“Cibril, ‘Bana imanı anlat.’ dedi. Allah Resûlü dedi ki: ‘İman; Allah’a, meleklerine, Kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.’ “[1]
Resûl, “gönderilen, yönlendirilen” anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Allah’ın (cc) insanlığa hidayet ve rahmet öncüleri olarak gönderdiği elçiler için sıklıkla kullanılan Kur’âni bir kavramdır.
Nebi, “Allah (cc) tarafından verilen haberi/vahyi insanlara ulaştıran haberci” olarak tanımlanan Arapça kökenli Kur’âni bir kavramdır.
Türkçede bu iki kavramın yerine “elçi, haberci” anlamına gelen, Farsça kökenli “peygamber” kelimesi de kullanılmaktadır.
Resûllere/Nebilere iman bahsi, bu dinin en temel meselelerindendir. Allah (cc), resûllerini; müjdeciler ve uyarıcılar olarak, insanlara hakkı ve hidayeti ulaştırmaları için, dalalette olan insanlar ve cinleri tevhide irşat etmeleri için ve peygamberlerin gönderilmesi sebebiyle insanların, Allah katında bir hüccetleri olmaması için hak ile göndermiştir.
Resûllere iman, Allah’ın gönderdiği peygamberlerin tümüne, aralarında ayrıma gitmeksizin ve bir kısmını inkâr etmeksizin gerçekleşir. Peygamberler arasında ayrım yapan, hasedinden, öfkesinden, hevasından ötürü bir peygambere düşmanlık yapan insan, diğer tüm resûlleri kabul etse dahi bütün peygamberleri yalanlamış gibidir ve kâfirdir. Şeriat bu anlamda bir ayrıma gitmemiştir.
İnsanlar tevhidden uzaklaşıp Allah’a ortaklar kılmaya, putlara ibadet etmeye, kabirlerden medet ummaya, yaşamlarını sahte rablerin istekleri doğrultusunda şekillendirmeye başladığında Allah (cc) peygamberler göndermiştir. Muhammed (sav) ile nübüvvet sonlanana kadar bu her zaman böyle olmuştur. Her elçi, insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek ve tebliğ ettiği dini beyan etmek ile vazifelendirilmiştir. Bunun yanı sıra basiret ve hikmet üzere Allah’a davet etmek ve daveti yaparken güzellikler/nimetler ile müjdelemek ve kötülükler/azaplar ile uyarmak, Allah’ın nebilere temel emridir.
Allah (cc) her ümmete mutlaka bir peygamber göndermiş, “Allah’a ibadet edin. Tağuttan kaçının.” duyurusunu yapmalarını zorunlu kılmıştır. “Allah’tan başka ilah yoktur. O hâlde yalnız Allah’a ibadet edin” esası, davette serlevha kılınmıştır. Şirk ve kötülükleri terk edilerek “tevhid üzere Müslim bir yaşam” oluşturma çabası öncelenmiştir. Tevhidin zevalinin, çok haneli rakamları sıfırla çarpmak ile eş değer olduğu izah edilmiştir.
Resûllere iman, “tevhid”i ve “risalet”i kabul etmekle mümkündür. Tevhidi kabul eder, ancak risalet/peygamberlik müessesi ile inkâr boyutunda bir problem yaşanırsa o tevhid geçerli değildir. Peygamberlere imanda yaşanan problem, tevhidin anlaşılmasında problem olduğuna işarettir. Aksini söylemek de mümkündür: Risalet/Nübüvvet/Peygamberlik konusunda sıkıntısı olmayan -ya da olmadığını söyleyen- kimse tevhidde sorun yaşıyor, Allah’a (cc) ortaklar kılıyorsa o inancın insana faydası olmayacaktır. Ehl-i Kitap ve münafıklar üzerine inen ayetler ışığında değerlendirdiğimizde, müşrik olan bir insanın aslında “Allah’a, ahirete, peygamberlere” inancı yoktur, yok hükmündedir.
Kur’ân ve Sünnet bize bütün resûllerin isimlerini zikretmez. Bazılarını anlatır, ibretler alınması için hayatlarından ve davetlerinden kesitler sunar. İsmi zikredilen ya da ismi zikredilmeyen her peygamber insanlara “İslam” dini ile gelmiş, insanları “tevhid”e davet etmiş, Allah’a (cc) kılınan ortakların, kendilerine ibadet edilen tağutların ve şürekânın bağlarından kopmalarını ve “Allah’a firar” etmelerini insanlara emretmişlerdir. Yaratanın, rızık verenin, mülkün sahibi olanın, El-Azîz ve El-Kadîr olanın ibadet edilmeye layık tek varlık olduğu, kanunları karşısında boyunların büküleceği tek hükümran olduğu hakikati resûller tarafından ısrarla beyan edilmiştir.
Fıtrat, misak ve akılla insanı tevhide çağıran yüce Rabbimiz, onlara olan merhametinden ötürü bir hak daha tanımış, resûller göndermiştir. Kimi resûllerin daveti, kalıcı olsun diye yazılı metinler (mushaf/sahife) hâlinde insanlara ulaştırılmıştır. Resûllerin gönderilmesindeki maksadın onlara itaat edilmesi olduğu vurgulanırken, kıyamet gününde insanların “bizi uyaran olmadı” tarzında sunacakları bahanelerin resûllerden sonra geçerli olmayacağı ve reddedilecekleri, ayetlerde belirtilmiştir.
Peygamberliği kimlere vereceğini en iyi bilen Allah (cc), örnek ve önder olacak peygamberleri, insanlardan seçmiştir.
Apaçık tebliğ, Allah’a (cc) davet, uyarma ve müjdeleme, nefislerin tezkiyesi ve ıslahı, “risali hüccet”in ikamesi ve insanlar arasında Allah’ın hükmü ile hükmetmek; resûllerin başlıca görevleri olarak zikredilmiştir.
Sorun olan nokta şudur ki Allah (cc) tevhid edilsin diye gönderilmiş olan resûller, insanların şirklerini, sapıklıklarını meşrulaştırıcı hüccetler (!) olarak çağımız belamları tarafından bolca kullanılmaktadır. Yusuf’u (as) dayanak kılarak demokrasi ibadethaneleri parlamentolara girmek, Allah’a savaş açmış orduları Peygamber ocağı olarak lanse etmek, kâfir yöneticilere itaati “Ulu’l Emre itaat” babından farz hâle getirmek, hatta itaatten çıkanları -baği kılmayı da geçtik- tekfir etmek âdet hâline gelmiştir. O hâlde soruyoruz: Bu toplum peygambere iman etmiş ya da iman etmemiş, fark eden bir şey var mıdır?!
[1] . Buhari, 50; Müslim, 8
İlk Yorumu Sen Yap