Bizleri Ramazan’a eriştirmekle fırsat sunan Rabbi’mize layıkıyla hamd olsun. Salât ve selam, O’nun güzide Nebisine, pak âline ve ashabına olsun.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de iyice daralmıştı. Her geçen gün işkencelerin dozajı artıyordu. Büyük destekçisi olan amcası ve eşini kaybetmişti. Çevre illere müracaat etmiş, davetini sunmuş, kovulmuş ve dışlanmış olarak Mekke’ye dönmüştü. Kendi yurduna giremiyordu, şayet birinin emanı olmasa öldürülecekti. Hüzün, keder ve sıkıntı… İşte böyle bir ortamda Allah subhanehu ve teâlâ, Medineliler’in kalbini İslam’a açmıştı. Onlar Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem dinlemiş, onun davetine icabet etmiş, Medine’de bulunan kavimlerine İslam’ı arz etmişlerdi. Bizler için pek anlam ifade etmese de, sahabe ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem için bu çok önemli bir gelişmeydi. İslam’ın ensara ihtiyacı vardı. Allah subhanehu ve teâlâ, onlara yardımcı olacak bir zümrenin gönlünü İslam’a açmıştı.
Cabir radıyallahu anh şöyle diyordu:
‘Medine’de şöyle demeye başladık: ‘Ne zamana kadar Rasûlullah’ı bu hal üzere bırakacağız? O Mekke dağlarından kovulup, korku içinde mi yaşayacak?’ Bizden yetmiş insan hac mevsiminde ona gittik ve: ‘Ey Allah Rasûlü sana biat etmek istiyoruz’ dedik.’ (Ahmed, Hakim, İbni Hibban)
Bu taife, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem içinde bulunduğu sıkıntılardan rahatsız olmuşlardı. Lisanı halleri şöyle diyordu adeta: ‘Biz Medine’de rahat içerisindeyiz. Dilediğimiz gibi davet yapıyor, Rabbimiz’e kulluk ediyoruz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve kardeşlerimiz ise bu emniyet ve rahatlıktan mahrumdur.’ İşte bu düşünce ikinci akabe beyatının gerçekleşmesine sebep oldu. Allah Rasûlü, amcası Abbas’ı yanına alarak Ensar’la sözleştiği mekana gitti.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onların biat talebine şöyle cevap vermişti:
” ‘Bana canlılık ve tembellik halinde işitmek ve itaat etmek, darlık ve bollukta infak etmek, iyiliği emredip, kötülükten nehyetmek, Allah hakkında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan konuşmak, bana yardımcı olmak, şayet beldenize gelirsem nefislerinizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumak üzere biat ediniz.’ Bizler biat etmek için ayağa kalktık. Esad b. Zurare Rasûlullah’ın elinden tuttu –o yaş olarak onların en küçüğüydü-:
– Yavaş olun ey Yesribliler! Siz biliyorsunuz ki, Allah Rasûlü’nü Mekke’den çıkarmak tüm Arapları düşman edinmek, seçkinlerinizin öldürülmesi, kılıçların size musallat olmasıdır. Eğer buna sabrederseniz ecriniz Allah’adır, korkarsanız bunu beyan edin, sizin için özür olur…
Bizler;
– Çekil önümüzden ey Esad! Biz bu beyatı bırakmayız, dedik ve Allah Rasûlü’ne biat ettik.
Abbas bir köşede oturmuş olanları izliyordu. Allah Rasûlü’ne şöyle diyordu,
– Ben ehli Yesrib’i tanırım ama bunları tanımıyorum. Bunlar kavminden yeni –genç- olanlardır.” (Ahmed, İbni Hibban, Hakim)
Konuşmaları okunduğunda, ‘bu sözleri ancak kabile yönetmiş, hayat tecrübesi olan insanlar söyler’ diye düşünülebilir. Ancak konuşan da, biat eden ve Medine’de rahatsızlık duyup Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem davet eden de gençlerdi.
Önceki yazılarımızda ısrarla altını çizmiştik. Biz, gençlerinin sorun değil, ensar olduğu bir ümmetiz; biz, gençlerinin cahil değil, alim olduğu; korkak değil, mücahid olduğu; içine kapanık, kendi sorunlarıyla uğraşan değil, davetçi olduğu bir ümmetiz… Biz, gençleri ilaçlarla ayakta duran, yük bir ümmet değil; insanlığı kurtarmaya yeminli gençlerden müteşekkil bir ümmetiz. Bu din ne zaman ensara ihtiyaç duymuşsa hep gençler ön saflarda olmuştur.
Bu İslam için böyle olduğu gibi, cahiliye için de böyledir. Tüketen, sapıtan, eğlenen, küfrün değerlerini koruyanlar da hep gençlerdir.
Genç Kardeşim!
Dün Mekke’de ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için korkutulan, kovulan insanlar vardı. Ve Medine’de bulunan gençler, bu duruma rıza göstermediler. Yapabileceklerini yapmak için yola koyulmuşlardı.
Bugün ise; Dünya’nın doğusunda ve batısında İslam ehli kovulup korkutuluyor; bir cephede savaşan yiğitler yardım istiyor, bir başka cephede esirler… Bir cephede can ve mal güvenliği olmayan davetçiler nida ediyor; bir başka cephede kimsesiz kadın ve çocuklar… Tüm dünya parçalayıcı hayvanın avına üşüştüğü gibi İslam ehlinin üzerine üşüşmüş vaziyette. İnsanlığın öğretilerinde barış ve huzur aradığı necis Budistler dahi kinlerini kusuyor, Müslüman olarak bildikleri kavimlere. İslam’ı yaşıyor olmaları veya olmamaları hiç önemli değil onlar için. İslam’a müntesip olmaktan öte İslam’la bağı olmayanlar dahi, bu kin ve düşmanlıktan nasibini alıyor.
Yani sana ihtiyaç var, hem de hiç olmadığı kadar… Senin rahatsız olman ve silkelenmen gerek. ‘Bir sorun, bir dert de ben olmamalıyım’ diyerek, ‘Bana düşen nedir?’ bilinciyle hareket etmen gerek. ‘Tüm dünya dört bir koldan benden yardım beklerken, ben ne ile meşgulüm?’ sorusunu çokça sormalısın nefsine. ‘Hayallerimde ne var? Ben de Cabir ve o dönemin gençleri gibi; ‘Bu böyle olmaz, kardeşlerimizi ne zamana kadar bu hal üzere bırakacağız?’ ‘ diye dertlenmeliyim, demelisin.
Sen de biliyorsun ki fıtrat boşluk kabul etmiyor. Temiz ve pak olanla meşgul olmayan kalpler, çirkin ve kirlenmiş olanla meşgul olmaya mahkumdur.
Yol arıyorsak yol bellidir. Allah’ın adaklarını kabul ettiği, adlarına Kur’an indiği ve Allah’tan razı olup, kendilerinden razı olunan gençler gibi olmaktır hedef. Onları bu sevgiye ulaştıran özellikleri tespit edip, bu sıfatlarla ahlaklanmaktır. Ve kendimize tekrar tekrar hatırlatmaktır.
Onları örnek yapan Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem görmüş olmaları değildi. Nice namazda ayağını onun ayağına, omuzunu onun omuzuna dayayan gençler, münafık olarak helak olup gittiler. Huneyn günü kavmini kayırmakla, onlara ganimetten fazla vererek adaletsizlikle itham ettiler. Öyleyse görme, tanıma, bilme işi değildir. Bu Allah’ın kitabında Rasûl’ün sünnetinde belirlediği özellikleri hayata geçirme ve bu konuda dertli olma meselesidir.
Her genç bilmelidir ki: Allah’a adanmayan gençlik vebaldir. Ve adandığı yer hüsrandır. Gençlik hareket ve güç çağı, yerinde durmayan enerji misalidir. Allah’a yönlendirilmezse ya şeytana ya cahiliyeye -ki bu küfürdür- ya da zahiri Allah’a batını dünyaya ve masiyetlere adanan bir çağ olur ki, bu da nifaktır. (Allah muhafaza)
Bizlere örnek olan gençlerin en belirleyici özelliklerinden biri: Kur’an ile aralarında özel bir bağ olmasıydı.
Kur’an’ı en iyi okuyan kim dediğimizde, gençleri görürüz.
En meşhur hafızlar gençlerdir.
Kur’an’ın tefsirinde söz sahibi olan sahabeler;
Ebu Bekir radıyallahu anh döneminde Kur’an’ı toplayan, Osman radıyallahu anh döneminde çoğaltan; abid olup, Kur’an’ı vird edinenler yine genç sahabilerdir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Kur’an’ı dört kişiden okumayı talep edin: Abdullah İbni Mesud, Salim, Muaz bin Cebel, Ubey bin Ka’b.” (Buhari)
Kur’an hususunda o kadar ilerlemişlerdi ki, birçok büyük sahabi (Ebu bekir, Ömer, Osman radıyallahu anhum) bu sahabelerden Kur’an okumaya teşvik edilmiştir.
Bunlardan ilki;
Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh: Yirmi yaşlarında İslam’la tanıştı. Yaşının çok altında bir görüntüsü vardı, bedeni zayıftı.
Onunla Kur’an arasında özel bir bağ vardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem insanları ondan Kur’an öğrenmeye teşvik ettiği gibi, kendisi de sallallahu aleyhi ve sellem ondan Kur’an dinlemeyi seviyordu.
Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh anlatıyor:
‘Allah Rasûlü bana Kur’an oku dedi. Ben ‘Sana indirildiği halde mi, sana okuyayım?’ dedim. O: ‘Onu başkasından dinlemeyi seviyorum’ dedi. Ve ben ona Nisa suresini okudum.” (Muttefekun Aleyh)
İbni Mesud radıyallahu anh Kur’an’la olan münasebetini anlatıyor:
‘Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın kitabından hiçbir sure yoktur ki, ben onun nerede, kim hakkında indirildiğini bilirim. Şayet Allah’ın kelamını benden daha bilen birini bilsem ve ona ulaşmak mümkünse mutlaka ona giderdim…’ (Buhari)
Onun Kur’an hakkındaki düşüncesi, nefsini tezkiye babından söylenmiş bir söz değildi. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem şahitliği eşliğinde söylenmişti.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Bekir ve Ömer’le beraberdi, Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh namaz kılıyor ve Nisa suresini okuyordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim Kur’an’ı indirildiği gibi okumak isterse Abdullah’ın kıraati üzere okusun.” (Ahmed, İbni Mace, Hakim) buyurdu.
