Kavaidu’l Erba’ – 2

 

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun…

Metin

‘Allah seni taatine yönlendirsin! Bil ki; İbrahim’in aleyhisselam milleti olan haniflik, ibadette Allah’ı birlemen ve dini O’na has kılmandır. Allah subhanehu ve teâlâ bütün insanlara bunu emretmiş ve bütün insanları bunun için yaratmıştır. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ben, insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.” (51/Zariyat, 56)’

Şerh

Millet-i İbrahim, haniflik nedir? Bunun iyi bilinmesi gerekir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ birçok ayette hem Peygamberimize sallallahu aleyhi ve sellem hem de tüm insanlara İbrahim’in aleyhisselam milletine tabi olmayı emretmiştir. Bununla birlikte Allah subhanehu ve teâlâ İbrahim’in milletinden yüz çevireni ‘sefih’ diye isimlendirmiştir.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“Hanif olan İbrahim’in milletine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (3/Âli İmran, 95)

“Sonra sana vahy ettik: ‘Hanif olan İbrahim’in milletine uy. O müşriklerden değildi.’ ” (16/Nahl, 123)

“Kendi nefsini aşağılık kılandan (sefihten) başka, İbrahim’in milletinden kim yüz çevirir.” (2/Bakara, 130)

Allah subhanehu ve teâlâ İbrahim’in aleyhisselam milletine tabi olmayı emredip, tabi olmayanları sefih olarak isimlendirdiği için Millet-i İbrahim’i iyi bilmemiz gerekir. Çünkü insan bilmediği, tanımadığı bir şeye tabi olamaz. Tabi olmak için, önce bilmek gerekir.

Millet-i İbrahim’in iki tane temel özelliği var;

1. İbadette Allah’ı birlemek: Allah subhanehu ve teâlâ insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Millet-i İbrahim’den olmak isteyen birinin ilk olarak ibadette Allah’ı birlemesi gerekir. İbadette Allah’ı subhanehu ve teâlâ birlemeyen Millet-i İbrahim’den olamaz.

2. Müşriklerden teberri: Allah’ı ibadette birlemeyenlerin hem cisimlerinden hem de itikadlarından beri olmak İbrahim’in milletinin ikinci özelliğidir.

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında ibadet ettiklerinizden beriyiz/uzağız.’ ” (60/Mümtehine, 4)

“Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: ‘Ben, sizin ibadet ettiklerinizden beriyim. (ancak) Beni yaratan hariç.’ ” (43/Zuhruf, 26)

İbrahim’in milletinden olmak isteyen birinin, ibadette Allah’ı birlemesi ve ibadette Allah’ı birlemeyenlerden teberri etmesi gerekir. İkisi veya ikisinden biri eksik olduğunda kişi İbrahim’in milletinden olamaz. Velev onun milletinden olduğunu dili ile söylesede.

Zariyat suresi 56. ayetinin açıklaması

Bu ayet ile ilgili bilinmesi gereken birkaç mesele vardır:

1. Bu ayette hasr vardır

Allah subhanehu ve teâlâ ayette: “Ben insanları ve cinleri yaratmadım” diye bu kısmı önce nefyetmiş sonra ise istisna ile: “Sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” diyerek bu kısmı ispat etmiş. Bu Arap dilinde hasr olarak isimlendirilir. Hasr: Bir şeyi bir şeye has kılmak demektir. Bizim dilimizde olan ‘Ben bunu sadece ve sadece bundan dolayı yaptım’ sözü arap dilinde hasr olarak isimlendirilir. Hasrın Arap dilinde bir takım üslupları vardır. Bunlardan bir tanesi de nefiyden sonra istisnanın gelmesidir. Yani Allah subhanehu ve teâlâ insanı, sadece ve sadece kendisini ibadette birlemesi için yarattığına özellikle vurgu yapmıştır.

2. İnsanın yaratılışının sebebi nedir?

Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde insanın sebepsiz yere, başıboş yaratılmadığını defaten beyan eder.

“Sizi boşuna yarattığımızı ve tekrardan bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız.” (23/Mü’minun, 115)

“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır.” (75/Kıyamet, 36)

‘Allah subhanehu ve teâlâ insanı başıboş yaratmadıysa, neden yaratmış? İnsanın yaratılış sebebi nedir?’ diye aklımıza sorular gelebilir. İşte Zariyat suresindeki bu ayet insanın yaratılış sebebini bize açıklıyor. Allah subhanehu ve teâlâ bu ayetle insanları ve cinleri sadece ve sadece kendisine ibadet etsinler diye yarattığını beyan ediyor.

İnsanın yaratılış sebebini bilmesinin ne tür faydaları vardır?

1. Yaratılış sebebini bilmeyen yaratılış gayesini yerine getiremez. Hangi iş olursa olsun yapılabilmesi için öncesinde ilim olması gerekir. Kişinin, Allah’ın kendisinden istediklerini yerine getirebilmesi için öncelikle Allah’ın kendisinden ne istediğini bilmesi gerekir.

2. Yaşadığımız hayat içerisinde Allah’a ibadet etmek ile birçok şey karşı karşıya gelebiliyor. İkisinden birini tercih etmek durumunda kalıyoruz. Böyle bir durumda kişi kendisi için hangisinin daha önemli olduğunu düşünerek çelişki yaşayabilir. Örneğin, bazen Allah’a subhanehu ve teâlâ ibadet ettiğimiz için hapsediliyoruz, rızkımızı temin edemiyoruz veya akrabalık ilişkilerimiz kesiliyor. Bu durumda insan yaratılışının tek gayesinin Allah’a ibadet etmek olduğunu bilirse: ‘Ben sadece Allah’a ibadet etmek için yaratıldım’ diyerek onu her şeyin önüne geçirir. Eğer bunu bilmezse, korku ve endişelerini Allah’a ibadetin önüne geçirebilir. Bu da Allah muhafaza dünya ve ahiretinin ziyan olmasına sebep olur.

Ayet-i kerimeye dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ: “Ben, insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” diyor. Fakat vakıaya baktığımızda birçok insan Allah’a ibadet etmiyor veya Allah ile birlikte başkalarına da ibadet ediyor. Bunu nasıl anlayacağız? (Hâşa!) Allah’ın subhanehu ve teâlâ söylediğinin vakıada karşılığı yok mu?

Bazı âlimler buna şöyle cevap vermişler. Demişler ki: ‘Eğer Allah bir ayette bir şey söylüyor ve o söylediği hem başka ayetlerle uyuşmuyor hem de vakıada karşılığı yoksa orada mutlaka lafızda zikredilmeyen, ‘hazf’ edilen bir şey vardır. Bunun Kur’an ve Sünnet’te birçok örneği vardır. Örneğin: Peygamberimiz hadiste: “Ameller niyetlere göredir.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud) buyurmaktadır. Vakıaya baktığımız da niyetsiz amel yapan birçok insan var. (Hâşâ!) Peygamberimiz yalan mı söylüyor? Hayır. Burada hadiste zikredilmeyen, mahzuf olan bir şey var. O da şudur: ‘Ameller ancak niyetlerle sahih olur.’ Böyle denildiğinde karışıklık ortadan kalkmış olur. Böylece hadisten niyetsiz amel yapanların amellerinin sahih olmadığı, geçersiz olduğu anlaşılmış oldu.

Bu ayet-i kerime de zikrettiğimiz hadis gibidir. Ayetin lafzında zikredilmeyen, mahzuf olan bir şey var. Onu zikrettiğimizde ayet-i kerime: ‘Ben insanları ve cinleri bana ibadet etmelerini emredeyim diye yarattım’ şeklinde olur.

Eğer böyle söylenmese (hâşa) Allah’ın söylediğinin vakıada karşılığı olmaz. Bu da mümkün değil. Nasıl ki Allah insanı iki elli, iki ayaklı, iki gözlü olarak yaratmış ve bu şekilde bunu vakıada görüyoruz; aynı şekilde Allah subhanehu ve teâlâ insanlara: ‘Yeryüzünde bana ibadet edeceksiniz’ deseydi vakıada insanların sadece Allah’a ibadet ettiklerini görecektik. Fakat Allah subhanehu ve teâlâ insanlara kendisine ibadet etmelerini emretmek için yaratmış. Doğal olarak kimi insan bu emre icabet ediyor kimisi ise icabet etmiyor.

Bazı âlimler ise buna şöyle cevap vermişler. Demişler ki: ‘Burada ibadetten kasıt, kişinin kendi isteğiyle yaptığı ibadet değildir, herkesin Allah’ın kulu olarak zorunlu olarak yaptığı ibadettir. Allah subhanehu ve teâlâ ayette:

“Göklerde ve yerde hiç kimse yoktur ki şüphesiz Allah’a kul olarak gelecektir.” (19/Meryem, 93) buyurmuştur.

Kıyamet gününde herkes istese de istemese de Allah’a subhanehu ve teâlâ kul olarak gelecektir. Allah’a hakkıyla kulluk etmeyen Ebu Cehil de Allah’a kul olarak gelecek, Rasûlullah da sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a kul olarak gelecektir.’

3. Allah’a ibadet etmenin delili nedir?

Bir konunun delilinin ne olduğunu bilmek önemlidir. Çünkü delilin varlığına göre hükümler icra edilir veya edilmez. Bir şeyi yapmanın delili şayet fıtrat ise herkes onu yapmak zorundadır ve yapmayanların da öne sürdüğü ‘ben bilmiyorum, cahilim’ şeklindeki özürler geçersizdir. Çünkü delili fıtratta olduğu için herkes bilmek ve gereklerini yapmak zorundadır. Şayet bir konunun delili Kur’an ve Sünnet ile sabitse, onlar kişiye ulaşmadan yaptıkları ile sorgulanmaz. Sorgulanması için hüccet ikamesi gerekir. Ondan dolayı ‘hangi meselenin delili nedir’ bunu iyi bilmek gerekir.

Her meselenin delili birbirinden farklıdır. Meseleleri ve delillerini birbirine karıştırmamak gerekir. Bazı insanlar meseleleri birbirine karıştırdıkları için kafaları da karışmış, kimisi ifrata kimisi ise tefrite giderek istikametten çıkmışlardır.

Allah’ın yaratmış olması ve fıtrat, Allah’ı ibadette birlemenin başlı başına delilidir. Allah subhanehu ve teâlâ daha insanları yaratmadan kendisini ibadette birlesinler diye onlardan söz almış.

“Hani kıyamet günü: ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz diye, Rabbin, Ademoğullarının sırtından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (diye buyurmuştu), Onlar da: ‘Evet (Rabbimizsin) şahid olduk’ demişlerdi. Yahut: ‘Daha önce sadece atalarımız Allah’a ortak koşmuşlardı. Bizde onlardan sonra gelen bir kuşaktık. Şimdi (atalarımız olan) o batıla saplananların işledikleri yüzünden bizi helak mi edeceksin?’ demeyesiniz diye.” (7/Araf, 172-173)

Ayetlere dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ, insanlar ibadette kendisini birlesinler ve şirk koşmasınlar diye onlardan söz almış. Söz almasının sebebini ise “Biz bilmiyoruz veya daha önce atalarımız şirk koştu biz onlardan sonra gelen bir nesildik” demeyelim diye açıklamıştır. O zaman insanın bilmiyorum demesi veya birilerine tabi olması ibadette Allah’ı birlememek için geçerli sebepler değildir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ bunu insanın fıtratına yerleştirmiş, daha sonra ise kâinatın her tarafına buna işaret eden deliller koymuştur. İnsan biraz tefekkür etse, biraz düşünse bunu fark edecektir. Birinin gelip ekstradan bunu anlatmasına gerek yoktur. Fıtrat ve akıl bunun için yeterli delildir.

Dediğimiz gibi insanın yaratılmış olması ibadette Allah’ı birlemesi için yeterli bir delildir. Allah subhanehu ve teâlâ yaratmayı, ibadette Allah’ı birlemenin delili olarak zikrediyor.

Zariyat suresindeki ayete dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ: “Ben insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” diyor. Yani Allah subhanehu ve teâlâ: ‘Beni ibadette birlemeniz gerekir. Çünkü ben zaten sizi bunun için yarattım’ diyerek ibadeti yaratmaya bağlıyor. O zaman yaratılmış olan herkes Allah’ı ibadette birlemek zorundadır. Başka bir ayette ise:

“Ey insanlar, sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin ki takva sahibi olasınız.” (2/Bakara, 21)

Dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ yine ibadeti yaratmaya bağladı ve “Yaratan Rabbinize ibadet edin” (2/Bakara, 21) dedi.

Fıtratın Allah’ı subhanehu ve teâlâ ibadette birlemeye yeterli delil olduğuna dair sünnetten pratik iki örnek verelim:

1. Zeyd bin Amr bin Nufeyl’in kıssası: Bu adam Mekke’den Şam’a yolculuk yapmış, önce Yahudi sonra Hristiyan din adamlarından bir şeyler öğrenmeye çalışmıştır.

“Yahudi âlime: ‘Umulur ki sizin dininize gireyim. Bana dininizi anlat’ der. Yahudi âlimi: ‘Allah’ın kızgınlığından nasibini almadıkça bizim dinimize giremezsin.’ der. Zeyd: ‘Ben zaten Allah’ın gazabından kaçıyorum. Bana bundan başkasını gösterebilir misin?’ diye cevap verir. Yahudi âlimi: ‘Senin için ancak hanifliği bilirim’ dedi. Zeyd: ‘Nedir o haniflik?’ diye sorunca, âlim: ‘İbrahim’in dinidir. O Yahudi ve Hristiyan değildi ve Allah’tan başkasına ibadet etmezdi’ diye anlattı. Sonra Zeyd bir Hristiyan din adamına gitti. (gazap yerine lanet kelimesi konularak aynı konuşma geçer.) Hristiyan da Zeyd’e hanifliği anlatınca Zeyd oradan çıktı. Ellerini kaldırdı ve: ‘Allah’ım şahadet ederim ki ben İbrahim’in dini üzereyim’ dedi.” (Buhari)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başka hadislerde Zeyd’in cennet ehlinden olduğunu, onu cennet bahçelerinde gördüğünü haber vermiştir. Zeyd’i, cennet ehlinden kılan şey ise, Allah’ı ibadette birleyip şirk koşmamasıydı. Zeyd’e kimse bunu anlatmamıştı. Fakat Allah subhanehu ve teâlâ bunu fıtrata yerleştirdiği için Mekke toplumunun içerisinde olduğu durumu kabul edemedi ve arayarak tevhidi buldu. Ve sonuç olarak Zeyd ve onun gibi ibadette Allah’ı birleyenler cennet ehlinden oldu. İbadette Allah’ı birlemeyen Mekkeli müşrikler ise cehennem ehlinden oldu.

2. Amr bin Abese’nin kıssası: Amr bin Abese Müslüman olmaya gelince, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle diyor:

“Ben cahiliyedeydim, insanların sapıklık üzere olduklarını ve hiçbir şey üzerine olmadıklarını biliyordum.” (Müslim)

Amr bin Abese Müslüman olmadan önce dahi insanların sapıklıkta olduğunu bildiğini söylemiş. Peki, Amr bin Abese bunu nereden öğrenmişti? Kimse Amr bin Abese’ye bunu anlatmış mıydı? Hayır. Bilakis onların yaptıklarının yanlış olduğunu selim olan fıtrat ile bildi.

Sonuç olarak, Allah’ı ibadette birlemenin delili fıtrattır. Ondan dolayı hiç kimsenin bu konuda mazereti olamaz. Herkesin ibadette Allah’ı birlemesi gerekir.

Bugün insanlar, Allah’a ibadet ile başka meseleleri birbirine karıştırıyorlar. Ondan dolayı meseleler birbirine giriyor. Örneğin, âlimler demişler ki: ‘Bir adam namazın vacipliğini inkâr ederse ona hücceti ikame ederiz. Kabul etmezse tekfir ederiz.’ Biri de hemen bu söze sarılarak şöyle diyor: ‘Adam namazın vacipliğini inkâr etmesine rağmen âlimler demiş ki hüccet ikamesi gerekir. Demek ki şirkte de cehalet mazerettir.’ Âlimlerin söylemiş olduğu söz doğrudur. Fakat bu kişinin o söze sarılıp da çıkardığı sonuç yanlıştır. Çünkü Allah’a ibadetin delili ile namazın delili aynı değildir. Namazın vacipliği Rasûl’ün gelip bildirmesinden sonra bilinebilir. İnsanın fıtratında bu yoktur. Ondan dolayı ilmin olmadığı yerlerde kişinin bu konudaki cehaleti mazurdur. Oysa Allah’a ibadetin delili insanın fıtratında vardır. Allah daha insan doğmadan bunu onun fıtratına yerleştirmiştir. Ondan dolayı kişinin bu konuda cehaleti mazeret değildir.

Günümüzde yol kesiciler olarak tarif edebileceğimiz bazı kişiler âlimlerin bazı sözlerine yapışıp bunu istedikleri her tarafa çekiyorlar. Sonunda ise kendi itikatlarını o âlimlere söyletiyorlar. Örneğin; adam diyor ki: ‘Âlimler, ‘Musa’nın aleyhisselam Peygamber olduğunu bilmiyorum’ diyenin cehaletini mazeret kabul etmişler. Demek ki cehalet mazerettir.’ Doğrudur bu konuda cehalet mazeret olabilir. Çünkü Musa’nın aleyhisselam Peygamber olduğu hüccet ikame edilmeden bilinebilecek bir konu değildir. Bilmeyen mazur olabilir. Fakat Allah’a subhanehu ve teâlâ ibadet konusu böyle değildir ki. Fıtrata yerleştirildiği için herkes bilmek zorundadır. Bilmeyenin ise mazereti kabul edilmez.

Davamızın sonu; âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver