Bilginin Şifresi: Genetik Ve Dna

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Bütün canlıların temel özelliği, kendilerini çoğaltabilme yeteneklerinin olmasıdır. Tüm organizmalar, kendi yapı ve işlevlerini belirleyecek genetik bilgiyi ebeveynlerinden kalıtırlar (alırlar). Bütün hücreler, daha önce var olan hücrelerden köken aldığı için, genetik materyal kopyalanmalı ve her hücre bölünmesi sırasında yavru hücreye aktarılmalıdır.

Hiçbir hücre kendisini yoktan var edemez, hep kendinden önceki hücreden bölünür. El-Hâlık olan Allah’ın, ilk defa o hücreyi yaratması lazımdır ki; diğer hücreler de yaratılan o ilk hücreden çoğalabilsin. İlki yaratan da yarattığını çoğaltıp yayan da Allah’tır (cc).

DNA’nın başlıca rolü bilginin uzun süre saklanmasıdır. Bir hücre sahip olduğu DNA’nın her bilgisini kullansa da kullanmasa da DNA, o genetik şifreyi (bilgiyi) saklar ve muhafaza eder. Hücrenin bölünmesi sırasında da yavru hücreye bu genetik bilginin tamamını aktarır. Bu bölünmenin bir istisnası vardır. Üreme hücrelerinde genetik bilginin tamamı aktarılmaz. İkiye bölünür ve yarım yarım aktarılır. Buna mayoz bölünme denilir. Bu bölünme şekli kadınlarda yumurta hücresinde, erkeklerde sperm hücresinde görülür. İnsanların bu kadar farklı görünüşte olmasının sebebi her anne ve babanın yavrusuna mevcut genetik şifresinin yarısını aktarması ve o yarım genetik şifreye sahip yumurta hücresi, yarım genetik bilgiye sahip sperm hücresiyle birleştiğinde bir araya gelen karşılıklı bilgilerden belli kurallara göre bir karışım yapılmasıdır. Bu aşamada birçok faktör rol oynar.

1865’te bir bezelye deneyinde bu genetik şifrenin çalışma prensibinin temelleri atılmıştır. Her karakteri belirleyen bir gen çifti vardır. Biri anneden, diğeri babadan gelir. Biri yeşil, diğeri sarı bezelyeyi oluşturacak iki farklı bezelye türünün birbirleriyle döllenmesi şu sonuçları doğurmuştur: Genetik bilgi olarak sarı, yeşil ve melez bezelyeler oluşmuştur. Melez olan bezelye, genetik bilgi olarak hem sarı rengi hem de yeşil rengi taşımasına rağmen, görüntüsü sarı renk olmuştur. Anlaşılmıştır ki sarı renk gen, yeşil renk gene baskın (dominant) gelmiştir. Sarı renk gen ile yeşil renk gen, yavru bezelyede birbiriyle karşı kaşıya geldiğinde bezelye tamamen sarı renk özelliği göstermiş; yeşil renk, sarı renge göre pasif (çekinik) kalmıştır. Hücre, taşıdığı genetik bilgi olan DNA’yı, farklı şekilde dış görünüşe yansıtabilir.

Bir kadın, yumurta hücresine bazı özel bölünme teknikleriyle mevcut genetik bilgisinin yarısını aktarır. Kadın insan hücreleri 46 kromozomdur (44+XX). Kadının döllenmeye hazır yumurta hücreleri ise 23 kromozomdur (22+X). Aynı şekilde bir erkeğin her hücresi 46 kromozomdur (44+XY). Erkek, sperm hücrelerine özel bölünme teknikleri olan mayoz bölünmeyle 23 kromozom aktarır. Erkeğin spermlerinin yarısı 22+X, diğer yarısı 22+Y genetik bilgisine sahiptir.

Burada gösterilen X (dişi) ve Y (erkek) kromozomları cinsiyet kromozomlarıdır ve DNA’da cinsiyet bilgisini taşır. Eğer (22+X) yumurta hücresini, genetik bilgisi 22+X olan bir sperm döllerse oluşan bebek bu bilgilerin toplamı olan 44+XX olur ve kız bebek dünyaya gelir. Eğer (22+X) yumurta hücresini, genetik bilgisi 22+Y olan bir sperm döllerse oluşan bebek 44+XY olur ve erkek bebek dünyaya gelir.

Y kromozomu, X kromozomuna baskındır. Bir bebeğin cinsiyetinin kız olabilmesi için 2 X genetik bilgisine ihtiyaç vardır. Oysa bir bebeğin erkek olabilmesi için bir tane Y genetik bilgisi yeterlidir, yanında bir tane X (dişi) genetik bilgisi olduğu hâlde X kromozomuyla yan yana geldiklerinde Y kromozomunun hükmü geçer.

Bir kadın sadece X (dişi) bilgisi taşıdığından, erkek bebek olması için babadan gelen Y (erkek) kromozomu gereklidir. Aynı şekilde kız bebek olabilmesi için de kadının yumurta hücresine, X (dişi) genetik bilgili sperm ulaşması gerekir. Cinsiyeti belirleyen etken, temel olarak babanın spermindeki genetik bilgidir.

Yukarıdaki iki örnekte görüldüğü gibi bir hücrenin özelliklerini belirleyen temel faktör, hücrenin sahip olduğu genetik bilgisi, yani DNA’dır. Vücuttaki her bir hücrenin ne hücresi olacağını, hangi görevi yapacağını ve her türlü davranışını DNA belirler. DNA, bir organizmada o organizmanın ihtiyacı olan her bilgiyi taşır. Bazı dokuların bazı hücrelerinde DNA’nın bir kısmı aktiftir, başka bir dokudaki başka hücrelerde ise DNA’nın başka bir kısmı aktiftir. Böylece vücut iş bölümü yapar. Ama bir organizmadaki her hücre aynı genetik yapıyı içerir. Beyin hücresi de aynı DNA’ya sahiptir, insanın ayak parmak hücresi de aynı DNA’ya sahiptir. Sahip olduğu DNA’nın farklı bölümlerini çalıştırır, farklı iş yapar ve farklılaşır.

DNA’nın yapısını nükleotid denilen birimler oluşturur. Bir virüste 200.000 civarında nükleotid bulunur. İnsan DNA’sında ise 3 milyardan fazla olduğu düşünülüyor. 2000’li yılların başlarında insanın genomik haritası keşfedildi. Bu 3 milyar nükleotid baz dizilimi elde edildi ve bir genomik harita çıkartıldı. Bazı insanlarda bu nükleotid birimlerinde bozukluklar (mutasyonlar) saptandı ve bu mutasyonlar bazı hastalıkların sebebi olarak tespit edildi.

İnsan genomunun yanı sıra balıkların, kurbağaların, tavukların, köpeklerin, kemirgenlerin ve hatta primatların da dâhil olmak üzere birçok canlının genom dizileri keşfedildi. Bu diğer canlıların genom dizilerinin büyüklük olarak insan genomu ile aynı olduğu saptandı. Hatta insan, fare, tavuk ve zebrabalığı genomları karşılaştırıldığında protein kodlayan genlerin bir kısmının ortak olduğu; bu canlıların hepsinde olduğu görüldü. Öte yandan 3000 kadar genin ise bu dört tür için spesifik olduğu; diğerlerinde asla bulunmadığı ve sadece o canlıya özel olduğu görüldü.

Bunun gibi birçok çalışma gösterdi ki en basit canlıdan en kompleks canlıya kadar hepsinde ortak olan gen bölümleri vardır. Bununla birlikte her canlının kendi türüne özel spesifik bölümleri de mevcuttur. Her tür içerisinde de her birey kendine has genetik bilgi kısımları barındırır.

Birçok farklı canlı türü mevcuttur, bilim insanları hâlâ hepsini bulabilmiş değil. Dünyanın en derin yeri kabul edilen Mariana Çukuru incelendiğinde, insanlık tarihinden bile eski olabileceği düşünülen canlı türleriyle insanoğlu 2020 yılında karşılaşıyor. Bu kadar farklı çeşitte canlının, birbirleriyle ortak olan gen bölümleri ve birbirinden tamamen farklı olan, sadece kendilerine özgü gen bölümleri mevcut. Gen dizilimlerinin çoğunluğu benzese de bazı farklılıklar, canlıları birbirinden ayırıyor, dünyanın yaratılışından beri hiçbir canlı türü birbirine benzemiyor.

Bir DNA’nın yapısını nükleotid denilen birimler oluşturur, demiştik. Bu nükleotidleri oluşturan DNA’da 4 adet baz (adenin-guanin-sitozin-timin) bulunur.

Bu 4 adet baz, DNA’da belli düzen ve sırayla karşılıklı yerleşiyor, alttakine ve üsttekine belli kurallarla bağlanıyor ve böylece uzun DNA sarmalı oluşuyor. Bütün bu sırayı, düzeni oluşturan, bu dizilim kurallarını belirleyen Er-Rabb olan Allah’tan başkası değildir. Rabbimiz önce yaratıyor, eşsiz ve benzersiz kılıyor; sonra da yarattıklarına bir düzen ve kural koyuyor.

Birbirleriyle belli kurallara göre dizilen bazların her bir bölümü DNA’da farklı bir bilgiyi kodluyor. Peki, nasıl oluyor da bir canlı türü olan insandaki bu DNA, farklı farklı görünüşteki milyarlarca insanı oluşturuyor? Bu insanlar birbirine benzese de görünüşlerinde ciddi farklılıklar oluyor. Herkesin temelde burnu, kaşı, gözü, dudağı, yanağı, alnı mevcut; ama hepsi birbirinden farklı. Burun geni her insanda var, ama her burun birbirinden farklı. Tarihte yaşamış hiçbir insan birbirinin aynısı değil. Tek yumurta ikizleri dahi, ki tek yumurta ikizlerinin tüm genetik yapısı birbiriyle aynıdır, dikkatli bakıldığında farklılıklara sahip oluyor. Hiçbir insanın parmak izi birbiriyle aynı değil; tek yumurta ikizlerinin, genetik yapısı tamamen aynı olan insanların bile farklılıkları olabiliyor.

DNA’nın sahip olduğu bilgilerin kodlamasına “genetik” olarak adlandırılıyor. Bu kodlanan bilginin dış görünüşe aktarılmasına da “fenotip” deniliyor. DNA’daki bilgiyi kodlayan genlerin karşılıklı bir araya gelmesi sonrasında dominant ya da çekinik olması özelliğine göre bir taraf gen susabiliyor ve diğer taraf gen konuşuyor. Örneğin renkli gözleri düşünelim. Kahverengi göz geni dominanttır. Diğer mavi ve yeşil göz rengi geni çekinik genlerdir. Yukarıda da örneklendirdiğimiz gibi kahverengi göz rengi geninin yanına mavi veya yeşil göz rengi gelirse bu iki göz rengi çekinik kalır ve dominant olan gen hâkim olur; kişi kahverengi göz rengine sahip olur.

Bir bilginin birçok farklı genetik şifresi vardır. Göz rengi genetik bilgisinin bile 3 çeşidi vardır. İnsanın sahip olduğu özelliklerin de oldukça fazla genetik bilgisi vardır ve birbirleriyle farklı kurallarda bir araya gelerek farklılıklar meydana getirir.

Ela göz rengi vardır, ama ela göz rengi geni yoktur. Öyleyse bu renk nasıl oluşuyor?

Ela göz rengi iki çekinik gen olan yeşil ve mavinin bir araya gelmesiyle ikisinin de özelliğini göstermesi sonucu oluşur. Ela göz geni diye bir gen olmamasına rağmen, iki gen bir araya geldiklerinde kendi özelliklerinden bambaşka bir özellik gösterebiliyor ve ikisinin karışımı bambaşka bir sonuç ortaya çıkarabiliyor.

Bir sürü kahverengi göz rengine sahip insan vardır, ama dikkatli baktığımızda her kahverengi göz bile birbirinden farklıdır. Peki, bu nasıl oluyor?

Bir genetik bilginin beklenen fenotipik (dış görünüş) özellikleri göstermemesinin bazı nedenleri vardır. Bir kişinin genlerinin davranışı sadece genlerin DNA veya baz dizilimine bağlı değildir, epigenetik faktörler de gen davranışlarını etkiler.

Epigenetik, bir bireyin genetiğinin DNA dizilimi dışındaki faktörlerle kontrol edilmesidir. Epigenetik değişiklikler genleri açıp kapatabilir ve genetik bilginin dış görünüşe nasıl yansıyacağına karar verebilir.

Ela göz rengi geni olmamasına rağmen, iki tane farklı genetik bilginin, aynı anda farklı derecelerde aktif olmasıyla karışım bir renk oluşur, bu epigenetik bir faktördür. Yine aynı şekilde kahverengi göz renginde, baskın olan kahverengi göz geni yanında farklı bir göz rengi geninin epigenetik faktörlerle bir miktar dâhil olmasıyla kişinin kahverengi göz renginin tonu değişebilir.

Buraya kadar hücrenin içinde olan genetik bilgilerin dış görünüşe yansıyarak fenotipik özellikleri belirlemesini ve bu belirleme esnasında bazı epigenetik faktörlerin de genetik bilginin dışa yansımasını değiştirebildiğini konuştuk.

Peki, bir kişinin sahip olduğu genetik bilgi sonradan değişebilir mi?

Evet değişebilir. Bu değişikliğe mutasyon adı verilir.

Mutasyon, genetik bilgide meydana gelen kalıtsal[1] değişikliklerdir. Mutasyonların en önemli sonuçlarından biri, bir sonraki kuşağa farklı genetik özellikler aktarılmasına neden olmasıdır. Bu ise, farklı fiziksel fenotipik özelliklere sahip bireylerin meydana gelmesi anlamına gelir. Bu mutasyonlar pozitif veya negatif yönde olabildiği gibi sessiz de olabilir, yani bir etkiye sahip olmayan mutasyonlar olabilir. Negatif yöndeki mutasyonların örnekleri bazı hastalıklar ve kanserlerdir. Genlerin bir kısmında mutasyon oluşur, o genetik bölge normal çalışma mekanizmasının dışına çıkar ve kanser meydana gelebilir. Göz renginin normalde kahverengi olduğu ve kahverengi göz rengi geninin mutasyona uğraması sonrası mavi ve yeşil göz renkleri meydana geldiği söylenmektedir. Bu pozitif yöndeki bir mutasyondur. Bazı mutasyonlar ise hiçbir etki göstermez, sessiz mutasyonlardır.

Mutasyonların çok çeşitleri vardır. Örneğin bir mutasyon DNA’daki kromozom bölgesinin sayısını değiştirebilir, yapısını değiştirebilir, o bölgenin kaymasına sebep olabilir… Örneğin hepimizin bildiği Down Sendromu; genetik bir mutasyon sonucu oluşur. Normalde 46 (44+XX veya 44+XY) kromozomlu olması gereken insan, mutasyon sonucu 21 numaralı kromozomun bir tane fazla olması nedeniyle insanın 47 kromozomlu olması hastalığıdır. Bu fazlalık “tipik down sendromu görünüşü”nü ve çeşitli seviyelerde farklılık gösteren zekâ geriliğini meydana getirir.

Her canlı türünde kodlu olan bir genetik şifre mevcuttur, bu genetik şifre farklı mekanizmalarla bir davranış ve görünüş kalıbı oluşturuyor. Bu davranışı belirleyen bazı kurallar vardır. Bu kuralları değiştiren bazı faktörler mevcuttur ki bunlardan ikisi epigenetik faktörler ve mutasyonlardır.

Peki, bir insanın sahip olduğu genetik bilgi arttırılıp azaltılabilir mi? Çevresel faktörlerle genetik bilgi iyileştirilip daha yüksek performans gösterebilir mi?

Evet. Bunun en güzel iki örneği zekâ ve boy gelişimidir. Boy geni rakamsal olarak çok çeşitli bilgiler içerir. Anneden ve babadan gelen boy genlerinin karışımı ile kişinin boyunun maksimum ne kadar olabileceği bilgisi DNA’sında kodludur. Ama çevresel faktörler bu genetik bilginin ne kadarına ulaşılacağına etki eder. Kişinin spor yapması, dengeli ve düzenli beslenmesi, daha iyi bir yaşam koşullarına sahip olması çok etkilidir. Farklı boylarda olan ikizleri bu etkiye örnek olarak verebiliriz.

Zekâ da böyledir. Zekânın maternal kalıtıldığı, yani zekâ genlerinin anneden çocuğa geçtiği düşünülüyor. Zekâ genlerinin X kromozomu; yukarıda belirttiğimiz dişi cinsiyet kromozomunda kodlandığı yönünde çalışmalar mevcut. Nasıl kalıtıldığı henüz tam olarak anlaşılamasa da zekânın genetik bir temeli mevcuttur. Bazı sosyal sebepler nedeniyle doğumlarından sonra farklı ailelerin yanında büyümüş tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan bir çalışmada, tamamen aynı genetik şifrelemeye sahip olan, yani DNA’sı tamamen aynı olan tek yumurta ikizlerinin, büyüdükten sonra zekâlarında anlamlı farklılıklar bulunmuş. Bu iki kardeş tamamen aynı genetik bilgiye sahip olmasına rağmen, ikisinde de aynı zekâ geni olmasına rağmen birisinin, çevresel faktörlerin etkisiyle diğerinden daha zeki olduğu saptanmış. Bu gösterir ki genetik bilgi kaynaktır, ancak çevresel faktörlerle iyileştirilebilir.

Yine başka bir örnek verecek olursak, bir aile ortamı temel olarak aynı çevresel faktörlere sahiptir. Bir annenin veya bir babanın her çocuğuna davranış şekli farklılıklar gösterse de temel olarak benzerdir. Buna rağmen bir ailenin her çocuğu aynı olmaz. Daha bebeklikten ciddi farklılıklar gözlemlenir kardeşler arasında, dikkatli bir göz hemen fark edebilir. Bu da gösterir ki çevresel faktörler, kişinin o kişi olması için temel belirleyici değildir. Sahip olduğu genetik bilginin çok büyük rolü vardır.

Kişi, sahip olduğu genetik bilgi seviyesine tam anlamıyla ulaşamayabilir. Bununla birlikte çevresel faktörlerle, üzerinde sarf ettiği çabayla maksimum seviyeye sahip olabilir. Maksimum seviye genetiğimizde kodludur, bu seviyenin ne kadarına ulaştığımız ise çabamız ve çevresel faktörlerimize bağlıdır.

Genetik bilgi bir aile soyunda aynı düzende akıp gitmez. Bazı benzerlikler olsa da o genetik bilgi her bireyde yeniden düzenlenir. Bir annenin yumurta hücresi oluşturması veya bir babanın sperm hücresi oluşturması, elmayı bıçakla ikiye keser gibi net bir çizgide oluşmaz. Annede veya babada hiç kullanılmayan gen bölgesi, çocuğa aktarılmış olabilir ve bu gen bölgesi çocukta aktif hâle gelebilir. Annede veya babada aktif bir şekilde dominant olarak kullanılan genler çocuğa aktarılabilir, aktarılan bu genler aktif olabilir veya çocuğa aktarıldığında pasifleşebilir. Anneden veya babadan gelen genler birbiri ile karşılaştığında birisi dominant, birisi çekinik olabilir ve ona göre çocukta özellik gösterebilir veya epigenetik özellikler devreye girip ikisinden de bir miktar özellik gösteren yeni bir durum oluşturabilir. Anneden veya babadan gelen genler mutasyona uğrayabilir ve bambaşka çalışan bir gen özelliği ortaya çıkabilir. Bu yeniden düzenlenme sonucunda bir çocuk, anne ve babaya genel olarak benzese de, mutlaka kendine has özellikler ortaya çıkartır. Çocuk; anne ya da babanın bir uzantısı değildir. Yeni bir karakterdir, yeni bir bireydir. Mavi gözlü bir anne ile yeşil gözlü bir babanın ela gözlü çocuğu olabilir. Kısa boylu bir anne ile uzun boylu bir babanın çocuğu; uzun da olabilir, kısa da olabilir, ortalamayı da yakalayabilir. Sakin ve yumuşak huylu bir ebeveynin sert ve mücadeleci, savaşçı bir çocuğu olabilir. Kendisi gibi sakin ve yumuşak huylu bir çocuğu da olabilir.

Fıtrat da genetik bilgi gibi insanda kodlanmıştır. Bazı insanların mizaçları sert veya yumuşak olabiliyor. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, “Allah (cc), Âdem’i (as) yeryüzünün her bir tarafından aldığı bir avuç toprakla yarattı. İnsanlar da toprağın kalitesine, toprağın kıymetine göre geldiler. Siyah ırk, beyaz ırk, kırmızı ırk ve bunun arasında olan melez ırk işte bu sebepten oldu. Kimisi pis bir insan oldu/habis oldu. Kimisi ise güzel bir insan oldu/tayyip oldu.” buyurmuştur.

İnsanların deri renginin farklı renklerde olması bu şekilde genetik dizilimlerle belirleniyor. Siyahi bir baba ile beyaz ırktan olan bir anne evlendiğinde çocukları iki genin karışımı şeklinde melez oluyor. Siyahi anne babalar, çocuklarına bu genetik bilgiyi aktarıyor ve çocukları da siyahi oluyor. Veya Asya ırkına sahip insanların belirli bir dış görünüşleri mevcuttur. Bu insanlar çocuklarına aynı genetik bilgileri aktarıyor ve aynı fenotipik özelliklere sahip çocuklar oluşuyor. Farklı genetik bilgiye sahip siyahi ırk ile Asya ırkından olan bireylerin çocukları ise birbirlerinin karışımı farklı bir özellik gösteriyor, melez ırk oluşuyor.

Belli bölgelerde ve belli coğrafyalarda “gen havuzu” dediğimiz durum meydana gelir. Örneğin Afrika bölgesinde doğan bütün çocuklar siyahi olur, anne babaları siyahidir çünkü. Aynı/Benzer genler sürekli bir araya gelir ve aynı sonucu verir. Farklı bir gen karışmaz, gen havuzuna yeni bir gen dâhil olmaz. Asyalıları ele aldığımızda diğer insanlardan farklı, ama kendi aralarında benzer bir dış görünüşe sahip olduklarını görürüz. Farklı genetik özelliklere sahip insanlarla evlenmedikleri, kendi içlerinde kapalı bir toplum oldukları ve dışarıdan farklı genler katılmadığı için sınırlı bir gen havuzu oluşur. Bu durum da beraberinde bir sakınca oluşturmaktadır. Nadir görülen ve çekinik kromozomla kalıtılan bazı hastalıkların, bu gen havuzunda çekinik olan diğer genlerle bir araya gelme ihtimali diğer toplumlara göre daha yüksektir. Normalde dominant bir genin karşısında sessiz kalıp hastalık oluşturmadan normal bir yaşantıya sahip olabilecek bir gen; sınırlı gen havuzunda diğer çekinik genlerle bir araya gelip, diğer toplumlara göre daha fazla hastalık oluşturur. Akdeniz anemisi olarak bilinen talasemi hastalığı bunun bir örneğidir. İki taşıyıcı ebeveyn evlenirse çocuklarının talasemi hastası olma olasılığı daha yüksek olur. Talesemi hastalığı nadir görülse de bu tür toplumlar arasında sık görülebilmektedir. Ailede hasta olan birey çocuklarına genetik bilgiyi paylaştırır ve taşıyıcılar meydana gelir. Taşıyıcılar birbirini bulduğunda normalde çekinik olan genler bir araya gelip hastalık durumunu oluşturur. O sülale sürekli birbiri içinden evlenen ve dışarıdan kız alıp vermeyen kapalı bir toplum oluşturursa taşıyıcı olan çekinik genler sürekli bir araya gelir. Hastalık normal popülasyondan daha sık görülür. Talasemi taşıyıcılığı toplumda evlilik öncesi alınan kan ile taranmaktadır. Başka bir genetik kalıtıma sahip hastalık ise fenilketonüridir. Bu hastalık da çekinik bir genle taşınır, benzer mekanizmalarla hastalık meydana getiriyor. Fenilketonüri, yenidoğan bebekte “topuk kanı testi” ile taranan ve tedavisi hemen başlanabilen bir hastalıktır.

Zekânın genetik haritada bir yerlerde kodlu olduğu kesindir, ancak tam olarak neresinde ve nasıl olduğu bulunamamıştır. Fazla ya da eksik genetik bilgiye sahip olan bireyler genel olarak zihinsel engelli olmaktadır.

Genetiğin, davranışlar üzerinde etkisi olup olmadığı hâlâ araştırılıyor. Çok karmaşık davranış kalıplarının genetik bilgilere bağlanması oldukça zor olsa da tek yumurta ikizlerinde yapılan çalışmalar farklı sonuçlar ortaya çıkarıyor. Bir başka dikkat çeken çalışma ise bir genetik hastalık olan Jacob’s Sendromu’dur. Bu sendroma sahip erkeklerde bir tane Y kromozomu fazladan bulunuyor. Normal erkek 44+XY genetiğine sahipken; bu sendromda erkek 44+XYY genetiğine sahiptir. Bu sendroma sahip erkeklerin şiddete daha meyilli ve suç işlemeye daha yatkın oldukları görülmüş. Bu sendrom ve sonuçları; “Şiddet eğilimli davranışların genetiği Y kromozomu üzerinde mi taşınıyor?”, “Davranışların genetikle bir bağlantısı var mı?” gibi ve daha birçok soruyu akıllara getirse de kanıtlanmış bir bilgi yoktur.

Selametle kalınız.

 


[1] .Kalıtım, ana hücrenin yavru hücreye aktardığı genetik bilgidir. Kuşaktan kuşağa aktarımdır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver