Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Rasûlü’ne olsun.
Geçen yazımızda Allah Rasûlü’nün ashabı ve kavmi ile beraber üç yıl boyunca nasıl tecrit altında tutulduğundan ve boykotun ne şekilde sona erdiğinden bahsetmiştik. Aynı şekilde ambargo yıllarının bize öğrettiği bazı noktaları izah etmeye başlamıştık. Allah subhanehu ve teâlâ izin verir ise bu yazımızda da çıkartılabilecek başka dersleri sıralamaya çalışacağız.
Allah Rasûlü’nün hayatı Allah’ın dinine hizmet etmek isteyen bütün fert ve yapılar için çok önemli dersler içermektedir. Allah subhanehu ve teâlâ, rahmeti gereği bir Müslümanın karşılaşabileceği hemen hemen bütün olayları yirmi üç yıllık zamana sığdırmış ve her hâdisede vahyin nuru ile nasıl hareket edilebileceğini sahabe vasıtası ile pratik olarak gelecek nesillere göstermiştir. Müslümanın yapması gereken, sireti basiretli bir şekilde okuyup olayları güncellemektir.
Ambargo hâdisesine bu gözle baktığımızda şunları görebiliriz:
1. Boykotun sınırlarını açıklayan anlaşma maddelerinden bir tanesi diğerlerine göre hayli dikkat çekicidir:
‘Onlarla oturup konuşulmayacak.’
Bunu maddelerin arasına ekleyen müşriklerin gerçekten şeytandan aldıkları ilham ile hareket ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü mesele çok ince bir noktaya temas etmektedir. Hatta ambargonun üç yıl kadar sürebilmesinin direkt bu madde ile alakalı olduğunu söylesek abartmış olmayız.
İnsanoğlu telkine açık bir varlıktır. Yüzde yüz yalan olduğunu bildiği bir meseleyi dahi kendisine doğruymuş gibi aktaran kişiler çoğalınca şüpheye düşmeye başlar. O yüzden en etkili propaganda araçlarından bir tanesi farklı vesilelerle aynı meseleyi tekrar tekrar anlatmaktır.
Zaten Kur’an ve Sünnet bunun örnekleriyle doludur. Kur’an aslı itibariyle bir tekrar kitabıdır. Dünya ve ahirete taalluk eden en önemli itikadi meseleler, defalarca farklı vesileler ile Peygamber ve ashabına ulaştırılmıştır.
İşte bu hakikatin farkında olan müşrikler, Mekke halkının telkinden etkilenip ambargo kararına karşı homurdanmamaları için en kestirme yolu seçmişlerdir.
‘Kimse boykot edilenler ile konuşmayacak.’
Anlatmaya çalıştığımız mesele özellikle bilginin her yandan aktığı bu çağda, daha bir önem arz etmektedir. Müslüman fert, farklı propagandalar neticesinde dünya ve ahiretinde kalıcı etkilere neden olacak düşüncelere kapılmak istemiyorsa bilgi kaynaklarını sınırlamalı ve haberlerin güvenilirliğini sorgulamalıdır.
Günümüzde bilgi akışının köşe başları küresel küfür tarafından tutulmuştur. Kendi propagandalarına zarar verecek her türlü söylemi bastırmak ve zıttını güçlendirmek için azami çaba sarf etmektedirler. Özellikle sosyal medya yolu ile yirmi dört saat kesintisiz bir telkin faaliyeti gerçekleştirilmektedir. Müslüman ya bu haber kaynakları ile bağını komple kesmeli ya da oradan gelen bilgileri ciddi bir süzgeçten geçirmelidir. Özellikle İslam’a hizmet eden yapılar ve şahıslarla alakalı kaynağı belirsiz paylaşımlara itibar etmemeli, hüsn-ü zan ilkesini her daim hatırında tutmalıdır.
2. Siyer kitaplarında üç yıllık ambargo süreci incelendiğinde davetin duraklama devrine girdiğini söyleyebiliriz. Ancak Allah Rasûlü ve ashabının daveti komple terk ettiklerini söylemek doğru olmaz. Sadece tebliğ biraz daha şekil değiştirmiş ve içe yönelik yoğun bir terbiye süreci başlamıştır. İslam devletinin temellerini oluşturacak kadroların üç yıl boyunca tabir-i caizse sinelerine sabır ve itaat mefhumları içirilmiştir.
Hakim olan Allah’tır. Onun her tasarrufunda muhakkak bir hikmet vardır. Bazen insanoğlu imtihanların hikmetini anlamakta zorlanır. Ancak aradan zaman geçip de geriye dönük bir tefekkür yaptığında Rabbi tarafından her şeyin nasıl da ince ince dokunduğunu rahatlıkla görür.
Müslüman içinde bulunduğu hâle; şeriatın, aklın ve tecrübelerin ışığı altında anlam vermeye çalışmalıdır. Bir sonuca ulaşır ise ne âlâ. Ancak herhangi bir netice elde edemez ise o zaman umutsuzluğa kapılmak yerine işine bakmalıdır. Yani o an içerisinde Allah’ı razı edecek hangi ameli yapabileceğini düşünüp ona göre hareket etmelidir.
Mesela ambargo zamanında Allah Rasûlü ve ashabının ruh hâlini düşünelim: Ortada sürekli olarak zaferler, fetihler ile müjdelenen ama her an biraz daha sıkışan ve ellerindeki kolaylıkları bir bir kaybeden bir topluluk var. Eğer onlar Allah’ın vaadi ile ilgili bir şüpheye düşseler ve kulluk fıkhını bir an dahi unutsalardı çok ciddi tavizler ile üzerlerindeki musibetten kurtulmaya çalışacaklardı. Böylece müşrikler amaçlarına ulaşacaktı.
Ancak Allah Rasûlü ve ashabı, Allah’a güvendiler ve bunun da elbette bir gün bitecek bir süreç olduğuna inandılar. Rabblerinin onlar için takdir ettiği her şeyin hayır olduğu gerçeğini bir an olsun akıllarından çıkartmadılar. Ve sonuçta genel olarak Mekke döneminde, özel olarak da ambargo yıllarında yetişen nesil gittiği her yerde İslam’ı tek başına temsil edebilen, dahil olduğu her ortamın havasını hemen İslamileştiren bir topluluk hâline geldi.
İslami yapılar da benzer süreçler ile karşılaşabilirler. Bu camialar her vakıada olduğu gibi davetin tıkandığı bu tür süreçlerde de sünnete uygun hareket etmelidirler. ‘Artık herşey bitti’ deyip bir kenara çekilmek, davete ara vermek, tatil yapmak İslam davasına hizmet eden bireylerin dillerinde ya da akıllarında var olabilecek cümlelerden değildir.
“Nuh şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
Allah’a ibadet edin. Ona karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.’
Nuh şöyle dedi: ‘Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı.
Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.
Sonra ben onları açık açık davet ettim.
Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.’ ” [1]
Maalesef bahsettiğimiz bilince sahip Müslüman sayısı çok azdır. İslami hareketin gayet güzel bir şekilde ilerlediği zamanlarda en ön safta görmeye alışık olduğumuz yüzler, duraklama dönemlerinde ya asılır ya da ortadan kaybolur, silinir. Her anın kendine uygun bir vacibi olduğunu bilmeyen ve her sıkıntılı dönemde kepenk indiren bu yapılara Beni Haşim’in ambargo yıllarındaki tavrını hatırlatmak isteriz. Onlar hiçbir dünyevi ve uhrevi çıkar elde edemeyeceklerini bilmelerine rağmen sadece kavmiyetçilik bağları nedeniyle üç yıl boyunca Müslümanlar ile beraber sıkıntılara göğüs gerdiler. Hâl böyle iken bir Müslüman nasıl davasını, kardeşlerini zor süreçlerde gönül rahatlığı ile yarı yolda bırakabilir.
Allah’tan her daim afv ve afiyet ister, musibet anında davadan yüz çevirenlerden değil kardeşleriyle beraber ayakları sabit kılınan kişilerden olmayı bizlere nasip etmesini Rabbimizden dileriz.
Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.
[1] . 71/Nuh, 2-9
İlk Yorumu Sen Yap