Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Resûlü’ne olsun.
Allah Resûlü (sav) Medine’ye hicret ettikten sonra Müslimlere savaş izni verildi ve seriyyeler/gazveler başladı. Her seriyye kendi içerisinde dersler barındırır. Geçen yazımızda umumen seriyyelerin hikmetlerini anlatmıştık. Bu yazımızda ise önemine binaen hususi olarak bir seriyyeden bahsetmek istiyoruz.
Allah Resûlü (sav) hicretin 2. yılının Receb ayında bir grup sahabeyi gözlem yapması için Nahle mıntıkasına gönderdi. Hadise siyer kitaplarında şu şekilde nakledilmektedir:
“Allah Resûlü (sav) Abdullah b. Cahş’ı (Hicretin ikinci yılı) Receb ayında Bedir’den Makfele’ye gönderdi. Onunla birlikte içlerinde hiçbir Ensar olmayan, muhacirlerden sekiz kişi gönderdi. Ona bir mektup yazdı ve şöyle emretti: ‘İki gün geçinceye kadar onu açma! Sonra ona bak ve emrolunduğun şeye devam et ve hiç kimseyi zorlama!’
Abdullah b. Cahş, iki gün yürüdükten sonra mektubu açtı ve şöyle yazıldığını gördü:
‘Benim bu mektubuma baktığın zaman yürü, devam et. Mekke ile Taif’in arasında Nahle’ye in. Oradan Kureyş’i gözetle ve bize onların haberlerini bildir.
Abdullah b. Cahş mektuba baktığı zaman dedi ki:
‘Başımızın gözümüzün üstüne. İşittik ve itaat ettik!’
Sonra arkadaşlarına dedi ki:
‘Allah Resûlü (sav) bana emretmiştir ki Nahle’ye kadar yürüyeyim. Orada Kureyş’i gözetleyeyim ve ona onlardan bir haber götüreyim. Beni de sizden herhangi birinize zoraki iş yaptırmaktan nehyetmiştir. Sizden kim şehadeti ister ve ona rağbet ederse yürüsün. Kim de bundan hoşlanmazsa geri dönsün. Bana gelince Allah Resûlü’nün (sav) emrini yerine getirmeye devam edeceğim.’
Böylece o yürüdü, onunla birlikte arkadaşları da yürüdü. Onlardan hiç kimse geride kalmadı.
Hicaz üzerine yürüdü, nihayet Maden’e vardı. Bu arada Sa’d b. Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan nöbetleşe bindikleri deveyi kaybettiler. Onlar deveyi araştırmak üzere geri kaldılar. Abdullah b. Cahş ve öteki arkadaşları yürüdüler ve Nahle’ye indiler. Onlara Kureyş’e ait kuru üzüm, deri ve ticaret malları yüklü bir kervan rastladı ki o kervanda Amr b. El-Hadrami de vardı.
Müşrikler, Müslimleri görünce çok korktular. Onların yakınlarına inmişlerdi. Bunun peşinden onlara Ukkaşe b. Mihsan göründü. O başını tıraş etmişti. Onlar onu gördükleri zaman emin oldular ve dediler ki: ‘Onlar buraya umre yapmak için geldi. Size onlardan bir zarar gelmez.’
Müslimler kervan hakkında istişare ettiler. Bu Receb ayının son günü idi.
Dediler ki: ‘Vallahi onları bu gece bırakırsanız Mekke’ye girerler, böylece kendilerini sizden korurlar ve eğer onları öldürürseniz elbette haram ayda onları öldürmüş olursunuz.’
Böylece sahabeler tereddüt geçirdi ve onların üzerine saldırmaktan çekindiler.
Sonra onlara karşı savaşmak için birbirlerini teşvik ettiler. Onlardan öldürebildikleri kimseyi öldürmeye ve onlarla birlikte olan şeyleri almaya karar verdiler.
Böylece Vakid b. Abdullah Temimi, Amr b. Hadrami’yi bir okla vurdu ve onu öldürdü. Osman b. Abdullah ile Hakem b. Keysan’ı esir aldı. Nevfel b. Abdullah ise (atlı olduğu için kaçıp) kurtuldu.
Abdullah b. Cahş ve arkadaşları develeri ve iki esiri aldılar. Medine’de Allah Resûlü’nün (sav) yanına geldiler:
Abdullah arkadaşlarına dedi ki: ‘Ganimet olarak aldığımız şeylerin beşte biri Allah Resûlü (sav) içindir.’
Bu, Allah’ın (cc) ganimetlerin beşte birini farz kılmasından önce idi.
Böylece Allah Resûlü (sav) için kervanın beşte birini ayırdı ve geri kalanını da arkadaşları arasında taksim etti.
Olayı duyan Allah Resûlü (sav) şöyle dedi: ‘Ben size haram ayda savaşmayı emretmedim.’
Develeri ve iki esiri durdurdu ve bunlardan bir şey almaktan kaçındı. Allah Resûlü (sav) bunu söylediği zaman onlar, yaptıklarına pişman oldular ve kendilerinin helak olduklarını zannettiler. Yaptıkları şeyler hakkında Müslim kardeşleri onları ayıpladı ve Kureyş şöyle dedi:
‘Muhammed ve onun ashabı haram ayı helal görmüştür. Bu ayda kan dökmüşler, malları almışlar ve adamları esir etmişlerdir.’
Mekke’de olan Müslimlerden, onlara karşı cevap veren kimseler ise ‘Bunlar Şaban’da olmuş.’ dediler, insanlar bu hususta çok ileri gitti. Bunun üzerine Allah (cc) şu ayeti indirdi:
‘Sana haram aylarda savaşmayı soruyorlar. De ki: ‘O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (Ancak) Allah yolundan insanları alıkoymak, O’nu (Allah’ı) inkâr, Mescid-i Haram’ın (hürmetini tanımama) ve o beldenin halkını oradan sürmek, Allah (cc) katında (haram ayda savaşmaktan) daha büyük bir günahtır. Fitne/şirk, adam öldürmekten daha büyük (bir günahtır).’ Şayet güç yetirirlerse sizi dininizden döndürünceye dek sizinle savaşırlar. Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak can verirse onların amelleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar, ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.’ [1]
Kur’ân işte bu hususta nazil olduğu ve Allah, Müslimlerden, içlerinde bulunan korkuyu açtığı zaman Allah Resûlü (sav),deveye ve iki esire el koydu ve Kureyş, ona Osman b. Abdullah ve Hakim b. Keysan’ın fidyesi hakkında haber gönderdi.
Allah Resûlü (sav) de dedi ki: ‘İki arkadaşımız gelinceye kadar o ikisini, fidyeleri karşılığında size vermeyiz. Bunlar Sa’d b. Ebi Vakkas ve Utbe b. Gazvan’dır; çünkü biz, onlara karşı sizden korkuyoruz. Eğer siz onları öldürürseniz biz de sizin iki kişinizi öldürürüz.’
Bunun üzerine Sa’d ve Utbe geldiler. Allah Resûlü de (sav)onların fidyelerini kabul etti.
Hakem b. Kevsan Müslim oldu ve İslam’ı güzelce yaşadı. Allah Resûlü’nün (sav) yanında Bi’ri Maune gününde şehit oluncaya kadar kaldı. Osman b. Abdullah’a gelince Mekke’ye erişti ve orada kâfir olarak öldü.” [2]
Şimdi bu hadise ile ilgili birkaç noktaya değinmek istiyoruz:
İlk mesele, Allah Resûlü’nün (sav) fiillerindeki gizliliktir. Siyerde birçok hadisede karşılaştığımız bu gerçek, bir kez daha tüm açıklığıyla bu seriyyede de karşımıza çıkmaktadır. Bu da bize güvenlik ile ilgili meselelerin bir tercih değil, uyulması gereken bir sünnet olduğunu göstermektedir.
Diğer bir husus ise güvenlik ile alakalı bazı uygulamaların, Müslim bireyler tarafından yanlış yorumlanmasıdır. Bir topluluk içerisinde olan fertler, her mevzunun kendilerine açıklanması gerekiyormuş gibi bir anlayış içerisinde olabilirler. Allah Resûlü (sav) güvenlik ile ilgili fiillerinin birçoğunda, bilhassa da bu seriyyede, biz Müslimlere nasıl davranmamız gerektiğini öğretmiştir. Abdullah bin Cahş’a bir mektup vermiş, içerisindeki malumattan o dahi 2 gün sonra haberdar olmuştur.
Bir diğer mesele ise emire misli misline itaat konusunda sahabenin örnekliğidir. Mantıken düşünüldüğünde iki gün boyunca bir mektupla gezmenin anlaşılır bir yanı yoktur. Abdullah bin Cahş “Hemen açıp okuyayım, iyice emirleri idrak edeyim, iki gün sonra uygulayayım.” diyebilirdi; ancak bunun emre itaate muhalif bir durum olacağını ve teslimiyette bereket olduğunu bildiği için misli misline itaat etti. Daha da ilginci ise bu kadar meşhur olan bir seriyyede bu hususu, İslam toplumunun diğer fertlerinin de garipsememesidir.
Abdullah bin Cahş mektubu diğer arkadaşlarına okuyunca bu amelden hiç kimsenin geri kalmaması, sahabedeki adanmışlık ruhunu bize gösteren güzel örneklerdendir. Maalesef günümüzde “dilerseniz yapın”diye bir ifade kullanılmadan, direkt yapılması istenilen hususlarda dahi İslam cemaatinin fertleri gevşeklik göstermektedir.
Bu seriyye aynı zamanda Bedir Savaşı’nın habercisi olan bir seriyyedir; çünkü mücahidler, Kureyş’in anlaşmalı olduğu birçok kabilenin içinden geçip müşriklerce korunaklı olduğu düşünülen bir mıntıkaya varmışlar, saldırı düzenlemişler, ganimet ve esir almışlar, yetmemiş onlar ile beraber aynı yolu gerisin geriye katetmişlerdir. Bu hareket, Mekkelilerin Medine İslam Devleti için atacağı adımları hızlandırmıştır.
Allah Resûlü’nün (sav) esirleri salmadan önce müfrezede geride kalanların da sağ salim bir şekilde Medine’ye gelmesini şart koşması, onun ümmetine olan düşkünlüğünü göstermektedir. Bizler de bu merhamet duygusunu diğer mümin kardeşlerimiz ile aramızda canlı tutmalıyız. Aynı şekilde emir sahipleri Allah Resûlü’nün (sav) bu sünnetine yapışmalı ve tebaalarına karşı merhameti elden bırakmamalıdır.
Haram aylarda gerçekleşen bu hadise, Kureyşliler tarafından antipropaganda aracı olarak iyice kullanıldı. Yetmedi bu propagandaya Ehl-i Kitap ve münafıklar da katıldı. İslam toplumunun da kafası karıştığından dolayı onlar da kendi aralarında konuşmaya başladılar. Ne zaman ki bir ayet indi tüm sesler kesildi. Bu durum bize, Kur’ân’ın bu topluluklar üzerindeki muazzam etkisini göstermektedir. Kur’ân öyle bir kitap olmalı ki bir söz söylediğinde tüm sesler kesilmeli, üstüne söz söylenmemeli; ancak günümüzde bu Kitab’ın önüne başka sözler geçirilerek onlar ile avunulmaya çalışılmaktadır. Ne zaman Müslimler Kur’ân’ın ashab üzerindeki etkilerini kendi üzerinde yaşamaya başlarlar, işte o zaman kâfirler dahi rahatlıkla Kitab’ın sözlerinden etkilenir.
Bu hadisedeki asıl mesele ise Allah’ın kâfirlerin propagandalarına karşı uygulanmasını istediği kaidedir. Müslim hata yapabilir, yaparsa onun hata olduğunu söyleriz; ama daha ileri gitmeyiz. Asıl konuşacağımız mevzu, bu hatanın çok daha fazlasını yapan müşriklerin fiilleridir.
Abdullah bin Cahş ve arkadaşları haram ayda birini öldürdüler. Allah (cc) bunun hata olduğunu söyledi. Sonra da müşriklerin sonu gelmeyecek yanlışlarından bazılarını sıraladı.
Bugün, maalesef kendilerine İslami kanaat önderi denilen bazı şahsiyetler, gece gündüz Müslimlerin yanlışlarından ve bunların İslam’a verdiği zararlardan bahseder, ancak bir gün çıkıp da müşriklerin cürümlerini anlatmazlar. Yalnızca arada efendileri o müşrikler ile sorun yaşarsa o zaman bir istisna ile karşılaşırız. Bu, eziklik psikolojisinin bir sonucudur. İslam azizdir. Fertleri de izzetlidir. Bizim kâfirlere bir şey izah etmek gibi bir sorumluluğumuz yoktur. Eğer izah edilecek ve konuşulacaksa müşriklerin doğuyu ve batıyı dolduran suçlarını masaya yatıralım. Müslimlerin hatalarını konuşmaya zaten zaman kalmayacaktır.
Burada şu noktanın altı da çizilmelidir. Müşriklerin değişmez hasletlerinden birisi de şudur: Kendilerinin de uyması gereken kuralları, diledikleri zaman çiğneyerek bunları oyuncak hâline getirirler; ama muhalifleri bu kuralları çiğnediğinde dünyayı ayağa kaldırırlar. Haram aylara hürmet hem Müslimleri hem de müşrikleri bağlayan bir kuraldı. Müslimler bunu bir kez çiğnediler, neredeyse tüm Arap Yarımadası ayağa kalktı. İyi de neden Allah Resûlü (sav) ve ashabına haram aylarda, harem bölgesinde yapılan işkenceler, katliamlar, gasplar, sürgünler hiç konuşulmadı? İşte bu, müşrik ahlakıdır.
Bugün, düne ne kadar da benziyor. Müslimler ya da kendisini İslam’a nispet edenler bir sivil öldürüyorlar; tüm televizyon kanalları bu hatayla meşgul oluyor. Sivillerin hiçbir şekilde öldürülemeyeceğine dair genel geçer kurallar dillerde pelesenk hâline getiriliyor. Batı medeniyetinin (!) artık istatistiği dahi tutulamayan soykırımları ise üçüncü sayfa haberi olmaktan öteye geçemiyor.
İşte bu iki yüzlülüktür. Müslimce tavır ise bellidir. Din kardeşi olsa dahi hatası varsa söylenir. Geri kalan tüm çaba ise müşriklerin yanlışlarını anlatmaya yöneliktir. [3]
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap