Allah’ın Adıyla…
Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.
Kıymetli kardeşim! Seni muhabbetle kucaklıyor avf ve afiyet içinde olmanı temenni ediyorum. Allah’a hamd olsun ben iyiyim. Durumumu merak etmişsin. Tafsilatını aşağıda yazacağım. Her şeye rağmen ben iyiyim ve Allah’a hakkıyla hamd ve şükür etmeye beni muvaffak kılması için duacıyım..
15 Ocak Cuma günü kardeşlerle beraber ikindi namazını kıldık. Herkes odasına çekildi. Hasan abimizin akşam yemeğini hazırlayacağı saate kadar 16.30 odamızda oturuyoruz. Kimimiz akşam zikirleriyle meşgul oluyor, kimimiz vereceği Kur’an ezberini hazırlıyoruz.
Koğuş kapısı açıldı. Başgardiyan beni istiyor. Çıktım. Bizim bölümle ilgilenen baş efendi sevkimin çıktığını, yarım saat içinde askerin beni alacağını söyledi. Bir şaşkınlık oldu haliyle. Benzer bir sahneyi aylar öncesinde yaşamıştık. Sukunet içinde hayatımızı sürdürürken yine bir başgardiyan Enes Hoca’nın sevkinin Ankara’ya çıktığını haber etmişti. İlk başta insan inanamıyor ya da inanmak istemiyor. Yarım saat içinde hakikat anlaşılınca inansan da inanmasan da yola koyuluyor, kardeşlerinden ayrılıyorsun. Bakanlık ‘Güvenlik gerekçesiyle’ benim sevk edilmeme karar vermiş. Bu içerikte bir yazı yollamışlar kaldığım cezaevine. Bu kağıtla beraber bizim yolculuk serüvenimiz başlamış oldu.
Ben de hazırlıklara başladım. Hasan abi bu arada yemek hazırlamış. Allah eksikliğini göstermesin bir annenin evladına baktığı gibi bize baktı bu sürede. Sofrada var olan bir şeyden yememişsem ‘Hocam bundan yemediniz!’ diyerek yememi sağladı. Ben de bu durumlarda ‘Annem gibisin Hasan abi!’ diyor tebessüm etmesini sağlıyordum. Hoş, cezaevinde bundan ötesi de pek olmuyor.
Kardeşlerle vedalaştım. Her zamanki gibi duygusal bir ortam oluştu. Cezaevi ayrılıkları öyle olur genelde. Kendinden bir parçanın koptuğunu hissedersin. Yeni adresimi de öğrendim 9 nolu Silivri Cezaevi. Yani aynı mahallede ev değiştirmek gibi bir şey. Aynı kampusün içinden, 4 nolu L tipinden, 9 nolu cezaevine geldik. Eminim senin de dikkatini çekmiştir. Yeni adresin tipi yok. Yazmayı unutmuş falan değilim. Bu dokuz nolu tipsiz bir cezaevi. Zaten bu mektubun kaleme alınmasını gerektiren iki mesele var. Biri 9 nolunun tipinin olmayışı, diğerini de yemekten sonra tatlı niyetine sona doğru anlatacağım.
4 nolu cezaevinde iki adet kitaplık yaptırmıştım. Kurum atölyesinde. Acaba bu kitaplıkları oraya götürebilir miyim diye düşündüm. Başgardiyana sordum. ‘F tiplerinde kitaplık olmuyor, dışarıdan getirince bir ihtimal alıyorlar. Bir arayıp sorsanız.’ dedim. Tabi, sadece siyasiler kaldığından biz 9 nolu F tipi diye biliyoruz. ‘Olur arayalım’ dedi başefendi. Yanında bulunan kıdemli gardiyan itiraz etti. ‘Abi oranın hattı bizimkilerden farklı, orayı arayamıyoruz’ dedi. Yani aynı kampüste bulunan 8 cezaevi bir dünya, 9 nolu ayrı bir dünya. Açıkçası başta pek inanmadım. Galiba aramamak için böyle söylüyor dedim. Lakin ilerleyen saatlerde yanlış düşündüğümü anladım.
Beni ve eşyalarımı aradılar. Askere teslim ettiler. Ring aracına bindik. İlk defa böyle konforlu bir yolculuk yaptım. 12 kişilik ring aracında bir tek ben varım. Ring araçları meselesi önemlidir. 6’şar kişilik kabinlerden oluşan bu araçlar kışın zangır-zangır titretir, yazın duşun altındaymış gibi ter akıttırır. Şuana kadar onlarca defa bindiğim ring araçlarından tek istisna Metris’ten Silivri’ye getirilişimdi. Gayet konforlu, kabinleri geniş bir araçla getirilmiştim. Gerçi o yolculuk her şeyiyle istisnaydı. Aynı bölmeye Urfalı bir mahkum koydular. Adam yıllarca cezaevinde yatmış. Çıkmış, Avrupa’ya yerleşmiş. Evlenip bir düzen kurmuş. Türkiye’ye izne gelince adamı tutuklamışlar. Adam tabiat itibariyle komik biri, yaşadığı olayın şaşkınlığı da eklenince iyice komikleşmiş. Bana ‘Hocam, hakket bu Deniz Seki ne oldu?’ diye bir soru sordu. Bunca yıldır insanların sorularına muhatap olan bir ilim talebesi olarak, en ilginci buydu diyebilirim. Biz araçta dört kişiyiz, herkes iyi bir gülmüştü. Sonra arkadaş devam etti ‘Allah rahmet etsin Müslüm Gürses, Allah selamet versin Bayhan vardı’ diye. Galiba bizleri İslami davadan görünce aklına gelen herkese rahmet okumak istedi. Bu arkadaşın sohbetine doyum olmaz. Hukuk felsefesine dair yaptığı yorumlar var ki, eminim yanımızda hukuk fakültesi öğrencisi olan arkadaşımız üniversitede bu kalitede yorum duymamıştır!
Bu istisna yolculuk dışında genelde ring yolculukları zahmetli olur. Bu son yolculuk kısa olsa da arabada bir tek ben vardım. Tadını çıkarayım demeye kalmadan yeni adresimize ulaştığımızı anladım.
Arabadan indik. Tam içeri gireceğiz. Asker, komutanı uyardı. ‘Bekleyin diyollar gomutanım’ dedi. Komutan sinirle ‘Tabi burası ayrı bir Cumhuriyet canım, hiçbir yerde beklemek yok, burada bekleyeceğiz’ dedi. Cümle içindeki canım ifadesi bana ait. Askerlik yapanlar komutanın orayı nasıl doldurduğunu tahmin etmiştir.
Kapıdan içeri girdik. Şekil itibariyle giriş kısmını F tipine benzer inşa etmişler. Kayıt faslını bekledik. Kaydımızı aldılar, aramamızı yaptılar. Eşyalarımın büyük kısmı bu cezaevinin güvenlik seviyesine uymadığından çöpe, kalan kısmı da emanette beklemeye alındı. Cuma günü mesai bittiğinden, pazartesi gününe dek hiçbir eşyamı alamayacağımı söylediler. ‘Bari saatimi verin’ dedim. Namaz vakitleri için lazım nede olsa. ‘Ezan sesi geliyor’ denip onu da aldılar.
Yanıma eşofman takımı, havlu, üç iç çamaşır ve seccade aldım. Bu kadarcık eşyanın araması iki saat sürdü. Kapıdaki memur burası çoook yüksek güvenlikli bir cezaevi dedi. İyi ki tüm eşyalarımı almamışım. Herhalde hepsini yanıma alsam, üç gün arama yapılmasını bekleyecektim.
Bu cezaevine neden tip koymadıklarını da öğrendim. Buranın güvenlik seviyesi hiçbir cezaevini karşılamıyormuş. Türkiye’nin en yüksek güvenlikli cezaevleri olan F tiplerine rahmet okuttuğu kesin.
Kapıda şunu alamayız, bu olmaz, bunda demir var… O kadar şeye olmaz dediler ki, bir ara ‘bunlar niyeti bozdu, beni de almayacaklar içeriye’ dedim içimden. ‘Sen de bu cezaevine elverişli değilsin’ diyerek eski yerime gönderecekler herhalde dedim. Ama nafile. Beni itinayla alıp, odama teslim ettiler.
Neyse. Yeni malikaneme geldim. Koridorlar F tipinden az daha büyüktür. Nasıl olmuş dersen, odalardan ve bahçelerden kısmışlar. Bilirsin devlet iktisat ve vatandaştan kısma konusunda mahirdir. Kısa kısa 8 koğuş yerleştirmişler. Oda yeni. İlk sakini benim anlaşılan. Yeni olduğundan inşaat kiri var odada. Tabi temizlik yapacak hiçbir malzeme yok. Mutfak tezgahını su döküp elimle temizledim. Kalan kısmı da Pazartesiye bıraktım. Kantinden temizlik malzemesi alıp, becerebildiğim kadarıyla temizleyeceğim inşaallah.
Kur’anım ve seccadem yanımda hamd olsun. Bir kalemle, yazı yazabileceğim kağıt da istedim. Onlarla sana bu mektubu yazıyorum işte.
Kur’an ve seccade temel gıda, ekmek ve su gibidir. O ikisi varsa uzun müddet sağlıklı yaşarsın Allah’ın izniyle onun dışında kalan ihtiyaçlar ise, olmasa da olur cinstendir..
İlk gün çok yorulduğum için hemen yattım. Sabah ezan sesine uyandım. Yapacak hiç birşey yok haliyle. Akşama kadar seccadem ve kuranımla hemhal oldum. Volta yürüdüm. Eşim bu hafta doğum yapacak. Aklım çoğunlukla orada. Acaba ne oldu diye merak ediyorum.
Tabi bu arada ezan meselesini unuttum. Siyasi cezaevlerinde ezan çok önemlidir. Öncelikle okuyanı ferahlatır, şeytanları ortamdan kaçırır, Müslümanlar gönül rahatlığıyla bir müslümanın ezanını tekrar eder, çevrede bulunan Müslümanlara mesajdır ‘ben buradayım’ demek olur, bilimum zenadık ve küffar taifesini harekete geçirtip slogan attırtır. Haliyle sadece vaktin girdiğini ilan etmez ezan, dostluk düşmanlık hukuku da dahil bir çok işe yarar.
Ben de ezan okudum ama nafile. Ne selam veren bir dost ne de mücadele azmini bilen bir düşman…
Değerli Dava arkadaşım!
Cumartesi gününü böylece bitirdik. Yatsı ezanını okudum. Namazımı kıldım. Aşağıya indim. Söylemiş miydim bilmiyorum. Bizim malikane iki katlıdır. Alt katta banyo-lavabo, mutfak, oturma alanı ve dış bahçeye açılan kapı. İçerden merdivenle çıkılan üç yataklı bir bölme de yukarısı.
Masanın başına oturdum. Dergi yazılarından birini kaleme almaya başlamıştım. Hazır boşluk varken ileriye dönük yazalım dedim. O sırada kapının mazgalı açıldı. Avukatın var dediler. Ben Allah’a hamd ettim. Dedim kesin kardeşler tahliye oldu, avukat dosyayla ilgili görüşmeye geldi. Şimdi eminim sen de şaşırmışsındır. Ne alaka?
Alakayı anlatacağım elbet. Sen bu noktayı zihninde tut, biraz gerilere yolculuk yapalım. Sonra tekrar bu noktaya dönüp, avukat görüşünden bağlayacağız.
11 Ocak Pazartesi günü bir rüya gördüm. Rüyamda Murat kardeşim cezaevine yanımıza gelmişti. Elinde bir kağıt vardı. Ben abiye kızıyordum. ‘Senin ne işin var burada’ diye. O da elindeki kağıdı bana gösterip ‘yeni bir sevk var ondan dolayı ben de içeri girdim’ diyordu. Aynı rüyada yanımda kalan iki arkadaşın kapının dışına çıkıp, mazgaldan benimle konuştuğunu görüyordum. ‘Bizim gitmemiz lazım Hocam’ diyorlardı. Bir abi de beni odasına götürüp ‘odamın duvarları çok kötü, boyamak istiyorum’ diyordu. Ben de kızıyordum. ‘Bir adam içeri girmiş, iki adam kaçmış, sen hala boyanın derdindesin’ diyordum.
Pazartesi telefona çıktım. Murat abinin yakalandığını duydum. Rüyanın birinci kısmı gerçekleşmişti. Şunu da belirtmek isterim. Son dönemlerde sofilerle ilgili yazılar yazdığımdan, bol ışıklı rüyalar görmüyor değilim. Onlarla ilgili yazılar yazabilmek için, onların kitaplarını okuyorum. Uçanlar, kaçanlar, denizde yürüyenler, aynı anda otuz ayrı camide Cuma kıldıranlar, bol ışıklı keşifler. Haliyle etkileniyoruz. Şu sıralar rüyalara hiç ehemmiyet vermiyordum.
Cuma günü kapı açılıp sevk olduğu söylenince, rüyanın ikinci ayağı da çıkıyordu. Tevafuk bu ya! 15 Ocak bizim dosyanın tutukluluk görüşme günü. Dedim Allah’ın izniyle iki kardeş tahliye olur. Odayı boyatmak isteyen abi de yeni boyattığı odada biraz daha istirahat eder.
Cumartesi akşamı avukat var diyince, bununla ilgili görüşmeye gelmiştir diye düşündüm. Avukat mahaline gittim. Avukat Bey’in yüzü gülüyor. Dedim inşaallah umduğumdan fazla kardeş çıkmıştır. Bizim rüya varsın yanılsın! Sorun olmaz. Şeyh rüyası değil ya, o kadar yanılma payı olur.
Çok güzel bir haber aldım. Oğlum dünyaya gelmiş. Muhammed Hanzala olmuş. Tam on yıl yüzümü semaya çevirip durdum. İçin-için, gizli gizli, kimi açıktan, kimi secdede, kimi gece, kimi kunutta hep Allah’tan bir evlat istedim. Bu dualarımla bedbaht olmayacağımı, Zekeriya aleyhisselam gibi, İbrahim aleyhisselam gibi yüzümün güleceğini bildim. Daha evliliğimin ilk yıllarında kapımı çalıp ‘Üzülme. Allah seni bir çocukla rızıklandıracak’ demişti Büyük İmam. Rüyamda İmam Ahmed’i görmüştüm. Bana böyle demişti. Allah’a hamd olsun, dualarımın neticesini aldım. Resimleri de gelmişti yavrumun. Allah’a hamd olsun.
Bir ferman indi semadan. Başı zahmet, sonu rahmet. Bir yel esti hikmet diyarından. Biraz şefkat biraz meşakkat… Zahmetin içinde rahmet yaratan, zorluk içinde kolaylık kılan, hüzün içinde sevinç yaratan Rabb’ime sonsuz hamd olsun.
İtiraf etmeliyim ki resimleri gördüğümde ağlamamak için kendimi çok zorladım. Alt dudağımın iç kısmını ısırmaktan yara yapmışım. Tabi odama döndükten sonra rahat rahat ağladım da sevindim de. Fotoğrafları içeri almadılar. Dedik ya çoook yüksek güvenlikli diye. Ee şimdi ben sana sorayım Bra-ı aziz! Daha doğduğu ilk gün güvenlik duvarına takılan bu çocuk ilerde güvenlik güçlerini meşgul etmesinde ne yapsın! Birde diyorlar ‘bu çocuklar niye böyle oluyor?’. Doğduğu ilk gün böyle muamele gören çocuk, elbette büyüyünce biraz başınızı ağrıtacak beyler! Hem yapacak bir şey yok. Biraz da genetik. Baba , Dede, ata mesleği diyelim.
Çocuğun resmini vermediler, ama hiç gözümün önünden gitmiyor oğlum. Artık birazda onun için sabır gösterip, dişimizi sıkacağız.
Değerli yol arkadaşım!
Muhtemelen aklına gelmiştir. ‘Hoca çocuğu kime benzetti acaba?’ ilk gördüğümde kayınbabam geldi aklıma. Niyedir bilmem ona benzettim. Ama sonra hayalimde farklı rötuşlar yapınca bana benzedi. Erkek tarafı adeti de yerine gelmiş oldu. Erkek tarafı çocuğu kendilerine, kız tarafı da kendilerine benzetir ya! Ben bu tartışmaları pek görmedim. Amma biraz yanağından, biraz alnından biraz burnundan kırpınca ‘aynı ben’.
Maşallah barekallah 4 kilo 270 gr. doğmuş. Boyu 53 cm. Fotoğrafta bayağı heybetli görünüyor. Yakışıklılığına söyleyecek söz yok tabi. Kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş ya! Benimki de öyle oldu. Olsun, olsun. on yıldan sonra normaldir.
Bugün Pazar. Çok güzel yağmur yağıyor dışarıda. Yağmurun altına durdum. ‘Henüz Rabb’inin yanından ayrılmış rahmete’ dokundum. Dün rahmet haberi aldım, bugün semadan rahmet yağdı. Yarınlarımızda rahmet olacak inşaallah. Yakın veya uzak. Bugünlerin anı olarak kaldığı, sabrımızın ecrini bizzat Rahman’dan aldığımız günler gelecek. Tüm ayrılıklar vuslata, tüm hüzünler sevince, tüm zahmetler rahmete dönecek. Yüzlerimiz aydın olacak. Ne geçmişin hüznü, ne geleceğin korkusu olacak. Sedirler üzerine yaslanmış, kalplerinden kin ve düşmanlık çıkarılmış, bu günleri yad eden El-Kerim olanın misafirleri olacağız.
Bu günlere sabredecek, yarınlara yakinen inanacak, iman ve salih amelle Rabb’imizin bizden istediklerini yerine getirmek için çabalayacağız. Eksiklerimiz olacak elbet. O zaman tevbeye, istiğfara, aczimizi ve fakrımızı Rabb’imize arzedip ona yöneleceğiz. Birbirimize çok dua edeceğiz. Şüphesiz akıbet muttakilerindir.
İlk Yorumu Sen Yap