Yahudilerin Kışkırtmaları Ve Alınan Tedbirler

İslam tarihinde pek çok dönüm noktası vardır. Bunlardan en önemlisi hicret ve sonrasında hicrete bağlı olarak gelişen hadiselerdir. Hicret aşamasını tamamlayan İslam toplumu yeni bir aşamaya geçmiş ve İslam’ın önündeki engelleri cihadla defetmeye başlamıştı. Bedir Savaşı, bu aşamanın ilk büyük basamağıydı.

Bedir Savaşı’nda kazanılan zafer, Medine içinde ve dışında hemen domino etkisi göstermişti. Dostluk ve düşmanlık yapanların safları netleşmiş ve daha önce sorun olmayan yeni topluluklar İslam tarihinde boy göstermeye başlamıştı.

Bu topluluklardan birisi de Yahudiler idi. Allah Resûlü’nün (sav) Ehl-i Kitap ile mücadelesi hicretten sonra bu konuda yoğun bir şekilde inen ayetlerde karşımıza çıkmaktadır. Peygamberimiz başlangıçta onlarla anlaşmalar yaptı. Onlar, bu anlaşmalara riayet etmeseler dahi kendi payına düşen şartlara uydu. Birçok ihlali görmezden geldi. Onlara nasihat etti. Haktan yüz çevirmemelerini tavsiye etti.

Tüm bunlara rağmen onlar en iyi bildikleri şeyi, yani fitne çıkarmayı sürdürdüler. Özellikle İslam ile beraber bitirilmeye çalışılan ırkçılık fitnesini körüklemek için birçok girişimde bulundular:

“Yaşlı bir kişi olan Yahudî Şâs ibni Kays, Müslimlere karşı oldukça kindar ve hasetçiydi. Bir gün Evs ve Hazrec’ten kişilerin oturduğu bir meclise uğradı. Evs ve Hazrec’in cahiliyedeki düşmanlıklarından sonra Müslim olmalarıyla birlikte aralarında meydana gelen birlik ve ülfeti görmekten öfkelendi ve onların bir arada olmalarının kendi menfaatlerine yaramayacağını düşündü. Yahudilerden bir genci onların meclisine göndererek ona Buâs Savaşı ve savaş esnasında meydana gelen olaylar hakkında şiir okuyarak oturanlara anlatmasını istedi. Buâs, Evs ve Hazrec’in birbirini katlettiği bir savaştı ve Evs Kabilesi, Hazrec’e karşı zafer kazanmıştı.

Yahudi gencin bu şekilde konuşmasıyla birlikte iki taraf arasında tartışma başladı. Evs’ten Evs ibni Kayzî’nin, Hazrec’ten Cebbâr ibni Sahr’a dilerse hemen şimdi savaşı tekrar başlatabileceğini söylemesi üzerine her iki taraf da silahlanıp Harre’de buluşmaya karar verdiler. Kendilerinin bu çağrısına Evs ve Hazrec’den katılanlar oldu.

Bu durum Peygamber’e ulaştığında yanında Muhacirlerle birlikte onlara geldi ve ‘Ey Müslimler topluluğu! Allah sizi İslam’la şereflendirdikten, cahiliye işini ortadan kaldırdıktan ve sizi birleştirdikten sonra ve ben aranızdayken cahiliye davası mı güdüyorsunuz? Daha önce üzerinde olduğunuz küfre dönmeyi mi istiyorsunuz?’ dedi. Bunun üzerine taraflar bunun şeytanın bir dürtüsü ve düşmanlarının bir hilesi olduğunu anladılar. Ellerindeki silahları atarak birbirlerinin boyunlarına sarıldılar ve Peygamber’le birlikte geriye döndüler. Bunun üzerine Allah (cc), Âl-i İmrân Suresi’nin 98 ila 105. ayetlerini indirdi.”[1]

Bu ve benzeri hadiseler, aslında Medine İslam toplumunun yapısının ne kadar kırılgan olduğunu göstermesi yönüyle önemlidir. Zaten Medine ehli de bunun farkındaydı. Hatta Akabe Biatleri için gelen Medinelilerin Peygamberimize (sav) hitaben söyledikleri şu sözler meselenin ehemmiyetine işaret etmektedir:

“Biz ardımızda kavmimizi bıraktık. Onlar arasındaki düşmanlık ve kötülük hiçbir kavimde yoktur. Umulur ki Allah seninle onları bir araya getirir.”

Peygamberimizin (sav) Medine’ye hicret ettiği ilk dönemde Evs ve Hazrec arasında düşmanlık devam etmekteydi. Bundan dolayı her iki kabile de birbirlerinin yaşadıkları bölgelere girmekten korkuyordu. Peygamberimiz, kendisini karşılamaya gelenler arasında Es’ad ibni Zürâre’yi (ra) göremeyince nerede olduğunu sormuş, Evsliler de onun kendilerinden birini öldürdüğünü söylemişlerdi. Es’ad ibni Zürâre birkaç gün sonra yüzünü örtmüş bir hâlde Peygamber’in yanına ancak gelebilmişti. Ertesi gün Peygamberimiz (sav) Evslilerden Es’ad ibni Zürâre için eman talebinde bulunmuş, onlar da Peygamber’in talebini yerine getirerek Es’ad ibni Zürâre için eman verdiklerini ilan etmişlerdi.[2]

Allah Resûlü (sav) bir yandan bu fitneyi İslam kardeşliği vesilesiyle bitirmeye çalışırken diğer yandan da birlikteliği baltalayacak Yahudi fitnesine karşı teyakkuzda bekliyordu. Evs ve Hazrec arasında savaşa dönüşmek üzere olan bu hadisede olduğu gibi olaylar yaşandığında hemen müdahale ediyor ve cahiliye damarlarının kabarmasına fırsat vermiyordu.

Bu hadiseler cahiliye toplumlarında ıslah faaliyeti yapan tüm Müslimler için ibretler barındırmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken husus şudur: Küfür ve masiyetle yıllarını geçirmiş olan toplumların ıslahının bir anda olması mümkün değildir. Hatta birçok mesele anlaşıldı, özümsendi diye düşünülse dahi hiç ummadık yerlerde tekrar birer problem olarak karşımıza çıkabilir. Öyleyse acele etmemeli, umutsuzluğa kapılmamalı ve bununla birlikte hiç gevşeklik gösterilmemelidir.

Aynı şekilde Allah Resûlü’nün (sav) hızlı müdahalesi, yaşadığımız toplumdan haberdar olmamız gerektiğini ve ihtiyaç olması durumunda direkt sahaya inilmesinin zaruret olduğunu göstermektedir. Sorunları tespit etmek bazen tek başına yeterli olmaz. Önemli olan erkenden müdahale edebilmektir.

Allah Resûlü böyle bir olaya müdahale ederken yanında Muhacirler vardı. Yani Peygamberimizle uzun süre vakit geçirmiş ve İslam’ın esaslarını özümsemiş bir kitle. Sorunların çözümü sırasında örneklik pozisyonunda olan bir topluluğun varlığı, problemlerin kısa sürede hallolması için oldukça etkilidir.

Tüm bunlara ek olarak, uyarının Kitap ve sünnet temelli olması ve aynı zamanda fertler üzerinde etkili olabilmesi için İslam cemaatinin bireylerinin bu bilinçle yetiştirilmesi gerekir. Birçok vakada olduğu gibi burada da sahabe hata yapmış, ama Peygamberlerinin (sav) sözünü ve ayetleri işitince hemen tevbe etmişlerdir.

“Allah’ın ipine hep beraber/topluca tutunun ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Bir zamanlar düşmandınız da Allah kalplerinizi birbirine ısındırmıştı. O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz ateş çukurunun kenarındaydınız da sizi ondan kurtarmıştı. Hidayete eresiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.”[3]

Günümüzde bilinçli olarak sünnete ve dolayısıyla Kitab’a yönelik saldırılar, insanların gönüllerinde bu kaynaklara karşı soğukluk oluşturmaktadır. Toplumların ıslahı bu iki kaynak temelli olacaksa o zaman Müslimlerin bir başka görevi de Kitap ve sünnetin hürmetini muhafaza etmek için çabalamaktır. Esasen bu nedenle Mekke’de müşrikler, Medine’de de Yahudiler vahiy hakkında şüphe uyandıracak propaganda ve yollara başvurmuşlardır.

