Allah’a hamd ve Rasûlüne de salat ve selam olsun.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ izniyle dergimizin bu sayısında itikadi sapmalara sebep olan ‘Alimlerin sözleri, itikat belirler mi? Ve Alimerin sözleri itikadi meselelerde nasıl anlaşılması gereklidir.’ Konularını anlatmaya çalışacağız.
İlmin ve alimlerin İslam’da ne kadar önemli olduğunu İslam’ın ilk emri olan “Seni yaratan rabbinin adıyla oku’’ ayet-i kerimesinden, yine Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem alimlerin, nebilerin varisi olduğunu ve ilmin önemini ve faziletini ifade eden naslardan anlamaktayız. Bunla beraber Alimler noktasında çok dikkatli olunması lazım. Çünkü insanlar Alimlere bir usul olmadan ve şeriatın koyduğu sınır çerçevesinde itaat etmezlerse, bizden önceki ümmetlerin haktan sapıp helak oldukları gibi, bizlerin de helak olmamıza neden olurlar. Ancak belirli ölçülere tabi olarak Alimlere yaklaşırlarsa, insanlar için bir rahmet olur.
Bugün özellikle usülsüzlüğün zararlarını çok bariz bir şekilde görebilmekteyiz. Bugün tevhidi Müslümanların bir çoğu, üç ayda bir itikat değiştirebilmekte; ya da gece yastığa başını bir itikatla koyup sabah bir itikatla kalkabilmekteler. Sürekli bir şekilde itikadın değişmesi insanın kendisine fayda sağlamadığı gibi aynı şekilde İslam ümmetine ve mücadelesin de faydalı olamamaktadır. Çünkü kendi inancıyla sorunlarını çözemeyen ve itikatlarını sabitleyemeyen insanların davaya ve mücadeleye hizmet etmeleri imkansızdır (kendi itikatlarıyla uğraşmalarından dolayı). Maalesef insanların çoğunun durumu budur. Yani bir şeye itikat ederken, başka bir Alimin sözünü gördüğünde ‘Biz bu güne kadar yanlış düşünmüşüz’ diyerek itikadını değiştirmekte; daha sonra aynı Alimin farklı bir görüşünü gördüğünde ise yine ‘Biz yanlışmışız’ diyerekten tekrardan eski itikadına dönmektedir. Dikkat edilirse kendi itikadını deneme tahtası gibi sürekli değiştirmesinden dolayı veya kendisiyle uğraşmasından dolayı İslami davaya katkıda bulunmaya vakit bulamamaktadır. Bunun sebebi ise alimlerin sözlerine bir usul ve menhec takip edilmeden rastgele yaklaşılması ve anlaşılmasıdır. İnsanların hataya düşmemeleri için mutlaka alimlerin sözlerinin anlaşılmasında bir usulün takip edilmesi gereklidir.
Alimlerin Sözlerinin Anlaşılmasındaki Usuller
Bu usulleri belirtmeden önce var olan büyük bir yanlışın düzeltilmesi lazım. İnsanların hataya düşmesinin en büyük sebebi olan bir yanlışın. İtikadımızı alimlerin sözlerine göre belirlememiz büyük bir hatadır. Onun için ilk olarak itikat ne ile belirlenir sorusunun cevaplanması gerekir. Bu soruya verilen cevaba göre ya sürekli insanlar itikat değiştirecek ya da itikatta istikamet üzere olacaktır. İtikat ne alimlerin sözleri ile ne akılla ne de duygu ile belirlenir. Bilakis itikat ancak Kur’an ve sünnet ile belirlenir. Alimlerin sözleri ise bunlara uyduğu müddetçe bizim için delil ve hüccet olur.
Alimlerin sözlerine yaklaşmadaki usullere gelince:
1. Her alimin sözü değil, sözünün delili hüccettir. İslam da asıl deliller kur’an,sünnet ,kuran ve sünnete istinad eden icma ve kıyastır. Alimlerin sözleri ise aslen delil değil, bilakis delillendirilmeye muhtaçtır. Hangi alimin sözü olursa olsun aslı bir delile dayanıyorsa, o zaman o delille beraber hüccet hükmündedir. Bunun dışında alimlerin sözü şer’i bir delil değildir. Mesela; Allah’ın subhanehu ve teâlâ hükümlerini en iyi bilen, yıllarca Rasûlullah’la sallallahu aleyhi ve sellem beraber yaşamış sahabelerin dahi sözlerinin delil olup olmadığının ihtilaf konusu olduğu bir dinde, sahabeden yüzyıllar sonra yaşamış bir alimin görüşlerinin delil olarak kabul edilmesi söz konusu değildir.
2. Her alimin sözü kendi vakıasıyla alakalıdır. Yani o alimin sözlerinin anlaşılması için alimin yaşadığı vakıanın çok iyi fehmedilmesi gerekir. Özellikle bu husus, dikkat edilmemesinden dolayı, en çok insanların itikat değiştirmesine sebebiyet vermiştir. Mesela okul, askerlik ve oy kullanma gibi güncel meselelerde insanlar o alimlerin vakıalarına bakmadan; mücerred olarak alimlerin yazdığı kitaplara bakıp ‘İşte filan şeyh oy kullanmanın tekfirinde tafsilata gidiyor veya okulun küfür olmadığını söylüyor vb.’ gibi sözlerle itikadını değiştirebilmektedir. Maalesef bunun örneğini Türkiye’de çok görmekteyiz. Rabbim sen bizleri doğrulara isabet edenlerden eyle, bu durum gerçekten üzücüdür. Çünkü bizim hedeflerimiz varken Müslümanlar her gecen gün daha zelil duruma düşerken, İslam’ın aziz sancağı yerlerde iken, bizler hala itikadi meseleleri tartışarak bu şekilde kendi içimizdeki dinamiğimizi bitirmekteyiz. Bu bizim değil, tağutların ve yandaşlarının faydasına olmaktadır.
3. Bir alimin bir konu hakkında tek yönlü sözlerini değil o konu hakkında bütün görüş ve sözlerinin ele alınması lazımdır. Yani alimlerin bir konu hakkında tüm sözlerini toplamadan, o sözler hakkında hüküm vermemek veya bir tarafı diğer tarafa kesinlikle tercih etmemek gerekir. Nitekim Allah’ın subhanehu ve teâlâ kelamında bile ayetler muhkem ve müteşabih diye iki kısma ayrılır. Müteşabih olanlar, tek başına ele alındığı zaman insanı saptırıp kalpleri eğri olanlardan kılabiliyorsa; sözü, Allah’ın subhanehu ve teâlâ sözünün rutbesinden milyon kat aşağı olan alimlerin sözlerinin de muhkem ve muteşabih olmaması ve bunlarda ayrıma gidilmemesi kaçınılmazdır.
Yine bir alim, bazen özel bir meseleye ait fetva verebilir ve o fetvasını genele uygulamak mümkün değildir. Bazen de verdiği fetva umumidir, başka yerlerde de o fetvasını tahsis eden cümleler kullanmış olabilir. Bu yüzden özellikle ciddi ve önem arz eden meselelerde, bir alimin hangi görüşte olduğunu öğrenebilmek, bu görüşü kabul veya reddebilmek için o alimin konuya dair sözlerini bütünlük içerisinde ele almak gerekir.
Bu kaidelerin daha güzel anlaşılabilmesi için Allah‘ın subhanehu ve teâlâ izniyle İbni Teymiye’nin fetavadaki sözleri ve muasır alimlerin sözlerinden örnek verelim.
Seleften İbni Teymiye’nin Fetava’daki Sözleri
İslam alimleri her ne kadar farklı isimler verselerde dinin meselelerini Dinin aslına dahil olan meseleler ve dinin aslına dahil olamayan fer’i meseleler diye ikiye ayırmışlardır.
Dinin aslına dahil olan meseleler: Bunlar herkesin (alim ve avam olanların) bilmesi gereken ve hiç kimsenin bilmemekle mazur olmadığı meselelerdir. Bunlara muhalif bir itikad, söz ve amel ortaya konulursa o zaman o kişi bu muhalif noktaların gereğince yargılanır.
Dinin fer’ine dahil olan meseleler: Kişilerin cehaletiyle mazur olduğu ve herkesin bilemeyeceği hafi ve kapalı olan meselelerdir. Bunlara muhalif itikad, söz ve amel ortaya konulduğu zaman, kişi cehaletiyle mazur görüleceği, ancak kendisine hüccet ikame edilene kadar hüküm (tekfir, had vs.) verilemeyeceği meselelerdir.
İslam alimleri bu noktadan yola çıkarak tekfiri, mutlak tekfir ve muayyen tekfir diye iki kısma ayırmışlardır. Dinin aslına dahil olan meselelere muhalefet edenlerin tekfiri noktasında hiçbir ayrım yapmadan o insanların tekfir edileceğini belirtmişlerdir. Ancak dinin aslına dahil olmayan konularda ise bir şahsın muayyen olarak tekfir edilmesi yani ‘Sen kafir oldun’ denilebilmesi için hüccetin mutlak bir şekilde ikame edilmesi gerektiğini belirtmişler. Dikkat edilirse alimlerimiz hüccet ikamesini her meselede şart koşmamış ancak kapalı ve hafi olan meselelerde şart koşmuşlardır. İşte bu noktada bazı insanlar Fetava da Şeyhul İslam ibn Teymiye’nin tekfir noktasında bir takım sözlerine yapışarak, Şeyh’in her meselede; yani hem dinin aslı hem de fer’i meselelerde tekfirin olabilmesi için mutlaka hüccet ikamesinin şart olduğunu söylemektedirler. Buna Şeyh’in, Fetava’da bu görüşlerini ifade eden sözlerini delil getirirler.
‘Sözler veya fiiller küfür olabilir. Kim bunu yaparsa o kafirdir.’ diye söz itlak edilse bile onu söyleyen veya yapan; muayyen şahsa gelince ta ki terk edildiği zaman insanın kafir olduğu hüccet ona ikame edilinceye kadar, muayyen şahıs tekfir edilmez. Tehdit içeren tüm nasslarda bu geçerlidir. Ehli kıbleden olan muayyen bir şahsa ateş ehli olduğu hükmedilmez. Bu ona layık olmamasının caiz olmasından ötürüdür. Yani bir şartın ortadan kalkması veya bir maninin subutundan dolayıdır.’
Yine Şeyh başka bir yerde şöyle der: ‘Hiç kimsenin bir Müslümanı tekfir etmesi caiz olmaz. Velev hata ve yanlış yapsa bile. Ta ki hüccetin ikame edilmesine kadar.’ Ve buna benzer bir takım sözlerini getirirler. Hiçbir usul olmadan bakıldığında gerçekten de onların dediği gibi Şeyh, bir insanın tekfir edilmesi için mutlaka hüccet ikamesi yapılıp şartların yerine gelmesi ve manilerin de ortadan kalkması gerektiğini söylüyor gibi. Böyle olunca da dinin usul ve furu ayrımına gitmeden her meselede cehaletin, tevilin özür olduğunu veya her meselede tekfirin şartlarına bakmak gereklidir görüşünün doğru olduğunu insanlara ve muhaliflerine kabullendirmeye çalışmaktadırlar. Bu şekilde hem kendilerini hem de insanları itikat noktasında çok tehlikeli uçurumlara sürüklemektedirler.
Oysa bizler yukarıda belirttiğimiz usuller çerçevesinde Şeyh’in sözlerine yaklaştığımızda ve bu konu hakkındaki sözlerini bir bütün halinde ele aldığımızda, meselenin hiç de onların belirttiği gibi olmadığını görmekteyiz. Şöyle ki;
Öncelikle Fetava’da Şeyh’in bu sözlerini söylediği yerlere baktığımızda on, yirmi sayfa öncesinde ya arşa istiva meselesinden konuşuyor ya kader ya da sıfat vb. meselelerinden bahsetmektedir. Dikkat edilirse bu meselelerin hepsi hafi ve kapalı olan meselelerdir ki zaten bu meselelerde cehaletin mazur olduğunu ve hüccetin ikame edilmesi gerektiğini yukarıda belirtmiştik.
Ayrıca tekfir noktasında Şeyh’in farklı sözlerine baktığımızda; meselelerde usul ve furu ayrımına gittiğini ve hüccetin ise ancak furu ve kapalı olan meselelerde olacağını, asıl yani usul olan meselelerde hüccetin şart olmadığını kesin bir şekilde belirtmiştir.
Şeyh Fetava’da kelam ehline reddiye verirken şöyle der: ‘Bu tip şeyler hafi olan meselelerde söylenebilir. Yani ‘Sahibi sapıktır hüccet ikame olunmamıştır’ denir. Lakin bu kelamcıların bazısında öyle şeyler vaki olur ki; alimler ve avam da bunun İslam dininden olduğunu bilirler. Bilakis Yahudi ve hristiyanlar dahi, Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem onunla gönderilip muhalifleri tekfir ettiğini bilir (yani böyle açık meselelerde hataya düşüyorlar).
Bunlar; Allah’a subhanehu ve teâlâ ibadet edip Ona ortak koşmamak veya Allah’tan subhanehu ve teâlâ başkasına (nebiler, melekler, güneş…) ibadet etmenin nehy edilmesi gibi İslam’ın zahir olan meselelerindendir.’
Burada dikkat edilirse Şeyh meseleleri ikiye ayırıp her muayyenin tekfiri için hüccet ikamesini dahil etmeyerek açık ve zahir olan meselelere muhalefet edenlerin kafir olduğunun hatta Yahudi ve hristiyanların bile onların kafir olduklarını bildiğini söylemekte yani zahir olan meselelerde hüccet ikame edilmeden tekfir edileceğini belirtmektedir.
Sonuç olarak bu konuda Şeyh’in sözlerini bir bütün içinde ele aldığımızda meselenin aslı ortaya çıkmaktadır. O da hüccet ikamesinin sadece fer’i meselelerde yapılacağı, şartlara ve manilere bakılacağının gerekli olduğunu söylemektedir. Ama asli meselelerde ise bunların şart olmadığını açık bir şekilde söylemektedir.
Aynı şekilde şu anda muasır tevhidi Şeyhlerin bir takım sözlerine de bu şekilde bir usûl olmadan yaklaşılmakta ve insanlar hataya düşebilmektedirler. Bundan dolayı Müslümanların çok dikkatli olması lazım.
Hamd, davamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’adır.
İlk Yorumu Sen Yap