Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Çekişip tartışmak, Yüce Allah’ın İslam ümmetine indirdiği yasaklardandır. Allah’ın izniyle bu sayımızda bu yasağı ele alacak; onun anlamı, kapsamı ve sonuçları üzerinde durmaya çalışacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
“Ey iman edenler! Bir toplulukla karşı karşıya geldiğinizde sebat edin. Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz. Allah’a ve Resûl’üne itaat edin. Çekişip tartışmayın. Yoksa bozguna uğrarsınız ve gücünüz dağılıp gider. Sabredin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”[1]
Ayetlerin Genel Anlamı
Okuduğumuz ayetler Bedir Savaşı bağlamında indirilmiş ayetlerdendir. Ayetler, cihad ahkâmına dair bir hükmü beyan ederken aynı zamanda Müslimce yaşamanın en temel hakikatlerinden birine ışık tutmuştur. Şöyle ki; Allah (cc) düşmanlarıyla karşılaşan müminin sebat etmesini emreder. Sebat, düşman karşısında direnmektir. Ölüm korkusunun bizi savurmasına müsaade etmemek, cennet karşılığında canı ve malı Allah’a satma sözüne sadık kalmaktır. Sebat iki kısma ayrılır: Müminler Allah için, Allah (cc) ile beraber ve Allah’tan yardım isteyerek sebat ederler. Bazı insanlar ise kahramanlık için, desinler diye… sebat ederler. Cihad meydanında (ve diğer tüm imtihanlar karşısında) sebat Allah için ve Allah ile beraber olsun diye Allah’ı (cc) çokça zikretmek emredilmiştir. Zira dünyevi olanı uhrevi olandan ayıran, Allah’ı çokça anmaktır. Kur’ân-ı Kerim, Allah’ı (cc) anma itibarıyla insanoğlunu üç kısma ayırır: Müminler, Allah’ı çokça anan insanlardır. Münafıklar Allah’ı çok az anan insanlardır. Kâfirler ise Allah’ı anmaktan yüz çeviren, zikre karşı ilgisiz insanlardır:
“Kim de Er-Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse ona bir şeytan bağlarız da (hep) onunla beraber olur.”[2]
“Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldattıklarını sanırlar. (Oysa onlara mühlet verip, azabın gelip çattığı güne kadar onları oyalamakla) Allah onları aldatmaktadır. Namaza kalktıkları zaman tembel bir şekilde kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı çok az zikrederler.”[3]
Cihad meydanında (ve diğer tüm imtihanlar karşısında) Müslim’den istenen zikir değil, Allah’ı (cc) çokça zikretmektir. Zikirden sonra müminlerden istenen Allah’a ve Resûl’üne itaattir. Zira dünyanın ve ahiretin saadeti Allah’a ve Resûl’üne itaattedir. Bir Müslim’in en önemli sorumluluğu budur ve bu sorumluluk can pazarı olan cihad meydanında dahi düşmemektedir. Sonra müminlere -yazımızın da konusu olan- tartışma ve çekişmeden uzak durmaları emredilmiştir. Tartışan ve çekişen insanların bozguna uğrayacağı ve güçlerini kaybedecekleri belirtilmiştir. Son olarak Rabbimiz (cc) sabrı emretmiş ve sabredenlerle beraber olduğunu haber vermiştir. Bu da Allah’ın sebat, zikir ve itaat gibi emirlerine riayet etmenin ve çekişmek gibi yasaklarından sakınmanın ancak sabırla mümkün olduğunu göstermektedir.
Yasaklanan İhtilaf: Tenazu!
Çekişmek ve tartışmak olarak tercüme ettiğimiz tenazu, “n-z-a” kökünden türeyen ve işteşlik bildiren, tefâul sigasından bir kelimedir. Bu kök, bir şeyi kuvvetle çekmek, yerinden sökmek anlamına delalet etmektedir.[4] Yani tenazu, ihtilafın özel bir türüne delalet etmektedir. Şayet ihtilaf edenler birbirlerine zarar vermek ve birbirlerinin elindekini çekip almak istiyorlarsa, yani bir fikri tartışmadan ziyade “düşmanlık içerisinde bir mücadele”[5] söz konusuysa bu, tenazudur.
