Bizleri İslam’a hidayet eden, bundan sonra İslami bir hareket içerisinde bulunmayla şereflendiren, İslam’a ve Müslümanlara hizmetkarlıkla bizi ödüllendiren Rabbimize hamd olsun. Salât ve selam, salâh ve takvanın güzide örneği Rasûlullah’a, ashabına, pak âline ve etbaının üzerine olsun.
Genç Kardeşim!
Şu an bu yazıyı okuyor olmakla ne kadar bahtiyar olduğunu düşündün mü? Elinde tutmuş olduğun dergi için Rabbine subhanehu ve teâlâ hamd ediyor musun? Şu an sende milyarlarca insan gibi ellerinde gökleri çatlatacak Allah’ın engin rahmetine rağmen gazaba geldiği bir şeyler tutuyor olabilirdin!
İşte bu nimet üzerinde durup, konuşacağımız kadar bu nimeti bulamayan ya da bulup elinin tersi ile iten yığınlar hakkında da konuşmalıyız. Bunlara yönelik sorumluluğumuz nedir? Bize bahşedilen bu nimetin şükrünü nasıl eda edebiliriz? Bu soruların cevabını ararken bir neticeye ulaşmıştık. Şerrin ve batılın insanları her yönden kuşatıp, ifsad ettiği bu zamanda şükrümüz; hayır ve hakkın insanlara ulaşması için mücadele etmektir… Gününün belli saatlerini bu işe vermekle bir yerlere varılmayacağı hepimizin kabulüdür. Şerrin insanların yirmi dört saatini kuşattığı bir zamanda ancak her şeyini İslam’a adamış, hareketi hizmet, durgunluğu harekete hazırlık olan insanlara ihtiyaç vardır. Düşün ki; bir kanalizasyon akıyor ve bizler o suyun içinde bulunan bir cisme dışarıdan su dökerek temizlemeye çalışıyoruz. Bugün bizimle, çevremizdeki insanların durumu bundan farklı değildir. Bizlerin dava adına yaptıkları belli saatlerle sınırlı olursa, yaptığımız hizmet pisliğin içinde bulunan cisimlere su dökmekten öteye geçmez. Bu temizlenmek istenileni temizlemeyeceği gibi, elimizde var olan temiz suyu da tüketmemize neden olur.
Yıllar içerisinde bunun oluşturacağı bıkkınlık ve umutsuzluğu da unutmamak gerekir. Bizlere hidayet şükrünü eda etmek üzere Allah’a adanmış, her şeyiyle İslam’a hizmet edecek insanlar lazımdır. Yaş, güç ve hareket olarak buna gençlerden daha müsait kimse yoktur. Bu teorik olarak tartışılmayacak bir gerçek olduğu gibi, tarihin ve vakıanın da binlerce örnekle tasdik ettiği bir hakikattir.
Her Müslüman gücü nispetince İslam’a hizmet etmek zorundadır. Kimi malıyla, kimi duasıyla, kimi ilmiyle, kimi sabrıyla, bir diğeri yürünecek yolları temizlemekle… Bununla beraber her şeyiyle ama her şeyiyle İslam’a hizmet edecek bir grup olmalıdır Müslümanların arasında. Hizmetin ve mücadelenin asıl, bunun dışında kalan her şeyin fer’ (ikincil) olduğu bilinciyle hareket eden bir grup…
Bize örnek olan ve adanmışlıkları Allah subhanehu ve teâlâ tarafından kabul edilen genç sahabiler böyleydi. Onlar her an emir bekleyen ve atacakları her adımı alabilecekleri emirlere göre hesaplayan insanlardı. Hiçbir şey onları görevden ve sorumluluktan alıkoymuyordu. Davet yapılacağı zaman rıfk ve hikmet timsali oluyor, cihad nidası Bilal’in radıyallahu anh gür sesiyle yankılandığında, cehennemî bir öfke kuşanıp ölüme koşuyorlardı. Geri döndüklerinde mescitte edebin ve tevazunun süsüyle Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem etrafında halka oluyorlardı. Düşmanları onlar için ‘Gündüzün süvarileri, gecenin rahipleri’ diyorlardı. Öyle ya süvari ibadet etmez, rahip savaşa çıkmazdı. O gençler, o güne dek bilinen tüm ölçüleri yerle bir etmişlerdi. Çünkü bu isme ve role hapsetmişlerdi kendilerini. Adanmışlardı… Ne isteniyorsa onu yapıyor, yapılması gerekeni en güzel şekilde yerine getiriyorlardı.
Bugün adanmaya talip olanlarımıza yolu hazırlayıp, kolaylaştırdılar. Deneme-yanılma yoruculuğundan kurtardılar bizleri. Bize düşen onların adanmışlığını doğru okuyup, doğru tespitlerde bulunmaktır. Onlarda bulunan her özellik, Allah’a adanmanın esasıdır. Onların özelliklerinden biri:
Salih Bir Çevrede Bulunuyorlardı
İnsan yaşadığı ortamın renklerini üzerinde taşır. İslam’ın bireyden ziyade çevre ve ortamın ıslahına önem vermesi bundandır. İnsan, birey olarak su gibidir. Onu koruyan, güzellik veya çirkinliğini belirleyen içinde bulunduğu kaptır. Yaşadığımız toplum, bizleri kuşatan kap gibidir. Bireyin salih olması yeterli değildir. Kabının da salih olması gereklidir.
Allah’a adanan ve adakları kabul edilmiş örneklerimiz salih bir ortamda yaşıyorlardı. Evlerinde, günlük işlerinde, mescidlerinde hep salâh vardı. Onlar da insandı. Şehvetleri ve onları cezbeden dünyalıklar onların hayatında da mevcuttu. Ancak yaşadıkları ortam onların sabit kalmasını ve nefsani arzularını dizginlemelerine yardımcı oluyordu. İnsan her ortamda yaşayamaz. Yaşaması için çevrede belli özellikler bulunması gerekir. Kulluğun temeli olan kalplerin hayatı da böyledir. Kalpler ancak salih ortamda hayat bulur. Salâhın azığı olan iman ve salih amelin nuru, sadece salih ortamda bulunur.
İnsan çöplükte yaşayamayacağı gibi, kalpler de salih olmayan ortamda yaşayamaz. Yaşadığı farz edilse dahi insanı Rabbinden alıkoyan hastalıklarla yaşar.
Allah’a subhanehu ve teâlâ gençliğimizi adamadan önce, adanmışlar topluluğunu bulmalıyız. Kendimize örnek alabileceğimiz, dünya ve süsü bizi çektiğinde tutunabileceğimiz salih bir çevre…
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Salih arkadaşla kötü arkadaşın misali misk taşıyıcısı ile demirci körükçüsünün misali gibidir. Misk taşıyan ya sana ondan verir veya sen satın alırsın ya da güzel kokmasından istifade edersin. Ateşi körükleyense ya elbiseni yakar veya ondan kötü koku alırsın.” (Muttefekun Aleyh)
Salih ortam böyledir, insan hiçbir şey yapmadan ondan istifade edebilir. Sen hiçbir çaba harcamadan o sana kendinden verir. Manevi olarak ruhun dinginliğe kavuşur. Kalbinde Allah’a subhanehu ve teâlâ ve O’nun yanında olanlara rağbet artar. Sebebini anlayamadığın bir sevgi ve irade fırtınası eser kurak gönlünde. Veya sen çabalarsın, örnek alırsın, taklit edersin. Böylece güzel kokuyu satın alan gibi olursun. Elde ettiğin hayır senin çabanla olur. İki durumdan biri gerçekleşmese dahi zarar etmezsin. Salih ortamın kokusuna aşina olursun. Elinde ölçü olur. Bugün olmasa bile bir başka gün salihlerle fasıkları ayırt edersin. Bu da ondan sana güzel bir koku sinmesidir.
Ateş körükleyen ise bunun zıddıdır. Her halükarda sana zarar verir, elindekiyle elbiseni yakar. Rabbinin azabıyla senin aranda perde olan takva libasın yırtılır. Yaptıklarını yapsan onlarla aynı olur, sussan dilsiz şeytan olursun. En basit haliyle kokusu siner, haramlara karşı alışkanlık ve kanıksama olur sende. Artık haramlar yüzünü ekşitmez.
İnsanın istikamet üzere olması için iki şart vardır. Biri, insanın kendiyle alakalıdır. Gönülden istikamet üzere olmayı arzulamalı ve çaba sarfetmelidir. İkincisi, müstakim bir ortamda salihlerle beraber olmalıdır. Bireysel salah başlangıç için yeterlidir. Ancak sebat ve istikrar için ortam şarttır. Temiz yağmur ancak uygun zeminde nebat bitirir. Su damlası yeterli değildir. Salih bir Müslüman takvasıyla temiz bir yağmur damlası gibidir. Düştüğü yerde istikrar bulup kök salması ve faydalı bir ağaca dönüşmesi için uygun zemin şarttır. Bu da salih ortamdan başkası değildir.
Bu noktanın daha iyi anlaşılması için, şeytanın tasarruflarına bakmamız yeterlidir. Şeytan insanı yalnız bırakmak için elinden geleni yapar. Saptırmak istediği insanın salih ortamın içinden ayrılması için her hileye başvurur. Salih ortam Müslümanın korunağıdır. Müslüman tökezleyip şeytana ve masiyetlere karşı zayıfladığında ortamdan güç alır.
İbni Ömer radıyallahu anh Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem şöyle rivayet etti:
“Rasûlullah, Kişinin evde veya yolculukta yalnız olmasını yasakladı.” (İmam Ahmed)
Başka bir hadiste:
“İnsanlar yalnızlığın tehlikesine dair benim bildiklerimi bilselerdi, hiç kimse tek başına yolculuk yapmazdı.” (Buhari, İmam Ahmed)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yalnızlığın her türlüsünü yasaklamıştır. Ve bunun şeytandan olduğunu özellikle vurgulamıştır.
Ebu Salabe el-Huşan radıyallahu anh:
“Allah Rasûlü dinlenmek için durduğunda sahabe vadilerde dağılırdı. Ayağa kalktı ve şöyle dedi: ‘Sizin vadilerde bu şekilde dağılmanız şeytandandır.’ ” (Ebu Davud)
Ömer radıyallahu anh hutbede Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem:
“…Cemaatle beraber olunuz. Ayrılıktan sakınınız. Çünkü şeytan tek olanla beraberdir. İki kişiden ise daha uzaktır.”
“…Allah’ın eli cemaatle beraberdir. Çünkü şeytan cemaatten ayrılanla beraber koşturur/hareket eder…” demiştir. (Nesai)
Günümüzde Salih Ortam/Cemaat
Genç Kardeşim! İman ettikten sonra asıl mesele sebat etmek ve iman üzere son nefesi vermektir. Bu da ancak iman üzere yaşayan topluluklar içinde bulunarak olur. Günümüzde salih ortam; sahih akide ve menhec üzere olan cemaatlerdir. Müslümanın insi ve cinni şeytanlara karşı en sağlam korunağıdır cemaat. Yolculukta, gece evde yalnızlığı yasaklayan bir din, bütün bir hayatını yalnız geçirmene müsaade edebilir mi?
Bizler hayatımızı en küçük biriminden (aile/ev), en genişine (devlete) kadar İslamileştirmekle mükellefiz. Her Müslümanın Allah’ın subhanehu ve teâlâ şeriatıyla yöneten bir emire tabi olması farzdır. Bugün devlet bazında bir İslam Emirliği mevcut değildir. Her Müslümana farz olan gücü nispetinde bunun oluşmasına katkıda bulunmaktır. Yalnız olan insan, günlük sorumluluklarında dahi gevşeklik gösteriyorken, böyle büyük bir sorumluluğun altından nasıl kalkabilir?
Bugün ortadan kaldırılan sadece İslam Emirliği değildir. Onun temeli ve devamı olan Kitap ve Sünnet de ortadan kaldırılmıştır. Bizden önce yaşayan nesillerle bizim sorumluluğumuzu karıştırmamalısın. Onlar belli zamanlarda ıslah faaliyetinde bulunuyorlardı. Temelleri ve katları sağlam bir binanın dış ve iç cephesinde tadilat yapıyorlardı. Bazı değerler bozulsa da temel ve bina sağlam bir şekilde yerinde duruyordu.
Bugün durum çok farklıdır. İslam binası temelleriyle beraber yerinden sökülmüş, yıkıma uğramıştır. Yerine, adı ‘İslam’, kendi her şeyiyle ‘cahiliye’ olan yeni bir bina inşa edilmiştir. Bu öylesine şerli bir yapıdır ki, Adem’den aleyhisselam günümüze cahiliyenin tüm tecrübesi bu binaya aktarılmıştır. Adına ‘İslam’ dendiği için milyarlar, Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem dini diye Ebu Cehil’in, Firavun’un ve Nemrud’un yoluna tabi olmuştur.
Yani genç kardeşim, bizler sadece tadilat yapmakla değil, yıkım yapmakla işe başlamalıyız. Zemini cahiliyeden arındırıp, İslami temeller üzerine yeniden inşa etmeliyiz. Sen de kabul edersin ki yüzyıllardır bu işi sürdürenler, buna müsaade etmeyecektir. Bundan daha kötüsü ise İslam’la tanıştırıp, asli dinlerine kavuşmaları için çaba sarfettiklerimizin buna karşı çıkmasıdır. Yüzyılların kandırılmışlık ve cahilliğiyle şirke ve cahiliyeye İslam adına sahip çıkacaklardır.
Amacım seni ürkütmek ve sorumluluğunu gözünde büyütmek değildir. Amacım gerçekçi olmak ve bu sorumluluğun ancak salih bir ortamla/cemaatle/İslami hareketle beraber omuzlanabileceğini ifade etmektir. Bundan dolayıdır ki, Allah ve Rasûlü her fırsatta cemaate irşad etmiş, yalnızlık ve ayrılıktan/fırkalaşmaktan sakındırmışlardır. Gerek bireyin gerekse toplumun istikameti için cemaat ve birlik şarttır.
“Hepiniz topluca Allah’ın ipine sarılın, parçalanmayın…” (3/Ali İmran, 103)
“Cemaatle beraber olunuz, ayrılıktan sakınınız…” (İmam Tirmizi)
Bir tarafta İslam’ın ısrarla vurguladığı ‘cemaat‘ ve ‘biz’ anlayışı; öte yanda cahiliyenin aşıladığı ‘bölünme’ ve ‘ben’!
İslam’ın cemaat noktasında hassas olduğu kadar, cahiliye de insanları yalnızlaştırıp, tekleştirme konusunda hassastır.
Cahiliye ürünü olan eğitim, sinema ve yazılı yayınlar sürekli bireyciliğe vurgu yaparlar. Kendi kararları, kendi çıkarları, kendine özel dünyaları olan insan toplulukları yetiştirmek istiyorlar. Bunun tek nedeni insi şeytanların insanı, cinni şeytanlara av haline getirme isteğidir. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem her anlamdaki yalnızlığı yasaklaması bundandır.
Evet Genç Kardeşim!
Allah’a subhanehu ve teâlâ adanmak istiyorsak uygun zemini bulmalıyız. Elimizdeki en büyük nimet olan gençliği kaybetmeden buna zemin olan İslami hareket içerisinde yerimizi almalıyız.
Bu zordur… Çünkü insan özgür olmayı ve dilediği gibi hareket etmeyi ister. Kayıt altına alınmak istemediğinden Rabbine dahi isyan eder. Kuralsız ve değersiz yaşamak ister. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ azameti dahi insanların çoğunu bu hastalıktan alıkoymaz.
Cemaat/İslami hareket demek, insanın kendi içinde yaşamayı terk etmesidir. Ortak bir hedef için kendine verilen sorumluluğa sahip çıkmasıdır. Adanmanın ilk adımıdır. İnsi ve cinni şeytanların baskısına göğüs germektir. Cahiliye bireyden korkmaz. Bireyin güç ve enerjisinin içinde anlam kazandığı cemaatten ve birlikten korkar. Mekke müşriklerinin benzer şeyleri söylemelerine rağmen, Haniflere karışmayıp Allah Rasûlü’ne ve sahabeye Mekke’yi dar etmesi bundandı. Aynı şeyleri topluca söylüyor, söylediklerinin etrafında kenetleniyorlardı. Bu ağızlarından dökülenin yalnızca söylem olmadığı, kuvvet bulduğu takdirde hakim ve otorite olacağını gösteriyordu.
Sahabe ortak bir amacın etrafında kafaları net bir şekilde hareket ettiler. Bu çok büyük bir nimetti. Ne yapacağını bilmeyen, deneme-yanılma yöntemiyle sonuca ulaşmak isteyen insanlar bıkkınlığa ve umutsuzluğa düşerler. Günümüzde bunun örneklerini çok görüyoruz. Her yıl farklı bir hedef belirleyen binlerce genç var. Bir dönem ilim talebesi olmaya karar veriyoruz. İyi bir alimin ilmiyle İslam’a yaptığı hizmet bizleri etkiliyor. Tüm enerjimizi bu noktada harcamaya başlıyoruz. İslam ümmetinin dünyanın dört bir yanında çektikleri duygusal bir dille aktarılıyor… İmani duygularımız harekete geçiyor. Veya adanmış bir cihad ehlinin fedakarlıkları bizleri etkiliyor. Allah subhanehu ve teâlâ yolunda cihada çıkmaya, şehadete niyet ediyoruz. Enerjimizi bu yönde harcıyor, programlarımızı buna göre yapmaya başlıyoruz. Bazı olumsuzluklarla karşılaşınca daha hayırlısını aramaya başlıyor gözlerimiz. Maddi yardım diyoruz. Hizmetin olmazsa olmazı maddi olanaklar diyor ve ticarete yöneliyoruz… Buranın da olumsuzlukları bizi şaşırtıyor. Çoğaldıkça vermek zor geliyor, dünyaya meyil ediyoruz. Derken davet diyoruz… Yeterince donanım elde edip, insanları Allah’a davet etmeli…
Bununla beraber ömür geçiyor… Gençlik ve ona bağlı olan enerjimiz zayıflıyor. Eski rağbetimiz kalmadığı gibi, amel için gerekli iradeyi de bulamıyoruz. Bir önceki aşamada bile bir işe başlama iradesini gösterip, onda sebat iradesinden mahrumduk. Şimdi başlama iradesinden de mahrum olduk.
Yaşı ilerlediği halde durumu resmedilen şekilde olup, çevresine umutsuzluk aşılayan binlerce insana şahit olmuyor muyuz?
İşte cemaat bu problemin çözümüdür. Enerjinin ve ömrün heba olmasını engeller. (İnsi-Cinni) şeytanlar İslam’dan çeviremedikleri Müslümanı, birey olarak yaşama noktasında tutmaya gayret eder. Bireysel amellerin sonu kesiktir. İslam’ın Müslümanı, zamanına ve tarihe şahit kılacak nitelikte amellere teşvik ettiği unutulmamalıdır. Müslüman ilk insandan bu yana tüm kardeşlerine bağlıdır. Onların amellerinden haberdardır. Olumlu olanları örnek alır, olumsuz olanlarından tecrübe edinir. Onlara duacıdır. Ve kendi sonraki nesillere örnek ve tecrübe olacak şekilde yaşar. O, sadece kendi zamanındaki bir cemaatin mensubu değil, Adem’le aleyhisselam başlayan İslam cemaatinin ferdidir.
Genç Kardeşim!
Bulunduğumuz mıntıkada etrafımıza bakmalıyız. Söylemleri Kitap ve Sünnetten alınmış, amelleri Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem benzeyen ve genel hayatları, mensubu oldukları İslam cemaatininki gibi olanlarla beraber olmalıyız.
Öncelikle bizler dinimizi bilmeliyiz. Allah’a sığınmalıyız. Huzeyfe’nin radıyallahu anh Allah Rasûlü’nden haber verdiği fitneye düşmemek için dikkatli olmalıyız.
“…Cehennem kapılarında olan davetçiler vardır, onlara icabet edeni ateşe atarlar. Ben (Huzeyfe) dedim ki: ‘Onları bize vasfet ey Allah’ın Rasûlü, cevap olarak: ‘Onlar bizim cildimizdendir (bize benzer) ve bizim dilimizle konuşurlar…” (Muttefekun Aleyh)
‘Cemaat’ diye ‘Cehennem Davetçileri’ çıkacak. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem diliyle konuşacaklar. Yani dillerinde ayet ve hadis eksik olmayacak ve yabancı da olmayacaklar. Onlar da Müslümanların mensup oldukları milletlerden olacaklar.
Bunları tanımak zorundayız, tanıyacağız ki şekli Muhammedî olup davet ettiği şey ateş olanların tuzağına düşmeyelim.
Bunları tanımanın yolu ikidir:
1. Kitaptan ve Sünnetten haberdar olmak.
2. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabenin başına gelenleri bilmek.
Bu iki ölçüdür; biri teori, biri pratiktir. Bu ölçülerde ilim sahibi olan Müslüman, kolayca saptırılamaz. Önce Kitabı ve Sünneti sahih kaynaklardan öğrenmeliyiz. Bu bizlere anlatıldığı gibi zor değildir. Dünyada anlaşılması ve yaşanması en kolay şey Kitap ve Sünnettir. Asıl zor olan onların ve babalarının uydurduğu, Allah’ın subhanehu ve teâlâ hakkında hiçbir delil indirmediği zanları ve tahminleridir. Elimizde Allah subhanehu ve teâlâ tarafından korunmuş Kur’an ve Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadislerini toplayan kaynaklar mevcuttur. Dine dair kim ne söylerse bu iki kaynaktan delil istemeliyiz.
Bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabenin hayatlarını öğrenmeliyiz. Çünkü bu tek bir yoldur. Yolun tüm ayrıntıları ‘değişmez kanunlar’ (Sünnetullah) olarak Allah subhanehu ve teâlâ tarafından belirlenmiştir. Bu yolun tabileri aynı şeyleri yaşamışlardır. Benzer dönemleri yaşayanların başına aynı şeylerin gelmesi kaçınılmazdır.
Mensubu olduğumuz evrensel/tarihi İslam cemaatinde iki toplum tipi vardır.
Birincisi: Adem, Davud ve Süleyman aleyhimusselam gibi tevhidi toplumlardır.
İkincisi: Musa, İsa, İbrahim, Nuh ve Lut aleyhimusselam, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gibi şirk toplumlarında yaşayanlardır.
Her iki toplum biçiminin başına gelenler, yaşadıkları yol olarak Kur’an’da resmedilmiştir. Ve bizler; yol çizilip, netleştirildikten sonra bizden öncekilerin muhatap oldukları ölçüyle muhatabız.
“Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar. (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz Rasullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.” (17/İsra, 76-77)
“(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.” (33/Ahzab, 62)
Bu, fitne ortamında doğru cemaati bulmanın ölçüsüdür. İnancın Kitaba ve Sünnete dayanması ve tabi olduğunu iddia ettiği ‘yol’un değişmez sünnetlerini yaşıyor olmasıdır.
Bu ölçülere uyan yapılar hiçbir zaman eksik olamazlar. Bu, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bize haber verdiği esaslardandır.
“…Kıyamete dek Allah’ın dinini ayakta tutan/savaşan/kuvvetli olan bir taife süregelecektir. Onlara muhalefet edip, onları yardımsız bırakanlar onlara zarar vermeyecektir.” (Muttefekun Aleyh)
Bizden önce Rabblerine adanan ve adakları kabul edilenler gibi salih ortamda bulunmak, Allah’ın dinine ensar olup hizmet etmek, gençlik ve enerji, belirsizlikler içinde heba olup, her şeyi tadıp hiçbir şey elde edemeyen durumuna düşmemek, dinle tanıştığımız gibi onun üzerinde sebat edebilmek ve iman üzere can vermek için… İslamî hareket saflarında yerimizi almalıyız.
Genç Kardeşim!
Allah’a adanabilmek için hakkın ölçüsünü tanımalıyız. Bu ölçüyle İslamî bir yapı tespit edip yerimizi almalıyız. Çünkü bize ihtiyaç var. Her şeyimizi İslam davasına adamamızı bekleyenler var.
Ve bilmeliyiz ki; cemaat içinde bulunmak ‘ben’ anlayışından vazgeçmektir. Sahabe misali belirlenen hedef doğrultusunda hareket etmek, her an ‘benden beklenen olabilir’ düşüncesiyle hayatımızı düzenlemektir.
Bu da işitmeye ve itaat etmeye hazır olmaktır. Cemaat içinde yerimizi almak, emirlere -masiyet olmadığı müddetçe- itaat etmektir. Bu öyle sıradan bir itaat değildir ki, Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem itaat, onun üzerinden Allah’a subhanehu ve teâlâ itaattir…
“Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiştir, kim de bana isyan ederse Allah’a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse bana itaat etmiştir, kim de emire isyan ederse bana isyan etmiştir.” (Muttefekun Aleyh)
Evet, Allah’a subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem itaat etmek isteyen; masiyeti emretmediği müddetçe emirine itaat etmelidir.
Genç Kardeşim!
Sen her cemaat ve emire tabi olacak değilsin. Çok dikkatli olmalısın. Sen Rabbine adanmak, O’nun subhanehu ve teâlâ dinine ensar olmak istiyorsan, ölçülere uyan bir yapı bulduğunda şu noktaya dikkat etmelisin: Doğrular ve yanlışlar iki kısımdır..
Mutlak Doğrular ve Mutlak Yanlışlar: Bunlar İslam’ın kesin öğretileridir. Bunlar herkesin bilmesi gereken zaruri meselelerdir. İçkinin, zinanın haramlığı, hiçbir maslahatın şirki meşrulaştıramayacağı, namazın ve zekatın vacip olması ve benzerleri buna örnek verilebilir. Bu noktalarda İslam’a muhalefet etmemizi isteyen bir yapı bizim ölçülerimize uymuyor demektir. Bu gruplar cehennem kapısında olan davetçilerdir.
Göreceli Doğrular ve Yanlışlar: Bunlar mutlak olmayıp, hizmet esnasında verilen kararlardır. Hakkında kesin nas olmayan, kişiden kişiye göre yapılması ve yapılmaması değişen şeyler, yani göreceli meselelerdir.
İşte senin hassas olman gereken nokta burasıdır. Çünkü itaat bu noktadır. Allah’a gençliğini adayan ve buna aday olanların, bu noktada doğruları ve yanlışları olmaz. O, içinde bulunduğu hareketin doğrularını doğru, yanlışlarını yanlış kabul edendir. Onun amacı konuşmak, laf kalabalığı yapıp eleştirmek değildir. Düşünmüştür, hakkın ölçülerine uyduğuna emin olduktan sonra bir yapıda yerini almıştır. Buna bağlı olarak masiyet emredilmediği sürece ‘Benim işim itaat ve hizmettir’ diyerek göreve koşturur. ‘Şu şöyle olsaydı’, ‘Bu böyle daha iyi olurdu’ bataklığında ömür tüketmez. Bilir ki ona göre ‘Şöylesi daha iyi’, ‘Böylesi daha faydalı durum’ bir başkası için tam tersi olabilir. Adı üstünde ya! Göreceli meseleler… Onun doğrusuna göre hareket edilse diğer insan ‘benimki’ diyecek ve birliğin, vakit ve gençlik israfının teminatı olan ‘cemaat’, tefrika ve çekişmenin merkezi olacaktır.
Emir tayini, ona itaatin Rasûl’e ve Allah’a itaat olması, masiyet olmadıkça onu dinlemenin, sıdkın alameti olması da bundan değil midir?
Farkında mısın kardeşim?! Yeryüzünün en şerefli nesli aynı zamanda en az konuşan neslidir. Konuşmak, sürekli fikir beyan etmek ise saadet asrında münafıkların özelliğidir. Günümüz de pek farklı değildir. Çokça konuşan, fikir beyan eden insan var. Söz konusu hizmet ve fedakarlık oldu mu yine suskunları görürsün. Konuşup, hizmet projeleri arz edenlerin ya programları vardır ya da evde onları bekleyenler. Allah’tan geldik, tekrar O’na döneceğiz.
Söz konusu göreceli bir mesele ise sen susmalı ve elinden gelenin en iyisini yapmalısın. Ve hiç unutmamalısın, Allah’a adanmamız için bize bu zemini sunacak salih bir ortam içinde yerimizi almalıyız.
Allah’ım! Bizleri senin dinine hizmet eden sadık insanlarla bir arada bulunmaya muvaffak kıl. Bizleri işiten ve itaat edenlerden eyle. İsyan ehli olmaktan sana sığınırız. İslam ümmetinin sana takdim ettiği kurbanları kabul ettiğin gibi, bizleri yoluna kurban kabul et.
Selam ve dua ile Ebu Hanzala
İlk Yorumu Sen Yap