BİR KARDEŞLİK AFETİ: GIYBET

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Yüce Allah rahmeti ve fazlıyla İslam ümmetini kardeş kılmış, onların kalplerini birbirlerine ısındırmıştır:

“(Allah,) onların kalplerini birbirine ısındırdı. Sen yeryüzündekilerin tamamını harcasaydın yine de onların kalplerini birbirine ısındıramazdın. Ama Allah onların arasını ısındırdı. (Çünkü) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”[1]

“Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Bir zamanlar düşmandınız da Allah kalplerinizi birbirine ısındırmıştı. O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.”[2]

İnsanların kardeşlik nimetini koruması için dikkat etmesi gereken şeyler vardır; bunların başında da kardeşliği zedeleyen masiyetlerden uzak durmak gelir. Bu yazımızda kardeşliğe aykırı durumlardan biri olan gıybet konusunu ele alacağız.

Gıybet Nedir?

“Ğ-y-b” kökünden türeyen kelime, gözlerden gizli/örtülü anlamındadır.[3] Şer’i ıstılahta gıybet ise kardeşinin gıyabında onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmaktır. Bu tarif Allah Resûlü’ne (sav) aittir.

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) ashâbına, ‘Gıybet nedir bilir misiniz?’ diye sordu.

Sahabe, ‘Allah ve Resûl’ü daha iyi bilir.’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘Gıybet, kardeşini, hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.’ buyurdu.

Bu sırada Allah Resûlü’ne (sav), ‘Benim söylediğim şey kardeşimde varsa o zaman ne buyurursun?’ diye soruldu.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Söylediğin şey kardeşinde varsa onun gıybetini yapmış olursun. Eğer söylediğin şey onda yoksa o zaman kendisine iftira etmişsin demektir.’ buyurdu.”[4]

Gıybetin Nebevi tanımından yola çıkarak İslam âlimleri önemli bir noktaya dikkat çekerler. Gıybet, Müslim kardeşinin kusurlu olduğunu ima eden, başkasının o Müslim’de kusur vehmetmesini sağlayan her şeydir.[5] Gıybet sözle ve açıktan olabileceği gibi bazen ima yoluyla ve yazıyla da olabilir.[6] Bazen biri hakkında konuşulurken, “Allah hepimizi affetsin, afiyet versin.” gibi imalar, o insanda bir kusur olduğunu imleyen imalardır. Sosyal medyada olumsuz özelliğiyle anılan birine yorum yapmak, yapılan yorumu destekleyici imada bulunmak veya emoji göndermek gıybet olabilir. Birinin hoşlanmayacağı bir taklit, gördüğünde rahatsız olacağı el, yüz ve kaş hareketi gıybet olabilir. Ölçümüz bellidir: Kardeşinin hoşlanmadığı ne olursa olsun; ona açıktan, ima yoluyla, yazılı veya işaret diliyle yapılan her çekiştirme dedikodudur.

Gıybetin tanımını önemli kılan bir diğer şey şudur: Gıybeti yanlış tanımlayan insanlar, gıybeti başka isimler adı altında yapmaya başlarlar. Örneğin, “Ona da söyledim!” gibi cümlelerle gıybet yapan insanlar, birinin yüzüne söylenenin onun arkasından da söylenebileceğini düşünürler. Bazısı da “Olanı söylüyorum.” iddiasıyla, söylediklerinin doğru oluşunu gıybet yapmadığına delil sayar. Oysa gıybetin tanımı bellidir. Bir Müslim’in hoşlanmayacağı şekilde arkasından konuşmak, gıybettir. Bunun onun yüzüne söylenmiş olması ve söylenen şeyin onda olması, yapılanın gıybet olduğu gerçeğini değiştirmez.

Kur’ân’da Gıybet

“Birbirinizin gıybetini yapmayın/arkasından konuşmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi? (Nasıl da) tiksindiniz! Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[7]

İslam kardeşliğini bozan unsurlar Hucurat Suresi’nde ele alınmıştır. Bunlardan biri de gıybettir. Yüce Allah’ın gıybeti bir Müslim’in diğer Müslim kardeşlerinin etini yemesine benzetmesi, Kur’ân’ı tedebbür eden ilim ehlinin dikkatini celbetmiş, benzetmeden yola çıkarak bazı istinbatlarda bulunmuşlardır:

Gıybet haramdır ve büyük günahlardandır. Zira insan eti yemek haramdır ve büyük günahlardandır; Yüce Allah’ın gıybeti insan eti yemeye benzetmesi, onun da aynı hükümde olduğunu gösterir.[8]

İnsan eti yemek nefislerde çirkin görülen bir şeydir ve haramdır, aynı şekilde gıybet de (selim tabiatlı) insanlar için çirkin bir şeydir.[9] Ayette kullanılan istifhâm-i takrîrî üslubu da buna delalet eder. Bu üslup, muhatabın kabul ettiği ve onun yanında müsellem olan bir hükmü soru üslubuyla teyit etmeye ve muhatabı derin sorguya sevk etmeye yarar.[10] Ayet âdeta şunu der: Bu ayete muhatap herkesin kabul ettiği gibi ölü eti yemek çirkindir, öyleyse gıybet de çirkin olmalıdır. Zira masiyet ve vesveseyle kirlenmemiş kalpler/nefisler, gıybetin erdemli bir davranış olmadığını bilirler. Allah (cc) en doğrusunu bilir; bu bilginin kaynakları şunlardır: İlki, hiçbirimiz gıyabımızda hoşnut olmadığımız konuşmaların yapılmasını istemeyiz, hepimiz fıtri olarak bundan rahatsız oluruz. Bize yapılınca rahatsız olduğumuz şeyleri başkalarına yapmak erdemsizliktir. Bu bir hata değil, bile isteye kötülük yapmaktır. İkincisi, başkalarının arkasından konuşmak mert olmayan, korkak insanların tabiatıdır. Üçüncüsü, erdemli insan ıslah eden insandır. Bir başkasının arkasından konuşmak onu ıslah etmez, olsa olsa gıybet edenden nefret edip uzaklaşmasına sebep olur. İslam’ın emri gıybet değil, nasihattir. Mümin kardeşinin bir kusuru varsa ona hakkı ve sabrı tavsiye etmeli, onunla nasihatleşmelidir. Dördüncüsü, eli kolu bağlı, savunmasız bir insanı dövmek ile ortamda bulunmadığı için kendini müdafaa edemeyecek birini çekiştirmek aynı şeydir. Her ikisi de erdemli insanların çirkin göreceği şeylerdendir.

Gıybetin insan eti yenmeye benzetilmesi; haysiyet, şeref ve kişilik haklarının da yaşam hakkı kadar değerli olduğunu, İslam’ın canı korumaya ne kadar önem veriyorsa insan onurunu korumaya da o kadar önem verdiğini gösterir.[11] Maalesef gıybet masiyetinin bu denli yaygın olma nedenlerinden biri de insanların bu konudaki bilinçsizliğidir. Çoğu insan, insan kanını dökmenin haram olduğunu bilir, ancak insan şahsiyetini ayaklar altına almanın haram olduğunu idrak edemez. Yine çoğu insan başkasının malında Allah’ın (cc) sınırlarını çiğnemenin haram olduğunu bilir, ancak dedikodu yaparak onun şahsiyetini ayaklar altına almanın haram olduğunu bilmez.

Saîd ibni Zeyd’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurur:

“En tehlikeli faiz (veya faizden dahi daha büyük günah) kişinin Müslim kardeşi hakkında haksızca ileri geri konuşmasıdır.”[12]

Hâliyle adam öldürmek veya birinin malını haksız yollarla yemek çoğu Müslim için tasavvuru dahi zor masiyetlerken dedikodu yapmak gayet sıradandır. İslami ölçüler içinde düşünüldüğünde durum farklılaşır. Bir Müslim’in kanını ve malını haram kılan İslam, onun şahsiyet ve onurunu da haram kılmış, dedikodusunun yapılmasını kesin bir dille yasaklamıştır.  Hatta denilebilir ki selim şeriat ve akıl nezdinde onur ve haysiyet, maldan daha değerlidir.[13] Selim fıtratlı insanlar malları ve itibarları arasında kalsalar tereddüt etmeden itibar ve haysiyetlerini tercih ederler.

Gıybetin ölü eti yemeye benzetilmesi, gıybeti yapılanın ölüye benzemesindendir. Şöyle ki; ölüye ne yapılırsa yapılsın, kendisine yapılan kötülüğün farkında değildir ve kendini müdafaa edemez. Gıybeti yapılan kişi de gıybetinin yapıldığının farkında değildir ve de kendisine yapılan bu kötülüğe karşı kendini savunamaz.[14]

Ayette ölü eti yemeye benzetilen gıybet için, “Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi/sever mi?” sorusu sorulur. Ayeti okuyan her insan, gıybetin benzetildiği bu eylemden tiksinir, rahatsız olur. Ancak Allah (cc) bu eyleme yönelik soruya sevgi/istek kelimesiyle ifade etmiştir. Bunun hikmeti, tüm çirkinliğine rağmen gıybette insanı çeken bir şey olması, gıybetin kendine ait bir şehvetinin olmasıdır.[15]

Nedir bu şehvet? Gıybetin sebeplerini anlatırken de zikredeceğiz, insanı gıybete iten sebeplerden biri, başkalarını çekiştirirken aslında insanın kendisini övmesi, nefsini temize çıkarmasıdır. Lisan-ı hâliyle şöyle der: Falanca zikrettiğim kusurların hiçbiri bende yoktur, bende olmadığı için de başkalarını eleştiriyorum. Nefsin derinliklerinde yer eden bu düşüncenin tarifsiz bir hazzı vardır. Âlimlerin “gıybet şehveti” ifadesinden kastettikleri de bu hazdır. Gıybetin bir diğer hazzı, insana kendi nefsinin kusurlarını unutturmasıdır. Şöyle ki; insan kendi öz nefsini çok iyi tanır,[16] dışarıya verdiği görüntü ile kendi hakikati arasındaki mesafe insanı rahatsız eder. Bu rahatsızlıktan kurtulmanın yolu, başkalarının kusurlarına odaklanmaktır. Bu yönüyle gıybet, sakinleştirici ve ağrı kesici ilaçlar gibidir. Kendine has bir şehveti, hazzı vardır.

Gıybetin ölü eti yemeye benzetilmesi, gıybetin leşe benzetilmesidir. Leş, kaldıkça kokuşmaya ve çevresi için hastalık yaymaya başlar. Gıybet de İslam toplumunun kokuşması ve çevre için hastalık oluşturması demektir. Gıybet yapan insanlar, İslam toplumunu bir arada tutan kardeşlik ve güven duygusunu içten içe çürütür, binayı içeriden yıkarlar. Zira gıybet yapanlar ve gıybet meclislerine maruz kalanlar, zamanla hiç kimseye güvenmemeye, bulunmadıkları meclislerde kendi arkalarından konuşulduğunu düşünmeye başlarlar. Bu da merhamet, sevgi ve dayanışmada bir vücudun azaları gibi olan[17] İslam ümmetini, birbirine güvenmeyen bir topluma dönüştürür.

Leşin yaydığı pis koku gibi gıybetin de kendine ait çirkin bir kokusu vardır. Arınmış ruhlar o kokuyu duyar, rahatsız olurlar.

Câbir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir gün Allah Resûlü (sav) ile beraber oturuyorduk. Kötü kokan leş kokusu yükseldi.

Allah Resûlü (sav), ‘Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, müminlerin gıybetini yapanların yaydığı kokudur.’ buyurdu.”[18]

İnsan eti yemek haramdır ve büyük günahlardandır. Haram olan şeyler de ancak zaruret durumlarında ve hayatı idame ettirecek kadar mübah olurlar.[19] Gıybet de aslen haramdır, bazı özel durumlarda gıybet caiz olur. İslam âlimleri Kur’ân ve Sünnetteki naslardan yola çıkarak bu durumları şöyle tespit etmişlerdir:[20]

a. Zulme uğrayanın; zalimini anması, yapılan zulmü dillendirmesi ve zalime karşılık vermesi caizdir:

“Allah, kötü sözün açıktan söylenmesinden hoşlanmaz. Zulme uğrayan müstesna. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.”[21]

b. Münker işlendiğinde o münkeri ilgili ve yetkili şahıslara iletmek, münkerin değiştirilmesi veya şahsın ıslah edilmesi için yardım istemek caizdir.