İhtilaf, insani bir olgudur. Allah (cc) bizleri farklı karakter ve tabiatlarda yarattığı için ihtilaf etmemiz, tartışmamız, farklı eğilimlerde olmamız normaldir. Ancak tenazu; bu ihtilafların çatışmaya dönmesi, tarafların birbirlerine kin ve düşmanlık beslemesi, birbirleriyle kanlı bıçaklı olmalarıdır. İşte İslam’ın yasakladığı ihtilaf budur.
Kur’ân-ı Kerim tenazu kavramını yukarıda zikrettiğimiz her iki anlamda da kullanır. Bazı ayetlerde tenazu; insani ihtilaf, doğal tartışma ve fikir alışverişi anlamında kullanılır. Örneğin Firavun sihirbazlarının Mûsâ (as) ile ilgili fikir alışverişleri Kur’ân’da tenazu kelimesiyle ifade edilmiştir:
“Aralarında durum değerlendirmesi yapıp tartışmaya (tenâzeû) ve gizlice fısıldaşmaya başladılar.”[6]
Bazı ayetlerde ise tenazu; İslam’ın yasakladığı, müminler arasında düşmanlık oluşturan, dinî ve siyasi tartışmalar için kullanılmıştır. Yazımıza konu olan Enfâl Suresi’nin 45 ve 46. ayetleri, savaş esnasında vuku bulan siyasi ve stratejik tartışmalar için kullanılmıştır. Zira sahabe bu savaşta iki ayrı konuda tartışmıştır. İlki, Mekke kervanını vurmak için yola çıkan sahabilerin, kervanı kaçırdıklarını anlayınca müşriklerle meydan muharebesi yapıp yapmama konusundaki tartışmalarıdır:
“Hakikat apaçık bir şekilde açığa çıktığı hâlde, âdeta ölüme götürülüşlerini izliyor gibi, (savaşa çıkmamak için) seninle tartışıyorlardı.”[7]
İkincisi, savaşı kazandıktan sonra elde edilen ganimetler hakkında tartışmaları, seslerini yükseltmeleri ve birbirlerini kırmalarıdır.
İbni Abbâs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) Bedir Günü, ‘Birisini öldürene şu, şu vardır.’ buyurdu. Yaşlı başlı kimseler sancakların altında kalıp başka bir tarafa gitmediler. Gençler ise savaşmaya ve ganimetlere hızlıca koşuştular. Yaşlılar, gençlere, ‘Bizi sizinle ortak ediniz. Çünkü bizler arkadan sizin için destekleyici kuvvetiniz idik. Şayet sizde bir olumsuz hâl olsaydı bize gelecektiniz elbette.’ dediler. Ancak gençler bunu kabul etmedi. Bundan ötürü Allah Resûlü’nün (sav) huzurunda davalaştılar. ‘Sana enfali (savaş ganimetlerinin hükmünü) soruyorlar.’[8] ayeti nazil oldu ve bunun neticesinde ganimetler aralarında eşit olarak paylaştırıldı.”[9]
Tenazunun Zararları
Kur’ân’ın her ihtilafı değil, düşmanlık sebebi olan çözümsüz ihtilafı yasakladığını söylemiştik. İhtilaf ve tartışmanın bu türünün İslam toplumuna ve mümin bireylerin manevi yaşamına verdiği pek çok zarar vardır. Ayet-i kerime bu zararlardan ikisine işaret etmiştir. Hakikatte her biri, bir diğerinin doğal sonucu olan iki zarar şunlardır:
Feşel/Bozguna Uğramak
“Çekişip tartışmayın. Yoksa bozguna uğrarsınız.”
Çekişip tartışmak her şeyden önce İslam toplumunun bozguna uğramasına neden olur. Çekişmenin bozguna uğrama nedeni olmasının iki sebebi vardır. İlki, manevidir. Yüce Allah tenazu içerisindeki toplumları başarısızlığa mahkûm eder. Her masiyetin bir cezası olduğu gibi tenazu masiyetinin cezası da başarısızlıktır. İkincisi, gözleme dayalı maddi nedendir. Birbirleriyle çekişen toplumlar, tüm enerjilerini dindaşlarına harcarlar. Bir yandan onları başarıya ulaştıracak enerjilerini tüketir, diğer yandan başarıya dair umutlarını yitirirler.
Kuvvetin Dağılması
“Yoksa bozguna uğrarsınız ve gücünüz dağılıp gider.”
Tenazunun ikinci neticesi kuvvetin dağılıp gitmesi, Müslimlerin ciddiyetini yitirmesidir. Yüce Allah bu manayı ifade ederken “riyh” kelimesini kullanmıştır. Kelimenin kökü olan “r-v-h” daha ziyade genişlik, fesahat ve yaygınlık anlamlarında kullanılır.[10] Daha sonra kelime hareket eden hava anlamında rüzgâr, bedene hayat veren ruh ve koku anlamlarında kullanılmıştır.[11] Ayette kullanılan kelime, Müslimleri harekete geçiren bir rüzgârlarının, küfürle ölmüş kalplere hayat verecek bir ruhlarının ve dışarıdan bakanların fark edecekleri bir kokularının olduğunu gösterir. Çekişip tartışmak, Yüce Allah’ın imani teslimiyet ve ittibanın mükâfatı olarak İslam toplumuna verdiği o manevi kuvveti yok eder. Tâbiîn imamlarından Abbâd ibni Abdullah ibni Zubeyr’in ifadesiyle, “Müslimlerde bulunan ciddiyeti, İslam şahsiyetinin vakarını alıp götürür.”[12]
Bu manevi cezanın çok özel bir nedeni vardır: Müslimler insani olarak tartışabilir, dinî veya siyasi ihtilaflar yaşayabilirler. Fakat onların tüm sorunlarını çözecek dinî mercileri vardır. Allah’a ve Ahiret Günü’ne imanlarının gereği olarak ihtilaf hâlinde bu mercilere başvurmak zorundalardır. Yazımıza konu olan ayet, “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin.” cümlesiyle başlayarak bu hakikate işaret eder. Müslimler Allah’a ve Resûl’üne itaat etmek, yani tüm ihtilaf ve çekişmelerini Allah’a ve Resûl’üne götürmek zorundadır. Bunu yaptıkları takdirde insani ihtilaflar imani zaaflara dönüşmeyecek, ihtilaflar tenazu hâlini almayacaktır.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan (Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen) yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.”[13]
Nisâ Suresi’nin okuduğumuz 59. ayeti, Enfâl Suresi’nden işlediğimiz ayetin benzeri bir hakikate işaret etmektedir. Aslolan İslam toplumunun itaat toplumu olması; Allah’a, Resûl’üne ve onlardan olan emir sahiplerine itaat etmeleridir. Olur da herhangi bir konuda anlaşmazlık yaşarlarsa konunun ne olduğuna bakmaksızın onu Allah’a ve Resûl’üne götürmeleri, Kur’ân ve Sünnet ışığında sorunlarını çözmeleri gerekir. Bu bir tercih değil, imani zorunluluktur. Zira ihtilafları Allah’a ve Resûl’üne götürmek, Allah’a ve Ahiret Günü’ne imanın şartıdır. Böyle yaptıkları takdirde İlahi yardıma nail olacak, Allah’ın vaadi olarak daha hayırlı ve daha güzel bir sonuçla karşılaşacaklardır.[14] Aksi hâlde Yüce Allah’tan bir ceza olarak ihtilafları tenazuya dönüşecek, rüzgârlarını/kokularını/ciddiyetlerini/kuvvetlerini kaybedeceklerdir.
İslam toplumunda ortaya çıkan her sorun Allah’a ve Resûl’üne götürülmelidir. Allah’a ve Resûl’üne götürmeyip aramızda büyüttüğümüz sorunlar, mahrumiyet nedenidir.
Ubâde ibni Sâmit’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) Kadir Gecesi’ni haber vermek üzere evinden çıktı. Müslimlerden iki kişi birbiriyle tartıştılar. Bunun üzerine Nebi (sav) şöyle buyurdu: ‘Size Kadir Gecesi’ni haber vermek üzere çıkmıştım. Ancak falan ile falan tartışınca (buna dair bilgi hafızamdan) kaldırıldı. Umarım ki bu da sizin için hayırlı olur. Kadir Gecesi’ni (yirmiden sonraki) yedinci, dokuzuncu ve beşinci gecede arayınız.’ ”[15]
Bin yıldan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin hangi gün olduğu ümmete bildirilecekken iki sahabinin tartışması ve bu tartışmayı Allah’a ve Resûl’üne götürmemeleri nedeniyle bildirilmemiştir. İki bireyin çekişmesi bütün bir ümmetin mahrumiyetine neden olmuştur.
İhtilaflarını Allah’a ve Resûl’üne götürmeyip kendi içlerinde büyütenler, kabul etseler de etmeseler de emrolundukları şeyi yapmamışlardır. Emrolunduğu şeyi yapmamak, masiyettir. Bu masiyetin en belirgin karşılığı, vahiyden yüz çeviren toplumun düşmanlık ve buğz ile cezalandırılmasıdır:
“ ‘Şüphesiz ki bizler, Hristiyanız.’ diyen kimselerden kesin bir söz aldık. Emrolundukları şeyden paylarına düşen (ameli) terk ettiler. (Ceza olarak) kıyamete kadar aralarında sürüp gidecek bir düşmanlık ve kin ile (onları birbirlerine düşürdük). Allah, yaptıklarını onlara haber verecektir.”[16]
Bu ümmetin içerisinde tartışıp çekişenler de benzer bir cezaya çarptırılmış, kendilerine verilen öğüdü terk etmelerinin karşılığı olarak fırka, düşmanlık ve buğz ile cezalandırılmışlardır.[17]
Seyyid Kutub’un (rh) tespitiyle diyebiliriz ki:
“İnsanlar Allah’a ve Peygamber’ine teslim oldukları zaman -karşılaşılan soruna ilişkin olarak birbirinden farklı bakış açılarına sahip olsalar bile- aralarındaki çekişmenin en başta gelen sebebi ortadan kalkmış olur. Çünkü çekişmeye neden olan, insanların farklı görüşlere sahip olmaları değildir. Gerçek ortaya çıktığı hâlde insanı görüşünde ısrara sürükleyen ihtirastır, arzudur. Bu da insanın kendi ‘şahsını’ terazinin bir kefesine, ‘gerçeği’ de bir kefesine koyması ve daha baştan ‘şahsını’ tercih etmesidir.”[18]
Tenazunun en tehlikeli yanı İslam davasına gönül verenlerin niyetlerini bozması, kalp ibresinin şaşmasına neden olmasıdır. Şöyle ki; ihtilafa düşüp ihtilaflarını Allah’a ve Resûl’üne götürmeyenler imanlarıyla değil, nefsî ihtiraslarıyla hareket etmeye başlarlar. Artık onların gayesi hakkı ortaya çıkarmak ve hakka ittiba etmek değil, kendilerinin haklı çıkması ve kardeşlerinin de haksız çıkmasıdır. Yani artık dava İslam davası olmaktan çıkmış, nefis davası olmuştur. Kur’ân bu durumu “bağy” kelimesiyle ifade eder. Azgınlık, kıskançlık ve bir diğerine üstün gelme isteği olarak tercüme edebileceğimiz kelime, İslam’dan yüz çeviren tüm toplumların ortak özelliğidir. Yüce Allah, Kitap sahibi olup ona uymayan muharref toplumların, bağy ahlakı nedeniyle ihtilaf edip düşmanlaştıklarını haber vermiştir:
“Allah indinde (geçerli olan) tek din İslam’dır. Kendilerine Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlık/kıskançlık/bir diğer gruba üstünlük sağlama isteği nedeniyle anlaşmazlığa düştüler. Her kim de Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olursa şüphesiz ki Allah, hesabı çabuk görendir.”[19]
Kitap ve nebiden mahrum toplumlar, cehaletleri nedeniyle haktan yüz çevirirler. Kitaba ve elçiye iman iddiasındaki toplumlar ise bağy ahlakı nedeniyle ihtilafa düşerler. Onlar bile bile haktan yüz çevirir, çözümü basit sorunları sırf “bir başkası haklı çıkmasın” diye büyütür, inat ederler. Bu inat ve yüz çevirmelerinin cezası olarak Allah (cc) onların arasındaki düşmanlıkları çoğaltır, onları birbirleri için azap kılar:
“De ki: ‘O, size üstünüzden ve ayaklarınızın altından bir azap göndermeye ya da sizleri (farklı ve zıt düşüncelere sahip) gruplara bölüp bir kısmınıza diğer bir kısmınızın baskı ve sıkıntısını tattırmaya kâdirdir.’ Bak, anlasınlar diye nasıl da ayetlerimizi çeşitli şekillerde açıklıyoruz.”[20]
Sonuç
Sonuç olarak iki hatırlatmada bulunmak istiyorum:
İnsanın olduğu yerde mutlaka ihtilaf olacaktır. İhtilaf, insan oluşumuzun ve imtihan gerçeğinin karşılığıdır:
“Şayet Rabbin dileseydi insanları (hiç ihtilaf etmeyen) tek bir ümmet yapardı. (Ama yapmadı.) Oysa onlar, ihtilaf hâlinde olmayı sürdürmektelerdir. Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. Onları bunun için yarattı. Rabbinin, ‘Andolsun ki cinleri ve insanları cehenneme dolduracağım.’ sözü/hükmü kesinleşmiştir.”[21]
İhtilafın şerrinden korunmak için, yani Allah’ın rahmet ettiklerinden olmak için çaba göstermek gerekir. Bu çabanın başında yukarıda anlattığımız gibi tüm ihtilafları Allah’a ve Resûl’üne götürmek gelir. İkinci sırada ise nefislerimizin azgınlığına sabretmek vardır. Bundan olsa gerek bizlere çekişmeyi yasaklayan ayet, sabır emriyle sonlanmıştır:
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin. Çekişip tartışmayın. Yoksa bozguna uğrarsınız ve gücünüz dağılıp gider. Sabredin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”
İnsan nefsi cedelden yanadır, çünkü “İnsan her şeyden fazla tartışmacıdır.”[22] Bir ihtilaf vuku bulduğunda sorunu çözmek yerine haklı çıkma peşine düşer, tartışır. Nefis insanı tartışmayı büyütmeye davet ettiğinde Allah’a (cc) sığınmalı, nefsin arzusuna karşı sabır göstermelidir.
Genel olarak ümmetin, özel olarak mensup olduğumuz muhitin içerisindeki ihtilafların tabiatını anlamak için ihtilafın sonuçlarına bakmak gerekir. Şayet ihtilaf bizi başarısız kılıp güçten düşürüyor, çözümsüz kin ve düşmanlığa neden oluyorsa o ihtilaf, meşru olmayan ihtilaftır.
Rabbim, sen bizi rahmet ettiklerinden kıl ve bizi ihtilafın şerrinden koru. Allahumme âmin.
[1]. 8/Enfâl, 45-46
[2]. 43/Zuhruf, 36
[3]. 4/Nisâ, 142
[4]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 5/415, n-z-a maddesi
[5]. bk. El-Mufredât, s. 798, n-z-a maddesi
[6]. 20/Tâhâ, 62
[7]. 8/Enfâl, 6
[8]. 8/Enfâl, 1
[9]. Ebu Davud, 2737
[10]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 2/454, r-v-h maddesi
[11]. Kelimenin Kur’ân’daki kullanımları için bk. El-Mufredât, s. 369 vd., r-v-h maddesi
[12]. Mevsûati’t Tefsîri’l Me’sûr, 10/114, 31058 No.lu rivayet
[13]. 4/Nisâ, 59
[14]. Ayetin geniş tefsiri için bk. Bedâiu’t Tefsîr, 1/542 vd., Nisâ Suresi, 59. ayetin tefsiri
[15]. Buhari, 49
[16]. 5/Mâide, 14
[17]. bk. İbn Teymiyye Tefsîri, 3/438-439, Mâide Suresi, 14. ayetin tefsiri
[18]. bk. Fî Zılâl-il Kur’ân, 7/34 vd., Enfâl Suresi, 46. ayetin tefsiri
[19]. 3/Âl-i İmrân, 19
[20]. 6/En’âm, 65
[21]. 11/Hûd, 118-119
[22]. 18/Kehf, 54
İlk Yorumu Sen Yap