Biz Geldik

Afrika rüyamızın gerçeğe döndüğü şu günlerde abilerimizin bu ilk seferi yazıma ilham oldu. Kurban Bayramı münasebetiyle birkaç ülkeye gitti Ecir Kapımız. Yardıma muhtaç insanlara kestikleri kurbanları ikram ederken bir farzı yerine getirdiler, bu vesileyle tanıyacaklar ve tanınacaklar. Tanımak önemli, çünkü davetimizi kime yapacağımızı bilmeliyiz, değil mi? Tanınmak daha da önemli, çünkü yarın din anlatmaya gittiğimizde referansımız et dağıtmaya gittiğimizdeki tutum ve davranışlarımız olacak tabii ki. Bu sebeple ilk intiba önem arz ediyor.

Bu konudaki gayret ve hassasiyet bize büyük bir hayır kapısını aralayacak: İ’lâ-i kelimetullah için seyahat etmek… Şimdiye kadar hep yurt içinde davet çalışmaları yapıldı. Pek çok şehre gidildi, insanlar İslam’a davet edildi. Gidilen yer Türkiye sınırlarında olduğu ve muhataplarımız da içimizden birileri olduğu için bu çalışmalara i’lâ-i kelimetullah için seyahat gözüyle bakmadık(m). Şimdiyse rotamız başka bir kıtaya çevrildi. Bu bana Ashab-ı Güzin’in seyahatlerini hatırlattı.

Peygamberimiz (sav) ve ashabı (r.anhum) Allah’ın dinini yeryüzüne yaymak için çeşitli seferler düzenlediler. Gittikleri her beldede ilk olarak dine davet ettiler. Düşmanca tutum sergileyenlerle savaştılar. Dostça davrananlarla anlaşmalar imzaladılar. İ’lâ-i kelimetullah aşkı o kadar yerleşmişti ki içlerine ne Mekke’de ne de Medine’de ölmek istiyorlardı. Bunu kendilerine ayıp addediyorlardı. Öyle olmasa, yanı başımızdaki Eyüp semtinde Peygamberimizin (sav) Hicretten sonra evinde kaldığı sahabinin kabrinin işi ne? Doksan yedi yaşında bir adamı o zamanın şartlarında, binek sırtında 3295 km yol katettiren ne? Bırakın erkekleri, yaşı ilerlemiş kadınları dahi deniz aşırı ülkelere gemilerle seyahat ettiren ne? Bu kısmı biraz açalım, Ummu Haram’dan bahsediyorum:

Peygamberimiz (sav) Ummu Haram’ı ziyarete geliyor. Hava sıcak, onun evinde hafif bir şekerleme yapıyor. Bir rüya görüyor ve gülümseyerek uyanıyor. Ummu Haram niçin güldüğünü sorunca uykusunda kendisine, ümmetinden fetih maksadıyla Akdeniz’e açılan bazı kimselerin gösterildiğini ve onların cennetlik olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Ummu Haram kendisinin de onların arasında bulunması için dua etmesini istiyor, Resûl de (sav) onun için dua ediyor. Ardından tekrar uykuya dalıyor ve yine gülümseyerek uyanınca Ummu Haram dayanamayıp sebebini soruyor. Nebi, ümmetinden bazılarının İstanbul’u fethetmek amacıyla sefere çıkacağını, onların da günahlarının bağışlanacağını haber veriyor. Ummu Haram durur mu? Yine kendisinin de onların arasında bulunması için dua etmesini isteyince Resûl-i Ekrem ona birinci grupta olduğunu söylüyor.[1]

Nitekim o ve beraberindekiler Kıbrıs Fethi’ne katılıyor. Deniz aşırı bir toprak… Kıbrıs Adası…

Tabiinde de durum farklı değil. Onlardan biri hızını alamamış olsa gerek Atlas Okyanusu’na kadar ilerliyor. Hatta bu ünlü komutan Kuzey Afrika Fatihi Ukbe ibni Nâfi, okyanusu görünce şu meşhur sözü sarf ediyor: “Allah’ım! Eğer şu deniz önüme çıkmasaydı senin dinini yaymak için devam eder, geri dönmezdim!”[2]

Bu kadarla da yetinmiyor Ukbe. Kuzey Afrika’nın göbeğine bir şehir kuruyor. Kayrevan… Nebî de (sav) öyle yapmıyor muydu? Yerleştiği yerin çehresini hemen değiştirip, taşı toprağı işleyip İslam medeniyetinin şehirlerini inşa etmiyor muydu?

Ummu Haram, Ebû Eyyûb El-Ensâri ve Ukbe ibni Nâfi gibi daha niceleri gitmiş uzak diyarlara. Hatta pek çoğu gittikleri yerlerde vefat etmiş. Bu asırda biz, doyduğumuz şehirlerde yaşıyor ve aynı şehirde semt kabristanına defnediliyoruz. Bir tarihçi bu duruma dikkat çekerken, “Nebi (sav) ya da ashabı mahalle kabristanlarına defnedildiğimizi görseydi nasıl tepki verirdi?” demekten kendini alamıyor.

Gidilen yerde vefat etmek bir ayrıcalık aslında. “Senin için yurdumu terk ettim Allah’ım!” demenin en yalın hâli. Ecir Kapısı’nın Afrika projesine bu açıdan bakmalıyız. Bizi sahabenin ufkuna yükseltecek amellerin yer aldığı projeler bunlar. İnşallah bizlere nasip olur da gittiğimiz yerlerin çehresini değiştirecek işler yaparız ve yine inşallah bizlere de nasip olur da “Ben de geldim Allah’ım!” deme şerefine nail oluruz.


[1]. bk. Buhari, 2877-2878; Müslim, 1912

[2]. bk. El-Kâmil fi’t Târîh libni’l Esîr, Dâru’l Kitâbi’l Arabî, 3/206

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver