Gençliğin telaşına cahiliyenin koyu karanlıklarının karıştığı zamanlardayım. Gençliği de cahiliyeyi de yaşıyorum amansız. Bir çağrı duydum uzaklardan, hep içimde var olan, ama tanımadığım. Bir şeyler konuşuluyor evimizde. Televizyonun gündeminden başka şeyler bunlar. Anlıyorum bazı şeyleri. Ama belki de anlamamak daha çok işime geliyor. Kimsenin gündeminde bana bir şeyler anlatmak yok aslında. Tuhaf olan da bu! Allah (cc) kendi iradesiyle bana hidayet ediyor. Atılan oklar, hedeften başka yere isabet ediyor ve kanatıyor da. Ama kimse bunun farkında değil…
Tam da bu günlerde lise ikinci sınıfın yaz tatilindeyim, yaş on yedi. Meslek lisesi okuyorum ve bitirdiğimde üniversiteye sınavsız geçiş hakkımın, hatta üniversite okumadan mesleğimi icra edeceğim imkânların olduğu bir dönem. Ve tam bu esnada, İstanbul’a işe girmek için giden ablam eve geri dönüyor. Ama bu dönüş başka. Çalışmak için giden ablam, peçeli olarak dönüyor baba evine. En çok da annem karşı çıkıyor: Bu ne hâl? Unuttun mu, konu komşu var! Ben seni bunun için mi okuttum, büyüttüm!..
Yeni bir dönem başlıyor bizim için, daha doğrusu ablam için. Anlatıyor da anlatıyor; tevhid diyor, tağut diyor, ayet okuyor, ama nafile. Anadolu’da ilah çoktur, sayamazsınız. Dayın vardır, amcan vardır, akraban vardır; eşin dostun, konun komşun vardır… Allah’tan önce tüm bunları razı etmen gerekir! Evde büyük bir yas var sanki, annemin dördüncü kızı Müslim olmuş! Bu da yetmezmiş gibi dünkü çocuk annesinin babasının karşısına geçip “din” anlatıyor. Anlatıyor… Anlatıyor anlatmasına, ama bir türlü dinletemiyor. Eee üç dayı hoca, dedeler hacı, çevre hep İslamcı… “Yeni bir din çıkardınız.” diyorlar. Haklılar da kısmen, çünkü o dönemde henüz tevhid davetinin sesi çok kısık, duyan az, yaşayan çok daha az…
Ama bilmiyorlar ki anlatılan din, cahiliyenin örttüğü bir fıtratta daha yeşermeye başlıyor. Üzerini örttüğüm gerçeklerin maskesi düşüyor tek tek. Anlatılanlar mantığıma hitap ediyor, fıtratıma ve ruhuma… Aslında Rabbim merhamet edip bana hidayet ediyor. Çok doğru diyorum, yaratan kim ise yönetecek olan da odur.
Ablamın gözleri ışıl ışıl, fakat çok da endişeli… “Emin misin?” diyor, zira bu din çok meşakkatli…
“Şimdi ne yapacağım?” diye soruyorum, çünkü yaşadığım dinin İslam olmadığını anlıyorum. Ablam ise fıtri midir, yoksa bilgiye mi dayalıdır, hâlâ anlayamadığım bir duruşla yönlendiriyor beni: “Git, bir gusül al ve namaza başla!”
Evet, 21. yüzyılda, Anadolu’nun ortasında bir şehirdeyim. Fakat sanki Mekke’deyim, yeni iman ediyorum; sanki Medine’de Resûl’ü (sav) bekliyorum. Hiç pazarlıksız kalkıyorum; temizleniyorum şirkten, temizleniyorum cahiliyeden, temizleniyorum maddi ve manevi tüm kirlerden…
İşte huzurundayım Rabbimin. Nasıl da utangaç, ama mağrur! Nasıl da korku ve umut arasında, nasıl da bir müjde verir gibi, bir müjde alır gibi dikiliyorum karşısına. Her rükûda önünde eğilmenin şerefini yaşıyorum, her kıyamda sanki tüm tağutları karşıma alıyorum. Namaz bitiyor, yeni bir hayat başlıyor benim için…
Bendeki değişiklikler ilk etapta kimsenin tepkisini çekmiyor, nasıl olsa birkaç ay sonra okullar açılacak ve Aygül kaldığı yerden devam edecek hem okula hem hayata. Aslında ablam bile tam güvenemiyor. Bırakacağım okulu diyorum, ama buna ben de dâhil kimse inanmıyor. Bu arada okuyorum, öğreniyorum; hayatımın belki de en bereketli dönemini yaşıyorum. Geniş pardösü ve genişçe bir eşarp örtünüyorum. Amelsiz bir iman değil bu öğrendiğim, peygamberlerin öğrettiği iman. Zorlanıyorum. Hem de çok. İçimde fırtınalar kopuyor, ama dışarıdan anlaşılmıyor. Ne sallanıyor ne de ses ediyorum. Biliyorum ki daha her şeyin başındayım ve büyük bir imtihana hazırlanıyorum.
Ve tatil bitiyor, okullar açılıyor. İlk kıyamım başlıyor. Annem büyük bir mücadele veriyor beni de kaybetmemek için. Evde yas, tehdit, şiddet… hepsi bir arada. Tüm bunlar olur da teklif olmaz mı? “Okulunu bitir, sonra istediğini yap.” diyorlar, bir pazarlık başlıyor içimde şeytanla. Bitirsem çok rahat edeceğim, istediğim gibi yaşayacağım. Belki de çekip gideceğim ve o zaman bana karışamayacaklar. Sadece iki yıl var önümde… Bu düşüncelerle kendimi ikna etmeye çalışırken aklım başıma geliyor. Diyelim ki girdim bu yola. Ya sonra? Okula girmek için başımı açacağım önce, ya sonra? Sonra istedikleri, nefsimin ve şeytanın emrettiği başka şeyleri yapacağım. Sonra başka şeyler ve başka şeyler… Tüm bu pazarlıkları yaparken tek bir soru darmadağın ediyor güncemi: Peki, ya ölürsem?..
Ya ölürsem, Rabbimin karşısına nasıl çıkarım? Ne cevap verebilirim?
Ve kalkıyorum pazarlık masasından. Tek bir soru hem dünyamı hem de ahiretimi kurtarıyor. Ölümün olduğu bir yerde dinim üzerinden pazarlık yapamayacağımı anlıyorum. Belki de ilk defa “La!” diyorum. Bilal (ra) gibiyim, daha fazlasını bilmiyorum. Sümeyye (r.anha) gibiyim, korkularımla yüzleşiyorum. Ebu Bekir (ra) gibiyim, Rabbimin vaadine güveniyorum. Yol ayrımında olduğumu, yaptığım tercihin dünyamı ve ahiretimi kurtaracağını yıllar sonra anlayacağımı bilmiyorum. “Ahir zamanda din, ateş gibi olacak.” düsturunca avuçluyorum korları, yanıyorum ama kaybetmiyor, kazanıyorum…
Annemden sonra babam da giriyor sahneye, ama ne fayda? Allah (cc), kuluna bir kere hidayet diledi mi dağ dursa karşısında aşar geçer. Bizim dinimizde çaresizlik diye bir kavram yok. Çaresizlik bizim içimizde. Şeytanla aynı masada oturduğumuz sürece çaresiz olan biziz. “La!” haykırışıyla o masadan kalkmadığımız sürece çaresiziz, Rabbimize güvenmediğimiz sürece çaresiziz. Oysaki Allah, kuluna kâfi olandır. Sen O’nun için iman edeceksin de O (cc) seni kendi hâline mi terk edecek? Sen O’nun için vazgeçeceksin de O senden vaz mı geçecek? Bu, inandığım Rabbimin şanına yakışmazdı ve öyle de oldu… Rabbim imtihan etti, zorladı, sınadı; ama hiç terk etmedi…
Tam on yedi yıl geçti. Tevhidin sesi gürleşti, Türkiye’nin doğusunda ve batısında konuşuluyor, ilim ehli tarafından anlatılıyor. Sadece kendi içimizde inandığımız hakikat, hayalini bile kuramadığımız şekilde neredeyse çatılardan haykırılıyor, hamdolsun… Şükür ve minnetle bekliyorum Rabbimin vaadini. Tevhidî davetin iki dönemine de şahit olan biri olarak “Subhanallah!” diyorum taaccüple. Tüm bunlara şahit olmanın verdiği tecrübeyle çok daha büyük günler göreceğimize inanıyorum. Rabbim, razı olduğu saflarda olmayı nasip etsin o gün geldiğinde bizlere. Kendi dilediğini oldurmakta hiçbir güçlük yaşamayan Rabbim, hidayetle şereflendirdiği bu ömrü şehadetle taçlandırsın. Allahumme âmin.
Selam ve dua ile…