Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam O’nun Resûl’üne olsun.
Allah Resûlü (sav) ashabı ile beraber ticaret kervanını ele geçirmek için yola çıkmış, ancak Ebu Sufyan’ın Mekkelilere gönderdiği haberci nedeniyle Müslimler kervanla değil bir ordu ile karşılaşmıştı.
Ordular yerlerini alınca Allah Resûlü (sav) ashabına savaş düzeni hakkında talimat verdi:
“Hatlarınızı bırakıp ayrılmayınız! Bir yere kımıldamadan yerlerinizde sebat ediniz. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı, düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz. Düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice sokulunca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonunda düşmanla göğüs göğüse gelindiği vakit kullanılacaktır.”
Araplarda savaş öncesinde taraflardan birkaç kişinin ileri çıkarak teke tek çarpışması ile ilgili bir âdet vardır. Buna mübareze denir. Bu sebeple Bedir Günü’nde müşriklerden Utbe, Şeybe ve Utbe’nin oğlu Velid karşılarına rakip istedi. Allah Resûlü (sav) ilk önce Ensar’dan bazı kişilerin çıkmasını istedi. Ancak müşrikler kendi soylarından birilerini istedikleri için kabul etmediler ve Allah Resûlü, “Kalk ya Ubeyde! Kalk ya Hamza! Kalk ya Ali!” diyerek bu üç güzide sahabisini müşriklerle çarpışmak için gönderdi. Mübareze çok kısa sürdü. Ali ve Hamza (r.anhuma) rakiplerini hemen öldürürken, Ubeyde (ra) yaralanmıştı. Daha sonra Bedir dönüşünde yolda şehit oldu.
Bu ilk karşılaşma müşriklerin moralini altüst etmiş, müminleri ise şevklendirmişti.
Daha sonra Allah Resûlü (sav) ashabını savaşa teşvik etti ve ikinci talimatını verdi:
“ ‘Yer ve gökler genişliğinde olan cenneti kazanmak için hazırlanın!’ Ensar’dan Umeyr bin Humam, ‘Genişliği yer ve gökler kadar olan cennet mi dediniz, ya Resûlallah?’ dedi. Allah Resûlü, ‘Evet.’ diye cevap verince ‘Ne iyi şey!’ dedi. Resûlullah niçin böyle söylediğini sorunca da ‘Vallahi ya Resûlallah! Başka bir şey için değil, cennetlik olmayı arzuladığım için böyle söyledim.’ dedi. Resûlullah da ‘Sen zaten cennetliksin.’ buyurdu. Umeyr’in elinde hurmalar vardı. Bu sözleri duyunca ‘Eğer bu hurmaları yiyip bitirinceye kadar yaşarsam geç kalmış olurum!’ dedi ve hurmaları yere fırlattı. Çok geçmeden arzuladığı cennete kavuştu.”[1]
Sahabenin Allah Resûlü’nün sözlerine ve onun aracılığıyla gelen vahye ilgileri çok farklı düzeydeydi. Ne yazık ki bugün bizler için bir kulağımızdan girip diğerinden çıkan birçok ayet ve hadis, onlar için idrak edilecek ve yaşanılanacak birer hayat nizamıydı. Özellikle ahirete olan imanları öyle zirvedeydi ki bu inancı hakikatiyle anlamayan kişilerin asla anlamlandıramayacağı fiilleri çok rahat bir şekilde yapıyorlardı. Siyerin her bir karesinde bunu görmek mümkündür. Bedir Savaşı da aynı şekilde buna işaret eden kesitlerle doludur. Örneğin, Harise bin Sureka isimli sahabi şehit olduktan sonra yaşananlar çok ilginçtir:
“Humeyd Et-Tavîl şöyle demiştir: ‘Ben Enes bin Malik’ten (ra) işittim, şöyle diyordu: ‘Harise bin Sureka el-Ensarî, Bedir Günü çocuk olduğu hâlde -havuzdan su içerken İbnu’l Araka tarafından bir ok atılarak- vuruldu. Akabinde annesi -ki Enes’in halasıdır- onu Peygamber’e getirdi. ‘Yâ Resûlallah! Harise’nin benim yanımdaki derecesini bilmektesin. Eğer oğlum Harise cennette ise ölümüne sabreder ve sevabımı Allah’tan beklerim. Şayet onun menzili diğerinde -yani cehennemde- olursa, yapacağım işi görürsün!’ dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), ‘Yazık sana, sen aklını mı kaçırdın? Bir tek cennet mi var? Şüphesiz birçok cennet vardır. Ve şüphesiz senin oğlun Harise, Firdevs cennetindedir.’ buyurdu.”[2]
Oğlunu çok seven ve onu kaybetmekten çok, cennete mi yoksa cehennemi mi gidiyor diye endişelenip buna üzülen bir anne…
İşte böyle annelerin Kur’ân ayetleri ve Allah Resûlü’nün mevizeleri ile yetiştirdiği gençler Bedir’de ve diğer yerlerde destan yazdılar.
Abdurrahman bin Avf (ra) anlatıyor:
“Bedir Günü’nde safta duruyordum. Sağıma ve soluma baktım. Ensar’dan iki çocuk vardı. Ben o ikisinden daha yapılı iki kişinin arasında olmayı temenni ettim. O sırada onlardan biri beni dürttü. ‘Ey amca, Ebu Cehil’i tanıyor musun?’ dedi. ‘Evet, senin Ebu Cehil’le ne işin olur, ey kardeşimin oğlu?’ dedim. ‘Duydum ki o Allah Resûlü’ne sövüyormuş, vallahi onu görürsem ikimizden biri ölünceye dek onu bırakmayacağım!’ dedi. Çocuğun bu durumuna şaşırdım. O sırada öbür yanımda olan beni dürttü ve aynı şeyleri söyledi. Bu konuşmanın üstünden çok geçmeden Ebu Cehil’in insanların arasında gezindiğini gördüm. Bu iki gence, ‘O, bana sorduğunuz şahıstır.’ dedim. Kılıçlarıyla fırlayıp ona saldırdılar ve onu öldürdüler…”[3]
İbnu Mes’ud (ra) anlatıyor:
“(Bedir Günü) savaş meydanından geçiyordum. Ebu Cehil’in, ayağından isabet alarak yıkıldığını gördüm. ‘Ey Allah’ın düşmanı! Ey Ebu Cehil, nihayet Allah seni de böyle rüsva etti!’ dedim. (Ve ilaveten) ‘Bu hâlde ondan korkacak değilim!’ dedim. (Ebu Cehil) ‘Kavminin öldürdüğü kimseden daha şereflisi var mıdır?’ diye cevap verdi. Ben, keskin olmayan bir kılıçla vurdum. Bu bir işe yaramadı. Kendi kılıcı elinden düşünceye kadar vurdum. Kılıcı alıp, onunla vurarak onu öldürdüm. Resûlullah (sav) onun kılıcını bana (ganimet hissemden fazla olarak) verdi.”[4]
Ebu Cehil’in öldürülmesinde birçok ibret vardır. Öncelikle kibri ile meşhur olmuş bir müşrikin bu kadar zelil bir şekilde öldürülmesi Allah’ın (cc), cezayı amelin cinsinden vermesi kaidesinin bir sonucudur.
İkincisi ise kendilerine bir hedef belirleyen ve Ebu Cehil’e ilk darbeyi vuran iki gencin durumudur. Bu iki genç Ensar’dan Afra binti Ubeyd isimli kadının çocuklarıydı. Bu kadın, Allah Resûlü’nün hayatını öğrenmek için çaba gösteren ve öğrendiklerini de çocuklarına aşılayan bir anneydi. Allah Resûlü (sav) Medine’ye hicret ettiğinde onun şöyle dediği nakledilir:
“Ben Medineli olduğum için onun (sav) on üç yıllık hayatını bilmiyordum. ‘Onun hayatının bu dönemini Mekkeli hanımlardan öğreneyim. Onu ne kadar tanırsam o kadar severim.’ diyerek Muhacir kadınlara gittim ve onlara şu teklifi sundum: ‘Ben her gün sizin evinize gelip ev işlerinizi yapayım, buna karşılık siz de bana Allah Resûlü’nün hayatını anlatın.’ ”
Bugün evlerinde, yetiştirmesi gereken bir nesil olan, ancak bunu salih bir amel olarak görmeyen annelerin Afra’dan (r.anha) alacağı çok ders vardır. Allah Resûlü’nün sevgisinin kalplere yerleştirildiği ve onu hakkıyla tanıyan bir nesil ortaya çıktığında bu, salih amel olarak sahiplerine yeter de artar.
Ebu Cehil’in de öldürülmesiyle beraber müşrik ordusunun düzeni tamamen bozuldu ve savaş meydanını terk ettiler. Savaş sonucunda, çoğu ileri gelenlerden olmak üzere yetmişe yakın müşrik öldürüldü ve bir o kadarı da esir alındı. Müslimler ise on dört şehit vermişti. Furkan Günü olarak adlandırılan bu gün, Müslimlerin zaferi ile sonuçlanmıştı.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
İlk Yorumu Sen Yap