__ Aaa… Arkadaşlar hayırlı olsun! Sonunda zil taktırmışsınız.
__ Sağol Sehle abla, evet bugün taktı elektrikçi.
__ Durun ilk siftahı ben yapayım. Bunu bana çok görmeyin lütfen!
Sehle ile öğrenciler, kapının önünde ayaküstü konuşuyorlardı. Uzun zamandır zilleri bozuktu. Tamir edecek kimseyi bulamamışlardı. Sonunda kendi imkanları ile bir elektrikçi çağırmışlar ve bu sıkıntıdan kurtulmayı başarmışlardı.
__ Ve işte o an! dedi Sehle. Fakat zile dokunmasıyla renk attı, sendeledi. Kulaklarını tıkadı hemen. Zangır zangır titriyordu. Ağlamaya başladı. Olduğu yere çökmüştü. Kapıdaki kızlar telaşlanmış, kimi onu kaldırmaya çalışıyor, kimi içeriden su getiriyordu.
__ Abla, abla iyi misin?
__ Bu ses… Bu ses… Diyebildi gerisini getiremedi.
Yıl 1990… Sehle 5 yaşındaydı. Yaşları epey ilerlemiş, birbirini çok seven ancak sürekli ayrılıklar yaşayan mutlu bir çiftin tek çocuğuydu. Çift, uzun yıllar bu nimetten mahrumdu. Nihayet Allah onlara Sehle’yi hediye etmişti.
Sehle, zeki, tatlı dilli, kendini sevdirmesini bilen fettan bir kızdı. Yıllarca özlenen, beklenen, özel bir çocuktu. Ailedeki tüm bireyler ona çok düşkündü. Anne ve babası bundan rahatsız olsa da bir dediği, iki edilmiyordu. Hiç kimse, hiçbir isteğine hayır demiyordu. Bu konuda tek istisna babasıydı. Yoğun işleri nedeniyle kızına çok zaman ayıramıyor, isteklerine olumlu yanıt veremiyordu. Bunun bir çok sebebi vardı tabi. Bunlardan biri babası eve çoğunlukla geç gelirdi, hatta bazen hiç gelmediği de olurdu. Sehle ise çocuk yüreğiyle gece yarılarına kadar babası tarafından sevilebilmek için uyumamaya direnir, ancak her defasında uzun kirpikli göz kapakları bu bekleyişi kaldıramaz, kenarlarda köşelerde sızar giderdi.
Gün olur babasını günlerce göremezdi. Ona öyle özlem duyardı ki, bu özlemini babasının resmini çizerek ifade etmeye çalışırdı.
Babası evde olduğunda da durumu pek parlak değildi. Belli saatlerde annesi dahi onu rahatsız etmekten sakınıyordu. Haliyle bu saatlerde Sehle, babasını görmek istese de göremiyordu.
Sehle için babasını görememekten daha kötü olan da bu idi. O, evde olmasına rağmen onu görememek…
Sehle, bu seti aşmak için türlü numaralar çeviriyordu. Bazen küçücük eline bir toz bezi alıyor, çalışma odasının içine sessizce sızıyordu. İşaret parmağıyla sessizlik işareti yapıp, amacının sadece toz almak olduğunu el yardımıyla ima ediyordu. Bir gözü babasında, bir gözü kitaplarda güya toz alır gibi yapıyor, babasının dikkatini çekmek için olanca güç sarf ediyordu.
Kimi zaman soru sorma bahanesiyle, odaya geliyor, okuma yazma bilmemesine rağmen işi daha ciddiye almış olmak için elinde kalem kağıt getirmeyi de ihmal etmiyordu.
Kimi zaman da yastığıyla geliyor, sadece uyuyacağım diyor; koltuğun üstünde dönüp durup babasının konsantresini bozmak için azami gayret gösteriyordu. Tüm bunlar olurken oldu ki babası ona tatlı bir bakış ya da güzel bir söz söyledi… Artık kurtuluşu yoktu.
Bezini bırakıp ya da yastığını atıp, sorduğu soruyu unutup başlıyordu sırnaşmaya…
Babası bunu bildiği için odaya sessizce sızdığı bu zamanlarda da yüz vermemeye çalışıyordu. Tabi öyle şirindi ki buna her zaman muvaffak olamıyordu.
Sehle için ayrılan özel bir zaman dilimi yok değildi. Her ay belirlenen bir günde Sehle babası ile doyasıya vakit geçiriyordu. O gün öyle etkinlikler yapıyorlardı ki, tüm günlerin acısını çıkarıyordu baba kız sanki. Sabah annesinin hazırladığı mükellef bir kahvaltının ardından, daha önceden belirlenen etkinlikleri sırasıyla ve atlamadan yerine getiriyorlardı. Kimi zaman, evlerinin az ilerisindeki gölete gidiyor, beraber balık tutuyor; kimi zaman, bahçede çamurdan kuleler yapıyorlardı. Kapalı ortamlara gitmekten özellikle sakınıyor, hava soğuk dahi olsa açık alanlarda doğayla iç içe vakit geçirmekten hoşlanıyorlardı. Her gezilerinde doğaya, kâinata, doğal olarak da Allah’ın kudretine dair yeni bir şeyler öğrenerek eve geliyorlardı.
Eve döndüklerinde oldukça yorgun düştükleri için, hemen duş alıp birlikte uyuyarak günü kapatıyorlardı. Tüm gün yaşanan beraberlik bir sonraki aya kadar Sehle’yi avutmasa da yine de şükredilmeye değerdi.
Babası açısından Sehle’ye hayır demek, ondan uzak durmaya çalışmak da kolay değildi. Çünkü Sehle on beş yılın ardından Allah’ın onlara verdiği biricik hediyeydi. Onun, duruşu dahi sevilmesi için yeterli sebepti. Kestane rengi bukle bukle saçları, beyaz teni, iri gözleri ve fiske gibi burnu ile babasının gözünde güzellik abidesiydi. Dilindeki pelteklik, konuşmasındaki kibarlık onu daha da şirinleştirip, sempatik kılıyordu. Gece geldiğinde uyuyan kızının başına giderek onu izlemekten, küçücük buseleri yanağına kondurmaktan kendini alamıyordu. Bu duygudan dahi korkuyor, evlat sevgisinin kendine bir fitne olmasından Allah’a sığınıyor; beni yavrumla imtihan etme, ayağımı kaydırma sözünü virdi zeban eyliyordu.
Zira eş ve çocukların kendisine fitne olduğu birçok davetçi görmüştü. O, her iki fıtrî sevginin de, davasının önüne geçmesinden sakınıyordu.
Babası ,uzun yıllar ilim tahsil etmiş, daha çocuk denilebilecek yaşlarda İslami bir yapının içinde yer almıştı.Yaşı ilerledikçe bu yapının içinde pasif bir birey olarak kalmamış, yapının harcı, tuğlası olmaktan da geri durmamıştı. Verilen görevler arasında hiçbir ayırım yapmamış, hepsinin hakkını vermek için gayret etmişti.
İlerleyen zamanlarda İslami hareket mensuplarının, bir türlü sonlanmayan gizli davet döneminden çıkmalarını, yaptığı yoğun davet çalışmaları ile sağlamış, Tevhid davetinin bir çığ gibi büyümesinde etkin rol oynamıştı.
Davayı tebliğden ibaret algılamayıp, cemaatleşmenin önemini her fırsatta dile getirmişti. Bununla beraber, her kafadan ses çıkmasını engelleyecek organize bir birlikteliğin şer’i gerekçelerine sık sık atıfta bulunmuş; kuralsız , kaidesiz, emirsiz, memursuz bir yaşamın handikaplarını ve müminlerin bu birlikteliği oluşturamadıkları için yaşadıkları kayıpları çevresine anlatmıştı. Bu ses de yankı bulmuştu bulmasına ama bazı zorlukları da beraberinde getirmişti. Zira bir araya gelmek kolay, ancak onu muhafaza etmek ise zordu. Bu, kadın, erkek ve çocuktan oluşan her birimin eğitilmesini, dini ve ahlaki donanımlarının sağlanmasını, ayrıca içteki nefisperestlere ve dıştaki sistem uşaklarına karşı da teyakkuzda olmayı gerekli kılıyordu. Bu da babasının sorumluluk sahasını daha da genişletiyor, yükünü ağırlaştırıyordu.
Yine yoğun bir zaman dilimiydi. Babası gece yarılarına kadar çalışıyordu.
Evde her zamankinden farklı bir hava vardı. Sanki olağanüstü hal ilan edilmişti. Sehle de evdeki herkes gibi kendine bir uğraş bulmuş, babasından umudunu kesmişti. Vakit ilerleyince de anne babasının yatağına uzanarak uyumuş kalmıştı. Annesi de uyumak için gelmiş, onu kaldırmadan yanına sokulmuş, sarılarak uyumuştu.
Saat epey ilerlemişti. Babasının işini bitirmeden yattığı pek görülmemişti. Ancak bu sefer nedense bir ağırlık çökmüş ve namazını kılarak çalışma odasındaki kanepeye uzanmıştı.
Fecre yakın, Sehle’nin güzel uykusunu bir zil sesi bölmüştü. Zil çalıyordu. Biri sanki elini zilin üstünde unutmuşçasına çalıyordu hem de… Aynı anda kapı tekmeleniyor, birbirinden farklı sesler ‘Aç, aç, aç!’ diye bağrışıyordu. Sehle’nin küçük kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor, tir tir titriyordu. Neler olduğunu anlaması imkansızdı. Bu, babasının uğruna her şeyi feda ettiği davasının bir parçasıymış, ilk kez o gece karşılaştı.
Çalışma odası koridorun sonunda olduğu ve babası da çok yorgun olduğu için sesi duymamış; annesi kalkmış ‘Bir dakika bekleyin, üstümü giyiyorum.’ diyerek onları oyalamaya çalışıyordu. Adamlar kapıyı kırmak için vurmaya başladığında babası uyanmış, üstünü değiştirmişti. Hemen kapıya yöneldi. Annesi yatak odasına gelmiş Sehle’yi kucaklayarak göğsüne bastırmış, onu yatıştırmaya çalışıyordu. Bu arada elindeki küçük bir notu yavrucuğunun pijamasının cebine koyuvermişti. Çocuktu… Onu arayacaklarını zannetmiyordu. Yıllar sonra Müslümanların sırlarını saklamanın gururunu, her fırsatta bu olayı anlatarak duyacaktı…
İlk Yorumu Sen Yap