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), bir miktar malı paylaştırdı. Ensâr’dan bir adam, ‘Allah’a yemin olsun, Muhammed bu yaptığıyla Allah’ın rızasını murad etmemiştir.’ dedi. Ben de Allah Resûlü’ne (sav) giderek söyleneni ona haber verdim. Allah Resûlü’nün (sav) yüzünün rengi değişti ve ‘Allah, Mûsâ’ya rahmet etsin. Yemin olsun, ona bundan fazlasıyla eziyet edilmişti de o yine sabretmişti.’ buyurdu.”[22]

c. Fetva soran şahsın fetva istediği konuyla ilgili konuşması, şayet konu başkalarıyla ilgiliyse durumun anlatılması gerekir.

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Muâviye’nin annesi Hind, Nebi’ye (sav), ‘Kocam Ebû Sufyân, cimri bir adamdır. Onun malından gizlice alsam bana günah olur mu?’ diye sordu.

Allah Resûlü (sav), ‘Kendine ve çocuklarına örfe göre yetecek kadar al.’ buyurdu.”[23]

d. İnsanları kötüden ve kötülükten sakındırmak için bazı insanların kusurlarını zikretmek de caizdir.  Hadis rivayet eden ravilerin cerhi, bidat ehlinden ilim alacak öğrencinin uyarılması, evlenecek kişiye gelin veya damattaki ahlaki zaafların zikredilmesi, ticaret yapacak kimsenin bazı zararlı tüccarlara karşı uyarılması… bu baptandır.

Fâtıma binti Kays’tan (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’ne (sav), ‘Ebu’l Cehm ve Muâviye ibni Ebû Sufyân beni istiyorlar.’ dedim. Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Muâviye malı olmayan fakir biridir. Ebu’l Cehm ise sopası omzundan inmeyen bir adamdır, (yani çok dayakçı birisidir). Sen Usâme ibni Zeyd ile evlen.’[24]

Âişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘Ben filan ve filan kimsenin dinimizden bir şey bildiklerini zannetmiyorum.’

Ravilerden Leys şöyle dedi: ‘Bu iki şahıs, münafıklardan iki adamdı.’ ”[25]

f. Bir insanı tanıtmak için ondaki bir sıfatı (uzun, kısa, zayıf, kilolu gibi) zikretmek veya bir lakapla meşhur olan birini lakabıyla anmak. Bu lakaplar tanıtma amaçlı olup dalga geçme veya küçümseme amaçlı olmadıkça ve sahipleri bu lakaplardan rahatsızlık duymadıkça lakap kullanmak gıybet kapsamında değildir. Zira Allah Resûlü (sav) ve ashabı, bazı sahabileri lakaplarıyla anmıştır. Bunlardan biri de iki elli/uzun elli anlamında Zu’l Yedeyn isimli sahabidir.[26]

Gıybetten Korunma: Takva ve Tevbe

Gıybeti yasaklayan ayetin sonunda Rabbimiz şöyle buyurur:

“Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”

Gıybeti yasaklayan ayetin akabinde insanlar takvaya ve tevbeye davet edilmişlerdir. Allah’tan korkmak ve O’nun azabından sakınmak anlamındaki takva, dedikodudan korunmanın en önemli aracıdır. Çünkü insan Allah’ın (cc) onu gördüğü, duyduğu ve kuşattığı gerçeğini unuttuğunda gıybet yapmayı önemsemez. Kuşeyrî der ki: “Yaratılmışlar hakkındaki gıybet, Yaratan hakkındaki gaybetten kaynaklanır.”[27] Takva ise insanın, onu Rabbinden uzaklaştıran şer ve zaaflara karşı takındığı tavırdır. Bu zaafların başında da insanın, Allah’ın (cc), kendisini duyup gördüğünü unutma zaafı gelir.

İnsan ne yaparsın yapsın, ne kadar dikkat ederse etsin, insandır. Mutlaka zaafa düşecek, günah işleyecektir. İnsani zaaflarına yenik düşüp gıybet yapan kimse, günahında ısrar etmemeli ve tevbeyle Rabbine yönelmelidir. Zira takva, günah işlememek değil, bile bile günahta ısrar etmemektir.

“O (muttakiler) ki; bir kötülük yaptıklarında yahut (günah işleyerek) kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı anar ve günahları için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka kim günahları bağışlayabilir? Ve bile bile yaptıkları (yanlışta) ısrar etmezler.”[28]

Gıybetin tevbesinin nasıl olacağında ihtilaf edilmiştir. Gıybeti yapan yalnızca tevbe mi edecek, yoksa tevbeye ek olarak gıybetini yaptığı kişiden helallik isteyecek midir? Bu tartışmanın nedeni gıybetin bir yönüyle Allah’ın (cc) hakkı olması, diğer yönüyle kul hakkı olmasındandır.[29]

İslam âlimlerinin cumhuru, gıybetçinin günahından tevbe etmesini ve gıybet yapılandan helalik istemesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü gıybet, hakka girmek ve zulmetmektir. Tüm zulüm ve haklarda olduğu gibi helallik alma zorunluluğu vardır.[30]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz, namus veya herhangi bir konuda kardeşine haksızlık yaptıysa altının ve gümüşün fayda etmeyeceği gün gelmeden önce ondan helallik dilesin. O gün geldiğinde iyiliği varsa yaptığı haksızlık kadar iyilik ondan alınır. İyiliği yoksa haksızlık ettiği kardeşinin kötülüklerinden alınıp ona yüklenir.”[31]

Şayet gıybeti yapılan kişiye ulaşılamıyorsa veya şahıs ölmüşse onun için istiğfar dilemeli, ona dua etmeli, onun adına iyilik yapmalıdır.[32] Bazı âlimler, tabiin imamlarından Mucâhid’den (rh) yaptıkları nakille, gıybet yaptığı kişiyi övmesi gerektiğini söylemişlerdir. Mucâhid (rh) der ki: “Kardeşinin etini yemenin kefareti onu övmendir.”[33]

İslam âlimlerinden bir grup ise gıybet yapanın tevbe etmesini, kardeşi için bağışlanma dilemesini ve onun gıyabında onu övmesini tevbe için yeterli saymışlardır. Onun gıybetini yaptığı için helallik istemenin gerekli olmadığını, zira bu durumun gıybeti yapılanın kalbinde kin ve öfkeye sebebiyet vereceğini, arkasından konuşulduğu için üzüleceğini söylemişlerdir. Ayrıca helallik istemenin gayesi, kalplerdeki kırgınlıkları gidermektir. Gıybeti yapılana bu haber verildiğinde şeriatın gözettiği gayenin aksine olumsuz duygular peyda olacaktır.[34]

Deriz ki; helallik alma hadisinde de varid olduğu üzere aslolan, zalimin mazlumdan hak helalliği istemesi, hakları kıyamete ertelememesidir. Gıybet bir zulümse ve gıybetle beraber bir hak oluşuyorsa, ki öyledir, o takdirde zalimin mazluma durumu bildirmesi ve helallik talebinde bulunması gerekir. Mümkünse zulmün türü ve içeriğine dair bilgi aktarmadan ona zulmettiğini ve helallik istediğini söyler. Böylece hem helalleşmiş hem de muhatabı incitmemiş olur. Ancak mazlum detayları öğrenmekte ısrarcı olursa o takdirde sadece zulmün türünü söyler, ama içeriğe dair detay vermez. Böylece İslam âlimlerinin zikrettiği endişelerden korunmuş olur. Fakat mazlum detayları öğrenmeden hakkını helal etmeyeceğini söylüyorsa o zaman detayları aktarır ve helallik ister.

Kendisinden helallik istenen Müslim geniş yürekli olmalı, affetme yolunu tercih etmelidir. Ona zulmedenin hatasına hatayla karşılık vermemeli, karşısındakini detay sorarak mahcup etmemeli, hatasından döndüğü için kardeşini tebrik edip cesaretlendirmelidir. Kendisinin de hata yapabileceğini, her şeyden önce Allah’ın (cc) bağışlamasına ve affına muhtaç olduğunu, Yüce Allah’ın affeden kulları affettiğini hatırlamalıdır.

“İçinizden fazilet ve zenginlik sahipleri, akrabalara, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (bir daha mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler. Affetsinler, hoş görsünler (yaptıklarını görmezden gelsinler). Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[35]

“Kim de sabreder ve bağışlarsa şüphesiz ki bu, azmedilmeye layık işlerdendir.”[36]

“Şayet bir ceza verecekseniz size verilen cezaya misliyle karşılık verin. Şayet sabrederseniz hiç şüphesiz ki o, sabredenler için daha hayırlıdır.”[37]

Bir sonraki sayımızda nasip olursa insanları gıybete iten sebepleri ele alacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).


[1] 8/Enfâl, 63

[2] bk. 3/Âl-i İmrân, 103

[3] bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 4/403, ğ-y-b maddesi

[4] Müslim, 2589

[5] bk. El-Ezkâr li’n Nevevî, Dâru’l Fikr, s. 338

[6] bk. Muhtasaru Minhâci’l Kâsidîn, Mektebetu Dâri’l Beyân, s. 170

[7] bk. 49/Hucurât, 12

[8] bk. Tefsîru’s Sa’dî, Muessesetu’r Risâle, s. 801, Hucurât Suresi, 12. ayetin tefsiri

[9] bk. Tefsîru’l Kurtubî, 16/335; Fethu’l Kadîr li’ş Şevkânî, 5/77, Hucurât Suresi, 12. ayetin tefsirleri

[10] bk. Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, 26/254-255, Hucurât Suresi, 12. Ayetin tefsiri

[11] bk. Mefâtîhu’l Ğayb, Dâru İhyâi’t Turâs, 28/110; Fethu’l Kadîr li’ş Şevkânî, 5/77, Hucurât Suresi, 12. ayetin tefsirleri

[12] Ebu Davud, 4876; Ahmed, 1651

[13] bk. Mirkâtu’l Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l Mesâbîh, Dâru’l Fikr, 8/3158

[14] bk. Tefsîru İbni’l Kayyim, Dâru Mektebeti’l Hilâl, 1/480

[15] bk. Nazmu’d Durer, Dâru’l Kitâbi’l İslâmî, 18/380, Hucurât Suresi, 12. ayetin tefsiri

[16] “(Hayır!) Bilakis insan, kendi nefsi üzerine basiret sahibidir. (Kendisini en iyi tanıyandır.) Mazeretlerini sayıp dökse bile.” (75/Kıyâmet, 14-15)

[17] bk. Buhari, 6011; Müslim, 2586

[18] Ahmed, 14784

[19] Ölecek insanın, insan eti yiyip yiyemeyeceği ihtilaf edilen konulardandır.

[20] bk. El-Ezkâr, s. 340 vd.; El-Ğiybetu’l Mubâha ve Suveruha’l Muâsıra, s. 515-570

[21] 4/Nisâ, 148

[22] Buhari, 6059; Müslim, 1062

[23] Buhari, 2211; Müslim, 1714

[24] Müslim, 1480

[25] Buhari, 6067

[26] bk. Buhari, 6051; Müslim, 573

[27] Nazmu’d Durer, Dâru’l Kitâbi’l İslâmî, 18/379, Hucurât Suresi, 12. ayetin tefsiri

[28] 3/Âl-i İmrân, 135

[29] bk. Muhtasaru Minhâci’l Kâsidîn, Mektebetu Dâri’l Beyân, s. 173-174

[30] bk. El-Ezkâr li’n Nevevî, Dâru’l Fikr, 346; Tefsîru’l Kurtubî, 16/337, Hucurât Suresi, 12. ayetin tefsiri

[31] Buhari, 2449

[32] bk. El-Ezkâr li’n Nevevî, Dâru’l Fikr, s. 346

[33] bk. Muhtasaru Minhâci’l Kâsidîn, Mektebetu Dâri’l Beyân, s. 174

[34] bk. El-Vâbilu’s Sayyib, Dâru Atââtu’l İlm, s. 389-390; İbnu’l Kayyîm bu görüşü tercih etmiş ve Hocası İbni Teymiyye’ye (rh) nispet etmiştir.

[35] 24/Nûr, 22

[36] 42/Şûrâ, 43

[37] 16/Nahl, 126

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver