Birinci Akabe Biatı

 

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Rasûlü’ne olsun.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de sıkışan daveti yeni alanlara taşıma amacıyla panayırlarda kabilelere davet yapmayı sürdürüyordu. Onları İslam’a çağırıyor, olumsuz yanıt alırsa onlardan himaye talep ediyordu. Allah Rasûlü bu çabalarını risaletin ilk yıllarından beri zaten devam ettiriyordu. Ancak hüzün yılı ile beraber Mekke’deki desteklerini kaybedince kabilelere yaptığı daveti sıklaştırdı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem haram aylarda Kâbe’yi ziyarete gelen birçok kabileyle görüştü. Ancak olumlu bir yanıt alamadı. En sonunda Allah subhanehu ve teâlâ onun karşısına Evs ve Hazrec kabilelerinden bir grup çıkarttı. Bu topluluğa ‘ensar’ dendi. Siyerin bundan sonrasında merkezine yerleşecek ve ‘ensar’ adı ile tarihe altın harflerle geçecek bu topluluğu tanıyalım. Daha sonrasında da Peygamber ile ilk buluşmalarını dinlemek için siyer kitaplarına müracaat edelim.

‘M.S. 450 ya da 451’de Marib Seddi’nin yıkılmasıyla Yemen’in maruz kaldığı sel felaketinden kurtulan Sebe kavmine mensup Amr b. Amr, çocuklarını alıp ülkenin kuzeyine yerleşmişti. Onun bir oğlu olan Cüfne’nin evlatları Suriye’ye yerleşti ve Gassan ismiyle şöhret kazandı. İkinci oğlu Harise ise Hicaz’ın dağlık bölgeleri ve Kızıldeniz kıyısı arasında uzanan Tihame adlı düzlüğe yerleşti. Onun evlatları Huza’a ismiyle meşhur oldu. Üçüncü oğlu Salebe’nin evlatları arasında Harise adında bir kişi vardı. Onun iki oğlu, eşlerinden birisi olan Kayle’den doğmuşlardı. Bunlardan birinin adı Evs, diğerinin ise Hazrec idi. Bu iki kardeşin evlatları gidip Yesrib’e (Medine’ye) yerleştiler.

Bu şehre daha önceden Yahudiler hakimdi. Yahudiler uzun bir müddet Evs ile Hazrec’e şehrin en güzel yerlerine girme izni vermediler. Bu sebeple Evs ve Hazrecliler çaresizlik içinde şehrin dışında verimsiz, kurak ve çorak arazilerde kalmaya mecbur oldular. Geçimlerini zor sağlayabiliyorlardı ve daima sıkıntı içinde idiler. Nihayet bunlar, akrabaları olan Suriyeli Gassanlılardan yardım istediler. Gassanlılar kuvvetli bir orduyla gelip Yahudileri Medine’nin dışına çıkarıp Evs ile Hazrec’i buranın hakimi yaptılar. Yahudilerin Ben-i Kureyza ve Ben-i Nadir adlı iki kabilesi şehrin çevresinde oturmaya mecbur oldular. Yahudilerin bir başka kabilesi, Ben-i Kaynuka ise Hazrec’in himayesine girip şehrin bir mahallesine yerleşmeyi başardı.

Bu kabile yukarıda bahsedilen iki Yahudi kabilenin rakiplerinden biriydi. Bu iki kabile bu gelişmeye karşı harekete geçtiler ve Evs kabilesiyle anlaşma imzalayarak bunun müttefiki oldular. Bundan sonra Evs ile Hazrec 15 yıl Yahudilerle beraber aynı şehrin içinde ve çevresinde iç içe yaşadılar. Bu arada, bu iki Arap kabilesi aynı soydan gelmelerine ve aralarında evlilik bağları bulunmasına rağmen cehaletleri yüzünden hem birbirleriyle sık sık çatışmaya giriyorlardı hem de kendi müttefikleri arasında çatışma çıkarıyorlardı. Zira, bunlar kendi müttefiklerinin birleşmelerini istemiyorlardı ve çarpışarak güçlerini kaybetmelerinden yana idiler. Ayrıca, Yahudiler de bu iki kabilenin birbiriyle daima çatışma durumunda olmalarını kendileri için hayırlı sayıyorlardı. Böylece, Evs ile Hazrec arasında yüz yetmiş beş yılda ufak tefek çatışmalar hariç, on bir büyük kanlı muharebe oldu. Bu muharebelerin sonuncusu hicretten sadece beş yıl önce meydana geldi. Bu muharebede her iki kabilenin ileri gelenleri öldü. Muharebede Evs’in yanında Ben-i Kurayza ile Ben-i Nadir yer almışlardı. Karşı tarafta ise Hazrec ve Yahudilerden Ben-i Kaynuka.

Bu çatışma ve savaşlara rağmen Medine’de Yahudilerin dinî etkisi o kadar kuvvetliydi ki, çocuk doğurmayan veya çocukları sık sık ölen bir kadın, gelecek defa çocuğunun doğması hâlinde bunu Yahudi yapacağına dair adakta bulunuyordu.’ [1]

Evs ve Hazrec kabilelerin tarihini bu şekilde özetleyebiliriz. İşte bu topluluktan bir grup ile Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de karşılaştı ve Medine İslam Devleti’ne giden yolun ilk adımı atılmış oldu.

“Allah, dininin yayılmasını ve Nebi’sini aziz kılmayı ve ona verdiği vaadini yerine getirmeyi dilediği zaman, Rasûlullah panayırda ensardan bir toplulukla karşılaştı.

Rasûlullah onlarla karşılaştığı zaman:

__ Kimlersiniz, dedi. Onlar dediler ki:

__ Hazrec’den bir topluluğuz. Rasûlullah dedi ki:

__ Yahudilerin anlaşmalıları mısınız? Dediler ki:

__ Evet. Rasûlullah dedi ki:

__ Acaba oturur musunuz sizinle konuşayım? Dediler ki:

__ Evet, otururuz.

Böylece onunla beraber oturdular. O da onları Allah’a davet edip İslam’ı anlattı ve Kur’an okudu. Onları hidayete getiren ilahî bir sebep de şu idi: Yahudiler onlarla beraber onların memleketlerinde oturuyorlardı. Ehli kitap ve ilim sahibi idiler. Onlar ise ehli şirk ve putlara tapıyorlardı. Yahudilerle savaşmışlardı. Aralarında bir şey olduğu zaman Yahudiler onlara şöyle derlerdi:

__ Şüphesiz bir Nebi yakında gönderilecektir. Onun zamanı yakındır. Biz ona tâbi olup onunla birlikte sizinle harp edeceğiz. Ad ve İrem’in öldürülmesi gibi onun yardımıyla sizi öldüreceğiz.

Rasûlullah o toplulukla konuştuğu zaman ve onları Allah’a davet ettiği zaman birbirlerine şöyle dediler:

__ Ey kavmimiz! Biliniz ki vallahi bu Yahudilerin sizi korkuttuğu Nebi’dir. Dikkat edin bizden önce ona uymasınlar.

Böylece onlar Rasûlullah’ın çağrısını kabul ettiler. Onu tasdik ettiler. Onun getirdiği prensipleri yaşamaya başladılar ve dediler ki:

__ Artık kavmimizi terk ediyoruz. Zaten onların arasındaki düşmanlıktan dolayı bir kavmiyet de yoktur. Umulur ki Allah onları seninle bir araya toplar ve biz onlara yakında gider senin emrine davet edip kabul ettiğimiz bu dini onlara arz ederiz. Eğer Allah bu din üzerinde onları birleştirirse senden daha aziz hiç kimse olamaz.

Sonra Rasûlullah’tan ayrılıp beldelerine iman etmiş ve tasdik etmiş olarak gittiler. Akabe’de Rasûlullah ile karşılaşan Hazrecliler altı kişiydi. Bunlar:

Ben-i Neccar’dan Esad b. Zürare, Avf b. Haris, Rafi b. Malik ez-Zureyki, Ukbe b. Amir b. Haram, Beni Selim’den Kutbe b. Sevad ve Cabir b. Abdullah’tır.

Medine’ye döndüklerinde onlara Rasûlullah’ı anlattılar. Onları İslam’a davet ettiler. İslam onların içinde yayıldı. Böylece bütün evlerde Rasûlullah’tan bahsedilmeye başlandı.

Nihayet ikinci sene geldiğinde ensardan on iki kişi panayırda hazır bulundu. Rasûlullah ile Akabe’de buluştular. Bu birinci Akabe idi. Kadınların beyatı gibi Rasûlullah’a biat ettiler. Bu biat onlara savaş farz kılınmadan önce idi.

