“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız O’ndan en çok korkanınız(takvalı olanınız)dır…” (49/Hucurat, 13)
Bir erkek ve bir kadından türeyip çoğalan insanların millet, kavim ve kabile olarak birbirlerinden ayrılmalarıyla beraber bu farklılıkların aynı zamanda her bir tarafın yüce Allah’a hakkıyla kullukta bulunmak zemininde tanışmaları, yakınlaşmaları ve birleşip bütünleşmelerinin emrolunmasında sayısız hikmetler ve faydalar vardır. Milletler, aşiretler ve fertler arasında ülfet ve muhabbet vesilesi olan ve bazıları kutsal olarak kabul edilen birçok ortak değer bulunur. Bayrak da bu anlamda başta gelen önemli değerlerden birisi olarak kabul edilmektedir.
Üzerindeki birtakım işaretler ve motiflerle bir görkem yansıtan bir bez parçasını bayrak yapan şey nedir? Ne anlam ifade ettiğini o bayrağın gölgesi altında cân-ı gönülden yahut mecburiyetten yaşayan insanların neredeyse tamamına yakınının dahi bilmediği geometrik şekiller, halı-kilim motiflerini andıran ve türlü türlü renk cümbüşüyle ortaya çıkan farklı desenlerde hazırlanmış bir bez parçası olması mıdır? Yoksa uğruna dökülen kanlar mıdır?
Şüphesiz ki her ülkenin bir bayrak hikayesi vardır. Soyut yorumlamalara dayalı olacağından ulusal bir bayrak hakkında belki de kitaplar dolusu gerekçe ve açıklamalar bulmak mümkündür. Kavimlerin bayrak kullanmasının meşruiyetiyle ilgili olarak şer’i şerife göre açık ve kesin bir engelleme yoktur. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bizzat başkomutan olarak iştirak ettiği Mekke fetih ordusu ile Tebuk seferindeki uygulamaları bu hususta dayanak olarak gösterilmektedir.
İbni Hişam ve Vakıdî gibi siyer-meğazi alimlerinin naklettiğine göre Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem komutasında Mekke üzerine yürüyen İslam ordusunda daha önce Müslüman olmuş birçok farklı kabileler bulunmaktaydı. Bu kabileler Müslüman olmakla beraber etnik olarak tümüyle Araplardan oluşuyordu. İslam ordusunu teşkil eden Süleym, Müzeyne ve başka birçok kabile kendilerine özgü bayrakları da taşıyarak Livau’t-Tevhid’in gölgesi altında Mekke’nin fethine katılmışlardır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem buna izin vermiş olması ve böyle bir şeyden men etmemesinden anlıyoruz ki her bir kabile, her geçen gün büyümekte olan tevhid ümmetine tabi olmakla değerlenen, izzetlenen ve yücelen birer mütemmim cüz/tamamlayıcı unsur olduklarının şuurundadırlar.
Tebük seferi hazılıklarını anlatan nakillere baktığımızda da benzer bir tabloyu görüyoruz. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e hareket etmeden önce Seniyyetu’l Veda ordugâhında her bir kavim için bayrak ve sancak bağlamış ve bunları taşımak üzere o kavme mensup bir zatı bayraktar ve sancaktar olarak tayin etmiştir. İslam ordusunun en büyük sancağını Ebu Bekr’e radıyallahu anh, en büyük bayrağını da Zubeyr bin Avvam’a radıyallahu anh vermiştir. Ensar’dan Evs’lerin sancağını Useyd bin Cumuh’a radıyallahu anh, Hazrecîllerin sancağını da Ebu Ducane’ye radıyallahu anh, Ben-i Malik bin Neccarların bayrağını da Zeyd bin Sabit’e radıyallahu anh vermiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her bir kavimden Kur’an-ı Kerim’i en çok ezberlemiş olanları bayraktar ve sancaktar olarak tayin ediyor ve her kavme de böyle yapmalarını emrediyordu. Bunun üzerine Ben-i Amr bin Avfların bayrağını Ebu Zeyd radıyallahu anh, Ben-i Selimelerin bayrağını da Muaz bin Cebel radıyallahu anh taşıdı. Rasûllah sallallahu aleyhi ve sellem Ensar’dan her oymağın, Araplardan her kabilenin birer sancak ve bayrak edinmelerini emretti. (Vâkıdî, Meğazi)
Bayrak Kimliği
Kavim veya kabile bayrakları her bir kavim ve kabile için adeta tanıtıcı bir kartvizit hükmündedir. Bir tür ortak değer olarak kabul edilen bu semboller herhangi bir kavmin diğerleriyle tanışma ve değişik mecralarda münasebetler kurmasında kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir, denilebilir. Bunun tam aksi de düşünülebilir doğal olarak. Herhangi bir millete, aşirete veya bayrak kaldırmış bir örgüte mensup her fert açısından etnik, ciddî katkısı vardır bu sembolün. Böylelikle daha üst değer olarak kabul edilen inanç ya da ideolojik kimliğe kavuşmasında ilk basamak gibi bir işlev görür. Ferdin yöneldiği kulvarda sahiplendiği kimlik/dava adına feragat ve fedakarlık duygularının güçlenmesini sağlar. Bunlar izafi/göreceli olarak müsbet görülebilecek hususlardır. Müsbet yönleri, olması gerektiği ölçüde korunabildiği müddetçe Tevhid bayrağının izzetli gölgesinde yaşayan milletlerin yerel ve kavmî hususiyetleri belirten bayrak kullanmalarında bir mahzur olmadığı söylenebilir.
Yüzyıldan uzun bir zamandır Tevhid bayrağının izzet gölgesi küçüldü. Ortadoğu ve Afrika’daki İslam coğrafyasında yer alan ülkelerin haritadaki konumlarına bakıldığında zoraki ve yapay sınırların sanki cetvelle çizilmiş olduğu gibi bir izlenim edinilir. Tevhid bayrağının izzet gölgesi küçüldükçe ümmet coğrafyası adeta tepsideki baklava hamuru gibi dilim dilim dilimlenerek zillet sınırlarıyla belirlenen yapay ülkeler üretildi. Kağıt üzerinde bağımsız(!) oldukları ilan edilen her bir ülkeye ayrıca elma şekeri kabilinden birer ulusal bayrak tahsis edildi. Yüzyıllar boyunca İslam ümmetinin öncü ve katalizör gücü olan Arapların coğrafyasından sınırları cetvelle çizilmiş onlarca devletçik çıkarıldı. Her bir yapay devletin bayrağı bir diğer yapay devlete nefret ve düşmanlığın sembolü hâline getirildi. Bu tür yapay ülkelere zillet sınırları çizenler de, her bir sun’i ülkeye düşmanlık sembolü ulusal bayrak hazırlayıp Tevhid bayrağına alternatif olarak tahsis ederek göndere çektirenler de aynı şer ve şirk odaklarıydı. Meselenin trajik ve bazı yönleriyle komik tarafı da, söz konusu ülkelerin bazılarında yönetim (genellikle de askerî darbelerle) değiştiğinde o ülkenin ulusal bayrağındaki renkler ve motifler de değişivermektedir. Tevhid bayrağının yerine göndere çekilen ulusal bayraklar bu ülkelerdeki Batıcı-Laik diktatörler ya da demokrat tağuti düzenlerin yöneticileri tarafından kutsal bir ortak değer olarak halka kabul ettirilmeye çalışıldı. Bu maksatla devletler çocukların en çok sevdiği uğraşlardan olan boyama kitaplarından ilkokullardaki ‘Bayrak Sevgisi’ konulu derslere, bir yıllık zorunlu askerlikten devlet memurluğuna, resmî törenlerden şirk bayramlarındaki gösterilere ve hatta spor müsabakalarından yozlaştırılmış kültür faaliyetlerine kadar devletler, söz geçirip güç yetirebildiği her alanda ulusal bayraklarının kutsallığını vatandaşlarında benimsetip daha fazla sevdirmek için azamî çaba sarf etmeye devam etmektedirler.
Günümüzde ifade ettiği anlam itibariyle ulusal bayraklar geçmişte pek görülmemiş ölçüde gerçek tanımlarının çerçevesini çoktan aşmış ve yüksek hassasiyet gösterilen yegâne ulusal simge hâline getirilmiştir. Ulusal-Kavmî bayraklar etnik ve ideolojik olarak keskin bir ayrışma, husumet, bölünme, düşmanlaşma ve saldırganlık sembolü olmuştur artık. Öyle ki, herhangi bir vatandaş özellikle de Ortadoğu’da etkin ve görünür olan ülkelerden birinin ulusal bayrağını görse inanç, ideoloji veya etnik aidiyetine göre keskin bir tarafgirlik yahut karşıtlıkla konumlanır. Gördüğü bayrağın yanında başka hangi bayrakların kendicen dost ülke bayrağı olarak yer alması gerektiğini bilecek kadar da siyasal bilinç sahibidir. Bu konuda da öyle cahillik, cehalet vb. kurtuluş reçetelerine gerek yoktur. Zira ulusal bayrak sahibi ülkelerden kılıcını hâlâ kınında tutan hemen hemen hiçbir ülke kalmamıştır.
Bayrak Tapınmacılığının Cem’i/Çoğul Hâli
Müslüman olmayan toplumlarda ulusal ya da envai çeşit diğer bayraklara olan sevgi, bağlılık ve hatta kudsiyet atfının kökeni bir yönüyle görselliğe de dayanır. Geçmiş kavimlerdeki put ve heykeller de şirkin görsel şehvetinin bir tür tatmin vasıtasıydı. Kendi dönemlerinde yaşayan muvahhidleri ‘Görmedikleri ve görkemini de yansıtacakları bir heykelini dahi yapamadıkları bir tanrıya inanmak’la itham(!) ederken putperestliğin görsel şehvetinin sarhoşluğu hâlinde bulunan müşriklerin günümüzdeki zürriyetlerinin söylem ve eylemleri pek de farklı değil aslında. Geçmiş dönemlerde yaşamış müşriklerin helvadan yaptıkları putu tapındıktan sonra yemeleri vb. hikayeler de buna örnektir. Helvadan puta tapınırken bu anlamda ‘şehevî’ bir doyuma ulaştığı hissine kapılan putperest müşrik daha sonra karnını doyurmak veya tatlı niyetine ‘ilah’ını mideye indirmekle Vahdet-i Vücud sapkınlarına da ilham kaynağı olacağını nereden bilebilirdi ki?
Putperestlerin beldelerinde sayısız put/heykel olmasına rağmen müşrikler bir yolculuğa çıktıklarında her birisi çıkınında bu türden bir ‘cep putu’ bulundurmaya önem verirdi. Yolculuk boyunca her konaklama yerinde o cep putu vesilesiyle merkezdeki ‘ulu’ putları ta’zim edip bağlılıklarını takdim ettiklerine inanırlardı. Bir çeşit trans hâline geçmelerinin açma-kapama düğmesi gibiydi onlar için bu cep boy putlar.
Nuh’dan aleyhisselam sonraki nesillerde putperestliğin ortaya çıkışı geçmişte yaşamış salih zatlara aşırı sevgi beslenmesi, sonra resmedilmeleri ve aradan birkaç nesil geçince büstlerinin ve heykellerinin yapılarak ta’zimde bulunulmasıyla olmuştur. Eskiden taştan ve tahtadan yontulup yapılan put üretimine günümüzde ‘Güzel sanatlar’ adı altında çağdaş estetik malzemeler kullanılarak devam edilmekte ve potansiyel müşriklere sayısız alternatif ‘ürün’ sunulmaktadır. Bir toplum veya bir kimse herhangi bir şey putlaştırıp kutsallaştırmak istediğinde şeytanın kendileri için süslü göstereceği sınırsız seçenekleri önlerinde hazır bulurlar. Hangi milliyetten olursa olsun, insanların büyük çoğunluğu meydanlarda dikili putların huzurunda tapınma merasimlerini kerih görürler. Bununla beraber mesela laik-batıcı okullarda çocukluktan itibaren zihinlerde kodlanan bilgiler, milliyetçilik-muhafazakârlık damarının kuvvetli olması ve duyguları harekete geçirecek uygun bir vesilenin denk gelmesi hâlinde görsel bir görkem yansıtmakla aynı zamanda manevi bir haz vasıtası da olan bayrağa karşı gösterilen sevgi, bağlılık ve kudsiyet insanlarda adeta bir duygu patlaması yaşatır. Bronzdan yapılan büst ve putlara tapınmak ile anlam çerçevesi aşılıp anlaşılabilir gayesinden saptırılan bayrak fetişizmi arasında esas itibariyle hiçbir fark yoktur.
Demokrasi diye isimlendirilen ne idüğü belirsiz şirk ideolojisinin ürettiği kötülükler sayılamayacak kadar çoktur. Şirk ve şer ideolojisi olan demokrasiyle İslam coğrafyasında hedeflenen şey ‘Özgür birey, özgür yaşam!’ sloganıyla adeta kelle başı bir din üretimidir. Ne acıdır ki şer ve şirk odakları bu hedeflerini gerçekleştirmek yolunda ciddi bir mesafe kat ettiler. Konumuz çerçevesinde değerlendirdiğimizde şunu görürüz:
İslam coğrafyasındaki ülkelerde yaşayan toplumların saygı göstermeye ve değer verip yüceltmeye yöneltildikleri bayrak artık sadece o ülkenin ulusal bayrağından ibaret değildir. Ortak menfaatler gerektirdiği sürece farklı kesimleri bir arada tutmanın basit bir sembolü olan ulusal bayrak dahi gerçek manada birleştirici, bütünleştirici ve kaynaştırıcı bir etkiye sahip değilken, temeli karşıtlıklar zemininde bölünme ve hizipleşmeye dayanan demokratik partilerin bayrakları da sökün etmeye başladı.
Tevhidî hiçbir amaç ve endişenin olmadığı/olamayacağı demokratik mücadele(!) mecrasında bir de küfürde ziyadeleşmenin, küfürde ileri gitmenin vasıtası hâline getirilen demokratik partilerin amblemleri ve bayraklarına şer’i şerife göre asla meşru olmayan bir surette muhabbet ve bağlılık gösterilmektedir. Demokrasi alanında yapılan mücadele(!) gayet tabiidir ki İslamî/tevhidî bir mücadele olarak isimlendirilemez. Fakat partiler tevhidî esasları çağrıştıran amblem, flama, bayrak, isim ve sloganlar kullanabilmektedirler. Hak, Adalet, Vahdet, Nur, Saadet, İttihad ve Uhuvvet gibi.
Garip çelişkilerden biride şudur:
Ülkedeki farklı kesimlerde birlik ve beraberlik anlayışı daha da gelişip güçlensin diye tek bir ulusal bayrağı önceleyip yücelten tağutî sistem, İslam’ın hakim olmadığı dönemlerde onun birleştirici gücünden mahrumiyetten ötürü hiçbir zaman gerçekleşmeyen birlik ve bütünlüğü en başta gelen dinamitleyici unsurları olan hizipçiliği destekleyip teşvik etmektedir. Kontrol edilemez boyutlara ulaşması az bir çabayla çok kolay olan ayrışmanın, bölünmenin ve husumetin ana aktörleri olan demokratik partilere bazı şartlar çerçevesinde devlet hazinesinden on milyonlarca liralık nakdi yardım yapılarak bir anlamda fesat yuvaları olan söz konusu partilerin kasaları doldurulmaktadır. Şirk ve şer ideolojisi demokrasi bayrağının zillet gölgesinde ve Haçlı/Batılıların kılavuzluğunda varılacak menzil meçhul değildir.
Hristiyanlık öncesi Roma imparatorluğunun şehirlerinde kurulan pazar ve panayırlarda her sosyal sınıfın zevkine hitap edecek tarzda irili ufaklı putlar yapılır, yontulurdu. Yukarıda da değindiğimiz gibi bugün durum değişmiştir. Merhum Seyyid Kutub’un bundan elli yıl kadar önceki tanımlamasıyla cahiliyye/şirk toplumu somut putçuluktan soyut putçuluğa evrilmiştir.
Bugün şahit olduğumuz üzere her iki tür putçuluk da mevcuttur ve harmanlanmış bir şekilde topluma takdim edilmektedir. Tevhidden nasipsiz insanların kalplerine, zihinlerine ve duygu dünyalarına hitap edip istilâ eden o kadar çok yeni putlar üretilmiştir ki, bunların helâk edici tesirinden korunmak özellikle de gençler için oldukça zor görünüyor. Bunun için büyük bir çaba göstermeleri gerekiyor. Bu çabayı göstermek için de nezih bir çevre, güçlü bir şuur ve dirayet lazım. Bunlar ise toplumda eksikliği en çok hissedilen şeylerdir.
Ümmetin çocuklarını tevhidden uzak tutabilmek için insanların aklıyla alay edercesine herhangi bir spor kulübünün kullandığı bir çiftrenk bayraklaştırılıyor. Ümmetin dertlerine yönelmesi gereken ilgi, dikkat ve özen spor programlarında ve spor-magazin sayfalarında söz konusu çiftrenkli bayrağın taşıyıcısı takımın oyuncularına gösteriliyor. İman ederek diğer mümin kardeşlerine göstermesi gereken sevgiyi çocuk, genç ve yaşlı milyonlarca insan bir çiftrenkli bayrağın taşıyıcılarına yöneltmektedirler. Genç insanlar nefret ve öfkelerini sevdikleri, bağlandıkları ve uğruna fedakarlıkta bulunmaktan çekinmedikleri bu bayrak haricinde farklı bir çiftrenkli bayrak taşıyanlara yöneltebilmektedirler. Bu gençlerin öfke ve nefretleri olması gerektiği gibi rakip bir çiftrenkli bayrak (mesela bir futbol klubü) taraftarlarına değil de, kendilerini böylesine trajik, gülünç ve aşağılık hâllere düşüren şer ve şirk odaklarına yöneltmiş olsalar hem dünyevî, hem de uhrevî saadetin kapıları aralanırdı onlar için.
Tarih boyunca insanlığa zulüm ve vahşet dışında hiçbir şey getirmemiş ve özü itibariyle iblisî bir ideoloji olan ırkçılık ile yine batı kökenli kof ideolojilere mensup olanların bir araya gelip örgütlenerek şiarlarını cesetlerden oluşan ‘tepecik’ler üzerinden yukarılara doğru yükseltmeye çalışanlar da bayrak edinip kullanmaktadırlar.
Kişi El-Aziz ve El-Celil olan Allah’ın kulu olmak izzetinden yüz çevirdiği andan itibaren şeytan kendisine her gün yeni bir ‘ilah’ takdim ederek zillet çukurlarında gaflet içerisinde debelenmesini tarifsiz bir haz ile seyreder. Şeytanın bayrağının gölgesi o kadar yayılmıştır ki, her kim bâtıl bir dava uğruna bayrak açsa, kısa sürede tahmininin de üzerinde (gönüllü) bayrak askerî toplayabilmektedir.
Bayrak kaldıran her bir batıl örgüt ve çete, şirklerine ve ağır cürümlerine rağmen haklılık iddiasında da bulunabilmektedirler. İlginç olan bir husus da şudur: İslamın aslî meselelerinden olan Velâ ve Berâ konusunda hemen hemen bütün batıl güçlerin oldukça keskin konumlanmalarının olduğunu müşahede ediyoruz. Müslümanlık iddiasındaki birçok kimsenin önemsemediği veya belki de bilmediği Velâ ve Berâ konusunda azgın ve azılı kafirlerin titiz ve tavizsiz olduklarına dair yakın geçmişte yaşanmış en çarpıcı örneklerden biri eski ABD Başkanı G. Bush’un hafızalara kazınan sözleriydi. Afganistan İslam Emirliği topraklarını işgale başlayıp haçlı seferini ilan ederken şunları söylüyordu Bush: ‘Artık safları belirleme zamanı… Ya bizdensiniz ya da (Müslümanları kast ederek) teröristlerin safındasınız!’
İslamî kavramlar kullanarak ümmetin bayraktarı olduğu zehabına kapılan bayrak tapınmacılığının önderleri ve tabilerinin çoğu ise bu ölçüyü tam tersinden tatbik etmektedirler. Özellikle de cihad beldelerindeki Müslümanlara nefret ve husumette haçlılar ile rafizileri bile epey geride bırakan Müslüman isimli saptırıcı liderlerin sayısı bir hayli fazladır. Bunu sadece laf ola beri gele kabilinden söylem düzeyinde de tutmuyorlar. Bilakis İslam düşmanı ittifak ve koalisyonlarda bayrak göstermek suretiyle saflarını da açık bir şekilde herkese göstermektedirler. Uluslararası küfür orduları koalisyonunun içerisinde olanlar da ‘Ceza amelin cinsindendir’ kaidesinin can yakıcı yansımalarıyla yüz yüze kalmaktadırlar. Bayrak altında tuttukları ülkelerinde, aynı koalisyonda yer aldıkları başka ülkelerin himaye ve desteğini alıp bayrak açan ateist-mürted örgütçülerine ardı arkası kesilmeyen taciz ve saldırılarıyla boğuşmak ve başa çıkmaya çalışmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Hakikatte hepsinin ellerindeki bayrak değneklerinin her iki ucu da sivri ve kirlidir.
İki Cihan Bayrağı
İslam ümmetinin esasen tek bir bayrağı vardır, o da Tevhid bayrağıdır. Tevhid bayrağı insanın yaratılış gayesinin, hayat nizamının ve ileriki hayatına (ahirete) dair haberlerin eksiksiz, mükemmel bir serlevhası, bir ana başlığı gibidir.
Tevhid bayrağının izzet gölgesiyle gölgelenen yerde ehli tevhid müminler, adeta kıyamet gününde o günün dehşetini bertaraf eden bir sahnenin provasını yaşıyor gibidirler. İnsanlar mahşere kaldırıldıkları zaman Ademoğullarının efendisi sıfatıyla mahşer yerine ilk olarak çıkacak olan Rasûlullah’tır sallallahu aleyhi ve sellem. İnsanlar ümitlerini kestikleri sırada da müjdecileri Rasûlullah’tır sallallahu aleyhi ve sellem.
İşte o gün Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem elinde ‘Hamd Sancağı’ olacaktır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem elindeki hamd sancağının altında Adem aleyhisselam dahil tüm nebiler de aleyhimusselam toplanacaklardır. Dünya hayatında Tevhid bayrağının izzet gölgesi altında toplanıp yaşayan müminler de korkusu ve dehşeti her tarafa yayılmış o kıyamet gününde (biiznillah) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hamd sancağının altında güven ve kurtuluş sevinciyle müjdeleşerek toplanacaklardır.
Tevhid bayrağı mümin için hayatta yalnız Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk ederek gerçek özgürlüğe ulaştıran bir kılavuz olduğu gibi, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hamd sancağının altında nebilerle, sıdıklarla, şuheda ve suleha ile bir araya gelmenin de en doğru pusulasıdır.
Tevhid bayrağı, manası ve muhtevası ile mümin kalbe temas ettiğinde o kalbin harareti yükselir, onunla itminan bulur ve tadı anlatılamayacak çok güçlü manevi bir lezzetle mülezzez olur, tarifsiz bir neş’e ile neşelenir.
Tevhid bayrağı, mümin kalbi adeta kanatlandırır, melekût alemine mürafakat edecek nezafet ve nezahet derecelerine çıkarır. Cennet ehlinin içinde bulundukları sürûr ve şetareti dünya hayatında tadımlık olarak duyumsatır.
Tevhid bayrağı, muhacir ve ensar arasında tesis edilen iman kardeşliğini şu riya, bencillik ve sahtekarlık çağında yine ve yeniden gerçekleştirebiliyor olmanın tükenmez enerji kaynağı ve muharrik gücüdür (biiznillah).
Tevhid bayrağının izzet gölgesindeki müminlerin bulunduğu beldelerin şu yeryüzünde yüce Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu, rahmetini ve rahmetinin gereklerini celbeden mübarek beldeler olduğunu El-Aziz ve El-Celil olan Rabb’imize bir hamd ifadesi olarak söyleyebiliriz.
Tevhid bayrağı, asırlardır biriken hasretin de tesiriyle hem fert olarak her bir mümine, hem de genel manada tevhid ümmetine tarifi mümkün olmayan muazzam bir kuvve-i maneviye ve özgüven vermektedir. Öyle ki yeryüzündeki şer ve şirk odakları ellerinden gelse de başka gezegenlerden bile diledikleri kadar takviye güç alarak kumpaslarına, tuzaklarına, derdest etmelerine, kuşatma altına almalarına, gözetlemelerine, fitne-propagandalarına ve denenmemişi kalmayan saldırılarına devam etseler dahi müminleri (biiznillah) dağ gibi sebat eder ve birleşik şirk ordularına karşı meydan okur bir hâlde bulacaklardır. Değil mi ki ‘Hakiki imanı elde eden tüm kainata meydan okuyabilir…’
Tevhid bayrağı, itikadi ve fikri sapmaların manevi ve ahlaki yozlaşmanın, siyasal ve ekonomik belirsizliklerle krizlerin, toplumsal kargaşanın, şeytani ideolojiler temelinde örgüt örgüt bayraklaşanlar ile bunlardan kaynaklı sınırsız zulmün beldeleri yangın yerine çevirdiği şu devirde güvenin, adaletin, asayişin, huzurun ve selametin çağırıcısı ve sembolüdür.
Tevhid bayrağı, Kudüs’te, Endülüs’te ve Konstantiniye’de (İstanbul’da) devrin kralları ile papazlarının zulüm ve sömürülerinden gına gelen mazlum Hristiyan halkın adaletli ve merhametli bir yönetime kavuşacaklarını kesin olarak bildiklerinden büyük coşku ve sevinç gözyaşlarıyla karşıladıkları yegâne ‘düşman bayrağı’dır.
Tevhid ümmetine karşı tarih boyunca fırsat ve imkan bulduğunda türlü türlü melanetler işleyen, fırsat ve imkan bulamadığında ise şeytani planlar tasarlamaktan geri durmayan Yahudiler dahi İspanyolların soykırımından kaçarken en güvenli liman olarak Tevhid bayrağının izzet gölgesiyle gölgelenen ümmet coğrafyasına sığınmanın, kurtuluş ve emniyet içinde bir hayata kavuşmak olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Tevhid bayrağı, mümin gönülleri birbirinden uzaklaştıracak kof şeytani davaların, vahdeti tesis etmek iddialarıyla ardı arkası kesilmeyen yeni hizipleşmelerin, rüzgarın önünde savrulan toz zerrecikleri misali emeğin, zamanın ve enerjinin heba edildiği kısır çekişmelerin ve müminler arasında husumetin barınabilmesinin (biiznillah) mümkün olmadığı İslam beldelerini izzet gölgesiyle gölgelendirir.
Hayatı Tevhid bayrağının gölgesinde geçip Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Hamd Sancağı’nın altında toplanacak selim kalpli ve temiz ruhlu kadın ve erkek tüm muvahhidlere ne mutlu!
Allah’a hamd, Rasûlullah’a salât ve selam olsun.
İlk Yorumu Sen Yap