Yahudilerin bir oyununu Kur’ân şu şekilde ifşa etmektedir:

“Ehl-i Kitap’tan bir grup: ‘Günün başında iman edenlere indirilene inanın. Günün sonunda da inkâr edin. Umulur ki onlar da (dinlerinden) dönerler.’ dedi.”[4]

Yahudilerin Müslimlere sıkıntı çıkarttıkları tek husus ırkçılık üzerinden fitne üretmek değildi. Ekonomik gücü elinde bulundurdukları için bu konuda da problemler çıkarıyorlardı. Alışverişlerinde aldatmaya gidiyor, tekelcilik yapıyor, alacak/verecek ilişkisine ihtimam göstermiyorlardı. Allah Resûlü bu durumda hem Müslimlerin haklarını muhafaza etmeye çalışıyor hem de İslam toplumunun ekonomik olarak bağımsız olacağı adımlar atıyordu. Çünkü bir toprak parçasına sahip olmak tek başına yeterli değildi. Aynı zamanda o topraklarda rahatça yaşayabilmek de gerekiyordu. Bunu sağlayabilmenin yollarından birisi de herhangi bir grubun tekelinde olmayan ve İslam’ın çizdiği sınırlara riayet ederek topluma hizmet eden bir ekonomik sistemdi.

Neticede Allah Resûlü (sav), yaptıkları onca şeye rağmen onlara gösterilen müsamahayı yanlış yorumlayan bu gruplarla parça parça ilgilendi ve onları gayet güzel bir siyasetle Medine İslam toplumundan uzaklaştırdı. Bu siyaseti uyguladığı ilk kavim, Bedir Savaşı’nın akabinde Beni Kaynuka Yahudileri oldu.

Beni Kaynuka Yahudileri silah ve adam sayısı olarak Medine’de oldukça güçlü bir konumdalardı. Bedir Savaşı öncesinde yaptıkları sebebiyle Allah Resûlü (sav) savaş sonrasında onlara bir nasihatte bulundu:

İbni Abbas (ra) şöyle demiştir:

“Resûlullah (sav) Bedir Günü Kureyş’i hezimete uğratıp Medine’ye gelince Yahudileri Kaynukaoğulları çarşısında toplayıp, ‘Ey Yahudi cemaati! Kureyş’in başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Müslim olun.’ dedi. Onlar ise ‘Ey Muhammed! Kureyş’ten, savaş bilmeyen tecrübesiz bir toplulukla savaşman seni aldatmasın. Eğer sen bizimle savaşsaydın, bizim nasıl insanlar olduğumuzu ve bizim gibi bir cemaatle daha evvel hiç karşılaşmadığını anlardın.’ dediler.

Bunun üzerine Allah (cc) şu ayet-i kerimeleri indirdi:

‘O kâfirlere de ki: ‘Yenileceksiniz ve cehenneme sürükleneceksiniz. Orası ne kötü bir yataktır.’ Şüphesiz ki sizin için (Bedir Günü) karşı karşıya gelen iki toplulukta (dersler çıkaracağınız) ayet/ibret vardır. Bir grup Allah yolunda savaşıyordu. Diğeri ise kâfirdi ve (müminleri) çıplak göz ile kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, yardımıyla dilediğini destekler. Şüphesiz ki bunda, (çokça Kur’ân okuyup, Allah’ın şer’i ve kevni ayetleri üzerinde kafa yordukları için) basiret sahibi olanlara ibretler vardır.’[5][6]

Bu son uyarıyı da dikkate almayan Ben-i Kaynuka Yahudileri için artık tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Allah (cc) nasip ederse bir sonraki yazımızda Ben-i Kaynuka Yahudilerinin yaptığı ve bardağı taşıran son damla olan hadiseyi ve sonrasında yaşananları anlatmaya çalışacağız.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

 


[1] .İbni Hişam

[2] .İbni Hişam

[3] .3/Âl-i İmran, 103

[4] .3/Âl-i İmran, 72

[5] .3/Âl-i İmran, 12-13

[6] .Ebu Davud

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver