bir kimsenin yapmış olduğu ameli ne ise cihad meydanındaki pozisyonu da ona göre değişiklik arzeder.

Cihad meydanı, şeytanın da müdahalesi ile çok fazla sorunun yaşandığı yerlerdir. Lakin sorunlar genel itibariyle çok küçük olan şeylerden çıkabilmektedir. Mesela; ‘Ben buraya savaşmaya mı geldim yoksa bulaşık yıkamaya mı?’, ‘Ben yemek yapmam yemek sırası kimde?’ gibi sözler buralarda çok sık duyulabilir. Bunun sebebi ise imani hazırlığın tam olarak yerine getirilmemesidir. Şayet şahıslar imani hazırlıklarını yerine getirmiş olsalardı bu gibi küçük meselelerde sabretmeyi öğrenip kendisiyle beraber savaşan kardeşlerine daha müsamahakâr davranabilirlerdi. Lakin bu hazırlığın ihmal edilmesi küçük meselelerin dahi büyütülüp ciddi sorunların çıkmasına sebebiyet verebilmektedir. İşte bu sebepten dolayı cihad edecek olan taifenin imani hazırlıklarını yerine getirmeleri; bilinçlerine fedakarlık, sabır gibi ahlakları yerleştirmeleri lazımdır.

Ayrıca burada şunu da bir kaide olarak zikredebiliriz; imanın kuvvetliliği Müslümanların aynı safta kenetlenmelerine sebebiyet verir, imandaki zayıflık ise Müslümanların ayrılığa düşmesine sebebiyet verir.

“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (3/Al-i İmran, 103)

“O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.”

Allah’ın subhanehu ve teâlâ nimeti imandır. Bu ayetin üzerlerine indiği insanları bir düşünürsek görürüz ki bu insanlar cahiliye hayatında en fazla birbirleriyle savaşan, en fazla düşman olan ve aralarında bitmek bilmeyen bir kin olan insanlardı. Lakin daha sonra Allah’ın subhanehu ve teâlâ iman nimeti ile beraber yeryüzünün en fazla birbirine bağlı olan insanları haline geldiler. Demek ki iman Müslümanların biraraya gelip kalplerinin birbirine kenetlenmesini sağlayan bir nimettir. Burada iman derken kastımız sadece olayın itikadi boyutu değildir. İtikadi boyutu ile beraber olayın ameli boyutunu da kastetmekteyiz. Yani amellerdeki bağlılık ve sebat, Müslümanların biraraya gelmelerini sağlar. Günümüzde Müslümanların en ciddi sıkıntısı da budur. Aynı düşünen birçok insan maalesef paramparça haldedirler. Lakin şunun bilinmesi gerekir ki iman Müslümanların biraraya gelmelerini gerektirir.

Ferdi bir düzelme değil de toplu bir düzelme Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımını getirecek olan birşeydir. Toplu bir bozulma ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ azabını getirecektir. Burada sorumluluk cemaatlerin üzerine düşmektedir.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (9/Tevbe, 111)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu ayeti her kesimin ağzında tabiri caizse sakız gibi dönmektedir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı olmadığı demokrasi, laiklik dinini savunan insanlar da bu ayeti okuyor, Yahudi ve Hristiyanlara okul açıp milleti Hristiyanlaştıranlar da aynı ayeti okuyor, Allah subhanehu ve teâlâ yolunda cihad eden de aynı ayeti okuyor, doğuda PKK’yi savunan hocalar bile bu ayeti okuyor vs. Bu ayet Müslümanların menhecini ortaya koyan bir ayettir. Allah subhanehu ve teâlâ diyor ki;

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.”

Peki kimdir bu müminler? Bu müminler Allah subhanehu ve teâlâ yolunda savaşıp ölen ve öldüren müminlerdir. Yani Allah subhanehu ve teâlâ nin razı olduğu yolda savaşan insanlardır. Allah subhanehu ve teâlâ fisebilillah (Allah yolunda) kaydını getirdiği zaman bunun içinden şirk davası uğruna savaşıp ölen ve öldüren insanlar çıkmış oldu. Bu ayetle alakalı bir de şöyle bir yanlış yöneliş sözkonusudur; bazıları bu ayeti alıp işin sadece savaş boyutuna önem vermektedir. Bunun sonucunda ayet anlaşılmadığından dolayı Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı gelmemektedir. Hâlbuki Allah subhanehu ve teâlâ ayetin devamında bu ticareti yapan insanların özelliklerini belirterek diyor ki;

“(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!“ (9/Tevbe, 112)

Yani alışverişi kazanacak ve müjdelenecek olan müminler bu özelliklere sahip olan müminlerdir. Sadece Allah subhanehu ve teâlâ yolunda savaşmakla bitmiyor. Aynı zamanda bu insanların tevbe eden, ibadet eden, hamdeden, oruç tutan, rükû eden, secde eden, emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker yapan insanlardan olmaları gerekir. Eğer zahiri ve batıni olan amellerle cihad ameliyesi bir araya gelirse o zaman alışveriş tamamlanacaktır. İşin sadece savaş boyutunu alıp ibadet boyutunu terketmek yanlış olduğu gibi sadece ibadet boyutuna eğilip savaş boyutunu gözardı etmek de aynı oranda hatadır. Bu iki tür anlayış da Allah’ın subhanehu ve teâlâ vadettiği yardımın gelmesine engel teşkil etmektedir. İkisi birarada olup mesele menhece veya pratiğe dökülürse işte o zaman Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı sözkonusu olabilir.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu ayette dikkat çektiği amellerden bir tanesi de iyiliği emredip kötülükten nehyetmek amelidir. Bu amel genel olarak insanların nazarında bir şey ifade etmemektedir. Bir topluluğun bu ameli arka plana atıp insanların hatalarını örtmesi veya hataları görmemezlikten gelmesi adeta bunu bir cemaatsel çalışma haline getirmesi Allah’ın subhanehu ve teâlâ azabını çekecek bir ameldir. Hâlbuki bu amel bu ümmetin en büyük özelliklerinden biridir;

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” (3/Al-i İmran 110)

O zaman emr-i bi’l-ma’ruf demiş olduğumuz müessese her yapıda bulunması gereken bir müessesedir. Emr-i bi’l-ma’ruf ameli saflarda sapmaya ve bozulmaya, engel teşkil etmektedir. Allah subhanehu ve teâlâ tevbe suresinde ki ayette iyiliği emredenler kötülükten nehyedenler dedikten sonra Allah’ın subhanehu ve teâlâ sınırlarını koruyanlar demektedir. Yani bu ameliye gerçekleştirildiği taktirde Allah’ın subhanehu ve teâlâ sınırları da korunmuş olacaktır. Bunun terkedilmesi Allah’ın subhanehu ve teâlâ sınırlarını muhafaza etmemek manasına gelir ki bu da azabın sebebi olur. Allah’ın subhanehu ve teâlâ sınırlarını muhafaza etmeyen bir topluluğa da Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımının gelmesi mümkün değildir. Ayete genel olarak bakıldığı zaman diyebiliriz ki Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımını hakeden topluluk hem kendisi için hem de İslam toplumu için faydalı olan amelleri hayatına geçirip o şekilde savaşan topluluktur. Ayette tevbe, ibadet, hamd, oruç, rüku, secde gibi ameller kişinin kendisine faydası olacak amellerdir lakin iyiliği emredip kötülükten nehyetmek ise bütün bir İslam toplumuna faydası olacak amellerdendir. 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver