İslam tarihinde pek çok dönüm noktası vardır. Bunlardan en önemlisi hicret ve sonrasında hicrete bağlı olarak gelişen hadiselerdir. Hicret aşamasını tamamlayan İslam toplumu yeni bir aşamaya geçmiş ve İslam’ın önündeki engelleri cihadla defetmeye başlamıştı. Bedir Şavaşı, bu aşamanın ilk büyük basamağıydı.
Bedir Savaşı’nda kazanılan zafer, Medine içinde ve dışında hemen domino etkisi göstermişti. Dostluk ve düşmanlık yapanların safları netleşti ve daha önceden karşılaşılmayan yeni topluluklar İslam tarihinde boy göstermeye başladı.
Bedeviler
Bedeviler, Arap toplumunda düzensiz yaşamın sembolü olan bir kesimdi. Çöllerde yaşar ve hiçbir kurala bağlı kalmayıp dilediklerini yaparlardı. Hayat tarzları dillerine yansıyan ve sert bir mizaca sahip olan bu topluluk, İslam Devleti için tehditti. Çünkü İslam; güvenliğin, huzurun ve adaletin simgesiydi. Her türlü karışıklık, İslam’a çağırmanın ve ona uygun yaşamanın önünde engel oluşturuyordu. Güzel sözden anlamayan bu topluluklara alınan en önemli tedbir, onları kendi hâline bırakmadan sürekli seriyyeler düzenleyerek gözetim altında oldukları hissini onlara yaşatmaktı.
Bedir Savaşı öncesinde yapılan seriyyeler, sonrasında da devam etti. Saldırı hazırlığı yaptığı düşünülen bedevilere baskınlar düzenlendi, saldırı hazırlığı yapmayı planlayanlara da bu şekilde mesaj verildi.
Bedir Savaşı ve bu harekâtlar neticesinde bedeviler daha hesaplı hareket etmek zorunda kaldılar. Ayrıca bu topluluktan bir şekilde muzdarip olanlar İslam Devleti’ni sığınılacak bir yer ve güç olarak görmeye başladılar. Bu yönüyle İslam, sadece slogandan ibaret olmayan, aynı zamanda sosyal hayatta da zemini olan bir inanç biçimi olarak tanındı.
Müşrikler
Özelde Mekke, genelde tüm Arap yarımadasındaki müşrikler Allah Resûlü’nün davetine engel olmak için bir uğraş içindeydi. Ancak bu konuda başı Kureyş çekiyordu. Diğer kabileler ise Kureyş’in mücadelesine bazen direkt bazen de dolaylı olarak destek veriyorlardı.
Bedir Savaşı sonrasındaysa erkenden biteceği düşünülen bu davetin, uzun süre Arap yarımadasının gündeminde olacağı anlaşılmış oldu. Kureyş dışındaki müşrikler, Allah Resûlü (sav) ile Kureyş arasındaki mücadeleyi izlemeye ve sonucu beklemeye başladılar. Kureyş ise tehditleri arttırdı, daha da agresifleşti ve büyük bir savaş için topyekûn hazırlık yapmaya başladı.
Bedir Savaşı’nda yakınlarını kaybedenlerin öfkesi daha büyüktü. Kureyş bir bütün olarak savaşa hazırlanırken bireysel olarak hareket edenler de mevcuttu:
“Umeyr ibni Vehb El-Cumahi, Bedir Savaşı’ndan kendisini kurtararak Mekke’ye dönmüş, fakat oğlu Vehb’i Müslimlerin eline bırakmak zorunda kalmıştı. Bir kuşluk vakti Umeyr, Kabe’yi tavaf etmek ve putlara ibadet etmek için Mescide gitti. Safvan ibni Umeyye’yi Hicr’de otururken gördü. Yanına gidip ‘Hayırlı sabahlar!’ dedi. Safvan da ona ‘Otur, biraz konuşalım.’ dedi. Umeyr, Safvan’ın yanına oturdu. İkisi, çeşitli konuları, başlarına gelen büyük felaketi konuşmaya, Müslimlerin eline düşen esirleri saymaya ve Bedir’deki kuyunun derinliklerinde kaybolup giden Kureyş büyüklerini ah vah ederek anmaya başladılar. Safvan, derin derin soluk alıp dedi ki: ‘İnan, bundan sonra yaşamaya değmez.’ Umeyr, ‘Gerçekten doğru söyledin.’ dedi. Biraz sustuktan sonra, ‘Yemin ederim ki, eğer ödenecek borçlarım olmasa ve benden sonra perişan olmalarından korktuğum ailem bulunmasaydı Muhammed’in üzerine gider, öldürüp işini bitirir ve böylece onun kötülüğünü önlerdim.’ dedi. Sonra, alçak bir sesle sözüne şunu ekledi: ‘Yesrib’e gidişim şüphe uyandırmaz. Çünkü oğlum Vehb onların elinde esirdir.’ Safvan, Umeyr’in konuşmasını ganimet bilip bu fırsatı kaçırmak istemedi. Dönüp şöyle dedi: ‘Umeyr! Bütün borcunu üzerime alıyorum. Ne kadar olursa olsun, ben öderim. Ailene gelince ben ve onlar sağ oldukları müddetçe onlara kendi ailem gibi bakarım. Malım onların hepsine yeter. Onlara rahat bir geçim sağlarım.’ Umeyr dedi ki: ‘Öyleyse bu konuştuklarımız aramızda kalsın, başka birine söz etme.’ Safvan, ‘Tamam, sen de söyleme.’ dedi.
Umeyr, içinde Muhammed’e (sav) karşı beslediği kinle Kabe’den çıkıp niyet ettiği şeyi gerçekleştirmek için hazırlanmaya başladı. Bu yolculuktan herhangi birinin şüphelenebileceğini sanmıyordu. Çünkü Kureyş’ten bazıları da esirlerini kurtarmak için, Medine’ye gidip geliyordu. Kılıcını biledi, zehri sürdü ve yola çıktı. Medine’ye varınca Resûlullah’ı görmek maksadıyla Mescide gitti. Mescidin kapısına yakın bir yerde devesini çöktürüp, orada beklemeye başladı.
Ömer ibnu’l Hattab ve bazı sahabiler Mescidin kapısına yakın bir yere oturmuşlardı. Ömer (ra), Umeyr’in, devesinden inip kılıcını kuşanmış olarak Mescide doğru gittiğini ve ürkek ürkek yürüdüğünü gördü. Dedi ki: ‘Bu köpek, Allah’ın düşmanı Umeyr ibni Vehb’dir. Vallahi, sadece kötülük için gelmiştir. Daha önce Mekke’de müşrikleri bize kışkırtmıştı ve Bedir’den az önce onların casusu idi.’ Arkadaşlarına da ‘Gidin, Resûlullah’ın (sav) yanında durun. Dikkatli olun da bu pis hilekâr, ona bir hainlik etmesin.’ dedi. Kendisi de Resûlullah’ın yanına gidip ‘Ey Allah´ın Resûlü! Allah’ın düşmanı Umeyr ibni Vehb kılıcını kuşanarak gelmiş. Ben onun sadece kötülük için geldiğini tahmin ediyorum.’ dedi. Resûlullah, ‘Onu benim yanıma getir.’ dedi. Ömer, Umeyr’in yanına gitti. Yakasından tuttu ve kılıcının bağını boynuna geçirip, Resûlullah’ın yanına götürdü. Resûlullah, onu bu hâlde görünce ‘Onu serbest bırak, Ömer! Serbest bırak.’ dedi ve ‘Sen geride dur.’ diye devam etti. Ömer geri çekildi. Allah Resûlü (sav), Umeyr’e yönelip ‘Yaklaş, ya Umeyr!’ dedi. Umeyr yaklaştı ve Resûlullah’a, ‘Hayırlı sabahlar!’ dedi. Resûlullah, ‘Allah bize senin selamından daha hayırlısını ikram etti. Ey Umeyr, buraya niçin geldin?’ dedi. Umeyr, ‘Elinizdeki şu esiri kurtarırım ümidiyle geldim. Bana bu konuda iyi davranınız.’ dedi. Resûlullah, ‘Boynundaki şu kılıç ne oluyor?’ diye sordu. O da şöyle cevap verdi: ‘Allah kılıçların belasını versin. Onlar bize Bedir’de bir fayda verdi mi?’ Resûlullah, ‘Doğru söyle, niçin geldin Umeyr?’ dedi. Umeyr, ‘Sadece bunun için geldim.’ dedi. Resûlullah, ‘Hayır, sen Safvan ibni Umeyye ile Hicr’de oturup, Kureyş büyüklerinden Bedir’deki kuyuya atılanları konuştunuz ve sen dedin ki: ‘Borcum ve ailem olmasaydı Muhammed’i öldürmek için giderdim.’ Safvan ibni Umeyye, beni öldürmen karşılığında senin borcunu ödemeyi ve aileni geçindirmeyi üzerine aldı. Fakat Allah, aramıza girdi ve engel oldu.’ dedi. Umeyr bir an afalladı. Arkasından şöyle dedi: ‘Şehadet ederim ki sen Allah’ın elçisisin. Ey Allah’ın Resûlü! Biz, senin semadan getirmiş olduğun haberleri ve sana inen vahyi yalanlıyorduk. Fakat bu hadiseyi Safvan ibni Umeyye’yle benden başka hiç kimse bilmiyordu. Vallahi, kesin olarak inandım ki, sana bu haberi ancak Allah getirmiştir. Müslim olmam için, beni sana gönderen Allah’a hamdolsun.’ Sonra şehadet getirdi. Resûlullah (sav) ashabına, ‘Kardeşinize dinini ve Kur’ân’ı öğretin. Esirini de salıverin.’ dedi.
Bu sırada Safvan ibni Umeyye kendini hayallerle avutuyordu. Kureyş’in toplantı yerlerine uğrayıp şöyle diyordu: ‘Yakında duyacağınız ve size Bedir olayını unutturacak olan büyük habere şimdiden sevinin.’
Safvan’ın, Umeyr’in gelmesi uzun sürünce merakı artmaya başladı. O, yolcu kafilelerine Umeyr’i soruyor, fakat hiçbirisinden derdine derman olacak bir cevap alamıyordu. En sonunda birisi gelip de Umeyr’in Müslim olduğunu haber verince ne yapacağını şaşırdı.”[1]
Allah Resûlü (sav) ve ashabı Mekke’de işkence, alay, hakaret, tehdit ve nicesiyle karşılaştı. Hicretle beraber kısmen bunların ortadan kalkması beklenirdi. Ancak görüyoruz ki imtihanın sadece şekli değişiyor. Yoksa İslami hareketlerin büyümesi imtihanları tamamen bitirmiyor. Bilakis düşmanları daha da azgınlaştırıyor. O hâlde şöyle söyleyebiliriz: Mücadele sahasında alınacak olan kararların, daha güvenli bir yaşama sahip olmak için alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak bu, gözetilmesi gereken maddeler arasında ilk sırada olmamalıdır. Asıl hedef davetin daha sağlıklı bir şekilde yapılabilmesidir. Davetin maslahatının arka plana atıldığı bir durum hayır getirmez. Bu bilinç olmazsa hicret gerçekleştikten sonra karşılaşılan zorluklar, fertler tarafından yanlış yorumlanabilir ve yapılan salih amel hakkında şüpheler ortaya çıkabilir.
Yahudiler
Allah Resûlü (sav) Medine’ye hicret etmeden önce ekonomiye hâkim olmaları, desise üretmeyi iyi becermeleri ve Ehl-i Kitap olmaları nedeniyle güçlü bir konumda olan Yahudiler, müminlerin hicretiyle birlikte güç kaybı yaşadı. Düşmanlıklarını her fırsatta dillendiren bu topluluğun asıl sorunu hasetti. Onlar bir peygamberin geleceğini biliyor, ama kendi içlerinden olmasını ümit ediyorlardı. Böyle olmayınca Allah Resûlü’nün hak olduğunu yakinen bilmelerine rağmen en büyük düşmanlığı onlar gösterdi. Gözlerini kör eden hastalık, onları apaçık hakikatlerden alıkoydu.
Allah Resûlü’nün (sav) Ehl-i Kitap ile mücadelesi hicretten sonra bu konuda yoğun bir şekilde inen ayetlerde karşımıza çıkmaktadır. Peygamberimiz başlangıçta onlarla anlaşmalar yaptı. Onlar, bu anlaşmalara riayet etmeseler dahi kendi payına düşen şartlara uydu. Birçok ihlali görmezden geldi. Onlara nasihat etti. Haktan yüz çevirmemelerini tavsiye etti.
Neticede bu kadar müsamahayı yanlış yorumlayan bu gruplarla parça parça ilgilendi ve onları gayet güzel bir siyasetle Medine İslam toplumundan uzaklaştırdı. Bu siyaseti uyguladığı ilk kavim, Bedir Savaşı’nın akabinde Beni Kaynuka Yahudileri oldu.
İnşallah diğer yazımızda bu harekâtın ayrıntılarını anlatmaya çalışacağız.
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
[1] .İbni İshak
İlk Yorumu Sen Yap