Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Önceki sayılarımızda beyin bölgelerinden ve özelliklerinden bahsetmiştik. Tek bir bölgenin hâkimiyetinde hareket etmenin eksikliklerine değinmiş ve beyin bölgelerini birbirine bağlamanın tekniklerini yorumlamaya çalışmıştık. Beyin kevnî ayetinin işleyişi keşfedilmeden ve maddeler hâlinde sıralanmadan önce de insanlar beyinlerini en üst seviyede kullanabiliyorlardı; hikmetten, basiretten, ferasetten mahrum değillerdi. Peygamberlerin hayatlarına, sahabilerin yaşayışlarına, salih insanların bize ulaşan yaşam öykülerine baktığımızda bu örneklik en güzel şekilde karşımızda duruyor…
Rabbimiz (cc) Kur’ân’da beynin tüm fonksiyonlarına değiniyor; insanları akletmeye, düşünmeye, tefekkür etmeye, öğüt almaya, derinlemesine anlamaya, okumaya, yazmaya, sözün en güzeliyle iletişim kurmaya, hatırlamaya, incelemeye, amel etmeye çağırıyor. Bir şeyi emrettiğinde, ona giden yolları da öğreten; bir şeyi nehyettiğinde ona giden tüm yolları kapatan Rabbimiz (cc), insana akıl nimetini en güzel şekilde ve en üst seviyede kullanmasını tavsiye edip kulunu kendi hâline bırakmaz…
“Yoksa insan (emredilmeden, nehyedilmeden, bir şeriata tabi tutulmadan) başıboş bırakılacağını mı sandı?”[1]
İslam hiçbir şeyi eksik bırakmayan, tamamlanmış bir din[2] olduğu için ve insanın bedenine ve ruhuna bir bütün hâlinde hitap ettiği için muhakkak dinin içindeki bir şey bu fizyolojiyi destekleyip geliştirmeli ve patolojiyi (fıtrattan sapmayı) tedavi eder nitelikte olmalıdır.
İşte o, duadır… Dua öyle bir ibadettir ki insanın kalbini, ruhunu, zihnini, aklını besler; geliştirir, doyurur; maddi ve manevi olarak sağlıklı kılar. Birlikte incelemeye çalışalım, çaba bizden başarı Allah’tandır (cc).
İnsan çeşitli sebeplerle ellerini açıp Rabbine dua edebilir. Her ne sebeple olursa olsun “Rabbim!” veya “Allah’ım!” diye duaya başlayan bir insanın zihni büyük resmi kavrar. “Bir ilah var, beni yarattı ve ben bir kulum. Yarattığı gibi düzenledi ve bir kader takdir etti.” Sağ beyniyle yaşananlara ve tüm kâinata geniş çerçeveden bakabildiğinde ne için yaratıldığını ve yaşadıklarının aslında ne anlama geldiğini anlayabilir. “Yaşadığım sıkıntı ve sahip olduğum tüm nimetler bir imtihan. Sıkıntı ânında sabrım, nimet ânında şükrüm sınanıyor ve tüm bunların amacı kul olduğumu hatırlayıp, Yaratan’a teslim olup olmadığımın açığa çıkması.” diyebilir.
Duanın ilk kelimeleriyle “Rabbim!”, “Allah’ım!” dediğinde Rabbi ile bağ kurmuş olur. Önceki yazılarımızda sağ beyinle bağ kurarak işe başlamanın öneminden, yapacaklarımızı bağ kurduktan sonra yapmanın faydalarından bahsetmiştik. İnsanoğlu ne yaşarsa yaşasın hangi durumla karşılaşırsa karşılaşsın ilk olarak bağ kurmaya ihtiyaç duyar. Eğer insan ilk olarak Rabbi ile bağ kurabilirse her şey yerli yerine oturur, olması gereken hiyerarşik düzen elde edilir. Eğer insan ilk olarak Rabbiyle bağ kurmak yerine başka şeylerle bağ kurarsa; hiyerarşik düzenlemede Rabbini koyması gereken yere herhangi bir şeyi koyarsa hem şirkin kapısını aralar hem kalbi katılaşıp ölmeye başlar hem de yerine koyduğu şey her ne ise -ne kadar doğru olsa bile- hiç düşünmediği zararlar kazanır.
Rabbiyle kurduğu bu bağ, insanda ilk olarak kulluk hissini/şuurunu oluşturur. Dua etmesine sebep olan ihtiyaçlar, istekler, sıkıntılar ve nimetlerin oluşturduğu duygulardan önce “kulluğu” hisseden bir insan, kalbinde ve zihninde değerler hiyerarşisini düzenleyebilir. Sıkıntıyla el açtıysa üzüntüsü, nimetle el açtıysa sevinci kulluk hissinden sonra gelir.
İnsan duaya Allah’a (cc) hamdederek, Peygamber’e (sav) salât ve selam getirerek devam ettiğinde zihni bazı sınırların olduğunu fark eder. Allah’ın emrettiği, Resûl’ün öğrettiği sınırların olduğunu ve insanoğlunun sınırlardan -yılanın kabuğundan sıyrıldığı gibi- sıyrılamayacağını kavrar. “Öyle bir Rabbe dua/ibadet ediyorum ki; O’nun (cc) kuralları ve düzenlemeleri var. Bu kuralları ve düzeni bana öğreten bir elçisi var.” bilinciyle birlikte tüm çerçeveyi çizmiş, hayatta durduğu yere dair kalın kırmızı çizgilerini edinmiş olur.
Duaya günahlardan tevbe edilerek ve verilen nimetlere şükrederek devam edildiğinde sol beyin, büyük resmin içerisindeki detayları fark ederek neden sonuç ilişkileri kurmaya başlar. “Ey nefsim! Bir günah işledin, hata yaptın ve şu ân bağışlanmaya, mağfirete ihtiyacın var; bu nedenle tevbe etmelisin.”, “Ey nefsim! Hoşuna giden çokça nimetler verildi, sevinç içindesin; çokça hamdetmeye ihtiyacın var, Allah’a hamdedip, nimeti kendi nefsinden bilme ki hem nimet elinden alınmasın hem de nankörlerden sayılma.”
Bilinçli yapılan duada bu noktaya kadar sağ beyinle bağ kurulan Rabbe karşı “kulluk hissi” oluşur. Kulluk çatısı altında, Allah’ın sınırları ve Resûl’ün öğretileri dâhilinde, sol beyinle bazı neden sonuç ilişkileri kurulur ve mantıksal çıkarımlarda bulunulur. Bu bilgiler ışığında istiğfarların en büyüğü olan seyyidu’l-istiğfar duasını okuyalım:
“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben gücüm yettiğince seninle yaptığımız ahde sadık kalacağım ve vaadine ulaşmaya çalışacağım. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri de işlediğim günahları da biliyor ve kabul ediyorum. Beni affet; çünkü günahları senden başka bağışlayacak kimse yoktur.”[3]
İnsan dua ederken sağ beynin geniş açıdan değerlendirmesine sol beynin zaman çizgisi ve sıralama özelliğini kattığında “Yaşadıklarım elli bin yıl öncesinden yazılmış, şu ân yaşıyorum, bir gün yaşadığım her şeyden tek tek hesap vereceğim.” diyebilir. Daha ilk cümlelerinde şu bilinçle ibadete başlamış olur: Evvelden takdir eden, şu ân imtihan eden, gelecekte de hesaba çekecek bir Rabbim var.
İnsan beyni kıyas ederek benzerlikleri ve farklılıkları saptayabilen bir özelliğe sahiptir. Eğer bir insan daha önce Kur’ân kıssalarını, kendisine örnek gösterilen peygamberlerin hayatlarını okumuşsa, kendinden önce yaşayan kavimlerin bilgisine sahipse şu ân yaşadığı durumu kıyas edip benzerlikleri ve farklılıkları saptayabilir ve hangisiyle benzeştiğini görebilir. Ne düşünmesi, ne yapması, nerede durması gerektiğini anlayabilir. Buna göre çıkarımda bulunabilir, tarafını ve hedeflerini belirleyebilir.
İnsan kendisinden önceki örnekliklere sol beynin gerçekçi yaklaşımıyla baktığında, nimet ânında hamdetmeyen ve nankörlük eden, sıkıntı ânında tevbe etmeyen ve Allah’a yönelmeyen nice kavmin helak edildiğini; nimet ânında hamdeden, sıkıntı ânında sabreden salih insanların akıbetini hatırlayarak duasına/ibadetine devam eder. Geçmişte yaşanan hadiselerin bizlere anlatılması, aynı şeyler vuku bulduğunda neler olacağını göstermek içindir. Rabbimiz kâinata dair değişmez yasalarını Kur’ân’da anlatmıştır; sünnetullah, hiçbir insanı es geçmeyecek/kayırmayacak şekilde işlemektedir ve onda hiçbir değişiklik yoktur[4]. Nankörlük eden, haddi aşan, şımaran, isyan eden insanın başına gelecekler de bellidir; sabreden, şükreden, sebat eden kulların varacağı yer de bellidir.
Ne yaşarsak yaşayalım, hangi durumun içerisinde olursak olalım; muhakkak Allah (cc) bizlere rol model/örnek olacak bir peygamber, salih bir insan, bir topluluk, bir kıssa aktarır. Başımıza benzer bir vaka geldiğinde Allah’ı nasıl razı edebileceğimizin yolunu bize gösterir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki sağlık ve hastalıkla imtihan olan bir insanın rol modeli Eyyûb’dur (as). Kıskançlıkla, ihanetle, iftirayla, zindanla, yöneticilikle imtihan olan bir insanın rol modeli Yûsuf’tur (as). Kimsesizlikle, zorba bir insanla yaşamak zorunda kalmakla, nankör bir tebaayla imtihan olan bir insanın rol modeli Mûsâ’dır (as). Öfkesine yenik düşüp bir ânlık yanlış kararın büyük sonuçlarıyla karşı karşıya kalan insanın rol modeli Yûnus’tur (as). Çoğunluğun karşısında doğru olanı savunduğu için zorluk yaşayan bir insanın rol modeli Nûh’tur (as). Örnekleri sayısız sayfalarca çoğaltabiliriz hamdolsun.
Rabbimiz Kur’ân’da yaşanan hadiseleri ve önemli detaylarını anlatmakla beraber bize rol model olacak insanların dualarına da ayet ayet yer vermiştir. Bizler dualarımızda o dualara yer verdikçe beynimiz onları örnek alır ve onlar gibi davranmaya çabalar. Beyinde bu işlevler için özelleşmiş sinir hücreleri vardır, sonraki sayılarımızda detaylı işleyeceğiz, Allah nasip ederse.
Peygamberlerin dualarına baktığımızda dikkatimizi çeken şeylerden biri de yaşadıkları durumun, içinde bulundukları hâlin, ne ile karşı karşıya olduklarının isimlerini doğru koyduklarıdır:
“Musa demişti ki: ‘Rabbimiz! Sen Firavun’a ve ileri gelen çevresine dünya hayatında bir süs ve mallar verdin. Rabbimiz! Yolundan saptırsınlar diye mi (bunları verdin)? Rabbimiz! Onların mallarını silip süpür ve kalplerini öyle bir sıkıp mühürle ki can yakıcı azabı görünceye dek iman etmesinler.’ ”[5]
“Dediler ki: ‘Rabbimiz! Şüphesiz biz kendimize zulmettik. Şayet bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ ”[6]
İçinde bulunulan durumun, yapılan hatanın, hissedilen duygunun adı konulduğu gibi nimetin de adı konularak dua edildiğinde, insan, kendisini Allah’a yaklaştıracak ameli de fark eder:
“Rabbim! Hiç şüphesiz bana mülk/yetki verdin ve bana rüya tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Sen dünyada da ahirette de benim velimsin/dostumsun! Benim canımı Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen bir kul olarak al ve beni salihler zümresine dâhil et.”[7]
Mûsâ (as) Firavun’un haddi aşmasına sebep olan şeyin ismini, Âdem (as) yaptığı hata sonrası içinde bulunduğu durumun ismini, Yûsuf (as) kendisine verilen nimetlerin ismini farklı koysaydı, duaları ve amelleri de o yönde olacaktı…
Bazen de ismini koyamadığımız ânlar olur. Nasıl isimlendireceğimizi bilemediğimiz için neye ihtiyacımız olduğunu anlayamaz, nasıl çözüm bulacağımızı göremeyiz. Allah’ı (cc) en iyi tanıyan kullardan peygamberlerin duası yine bize yol gösterir:
“Onlar adına sürülerini suladı. Sonra da bir gölgeliğe çekildi ve: ‘Rabbim! Bana indireceğin her türlü hayra muhtacım.’ dedi.”[8]
İsmi ne olursa olsun tüm hayırlar, çareler kısacası ihtiyacımız olan her şey Rabbimizin (cc) katındadır.
Devam edecek…
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
[1] 75/Kıyâmet, 36
[2] “Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı oldum.” (bk. 5/Mâide, 3)
[3] Buhari, 6306
[4] “(Bu,) önceden yaşamış olanlar hakkında Allah’ın sünnetidir/yasasıdır. Sen, Sünnetullah’ta hiçbir değişiklik bulamazsın.” (33/Ahzâb, 62)
[5] 10/Yûnus, 88
[6] 7/A’râf, 23
[7] 12/Yûsuf, 101
[8] 28/Kasas, 24
İlk Yorumu Sen Yap