Kur’an İbni Mesud’a radıyallahu anh şu sözleri söyletmişti:
‘Kur’an’ın taşıyıcısı, insanlar uyurken geceyi ihya edişiyle, insanlar yerken gündüzü orucuyla, insanlar sevinirken hüznüyle, onlar gülerken ağlamasıyla, onlar konuşurken susmasıyla, onlar kibirlenirken huşusuyla bilinmek zorundadır…’ (İbni Kayyım, Fevaid)
Salim radıyallahu anh: Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ashaba “Kur’an’ı öğrenin” diye tavsiye ettiği bu genç; henüz ergenlik çağındaydı. Huzeyfe’nin radıyallahu anh azatlı kölesi idi…
‘Aişe radıyallahu anha bir gün hüzünlenmişti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu durumun sebebini sordu, ‘Şimdiye kadar duyduğum en güzel Kur’an okunmasını işittim’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an okuyanı görmek için mescide çıktı. Okuyanın Salim olduğunu görünce: “Senin gibilerini ümmetimden kıldığı için Allah’a hamd olsun” buyurdu.’ (Ahmed)
Ergenlik dönemine Medine’de ulaşmış bir genç… Allah Rasûlü’nün, varlığından dolayı, Allah’a hamd ettiği bir insan… Sebebi ise Kur’an okuyuşu…
Kur’an’a olan bağı Salim’i öyle yüceltmişti ki Ömer radıyallahu anh vefat ederken şöyle diyecekti: ‘Şayet Ebu Ubeyde b. Cerrah veya Huzeyfe’nin azatlı kölesi Salim yaşıyor olsaydı, hilafeti ona devrederdim…’
Onca büyük sahabe yaşıyorken, Ömer radıyallahu anh gönül rahatlığıyla hilafeti bir gence devredeceğini söylüyor. Bu gencin en belirgin özelliği Kur’an’la arasında olan özel bağ.
Bu bağ öyle bir bağdır ki şehadet öncesi ona şu sözleri söyletmiştir: ‘Şayet savaştan kaçarsam, Kur’an taşıyıcıları arasında en kötü ben olayım.’ Kaçmamak için bir çukur kazdı ve onun içinde savaşıp şehit oldu. Zor bir savaştı, insanlar kaçmaya başlamıştı. Salim radıyallahu anh okuduğu, tefekkür ettiği Kur’an’ın ayetlerini hatırlamış ve Kur’an ehline kaçmanın yakışmayacağını düşünmüştü.
Muaz b. Cebel radıyallahu anh: Yirmili yaşlarda Allah Rasûlü’ne iman etmişti. O da Kur’an’la arasında özel bağ olan sahabelerdendi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun ilmine şahitlik etmişti. Ve bu genci ashabına “Ondan Kur’an öğrenin” diye adres göstermişti.
Ciltler dolusu tefsirlerin olmadığı, kitap bir yana ayetlerin yazılacağı kağıt parçalarının altın değerinde olduğu bir dönemde yetişmişti Muaz. Ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Muaz kıyamet günü alimlerin önünde olacaktır.” (Hakim) demişti.
Ubey b. Ka’b radıyallahu anh: Allah Rasûlü’ne iman ettiğinde henüz bekar bir gençti. Ve uzun süre evlenmedi. Allah Rasûlü’nden Kur’an dinliyor, hıfz ediyor ve yazıyordu. Kur’an’la bağı öyle kuvvetliydi ki, Allah subhanehu ve teâlâ ismini anmış ve inen ayetlerin ona okunmasını emretmişti.
Enes radıyallahu anh şöyle rivayet etti:
‘Beyyine suresinin ilk ayeti indiğinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Ubey b. Ka’b’ı çağırdı ve: “Ey Ubey, Allah bunu sana okumamı emretti” dedi. Ubey: ‘Allah benim ismimi mi zikretti?’ diye sorunca, “Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ubey ağladı.’ (Buhari, Müslim)
O radıyallahu anh Allah’ın kelamına o kadar bağlı ve bu kelamla irtibatlıydı ki Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü’ne onu ismiyle zikretmiş ve inen ayetleri ona okumasını istemişti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona:
” ‘Kur’an’daki en büyük ayet hangisidir?’ diye sormuş, Ubey: ‘Ayete’l Kürsi’dir'” diye cevap verince onu ilminden dolayı tebrik etmiştir. Allah’ın anması, Rasûlü’nün kendisini ilminden dolayı tebrik etmesi… Sebebi ise Kur’an’la arasında olan bağ.
Kur’an tefsiri denince akla ilk gelen sahabe Abdullah İbni Abbas radıyallahu anh, sahabenin en gençlerinden biriydi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde henüz buluğ çağındaydı. Bedir ashabının olduğu meclislerde bulunuyor, Ömer radıyallahu anh emsali sahabeler ona Kur’an ayetlerine dair sorular soruyordu. Henüz on sekiz yaşındayken tüm İslam alemine fetvalar veren, Kur’an ayetlerine dair soruları cevaplayan bir gençti. Kur’an’ın tercümanı, ümmetin mürekkebi, alimi lakaplarıyla anılan Kur’an talebesi…
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu bağrına basmış ve:
“Allah’ım ona kitabı öğret.” (Buhari, Müslim) diye dua etmişti.
Ömer radıyallahu anh onu Bedir ashabından yaşlıların olduğu meclislere yanında götürürdü. Bazıları bundan rahatsız olmuştu: ‘Sen bu genci bizim meclislerimize getiriyorsun. Bizim onun yaşında çocuklarımız var’ demeye başladılar. Ömer radıyallahu anh o mecliste bulunanlara: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman…” (Nasr suresi) ayetlerini sordu. Verdikleri cevapları dinledikten sonra İbni Abbas’a radıyallahu anh: ‘Sen bu ayet hakkında ne diyorsun?’ diye sordu. İbni Abbas: ‘Fetih: Mekke’nin fethidir; “Rabbi’ni hamd ile tesbih et” ayeti ise Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ecelini haber vermişti. Ömer radıyallahu anh: ‘Ben de senin bildiğinden başkasını bilmiyorum.’ (Buhari) demişti.
Kur’an’ı toplayan sonra çoğalmasında görevli olan Zeyd b. Sabit radıyallahu anh ashabın genç olanlarındandı. Ebu Bekir radıyallahu anh ona bu görevi verirken şu hakikati dillendirmişti: ‘Sen genç ve akıllı bir adamsın, Allah Rasûlü’ne vahiy katipliği yaptın. Kur’an ayetlerini bir araya topla.’ (Buhari)
O gençlerden biri de Abdullah İbni Ömer’di radıyallahu anh. Nafi’ye, onun evdeki hali soruldu: ‘Siz onun yaptığına güç yetiremezsiniz. Her vakit için abdest alır ve iki namaz arasında sürekli Kur’an okurdu.’ (İbn-u Sa’d)
Bu örnekler yeter sanırım. Bu gençlerin Kur’an’la okuma, anlama ve tefsir yönünden çok kuvveti bir bağları vardı ve onları asırlara örnek yapan özelliklerden biri de buydu.
Çünkü;
“And olsun ki size içinde sizin zikriniz olan (size şan ve şeref olacak), bir kitap indirdik, akletmez misiniz?” (21/Enbiya, 10)
Bu kitap Allah’ın kelamıdır. İnsanı yaratanın en iyi bildiği ve tanıdığı varlığa yol göstermesidir. Onu hakkıyla okuyanlar, içinde kendilerini bulurlar. ‘Hayır nedir?’, ‘Hayrın önündeki engeller nelerdir?’, ‘İnsanda olup da, insanı kulluktan alıkoyan özellikler nelerdir?’, ‘Bu olumsuz yönler nasıl terbiye edilir?’… İnsanın Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk yapabilmesi için gerekli olan her şey bu kitaptadır. Bu kitapta insan vardır. Onunla alakalı, ona dair her şey.
Çünkü;
“Şüphesiz, bu Kur’an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.” (17/İsra, 19)
Bu Kur’an en doğru olana iletir. Örnek almak isteyen muttakilere imam, salihlere göz aydınlığı olacak nesiller bu kitapla yetişir. Zorlu dönemlerde en donanımlı, hayırda öncü kadrolar bu kitapla arasında bağ olanlardan olur. Bu “en doğru” belli bir zamanla kayıtlı değildir. Onlarca asır sonra gelenler dahi bu “en doğru yola iletilmiş” insanlarla hayat bulur, onların yol göstericiliği ve örnekliğiyle mücadele ederler.
Çünkü;
“Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (14/İbrahim, 1)
Bu kitap onları karanlıktan çıkarmıştı. Kendileri aydınlanınca insanlara da aydınlık ve yol gösterici oldular. Onların yaşında insanlar klinik vakalar olarak kendilerine, çevrelerine, aile ve arkadaşlarına dünyayı zindan (karanlık) ederken, onlar bu kitapla nur olup ışık saçtılar çevrelerine.
Çünkü;
“Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve müminler için bir hidayet ve rahmet geldi.” (10/Yunus, 57)
Onlar insanı hayırdan alıkoyan tüm olumsuzlukların dermanını, bu kitapta buldular. Bu kitap onlara öğüttü. Unuttuklarında, daldıklarında Rabb’lerinin rahmeti, asilere tehdidi onlara öğüt olup, onları tevbeyle Rabb’lerine yönlendiriyordu. Kalpte oluşan ve sahibini helak eden kibir, öfke, kin, riya, zan ve Allah’tan başka varlıklara gönül bağlama sıkıntısının şifasını bu kitapta buluyorlardı. Onlar da insandı… Kibre kapılıp öfkelenebiliyorlardı. Ancak onların en samimi dostu olan mushafa bakınca; insanın basitliği, Allah’ın yüceliği, insanın Allah’a muhtaç oluşu gibi ayetler onları durduruyordu. Yeme, içme, insanlarla gereksiz beraberlik, çok konuşma gibi kalbi öldüren ve kalpte hastalıklar meydana getiren günlük yaşamın şifası Kur’an’dı.
Rahmetin enginliğini bu kitapta buldular. Gençlik hata dönemidir. Muhakemenin zayıf, duyguların aktif, tecrübenin az olduğu bir kesittir hayattan. Hatalar… Hatalar… Kulları incitme, masiyetle Allah’ın gazabını çekme dönemidir. Onlar bu kitapta birçok gencin helak olduğu noktada hayat buldular. Şeytanın gençlere en tehlikeli oyunu, önce soldan sonra sağdan yanaşmasıdır. Önce günaha düşürür. Sonra sağdan yanaşıp ‘Sen ne biçim insansın, her defasında aynı şeyleri yapıyor, Allah’a isyan ediyorsun, çocuk oyuncağı mı bu?’ diye Allah’a karşı su-i zan oluşturur. Ve Allah’ın rahmet ettikleri müstesna birçok genç bu noktada helak olur.
Örnek gençler bu kitapta rahmetin derinliklerini hissettiler. Onların hata ve günahı ne kadar çok olursa olsun, Allah’ın rahmetinden fazla olamazdı. Ve onlar Allah’ın, hidayetin sahibi olduğunu; O hidayet ettikten sonra hiçbir şeyin kula zarar verip saptıramayacağını bu kitapta bulmuşlardı. Öyleyse dua, yalvarma, fakr ve zillet içinde Allah’tan hidayet istemeli, hidayetin kaynağı olan bu kitaba dört elle sarılmalıydı.
Genç Kardeşim!
Doğal olarak zihninde şu soru belirebilir:
‘Kur’an’ın bu sıfatlara sahip olduğuna yakinen inanıyoruz. Rabbi’miz öyle diyorsa muhakkak doğrudur. Ayrıca Kur’an’ın bu sıfatlarıyla terbiye ettiği bir nesil var. Çocuğu, genci, yaşlısıyla kökten değişmiş ve ideal toplum seviyesine ulaşmış binlerce insan…
Ancak bugün de Kur’an okunuyor, meal-tefsir çalışmaları yapılıyor. Müslümanların evlerinde, işyerlerinde, arabalarında sürekli Kur’an dinleniyor. Güzel sesli kâriler arasında, İbni Abbas veya Muaz b. Cebel gibi asırlara örnek ve şahitlik edecek gençlere rastlamıyoruz.’
Bu haklı sorunun cevabı yine Kur’an’da mevcuttur. Kur’an her okuyanı, her dinleyeni değiştirip, ıslah etmez. Onun, onu okuyanla ilişkisi kayıtlıdır.
“Elif, Lam, Mim. Bu öyle bir kitaptır ki, onda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.” (2/Bakara, 1-2)
Daha Kur’an’ın girişinde Allah subhanehu ve teâlâ bu hakikate dikkat çekiyor. Allah’tan korkmayan, O’ndan sakınmayan, bu bilinçle Kur’an’ı eline almayanlara Kur’an hidayet olmaz. Şifa, öğüt, rahmet olarak etki etmez.
“Sen ancak Kur’an’a tabi olan ve gayb da (kimsenin görmediği anda) Allah’tan korkanları uyarırsın.” (36/Yasin, 11)
Allah’tan korkmayan, gözlerin ondan uzaklaştığı anda Rabbi’ne karşı gönlünde bir şey hissetmeyene Kur’an’ın uyarıcı olması, onu çekip dönüştürmesi muhaldir. Hatta sakınmak için değil de başka nedenlerle Kur’an’a yaklaşanlara Kur’an sadece zarardır. İleride zikredeceğimiz gibi güzel okumak, insanlar tarafından beğenilmek, onunla cedel yapıp insanlara üstünlük sağlamak niyetiyle yaklaşanların hastalıklarını arttırır. Hastalıkla başlayan süreç, küfür üzere ölmeye kadar varabilir.
“Bir sure indirildiğinde onlardan bazısı: ‘Bu, hanginizin imanını arttırdı?’ der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler. Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmış ve onlar kafir kimseler olarak ölmüşlerdir.” (9/Tevbe, 124-125)
Anlıyoruz ki mesele Kur’an’ı okumak değil, ona yaklaşım tarzı, bakış açısıdır. Kimileri bu Kur’an’ı okudukça yükseldiler. Öyle ki onların isimleri ya Kur’an olup semadan indi ya da Kur’an’ın anıldığı her yerde onlar da anıldılar, yazımızda örnek verdiğimiz birçok genç sahabe bunlardan birkaçıydı. Kimiyse bu Kur’an’la helak oldu. Okudukça kalbinde bulunan hastalıklar arttı ve küfürle ölüm gibi dünya ve ahiret hüsranına düçar oldular. Allah muhafaza…
Şu ayet üzerine düşünelim:
“Şayet Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” (59/Haşr, 21)
Ayetin son cümlesi dikkat çekicidir. Verilen misal insanlar düşünsün diyedir. Kıyas yapıp, paylarına düşen mesajı almaları gerekir. Şayet aklı olmayan bir dağ dahi Kur’an’ın ayetleri üzerine indiğinde bu hale girecekse, Kur’an’ın en direkt muhatabı olan ve akılla yaratılmış insan nasıl olmalıdır? Allah böyle bir hassasiyetle Kur’an’a muhatap olunmasını istiyor. Onda kendini arayan, azap ayetlerine kendi suretini yerleştirip kalbi parçalanan, rahmet ayetlerinde ‘Rabbi’m ben layık olamasam da lütuf ve kereminle, ihsan ve fazlınla beni merhamete eriştir’ diye yalvaran insanlar… Ayetleri hakkıyla tilavet eden, ahiretten sakınan, Rabbi’nin rahmetini uman okuyucular… Bu ayetle insana anlatılmak istenen işte budur. Sakınarak, hassasiyetle Kur’an’ı okuyun. İşte o zaman dağları parçalayacak bu Kur’an, sizleri dönüştürecek, karanlıklardan çıkarıp aydınlatacak, sapkınlıklarda size hidayet olacak, günahların oluşturduğu hastalıklar şifa ve öğüt olup, Rabbin rahmetine kavuşturacak.
Kur’an Okuma Adabı
Yukarıda zikredilen hakikatten yola çıkılarak, İslam alimleri Kur’an okuyanın, ondan istifade edebilmesi için bazı hususlar zikretmişlerdir. Bunlar Kitap ve Künnet’ten, Kur’an’ın üzerlerine etkisi tartışmasız olan selef-i salihinin Kur’an okuma şekillerinden derlenmiştir. (Tafsilat için bakınız: Gazali/İhya-ı Ulumuddin, Kur’an Okuma Adabı; Suyuti, İtkan fi Ulum el-Kur’an; 35. Nev, Onu Okuma ve Okuyanın Adabı; İmam Nevevi, Tibyan; Bu konuda Pınar yayınlarından çıkan ‘Kur’an’ı Anlamaya Giriş ve Yol Haritamız Kur’an’ kitabından istifade edilebilir)
1. Hazırlık yapmak
İnsanın bir şeye hazırlanması ona verdiği önemi gösterir. Sevilen, sayılan bir varlığın huzuruna hiçbir hazırlık yapmadan girmeyiz. Allah’ın subhanehu ve teâlâ kelamını okumak, O’nunla konuşmak, O’nun kelamına muhatap olmaktır. Bunun için hazırlık Kur’an sevgisini ve değerini kalpte arttırır. Bunlar;
Zihni hazırlık: Kütüphaneden çekilip alınan sıradan bir kitap gibi olmamalı Kur’an okumamız. Veya herhangi bir yerinden okunmaya başlanan ve vakit öldürdüğümüz bir roman… Dağlara inse onu parçalayacak ve Allah’ın kelamı olan bir kitabı okumaya başladığımıza zihnen bir hazırlık yapmalıyız. Ameller kalpte ve zihinlerde oluşan tasavvurlara bağlıdır.
Abdest almak: Kur’an abdestsiz okunabilir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem okumuş, ashabına okutmuştur. Ancak bu tercih edilip efdal olan değildir, caiz olduğunun beyanı için yapılmıştır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ben Allah’ı temizlik üzere zikretmekten hoşlanırım.” buyurmuştur.
Kur’an zikirlerin en efdalidir. Onun kendini etkilemesini ve terbiye etmesini isteyen insanın, ona abdestle yaklaşması ruhi olarak hazırlık yerine geçecektir.
Uygun bir zaman ve mekan seçmek: Kur’an her vakitte okunabilir. Okunmalıdır da. Cahiliye ehli ellerinde telefonlar her ortamda müzik, video vb. fuhşiyatla meşgul olurken Müslüman da Rabbi’nin kelamıyla meşgul olmalıdır. Her hâlükârda okuyan ecrini ve kalbinin gıdasını alacaktır. Bununla beraber ayetleri hissetme, tedebbür, gözden ve sesten kalbe yol açmak için uygun bir ortam gereklidir. Temiz, düzenli, ses olmayan bir ortam ve zihnin duru olduğu bir zaman… Kur’an ilk nesli terbiye ederken ‘gece okuyuşuna’ dikkat çekmiştir.
“Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha etkili, söyleyiş olarak daha sağlamdır. Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.” (73/Müzzemmil, 6-7)
“Daha etkili”, “söyleyiş olarak daha sağlamdır”. Bunun zıddı gündüz okumasıdır. Onun içinde “gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var” buyrulmuştur. Elbette efdal olan geceyi Kur’an okuyarak geçirmektir. Buna imkan bulunmazsa gündüzün uygun bir zamanı tercih edilmelidir.
Beden temizliği: Özellikle ağız temizliğine dikkat etmek gerekir. Ali radıyallahu anh Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle rivayet etmiştir:
“Ağızlarınız Kur’an’a giden yollardır. Onu misvakla temizleyiniz.” (Bu hadisi İbni Mace ve İmam Beyhaki Şuabu’l-İman’da rivayet etmişlerdir. Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem nakledildiği gibi (merfu), Ali’nin radıyallahu anh sözü olarak da nakledilmiştir (mevkuf))
2. Başlarken istiaze ve Besmele’ye riayet etmek
“Öyleyse Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (16/Nahl, 98)
Genç Kardeşim
Sen Kur’an’ı seni terbiye etmesi için okuduğunu unutmamalısın. Senin yaşlarında bir nesli ihya ve inşa etmiş, tarihe örnek olarak miras bırakmıştır. Kur’an insanı iki adımda terbiye ve ıslah eder:
a. Düşünmek ve hayata bakış açısı kazandırmak için ‘kavramlar’ belirler. Onunla ıslah olmak isteyenlerin hayatına kavramlar yerleştirir. Müslüman yaşadığı toplumun değer ve kavramları ile değil, Kur’an’ın kavramlarıyla düşünüp, konuşmaya başlar. Örneğin: Toplum herkesin memnun olduğu, ilişkilerinde güvenilir insanları ‘adam gibi adam’ veya ‘düzgün insan’ diyerek tanımlar. İdeal ahlak ve yaşantı toplumda budur. İslam ‘salih Müslüman’, ‘müstakim insan’ vb. kavramlarıyla bunu ifade eder.
b. Kavramların içini doldurur… Yaşanmış hadiseler, tarihi olaylar, emirler ve nehiyler, olması gereken vasıflar üzerinden Müslümanın dil ve zihin dünyasına kazandırdığı kavramları doldurur.
Kur’an’ı Rabbi’ne adanmak için okuyan gençlerimiz bu iki noktaya dikkat etmelidir. Kur’an’ın dili ile konuşup, onun kavramlarıyla düşünmek. Çünkü amel tasavvura tabidir. Doğru düşünemeyen, doğru bir noktadan kendine ve varlığa bakamayanlar salih amel yapamazlar. Kavramlar gözlük gibidir. Güneş gözlüğü takan bir insan dünyayı gözlüğün renginden görür. Kavramlar da böyledir.
Şeytan, Kur’an’ı tahrif edemez. Önceki kitaplara musallat olduğu gibi ayetlerle oynayamaz. Onları silip yerine kendi ayetlerini koyamaz. Bu kitap Allah subhanehu ve teâlâ tarafından korunmuştur.
İnsanı saptırmaya yeminli ve işinde mahir olan bu varlık, Kur’an’ın yanlış anlaşılması için elinden geleni yapar. Onu mushafta tahrif edemese de, insan zihninde tahrif etmeye çalışır. Bundan dolayı, onun şerrinden Allah’a sığınmalı ve ‘Besmele’ ile başlamalıyız… Allah’ın adıyla. O’nun subhanehu ve teâlâ adı ki:
“O’nunla beraber yerde ve gökte hiçbir şey zarar vermez.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Bu gerçek Kur’an’la sonradan tanışmış insanlar için özellikle dikkat edilmesi gereken bir husustur. Cahiliyenin tasavvur ve önyargılarıyla, kavram ve kalıplarıyla harap olmuş bir insanın Kur’an’ı, Allah’ın muradı üzere anlaması çok zordur. O Rabbi’nin kelamını okurken, şeytan ona yaklaşacak ve cahili kavramları zihninde canlandıracaktır. Bu durum çok tehlikeli olduğu ve çoğu insanı saptırdığı için Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an okurken şeytanın şerrinden Allah’a sığınmayı emretmiş, her surenin başına ‘kendi adını’ koyarak, kulu kendinden yardım alarak başlamaya irşad etmiştir.
3. Kur’an’ı belli periyodlarla ve ağır ağır okumak
Düzen ve süreklilik kulluğun esaslarındandır. Herhangi bir ibadetin şer’i ve manevi faydalarını elde etmek isteyen kişi, onda süreklilik göstermeli, sebat etmelidir.
İnsanın Kur’an’a karşı soğukluğu, onu düzenli okuyamaması selefin korktuğu meselelerdendi. Çünkü bunu ‘Allah’ın kuldan yüz çevirmesinin alameti, kendini ve kendini hatırlatacak şeyleri kula unutturması’ olarak görüyorlardı.
Kalpte Kur’an’a dair sevgi ve iştiyakın olmaması, Kur’an’dan sıkılmak onlar için nifak alametiydi.
– Tertil üzere okumak: Kur’an okumaktan gaye, okumuş olmak değildir. Onu anlama, hissetme insanın hayatına müdahale etmesini sağlamaktır. Bunun için okuma şekli Kitap ve Sünnet tarafından belirlenmiştir.
“Kur’an’ı tertil üzere oku.” (73/Müzzemmil, 4)
Tertil etmek: Düzenli, hakkını vererek, tane tane okumak demektir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabe Kur’an’ı bu şekilde okudular. Kur’an’ı tertil etmeyen, tane tane okuma ilkesine uymayanları uyardılar.
Ümmü Seleme radıyallahu anh: Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an okuyuşunu: ‘Tefsir edilmiş bir kıraatti, harf harf okurdu’ (Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi) şeklinde vasfetmiştir.
Yani harf harf okurdu ki, onu dinleyen tefsir ediyor gibi anlardı Kur’an’ı…
Enes’e radıyallahu anh Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem kıraati soruldu: ‘Allah Rasûlü uzatarak okurdu. ‘Allah’ lafzını uzatır, ‘Rahman’ lafzını uzatır, ‘Rahim’ lafzını uzatırdı.’ (Buhari)
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anh Kur’an’ı hızlı okuyan bir adama: ‘Onu öyle okumalısın ki, kulağın onu dinlesin, kalbin onu anlayıp ezberlesin.’ (Zadu’l-Mead) dedi.
Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh: ‘Kur’an’ı şiir okur gibi okumayınız. Onun acayip ayetlerinde durunuz, onunla kalplerinizi harekete geçiriniz, düşünceniz bir an önce surenin sonuna ulaşma olmasın.’ (İbni Ebi Şeybe)
Kur’an’ın okuma şekli ve düzenli olmasının anlama ve hayata müdahale yönünden etkisi tartışılmazdır. Bundan dolayı okuma esnasında ağlamak, hüzünlü bir ses tonuyla okumak, bunları yapamadığımız takdirde sesimize bu hali vermek tavsiye edilmiştir. Çünkü insanın zahiri hali, batıni haline etki eder. Zahiren aldığı hal belli bir süre sonra iç dünyasına yansır. Ağır ağır, ağlama ve hüzün olan bir ses tonuyla okuma. (Bu yalnız olunan ve kimsenin şahit olmadığı haller için geçerlidir. Aksi halde amellerin en şerlisi olan riyaya kapı açılır.)
Hadiste: “Kur’an okurken ağlayınız, ağlayamazsanız dahi ağlar gibi yapınız.” (İbni Mace) buyrulmuştur.
4. Düşünmek ve anlamak
Kur’an’ı düşünmek, ayetler üzerinde tefekkür ve onu anlamaya/idrak/fehm/şuur/akletmeye çalışmak farzdır. Kur’an bunun için indirilmiştir. Cahiliyenin, din tüccarlarının insanları saptırmada;
İlk kaidesi: ‘Bu Kur’an’ı biz anlayamayız’dır.
İkinci kaideleri: ‘Falanca çok daldığı için delirdi’ şeklindedir. Bu cahili zihniyetten ve sahiplerinden Allah’a sığınırız. Kur’an onu düşünmeye ve anlamaya davet ettiği gibi bunu yapmayanları ağır bir dille kınamış, çirkin sıfatlarla zikretmiştir.
“Öyle olmasa, Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?” (47/Muhammed, 24)
“(Bu Kur’an) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (38/Sad, 29)
“Andolsun Biz Kur’an’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?” (54/Kamer, 17)
Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem okuması böyleydi. O ayetleri düşünür, tüm benliğinde hissederdi. Rahmet ayetlerinde durur ve ister; azap ayetlerinde Allah’a sığınırdı. Gözlerinden yaşlar boşalır, sinesinde tencere kaynıyormuş gibi uğultular işitilirdi. Bir ayetin üzerinde durur defalarca tekrar ederdi.
Bunlar hep düşünme ve anlamaya bağlı şeylerdir. Onu düşündükçe kalp Kur’an’a açılır, kulak, göz, ağız, duygular adeta ayetlerin içine yerleşir.
Seleften kimi, Kur’an’ı okurken kalbini hazır hissetmezse okuduğu ayeti tekrar okurdu, onu hissedinceye dek. (İhya)
Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta şudur: İmam Gazali rahimehullah Kur’an okumanın batıni edeplerini sayarken:
‘Kur’an’ı anlamaya engel durumları atmak’ şeklinde başlık açar. Bu başlık altında, günümüzde de ciddi problem olan bir noktaya değinir: ‘Kişinin kalbinin, harflerin mahreçlerine yönelmesi ve onunla meşgul olmasıdır.’
Birçok insan Kur’an’ı güzel okumak, sesini güzelleştirmek, onunla insanların beğenisini kazanmak için harcadığı enerjiyi onu anlamaya, düşünmeye, yaşamaya harcasa Kur’an’la ihya olacaktır. Farklı farklı okuyan kâriler, ilginç makamlar insanlara cazip geliyor. Bu, şeytanın Allah’a subhanehu ve teâlâ verdiği sözün bir gerçeğidir. “Onlara söyleyeceğim” yani hiçbir şeyin özünü, hakikatini talep etmeyecekler. Süs mahiyetinde olan zahire takılacaklar. Kur’an’ın özü olan anlama ve yaşamayı değil, güzel sese önem verecekler. Namazın özü olan huşu, namaz da Allah’ın huzurunda hissetme, kalbin ve zihnin okunanda toplanmasıyla değil de, huşuluymuş gibi boyun bükme, nizami hareketler kısmıyla ilgilenecekler.
Maalesef, bu durum zahiri olarak görülüyor.
Tavsiyemiz; bu hususta dikkatli olunması ve Kur’an gibi insanı ihya ve eşrefi mahlukat kılmak için inen bir kitabı, insanı riya ve nifak bataklığına sürükleyen bir kitap haline getirilmemesidir.
5. Yaşanmak için okumak ve kendini ayetlere muhatap görmek
Sahabe Kur’an’ı bu niyetle öğrenip, bu niyetle okumuştu. Bu niyet onlarda iman ve salih amelin oluşmasına sebep olmuştu.
Tabiinden Abdurrahman bin Sullem rahimehullah: ‘Bize Kur’an okutanlardan Osman radıyallahu anh ve Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh gibiler haber verdi ki: ‘Biz Allah Rasûlü’nden on ayet öğrendiğimizde, ondaki ilmi ve ameli öğrenmeden yeni ayetler öğrenmedik. Böylece Kur’an’ı ilmi ve ameli bir arada öğrendik.’ ‘ (Taberi)
Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh: ‘Biz Kur’an’dan öğrendiğimiz on ayeti hayatımıza geçirmeden yenisini öğrenmezdik. Kur’an insanlar onunla amel etsin diye indirilmiştir. İlk nesil onunla amel etmek için onu okudu, siz ise baştan sona okuyorsunuz ama onunla ameli terk ediyorsunuz.’ (İhya)
Kur’an’ı okuyan kendini ona muhatap görmelidir. Emirleri üzerine alınmalı, Allah’ın nehiyleri onun şahsına yöneliyormuş gibi hissetmelidir. Ancak bu surette Kur’an’la bütünlük sağlayabilir.
Gençliğini Allah’a Adamaya Talip Genç Kardeşim,
Bu Kur’an ve onunla oluşan özel bağ senin yaşındaki gençleri tarih sahnesine çıkardı. Onların her biri Kur’an’ın ehliydiler. Bu Kur’an’ın nesil yetiştirmek için var olan sıfatları (nur, hidayet, şifa, rahmet, öğüt) bakidir. Kur’an var olduğu müddetçe var olacaktır.
Aynı niyet, aynı üslup, aynı adapla ona yaklaşanlar, aynı etkiyi hissedecektir. Kur’an’ın ceplerde, evlerde, ezberde, elektronik aletlerde olması insanı ıslah etmez. Hatta kalbindeki hastalıkları attırıp onu helak edebilir.
Kendine bir süre belirleyip bu adaplara riayet ederek Kur’an okumalısın. Etkilerini gördükçe Kur’an senin için ‘olmazsa olmaz’ azıklar arasında yerini alacaktır. Kur’an’a adabıyla yaklaştıkça, Kur’an kendini açıp insanın hayatına müdahil olmaya başlar. İnsanı hayra teşvik edip, kötülükten alıkoyar. Masiyetin sıcaklığı bedeni kapladığında, adabıyla okunan bir Kur’an ayeti bir tablo misali göz bebeklerini doldurur. Nefis tembelliğe meyledip, hayırdan kaçınca Allah’ın rızasının kullarını karşılaması, genişliği yerler ve gökler misali cennetler insanı taate çeker. Kur’an hayata müdahil olup, kalpleri rıza-i ilahi yönünde harekete geçirdikçe, kulda ona karşı iştiyak oluşur. Onu sorumluluk duygusuyla okuyup, onunla ihya olmaya çalışan insan, gönülden gelerek okumaya başlar. Sorumluluk duygusu yerini lezzete bırakır.
Osman bin Affan radıyallahu anh: ‘Sizlerin kalbi temiz olmuş olsa, Kur’an’a doyamazdınız’ demiştir.
Seleften Sabin el-Bennani rahimehullah: ‘Yirmi yıl Kur’an okurken zorlandım, sonrasında yirmi yıl onunla nimetlendim (lezzet alarak okudum).’
Allah subhanehu ve teâlâ bizleri bu kitabın güzelliklerine muvaffak kılsın. Kalplerimizi kelamıyla diriltsin, Allahümme amin.
Selam ve Dua ile Ebu Hanzala
İlk Yorumu Sen Yap