Bunlar:

‘Ben-i Neccar’dan: Avf b. Haris, Muaz b. Neccar ve Esad b. Zürare.

Ben-i Züreyk’den: Rafi b. Malik b. Züreyk ve Zekvan b. Abdi Kays b. Züreyk

 

Ben-i Avf’dan: Ubade b. Samit ve Yezid b. Ammar

Ben-i Salim’den: Abbas b. Aclan

Ben-i Selime’den: Ukbe b. Amir b. Haram

Ben-i Sevad’dan: Kutbe b. Sevad

Evs Kabilesi’nden: Ebu Haysem b. Teyyihan

Ben-i Amr’den: Uveym b. Saide’dir.’

Ubade b. Samit şöyle demiştir:

‘Ben, birinci Akabe’de hazır bulunanlar içindeydim. Biz on iki kişi idik. Rasûlullah’a kadınların biati gibi biat ettik. Bu bize harbin farz kılınmasından önce idi. Şunun üzerine biat ettik: ‘Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayalım, hırsızlık etmeyelim, zina yapmayalım, çocuklarımızı öldürmeyelim, iftira atmayalım, herhangi bir iyilik hususunda Rasûlullah’a itaatsizlik yapmayalım.’

Rasûlullah buyurdu ki: ‘Eğer ahdinizde durursanız sizin için cennet vardır. Eğer onlardan bir şeyi örtbas ederseniz sizin işiniz Allah’a aittir. Dilerse azap eder, dilerse affeder.’ [2]

Medineliler ayrılıp gittiği zaman, Rasûlullah onlarla birlikte Musab b. Umeyr’i ve Ümmü Mektum’u gönderdi ve onlara Kur’an okumalarını, İslam’ı öğretmelerini ve onları dinde fakih kılmalarını emretti.

Musab Medine’de ‘okuyucu’ ismiyle isimlenmişti.

Onun evi Esad b. Zürare b. Udes Ebu Umame’nin evi idi.” [3]

 

Birinci Akabe biatının gerçekleştiği bu olaylar silsilesinde ilk dikkatimizi çeken husus, İslam’ın hakimiyeti ve yayılmasında bizzat Allah’ın subhanehu ve teâlâ müdahil olduğu gerçeğidir. Başta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere sahabeler Mekke’deki zorlukları aşabilmek için birçok yola başvurdular. Mekke içinde ve dışında çalmadık kapı bırakmadılar. Ama her geçen gün iyiye gitmek yerine daha kötü bir çıkmaza girdiler. Ancak tüm bunların sonucunda sabır ile Rabblerinden gelecek yardımı bekledikleri için selamete ulaştılar. Yoksa bu kadar kısacık bir diyalogdan sonra altı kişinin Medine’de davete başlamasının ve iki üç sene içerisinde bir toprak parçasının İslam Devleti’ne merkez hâline gelmesinin mantıki bir izahı yoktur. Hem de o toprak parçasında Peygamberi gören insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez iken!

İşte bu durum davetinin/hizmetinin karşılığını tam anlamıyla sahada görmediğini düşünen tüm Müslümanlar ve yapılar için müthiş bir enerji kaynağıdır. Hizmet ehli Müslüman karşılaştığı sıkıntılar, sayı azlığı gibi problemler, bir türlü bitmeyen musibetler nedeniyle üzülmemeli, çözümler aramalı ama asla umutsuzluğa kapılmamalıdır. Bu davanın sahibi ve koruyucusu bizzat Allah’tır. Müminlerin velisi de odur.

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” [4]

“Allah’a güven. Vekil olarak Allah yeter.” [5]

Evs ve Hazrec kabilelerinin böyle bir şerefe nail olmaları Allah’ın subhanehu ve teâlâ. dilemesi ile gerçekleşmiş olmakla beraber, Rabbimizin gösterdiği ve ilim ehlinin işaret ettiği bazı sebepleri de zikretmek faydalı olacaktır:

1.

 Evs ve Hazrec kabilelerinin bu hızlı dönüşümlerinde ehli kitap olan komşularının payı büyüktür. Onlar kendi kitaplarından vasıflarını öğrendikleri peygamberi Medinelilere anlatarak farkında olmadan propaganda yapmış oldular. Bilinçaltlarına bu düşünce yerleşmiş olan Medineliler ilk fırsatta harekete geçtiler.

Aynı şekilde Yahudiler kitap ehli olmaları nedeniyle İslam’ın da kullandığı kavramlarla konuşuyorlardı. Dolayısıyla Evs ve Hazrec kabileleri benzer bir şey işittiklerinde yabancılık çekmediler. Tâbi olmak için sorun yaşamadılar.

Davetçi her ferdin, anlattığı meselelerin yarın bir gün, bir şekilde karşılık bulacağına inancı tam olmalıdır. Başarıyı, davetin hemen akabinde muhatabının kabul etmesi ile sınırlandırmamalıdır. Ehli kitabın eksik bir şekilde yıllarca anlattıklarının sonucunu ölçü aldığımızda, hak çağrıyı farklı ağızlardan farklı üsluplarla tekrar tekrar duyan kitlelerin, yarın olumlu bir değişim içerisine küçük hadiselerin sonucunda gireceklerini beklemek hayal olmaz.

2.

 Evs ve Hazrec kabileleri sürekli bir savaş içinde olduklarından dolayı artık yıpranmış idiler. Çözüm arıyor ama bulamıyorlardı. Son olarak Buas Savaşı çok kanlı geçti ve başta lider kadrosu olmak üzere her iki kavim de büyük kayıplar verdi. Hem bu durumun artık bitmesi yönündeki istek hem de başlarında bir liderin olmayışı farkında olmadan onları bir arayış içine sokmuştu. Aişe annemizden gelen şu rivayet bahsettiğimiz duruma tüm açıklığı ile işaret etmektedir:

Aişe radiyallahu anha der ki:

“Buas günü Allah’ın, kendi Rasûlü için hazırladığı bir gündür ki bu muharebenin neticesi üzerine Rasûlullah, Medine’ye hicret etmiştir. Öyle ki hicret sırasında birbirleriyle çarpışmış Evs ve Hazreclilerin cemiyetleri dağılmış, eşrafı öldürülmüş ve yaralanmıştı. Bu perişanlık üzerine Allah, birbirleriyle çarpışıp durmuş olan ensarın İslam’a girmeleri için bu günü Rasûl’e hazırlamıştır.” [6]

Aslında bu, cahiliye toplumu içinde davetini sürdüren tüm muvahhidlerin dikkatlerini yoğunlaştırmaları gereken bir durumdur. Bizler zahiren maddi olarak bir sıkıntı çekmeyen, ama manevi olarak buhranda olan, hiçbir şeyden tat almayan ve hakiki lezzetlerin peşinden gitmek isteyen bir topluluk ile muhatabız. Onlara sadece itikad anlatmıyoruz. Aynı zamanda hayatlarını baştan aşağı değiştirecek ve kalıcı çözümlerle sıkıntılarını ortadan kaldıracak bir yaşam biçimi vadediyoruz. Bu öyle bir dindir ki hiçbir ideolojinin veya sistemin başaramadığını başarmış ve insanın fıtratı ile uyumlu bir hayatı onun önüne sermiştir. Davetçi ilk önce bu gerçeğe kendisi inanmalı, sonrasında da dilleri ile zikretmeseler de cahiliye toplumunun her ferdinin aradığı bu alternatifi en yüksek sesle onlara haber vermelidir.

3.

 Sünnetullahta karşımıza çıkan kaidelerden birisi de şudur:

‘Allah’ın yardımı için ilk önce kulun adım atması ve üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekir.’

Bu kaideye işaret eden birçok nas mevcuttur:

“Onun önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” [7]

“Allah şöyle buyurdu: ‘Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım. O bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” [8]

Evs ve Hazrec kabilelerinin de ensar olabilmek, bu hususta Rabblerinden yardım görebilmek için bir adım atmaları gerekiyordu. İşte o adım, aralarındaki sonu gelmeyen savaşlara rağmen mevzu İslam olunca kavmiyetçilik hastalığını bir kenara bırakmaları idi. Dikkat edilirse Hazrec kabilesindeki fertler Akabe Biatı için geldiklerinde Evs’ten de birilerini yanlarında getirmişlerdi. Yani onlar İslam’ın içeriğini çok iyi anlamışlar ve cahilî ahlaklarından en büyüğünü, bin bir zorlukla arkalarına atıp düşman oldukları bir kavme de davet yapmışlar, onları Peygamber ile yapacakları görüşmeye dahil etmişlerdir.

İslam davasına hizmet etmek istediğini söyleyen ama bunda muvaffak olamayan her Müslüman, bir türlü terk edemediği cahilî ahlak ve amellerini gözünün önüne getirmelidir. Onlardan bir karış uzaklaştığında sahip olacağı nimetleri hayal etmelidir. Rabbi için terk ettiği şey ne kadar büyük olursa açılacak hayır kapısı da o kadar geniş olacaktır. Eğer bir kula bu dine hizmet etmek gibi bir şeref bahşedilmiş ise de zaten hayrın tüm kapıları ardına kadar açılmış demektir.

Birinci Akabe Biatı hadisesinde dikkatimizi çeken başka bir husus ise, Allah Rasûlü’nün kabilelere yaptığı himaye içerikli taleplerini bu görüşmeden sonra azaltmasıdır. Daha doğru bir ifade ile Birinci Akabe Biatı ile hicret arasında herhangi bir kabileye himaye talebinde bulunulduğunu gösteren bir rivayet mevcut değildir. Bunun sebebi ise, İslam davasını kâfirlerin himayesinden daha çok Müslümanların omuzlarında yükselmesinin tercih edilmesidir. Çünkü, kâfirlerin himayesi çeşitli nedenlerle sekteye uğrayabilir. Ancak bir İslam toplumu son ferdine kadar kazanımlarını korumak için mücadele eder. Bunu yaparkenki beklentisi uhrevi olduğu için, himaye vadeden kâfirden daha fazla emek sarf eder.

 

Evs ve Hazrec kabilelerinin hicret öncesindeki uğraşları anlattıklarımızı doğrulayan önemli bir örnektir. Onlar altı kişi olmalarına ve Peygamber ile kısıtlı bir vakit geçirmelerine rağmen yaptıkları işe sıkı sıkıya sarılmış, Medine’nin tüm evlerinde İslam’ın konuşulmasını sağlamışlardır. Böylece ilk Akabe Biatı’nda farklı kişilerle ve daha kalabalık olarak Allah Rasûlü’nün huzuruna çıkmışlardır. Hem de tüm bunları herhangi bir söz vermeden önce gerçekleştirmişlerdir. Biatten sonra yaptıkları ise kelimeler ile anlatılamayacak büyüklüktedir.

Bugün maalesef ilginç bir duruma şahitlik etmekteyiz. İslam’a hizmet denilince akıllara sadece bazı cemaatler ve onların içinden de biat ettiği düşünülen kimseler gelmektedir. Halbuki İslam davası biatlı Müslümanların değil, tüm müminlerin davasıdır. Herkes bu sorumluluktan payına düşeni yerine getirmek için çabalamalıdır ki Allah onlara bir yapı içerisinde kendi dinine hizmet etme şerefini bahşetsin.

Yazımızı son bir meseleye değinerek bitirelim. İslam dinine ilk kucak açan topluluğun Allah Rasûlü’nü yakından tanıyan akrabalarından ve kavminden değil de onu daha önce görmemiş Medinelilerden çıkması -Allah en doğrusunu bilir- İslam’ın evrenselliğine işaret eden önemli bir hikmettir. Eğer Peygambere sallallahu aleyhi ve sellem, akrabaları ve kendi kavmi bir bütün olarak inanmış olsalardı diğer kavimlerin bakış açısı daha farklı olabilir ve İslam’ı bir kavim dini olarak algılayabilirlerdi. Ancak Allah’ın dilemesi ile İslam’a ilk andan itibaren farklı kabile ve sınıflardan insanlar dahil oldular. Son olarak da Peygamber ile hiç alakası olmayan bir kavim İslam’a kucak açtı. Bu da kitlelerin İslam’a bakarken kavmiyetçilik şüphesi ile yaklaşmalarının önüne geçti.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

 

 

[1]        .     Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Peygamberin Hayatı, Mevdudi.

 

[2]        .     Buhari

 

[3]        .     Siyeri İbni Hişam

 

[4]        .     4/Nisa, 45

 

[5]        .     33/Ahzab, 3

 

[6]        .     Buhari

 

[7]        .     13/Rad, 11

 

[8]        .     Buhari, Müslim

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver