“Mümin, rüzgârın yatırıp kaldırdığı (ama ona zarar vermediği) yeşil ekin gibidir. Münafık ise dimdikken rüzgârın bir defada kökünden söküverdiği selvi ağacı gibidir.” [1]
Mümin bir fert veya tevhid ve sünnet ehli bir topluluk için en zor imtihanlardan birisi de nifak ehlinin “ilgi” ve “yakınlık” menzilinde bulunmaktır. Münafık karakterinin, Müslimler tarafından tanınmasının ve teşhisinin zorluğundan olmalı ki Allah (cc) Bakara Suresi’nin başlarında müminleri dört, kâfirleri de iki ayetle tanıttığı hâlde sayıları çok olduğu ve aynı zamanda İslam ve Müslimler için taşıdıkları fitnenin ciddiyeti ve büyüklüğü nedeniyle münafık karakterini ise on üç ayetle[2]daha ayrıntılı bir şekilde açıklar.
Allah (cc), Kur’ân-ı Kerim’de münafıkların üzerindeki perde ve maske namına her ne varsa kaldırmış ve fesat dolu kalplerindeki gizli sırları açığa vurmuştur.
Münafık karakterinin bu isimle anılıyor olması; onlarla gönülden bir beraberliği varmış gibi aralarında bulunduğu mümin camianın içerisinde fısk, münkerat, masiyet, bidat, küfür ve şirk türlerini ortaya çıkarması, bu marazları daha fazla sayıda insana bulaştırması ve tüm bunları yaparken de o camia içerisinde genellikle müspet duygu ve kanaatlerle hüsnükabul görmesi ve hatta sevilip sayılıyor olmasındandır.
Kâfirin tevhid ümmetine düşmanlığı alenidir ve her türlü imha sonucunu hedefler. Münafık ise müminlerden göründüğü için zahiren “tamir ve tahkim” amacında olduğu intibasını verir. Haçlı, Siyonist, Mecusi, Budist, Zerdüşt ve geriye kalan tüm kâfirler; tevhid ve sünnet kalesini mancınıklarla, toplarla, bombalarla ve balistik füzelerle vurup içeri girmeye çalışırken münafık bu kalenin kapılarını içeriden açar.
Tevhid ve sünnet ehlinden herhangi bir muvahhid, imanın; münafık ise küfrün temsilcisi konumundadır. Nifak ehli kendisini; inancı, fıtratı, siyaseti, eğitimi, ekonomiyi, aileyi, ekini ve yetki sahibi olabildiği her şeyi ifsat etmekle görevli addeder. Bunun için Kur’ân-ı Kerim ayetlerini tabi olduğu ideolojisine göre yorumlar. Elindeki, evindeki, ofisindeki, iş yerindeki, atölyesindeki veya fabrikasındaki alet ve cihazlardan biri bozulduğunda kullanım kılavuzundaki tavsiyeleri harfiyen yerine getirip sorunun hâlli için tamir ve bakım servisinden uzmanlara götürmeyi önerir. Fakat insanın inancı, ahlakı, ailesi ve siyasetiyle alakalı bir sorun ortaya çıktığında bu sorunun çözümü için insanı yaratan ve yaşatan Allah’a (cc) müracaat etmeyi; ne anlama geldiğini dahi bilmediği çağdışılık olarak etiketlendirir.
Münafık, sadece İslami/cemai yapılara sızan bir zındık olmanın ötesinde aslında hayatımızın hemen hemen her alanında karşımıza çıkmaktadır. Bir kere o, nerede olursa olsun bozmaya memurdur.
Saadet ve sekinet yurdu, huzur dolu aile yuvasında çocuklarına sahabe hayatından tablolar aktaran bir ebeveyn. Evde gün boyu ve kontrolsüz bir şekilde açık bulunan televizyon (aslında buna interneti de eklemek gerekir). Evdeki çocuklara anlatılanların tümünü yalanlarcasına münafık/zındık senaristlerin kaleminden/klavyesinden çıkan ve yine münafık/zındık yönetmenlerin ürünü mafyatik veya pembe dizili bambaşka bir hayatın propagandasını yapan televizyon. Yalan, hırçınlık, zulüm, haramzadelik, ikiyüzlülük ve şehvet bezirgânı bu münafıkların, Aişe’yi ve Fatıma’yı (r.anha) nostaljik bir hikâyenin günümüze kadar tevarüs etmiş; fakat artık uygulanabilirliği olmayan bir inanç ve hayat tarzının sembolleri olarak gösterdiği televizyon…
İnternet ise hayır ve fayda adına hatırı sayılır hizmetlere vesile olurken bununla birlikte akıllara durgunluk veren her türlü ahlaksızlığın da mecrası olduğu bir çukurluk hâline gelmiştir. Bu hâliyle küfür, nifak ve ifsat ehlinin elinde tevhid ve fıtrata karşı kullanılan olağanüstü etkili, öldürücü bir silah işlevi görmektedir. İnternet, artık temiz fıtrat sahibi çocuklarla büyük tehlikeler arasındaki engeli de ortadan kaldırmıştır. İnterneti gelir kapısı olarak gören haramzade münafık karakterlere ma’ruf emredildiğinde cevapları şu oluyor: “Buradakilerin hepsi aklı başında çocuklar! Neyin doğru, neyin yanlış olduğunun da farkındalar. Siz aradan çekilin de kimseciklerin özgürlüğüne karışmayın!”
Münafığın, özellikle de İslami bir camiada muvaffak olabilmesi için orada mutlaka kendisi gibi kalbi marazlı bir ekip oluşturmuş olması gerekir. Bir camiada hiçbir zaman tek bir münafık yoktur, münafıklar vardır. Çünkü camia içerisinde muhtemel bir sıkıntıyla karşılaşan herhangi bir münafığın, yani tabiri caizse “şıracının” mutlaka “bozacı” bir şahide ihtiyacı olacaktır. İşte böyle durumlarda deşifre olma riskiyle yüz yüze kalan münafığı, diğer münafık dostları her zor zamanında kurtaracaklardır.
Münafık, nifak üretir. Nifak da münafığın âdeta döl yatağıdır. Nifakın, laiklik adıyla yaşam tarzı hâline getirildiği memleketteki her bir münafık karakterin; aynı anda ağlak, keyfo, çatal, metalik, kirli, mikrofonik, cana yakın, boğuk, kılavuz, radyofonik, parlak, mahzun ve benzeri diğer tür seslerle konuşabilecek geniş bir karakter(sizlik) yelpazesiyle karakterlendirildiğini görüyoruz. Tabi ki bu da en başta tevhidden yoksun aile ortamının, nifakhane hâline getirilmiş ilkokullardaki ifsadın, her yerin “her yer” hâline geldiği/getirildiği edep ve ahlak kirliliğindeki “Nifak Sokak”ları ile internet ve televizyon “terbiye”sinin doğal neticesidir.
Münafık, çift karakterli bir mahluktur. Özellikle bazı mevzulara sazan gibi atlar; fakat esas itibariyle korkaktır. Bazı münafık karakterler zeki olabilirler; ancak temelde akılsız kimselerdir (fareler de oldukça zeki hayvanlardır, kapana kısılıncaya kadar tabi). Münafık zaten akledebilse böyle bir zillete düşmemeye çalışırdı; çünkü ne dünyada umduğu huzur ve mutluluğa kavuşacak ne de ahirette kavuşacağı bir mükâfat bulacaktır. Münafık, inanmadığı ve sevmediği “Müslim’ce” bir hayatı sürdürmek zorunda kaldığı gibi ahirette de “kâfirlerden daha aşağı” derekede, sonsuz cehennem azabıyla yüz yüze kalacaktır.
Münafık, arada bir yanıp sönen ışık gibi iman nuruyla geçici bir adım atarken kalbindeki karanlık önünü bir anda çevirir ve korkak, tedirgin, çaresiz ve yardımsız olarak ortada kalıverir. Bir ileri bir geri, bir sağa bir sola döner.
Kendisine uzanacak yardım elinin hasretini çeker. Aklınca yaptığı her şey, “daha çok kazanmak ve güven içerisinde bulunmak” içindir; ancak ne iç dünyasında ne de yaşadığı şartlarda tam bir güvene erişemez. Bir taraftan kâfirlerin yanına giderek kendisini tanıtmak ve Müslimler gibi görünerek yaptığı şeylerin, gerçek niyetiyle uyuşmadığına dair onları ikna etmek ihtiyacı hisseder. Öte yandan müminlerin yanında, onlarla aynı inancı paylaştığını ve aynı şekilde yaşadığı göbeğini çatlatırcasına kanıtlamaya çalışır.
Münafık; içten pazarlıklı, kendisini hacıyatmaz gibi “uyanık” ve Yahudi gibi “kurnaz” saydığı için bilhassa kendi cinsleri arasında özgüveni tavan yapan bir tiptir. Gönlü kâfirlerle birlikte atarken dili Müslim olduğunu söyler. Aklı, bedeni ve kalbi birbirinden ayrı çalışır. Müslimlerin arasında yaşadığı için onlar gibi görünmek zorundadır. Onlar gibi namaz kılmak, onlar gibi sadaka ve zekât vermek veya davayla ilgili çalışmalara aktif olarak katılmak zorundadır. “Görev” gereği yapmak mecburiyetinde olduğu bu işleri ancak ayaklarını sürüye sürüye yapar. Baştan savma kabîlinden, tembel tembel namaza kalkar. İnsanlara gösteriş olsun diye güzel davranışlarda bulunmaya çalışır; fakat münafıkta gönül serinliği yoktur. İçi elvermez ve her daim huzursuzdur. Huzursuz, korkak ve fitneci bir mahluktur. Mecbur kalmadıkça Allah’ı (cc) zikretmez; çünkü bu zikrin gereğine inanmaz. Fisebilillah cihad bölgelerine gitmemek için elinden geleni yapar. Oralara gitse dahi fitne kazanı kaynatmaya çalışır ve insanları cihaddan soğutup geri çevirmek için uğraşır.
Münafık, zayıflatmak ve çökertmek için her daim hizmete mahsus bir pozisyondadır. Ortamını bulup frekansını tutturduğunda konuşur. Konuştukça mümin kardeşlerin kalpleri arasında soğuk rüzgârlar esiverir. Kardeş kardeşten uzaklaşır. Münafık; fitnenin, fıskın ve zulmün direğidir.
Münafık her zeminde ve her zamanda ayrı konuşur. Sürekli olarak bir hâlden başka bir hâle girer. Her dönemin ve her sistemin adamı olmayı, ahlaksızlık değil de büyük bir maharet zanneder. Aynı tıynetteki biyolojik varlıklar da bu hayasızlığı “Duayen/Usta Siyasetçi” payesiyle topluma pazarlamaya çalışır. Münafığı normal bir insan gibi göremezsiniz; çünkü o, fesat dizilerindeki müfsit aktörlere taş çıkartırcasına sürekli rol yapar ve her daim başkalarını oynar. Fakat hiçbir zaman kendisi olmaz. Bu sebeptendir ki saf ve gafil kimseler de onu kendilerinden zannederler.
Akidede münafıklık ise insanlara gizli kalan bir durumdur. Hastanın, yani münafığın kendisi dahi bu durumun farkında olmayabilir. Müfsit bir tip olduğu hâlde salih ve muttaki bir kimse olduğunu dahi iddia edebilir.
Münafık, bilmeyen birilerinin “hizmet, ilim ve iyilik”[3]zannettiği; fakat aslında ihanet, cehalet ve bozgunculuk olan her faaliyet ve tavırla arzı endam eder.
Münafık, tarih boyunca İslam’ın nice kalelerini içten çökertmiş, dalgalanan nice bayraklarını yırtmış ve nice sancaklarını indirmiş veya her devrin tağuti emperyalist güçlerine marabalık ve paralı askerlik şeklinde iş birliği yaparak bu tür cürümlere sebep olmuştur. Tevhid davasının önderi olan Resûlullah (sav) devrinden günümüze kadar İslam ve Müslimler her devirde münafık karakterinden zarar görmüştür. Temiz fıtratlar ve berrak zihinler münafık karakterinin fitne ve şüphelerine maruz kalmıştır.
Münafık karakteri; dalalet, fitne, tuzak ve küfür dolu kalbinin üzerine “İslam” kıyafeti geçirmiştir. Zahiren muttaki ve fazıl bir mümine benzer; fakat içi küfür merkezleri ve şirk önderlerinden yanadır. Namaz kılar, oruç tutar hatta sadaka verir; ancak tağutların gölgesinde gölgelenmekten ve daima onları zikretmekten geri durmaz ve bu yaptığından da mest ve mesrur olur. Dilleri dost dilidir; ama kalpleri savaşan kâfirin kalbi gibidir. Dillerinden bal akar; fakat kalpleri bir konteyner dolusu zehir barındırır.
Münafık karakter, denilebilir ki insanlar arasında görünümleri hoş ve eli ayağı düzgün olanı, diksiyonu kusursuz, insanların en tatlı dillisi ve çıtkırıldım nezaket sahibidir. Bununla beraber münafık karakter, insanlar arasında kalbi fısk-u fücur yatağı ve en bozuk olanıdır. Münafık karakterin her birinin iki yüzü vardır. Bu yüzlerden biriyle müminlere, diğer yüzüyle de kendileri gibi münafık ve kâfir kardeşlerine bakar.
Münafık; sözleri, tatlı dili ve güzel konuşmasından ötürü, apaçık yalan olmasına rağmen Allah adına yemin etmeleri sebebiyle beğenilir ve böyleleri bazı meclislerde aranılan tipler olurlar. Münafık; hak, hizmet ve fedakârlık söz konusu olduğunda uyur hâldedir. Batıl, fesat ve fitne mevzubahis olduğunda ise o hiç olmadığı kadar mutludur ve ayaktadır.
Yok olasıcalar!
[1] . Buhari, Merda, 1
[2] . Bakara Suresi, 8-20
[3] . Bk. FETÖ ve adı İslamcı (!) falan olduğu hâlde her biri diğerinden nefret eden demokratik zemindeki politik örgütlenmeler, siyasi partiler.
İlk Yorumu Sen Yap