Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam Rasûlullah’a, ehlibeytine, sahabeye ve onlara ihsan üzere tabî olanlara olsun…
Bir önceki yazımızda 1. ünitenin konularından Hadari, Seferi, Leyli, Nehari, Sayfi, Şitai ve Firaşi ayetler bahsini işlemiştik. 1. üniteye dahil olan konuları anlatmaya devam ediyoruz. Bu sayımızda işleyeceğimiz konu 1. ünitenin 10. bölümü olan Esbabu’n Nüzul konusudur.
10. Bölüm: Esbabu’n Nüzul
Zemzemî rahimehullah der ki:
العاشرُ : أَسبابُ النُّزُولِ
وصَنَّفَ الأَئِمَةُ الأَسْفَارا …فِيهِ فَيَمِّمْ نَحْوَها اسْتِفْسَارَا
ما فِيهِ يُرْوَى عَنْ صَحابِيٍّ رُفِعْ …وإِنْ بِغَيْرِ سَنَدٍ فَمُنْقَطِعْ
أَو تَابِعِيْ فَمُرْسَلٌ ، وصَحَّتِ … أَشْيَا كَما لإِفْكِهِمْ مِنْ قِصَّةِ
والسَّعْيِ والحِجَابِ مِنْ آياتِ …خَلْفَ المَقَامِ الأَمْرُ بالصَّلاةِ
39. İmamlar büyük kitaplar tasnif ettiler.
Bu konu hakkında, açıklanmasını talep ederek ona yönel.
40. (Nüzul sebebi) Hakkında sahabiden rivayet edilen (hadis) merfu hükmündedir.
Şayet sened olmazsa, o rivayet Munkati’dir.
41. Eğer Tabiinden (rivayet edilirse), Mürsel’dir. (Esbabu’n nüzul olarak) Sahih oldu.
Bazı şeyler. Onların (münafıkların) iftirasını (ifk hadisesini) anlatan kıssa gibi.
42. Sa’y, Hicab ayetlerinden
Makam (-ı İbrahim’in) arkasında namazın emredilmesi gibi.
Şerh;
Nazımdaki bazı kelimeler hakkında bilgi:
• Kitap yazma ile alâkalı birbirinden farklı bazı ıstılahlar vardır. Bunlardan bazılarını açıklayacak olursak:
Tasnif etmek: Zemzemî nazımda bu kelimeyi kullanmıştır. Tasnif, bilgiyi sınıflara bölüp, her konuyu kendi başlığı altında toplamaktır. Esbabu’n nüzul hakkındaki bilgiler hangi sure ve ayet ile alakalı oldukları dikkate alınarak sınıflara bölünmüş ve her rivayet olması gereken başlığın altına yerleştirilmiştir. Zemzemî bundan dolayı İmamların kitapları için tasnif kelimesini kullanmıştır.
Tedvin: Konu bütünlüğü gözetmeksizin ve sınıflandırma yapmaksızın var olan bilgiyi toplamak.
Kitabet: Mücerred olarak yazmaktır.
(الأَسْفَارا) kelimesi (سِفْر) kelimesinin cemisi olup, ‘büyük veya ciltli kitap’ anlamına gelir. Bu kelime Tevrat için de kullanılmıştır.
Ulumu’l Kur’an’da en önemli meselelerden biri Esbabu’n nüzul’dür. Kur’an’ın tefsiri ve fehminde Esbabu’n nüzul’ün önemli bir yeri vardır.
Esbabu’n nüzul, iki kelimeden oluşur. (أَسبابُ) ‘sebepler’ manasındadır. (النُّزُولِ) ise, ‘inmek’ manasındadır. Yani, ‘Kur’an ayetlerinin indirilmesindeki sebepler’ anlamına gelir. Esbabu’n nüzulün manası hakkında Zurkanî şöyle der:
‘Peygamber zamanında yeni bir olay yaşandığında, o olayın açıklaması için veya Peygambere bir soru yöneltildiğinde, o sorunun cevabı için Allah’ın bir ayet veya birden fazla ayet indirmesidir.’ (Menahilu’l İrfan 1/89.)
Âlimler nüzul sebebi açısından ayetleri iki sınıfa
ayırmışlardır. Bu konuda el-Ca’beri (Burhanuddin İbrahim b. Ömer eş-Şafii. Ulumu’l Kur’an, kıraat, fıkıh gibi ilim dallarında eser vermiştir. İmam Zehebi ve İmam Subki gibi âlimler ondan ders almıştır. H. 732 yılında vefat etmiştir. (DİA, 6/527)) şöyle der:
‘Kur’an iki şekilde nazil olmuştur: Birincisi, ibtida (yani inmesini gerektiren bir hadise olmaksızın) inenler. İkincisi ise, bir olay veya sorudan sonra inenler.’ (el-İtkan, 84.)
a.
İbtidai: Bir olay veya soru olmaksızın Allah’ın indirmiş olduğu ayetler. Genelde ahiret, cennet, cehennem ve eski ümmetlerin kıssaları ile alâkalı ayetler bu kısma dahildir.
Buradan anlaşılıyor ki: Kur’an ayetlerinin her biri için bir nüzul sebebi yoktur.
b.
Sebebi: Bir sebepten dolayı indirilen ayetler. Bu sebep, yaşanan bir olaydan veya sorulan bir sorudan dolayı olabilir. Buna göre bir sebepten dolayı inen ayetler iki kısma ayrılmaktadır:
• Bir olaydan dolayı inen ayetler. (Bu konuda birçok örnek vardır. Bazı örnekler için şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Sarhoş iken namazın kılınmasını nehyeden Nisa suresi 43. ayet. Bkz. Ebu Davud, 3671; Tirmizi, 3026. Ali’den. Yahudilerin fitnesi ile Evs ve Hazrec kabilesinden sahabelerin tartışması ve bu olay üzerine Âl-i İmran suresi 100. ayetin indirilmesi. Bk. ed-Durru’l Mensur ve Beğavi Tefsirlerinin ilgili bölümü. Bu rivayeti Abdurrezzak (440) ve İbn Ebi Hatim (3894) Tefsir kitaplarında zikreder. Peygamber Kabe’de namaz kılarken Ebu Cehil’in Peygambere eziyet etmeye kalkışması ve Alak suresinin 7-14. ayetlerinin indirilmesi. Bkz. Müslim, 2797; Ahmed, 8831. Ebu Hureyre’den.)
Şu hadise buna örnek olarak verilebilir: İbni Abbas anlatıyor:
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَرَجَ إِلَى البَطْحَاءِ، فَصَعِدَ إِلَى الجَبَلِ فَنَادَى: .يَا صَبَاحَاهْ” فَاجْتَمَعَتْ إِلَيْهِ قُرَيْشٌ، فَقَالَ: .أَرَأَيْتُمْ إِنْ حَدَّثْتُكُمْ أَنَّ العَدُوَّ مُصَبِّحُكُمْ أَوْ مُمَسِّيكُمْ، أَكُنْتُمْ تُصَدِّقُونِي؟” قَالُوا: نَعَمْ، قَالَ: .فَإِنِّي نَذِيرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ” فَقَالَ أَبُو لَهَبٍ: أَلِهَذَا جَمَعْتَنَا تَبًّا لَكَ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: (تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ)
“Peygamber Batha’ya gidip, oradaki bir dağa (Başka bir rivayette bu dağın Safa tepesi olduğu geçer.) tırmandı ve ‘Ya sabahah! (Düşmanın saldırısını haber vermek ve onları uyarmak için kullanılan bir deyimdir. Düşman genelde sabah vakti geldiği için bu şekilde kullanılmıştır.) diye nida etti. Kureyş onun etrafında toplandı. Peygamber dedi ki: ‘Ben size ‘Düşman size sabah veya akşam gelecek.’ desem beni doğrular mıydınız?’ onlar ‘Evet.’ dediler. ‘Öyleyse ben şiddetli bir azabın öncesinde sizi uyaran bir uyarıcıyım.’ Ebu Leheb dedi ki: ‘Bunun için mi bizi buraya topladın? Yazıklar olsun sana!’ bunun üzerine Allah, ‘Ebu Leheb’in elleri kurusun, nitekim kurudu da…’ (111/Tebbet, 1-5) ayetlerini indirdi.” (Buhari, 4801; Müslim, 208; Tirmizi, 3363.)
• Bir sorudan dolayı inen ayetler. Kur’an’da bu şekilde nazil olan birçok ayet vardır. (Bazı örnekler için şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz. Hayızlı kadınlarla muamele hakkında soru sorulduğunda Bakara suresinin 222. ayetinin indirilmesi. Bu rivayet yazımızın ilerleyen bölümlerinde gelecektir. Abdullah b. Cabir ve Ömer gibi sahabelerin Kelale hakkındaki sorularına cevap olarak Nisa suresinin 176. ayetinin indirilmesi. Bkz. el-İstiab Fi Beyani’l Esbab 1/520. (Selim el-Hilali, Muhammed b. Musa Alu Nasr, Daru b. Cevzi))
İbni Mesud radiyallahu anh anlatıyor:
بَيْنَا أَنَا أَمْشِي مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي خَرِبِ المَدِينَةِ، وَهُوَ يَتَوَكَّأُ عَلَى عَسِيبٍ مَعَهُ، فَمَرَّ بِنَفَرٍ مِنَ اليَهُودِ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ: سَلُوهُ عَنِ الرُّوحِ؟ وَقَالَ بَعْضُهُمْ: لاَ تَسْأَلُوهُ، لاَ يَجِيءُ فِيهِ بِشَيْءٍ تَكْرَهُونَهُ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ: لَنَسْأَلَنَّهُ، فَقَامَ رَجُلٌ مِنْهُمْ، فَقَالَ يَا أَبَا القَاسِمِ مَا الرُّوحُ؟ فَسَكَتَ، فَقُلْتُ: إِنَّهُ يُوحَى إِلَيْهِ، فَقُمْتُ، فَلَمَّا انْجَلَى عَنْهُ، قَالَ: (وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتُوا مِنَ العِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا)
“Peygamber ile birlikte Medine’deki bir ekin tarlasında yürüyordum. Rasûlullah, hurma ağacından bir değneğe dayanıyordu. Derken, Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bir kısmı: ‘Keşke ona bir şeyler sorsaydınız?’ derken bir kısmı da: ‘Ona bir şeyler sormayın, hoşlanmadığınız şeyleri size söyleyebilir.’ dediler. Onlardan bazıları dedi ki: ‘Biz ona mutlaka soracağız.’ İçlerinden bir adam kalktı ve: ‘Ey Ebu’l Kasım! Ruh nedir?’ dedi. Peygamber, bir süre sustu. Anladım ki kendisine vahiy gelmektedir. Ben de ayakta durdum. Vahiy bitince Rasûlullah şöyle dedi: “Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindedir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir.’ ” (17/İsra, 85) ” (Buhari, 125; Müslim, 2794; Tirmizi, 3141, Ahmed, 4248.)
Nüzul Sebeplerini Bilmenin Faydaları (Bu konu hakkında şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Kur’an İlimleri s. 130 (Dr. Subhi es-Salih, Hikmetevi yay.); el-İtkan s. 84 (9. Bölüm); Menahilu’l İrfan, 1/91; Mebahis s. 74 (Menna’ Halil); el-Muvafakat 4/146 (Daru b. Affan); el-Muharrer fi Esbabi Nuzuli’l Kur’an s. 33 (Halid b. Süleyman el-Müzeyni, Daru b. el-Cevzi).)
İslam tarihinde şöyle diyen bazı âlimler olmuştur: ‘Nüzul sebeplerini bilmek faydalı ve mühim bir konu değildir. Çünkü bizi ilgilendiren, ayetlerin arka perdesindeki nüzul sebepleri değil ayetlerin bizzat kendisidir. Ayetlerin sebebi bilinse de bilinmese de ayetten çıkan hüküm aynıdır.’
Bu, doğru olan bir görüş değildir. Esbabu’n nüzul ayetlere doğru yaklaşım için gerekli olan en önemli ilimlerdendir. İmam Şatibi rahimehullah şöyle der:
‘Nüzul sebeplerini bilmemek, şüphe ve çıkmazlar içerisine düşülmesine yol açar, aslında zahir olan nasları mücmel hâle sokar ve bunun sonucunda ihtilaflar doğar. Bu ise, anlaşmazlıklara ve ümmetin bölünmesine sebep olabilir. Bu hususu Ebu Ubeyd’in naklettiği şu olay gayet iyi açıklar: İbrahim et-Teymi anlatır:
‘Bir gün Ömer yalnız başına kaldı ve düşünceye dalarak kendi kendine: ‘Bu ümmet Peygamberi bir, kıblesi bir olmasına rağmen nasıl olur da ihtilafa düşebilir?’ dedi. İbni Abbas şöyle dedi: ‘Ey müminlerin emiri! Bize Kur’an indi ve biz onu okuduk. Okurken, onun kimin hakkında nazil olduğunu biliyorduk. Bizden sonra kavimler gelecek, bunlar Kur’an okuyacaklar fakat kimin hakkında indiğini bilmeyecekler. Bunun sonucunda Kur’an hakkında şahsi görüşler ortaya çıkacak. Onun hakkında şahsi görüşler ortaya çıkınca da ihtilafa düşecekler, ihtilafa düşünce de birbirine girecekler.’ Böyle deyince Ömer onu susturdu ve azarladı. İbni Abbas da oradan ayrıldı. Ömer, onun sözleri üzerinde düşündü ve ne kastettiğini anladı. Bunun üzerine onu çağırttı ve: ‘Sözlerini bana tekrarla!’ dedi. O da tekrarladı. Ömer, sözünün manasını anladı ve bu hoşuna gitti.’ (Ebu Ubeyd, Fedailu’l Kur’an, 76; Beyhaki, Şuabu’l İman, 2092.)
İbni Abbas’ın sözü dikkate alınması bakımından sahihtir ve o anlaşıldığında maksat en yakın bir şekilde ortaya çıkacaktır.
İbn Vehb, Bükeyr’den rivayet eder: O Nâfi’e: ‘İbni Ömer’in Haruriyye (Hariciler. Hariciler Harura denilen bir mıntıkada yerleşik oldukları için onlara Haruri denmiştir.) hakkındaki görüşü ne idi?’ diye sorar. Nâfi’ şöyle der: ‘Onları insanların en şerlileri olarak görürdü. Çünkü onlar, kâfirler hakkında inen ayetlerden hareket etmişler ve onları müminler aleyhinde kullanmışlardır. (Buhari bu eseri İstitabetu’l Mürteddin Kitabı, Hüccetten sonra Haricilerin ve Mülhidlerin öldürülmesi babında ta’liken rivayet etmiştir. İbn Hacer senedinin sahih olduğunu söyler.) ‘ (El-Muvafakat 4/146 (Daru b. Affan). Bk. El-Muvafakat 3/131 (İz yay.))
Esbabu’n nüzulün faydalarından bazıları şunlardır:
a. Esbabu’n Nüzulü Bilmek Şeriatın Hikmetlerini Anlamamızı Sağlar
Ayetlerin nüzul sebeplerini bilmek, şeriattaki hükümlerin insanların maslahatı için olduğunu gösterir. İman edenlerin imanını ve teslimiyetini artırırken, kâfirleri imana sevk eden birer vesika olur. Bazı örnekler verecek olursak:
Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurur;
يَسْپَلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِ قُلْ هِىَ مَوَاقٖيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَاْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰى وَاْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Sana, hilalleri soruyorlar. De ki: ‘Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.’ ” (2/Bakara, 189)
Bu ayete ilk etapta ‘Evlere zaten kapısından girilir. Bunu her insan bilir. Allah’ın bunu bir daha emretmesinin hikmeti ne olabilir?’ şeklinde yaklaşılabilir. Zihinlerde oluşabilecek bu soruyu ayetin geri planındaki nüzul sebebi cevaplamaktadır:
Bera radiyallahu anh anlatıyor:
نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ فِينَا، كَانَتِ الأَنْصَارُ إِذَا حَجُّوا فَجَاءُوا، لَمْ يَدْخُلُوا مِنْ قِبَلِ أَبْوَابِ بُيُوتِهِمْ، وَلَكِنْ مِنْ ظُهُورِهَا، فَجَاءَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ، فَدَخَلَ مِنْ قِبَلِ بَابِهِ، فَكَأَنَّهُ عُيِّرَ بِذَلِكَ، فَنَزَلَتْ”: (وَلَيْسَ البِرُّ بِأَنْ تَأْتُوا البُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا، وَلَكِنَّ البِرَّ مَنِ اتَّقَى، وَأْتُوا البُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا)
“Bu ayet, bizim hakkımızda nazil olmuştur. Ensar hacc ettikleri zaman evlerine gelir ve evlerinin ön kapısından girmez, arka tarafından girerlerdi. Ensardan olan bir adam geldi ve kapı tarafından evine girdi. Sanki o bu fiilinden ötürü kınandı. Bunun üzerine Bakara suresi 189. ayet nazil oldu.” (Buhari, 1803; Müslim, 3026. Bu hadisin Buhari’de geçen başka bir rivayetinde (4512) Bera der ki: (كَانُوا إِذَا أَحْرَمُوا فِي الجَاهِلِيَّةِ أَتَوْا البَيْتَ مِنْ ظَهْرِهِ” فَأَنْزَلَ اللَّهُ: وَلَيْسَ البِرُّ بِأَنْ تَأْتُوا البُيُوتَ) “Onlar cahiliyede ihramlı olduklarında evlerinin arkasından evlerine gelirlerdi. Bunun üzerine Allah, Bakara 189. ayeti indirdi.”)
Şeriatın bu ayette gözettiği hikmetleri birkaç madde ile özetleyebiliriz:
• Allah, cahiliyede var olan ve aklın kabul etmediği bir adeti ortadan kaldırmıştır.
• Allah, atalardan kalan bu uygulamanın insanlara verdiği meşakkati defetmiştir.
• İnsanlar kendi amellerine bir etkisi olmayan ayın şekillerini sorarken, kendi hayatlarında etkili bir hükümle karşılaştılar. Bu sorulacak soruların bir süzgeçten geçirilmesini ve üzerine faide bina edilen soruların sorulması gerektiğini göstermektedir.
Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurur;
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَیْ نَجْوٰیكُمْ صَدَقَةً ذٰلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَاَطْهَرُ فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (58/Mücadele, 12)
Bu ayet hakkında ‘Sadaka zaten Allah’ın emretmiş olduğu bir ameldir. Peygamberle görüşmeden önce özel olarak emredilmesinin hikmeti nedir?’ diye sorduğumuzda, nüzul sebebi bunun cevabını vermektedir:
İbni Abbas radiyallahu anh bu ayet hakkında der ki:
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ أَكْثَرُوا الْمَسَائِلَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ حَتَّى شَقُّوا عَلَيْهِ فَأَرَادَ اللَّهُ أَنْ يُخَفِّفَ عَنْ نَبِيِّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ فَلَمَّا قَالَ ذَلِكَ لَهُمْ ضَنَّ كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ فَكَفُّوا عَنِ الْمَسْأَلَةِ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: (أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ) الْآيَةَ قَالَ: فَوَسَّعَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لَهُمْ
‘Müslümanlar Rasûlullah’a sıkıntı verecek noktaya gelinceye kadar çokça soru sordular. Allah, Peygamberinin yükünü hafifletmek istedi. Bu ayeti indirince insanların birçoğu sadaka vermekten çekindi ve soru sormaktan vazgeçtiler. Daha sonra Allah: ‘Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (58/Mücadele, 13) ayetini indirdi ve onlar için genişlik kıldı.’ (Ebu Ubeyd, en-Nasih ve’l Mensuh, 471; Tefsiru’t Taberi, 22/484 (Muhammed b. Cerir et-Taberi, Daru Hecer))
Nüzul sebebini öğrendikten sonra bu ayetin hikmetlerini kısaca söyle sıralayabiliriz:
• Allah, Peygamberinin üzerindeki yükü kaldırmak için bunu emretmiştir.
• Elde edilmesi zor olan şeylerin kıymeti artar. Kolayca elde edilen şeyler ise, basitleşir. Müslümanlar Peygambere çok kolay ulaştıkları için Peygamberi meşgul edecek gereksiz sorular sorarlardı. Bu hükümden sonra Müslümanlar soru sorma adaplarından birini öğrendiler.
b. Esbabu’n Nüzul, Ayetlerin Doğru Tefsir Edilmesini ve Doğru Anlaşılmasını Sağlar
El-Vahidî der ki;
‘Ayetin kıssası ve nüzulünün beyanı olmadan bir ayeti tefsir etmek mümkün değildir.’ (Esbabu Nüzul el-Kur’an s. 10. (Ali b. Ahmed el-Vahidi, Daru’l Kutub el-İlmiyye).)
İbn Dakik el-İyd der ki;
‘Ayetlerin nüzul sebeplerinin beyanı, Kur’an’ın manalarının anlaşılması için kuvvetli bir yoldur.’ (El-İtkan s. 85.)
İbni Teymiyye der ki:
‘Nüzul sebebini bilmek, ayetin anlaşılmasına yardımcı olur. Şüphesiz ki sebebi bilmek, müsebbebin ilmini miras bırakır.’ (Mukaddime fi Usul et-Tefsir s. 16. (Mektebetu Dar el-Hayat))
Esbabu’n nüzul, ayetin nazil olmasını gerektirecek olaylardan bahsettiği için ayetin manalarını anlamayı kolaylaştırır. Hatta bazen nüzul sebepleri bilinmediğinde ayetlerden ifade ettiği hükmün tam zıttı anlamlar çıkabilir. Buna bazı örnekler verelim:
Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurur:
وَاَنْفِقُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْدٖيكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ وَاَحْسِنُوا اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَ
“Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” (2/Bakara, 195)
Bu ayet hakkında ‘Kişinin kendisini tehlikeye atacak şeylerden uzak durmasını emrediliyor. Buna binaen cihad, davet gibi ameller tehlikelidir. Bu ayetin mucibince bunlardan uzak durmak gerekir.’ şeklinde bir sonuç çıkarılabilir. Ancak nüzul sebebi bu ayetten kastın bu olmadığını göstermektedir.
Eslem Ebu İmran anlatıyor:
غَزَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ نُرِيدُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ، وَعَلَى الْجَمَاعَةِ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ، وَالرُّومُ مُلْصِقُو ظُهُورِهِمْ بِحَائِطِ الْمَدِينَةِ، فَحَمَلَ رَجُلٌ عَلَى الْعَدُوِّ، فَقَالَ النَّاسُ: مَهْ مَهْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، يُلْقِي بِيَدَيْهِ إِلَى التَّهْلُكَةِ، فَقَالَ أَبُو أَيُّوبَ: إِنَّمَا نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ فِينَا مَعْشَر الْأَنْصَارِ لَمَّا نَصَرَ اللَّهُ نَبِيَّهُ، وَأَظْهَرَ الْإِسْلَامَ قُلْنَا: هَلُمَّ نُقِيمُ فِي أَمْوَالِنَا وَنُصْلِحُهَا ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى: (وَأَنْفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ) فَالْإِلْقَاءُ بِالْأَيْدِي إِلَى التَّهْلُكَةِ أَنْ نُقِيمَ فِي أَمْوَالِنَا وَنُصْلِحَهَا وَنَدَعَ الْجِهَادَ ، قَالَ أَبُو عِمْرَانَ: فَلَمْ يَزَلْ أَبُو أَيُّوبَ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ حَتَّى دُفِنَ بِالْقُسْطَنْطِينِيَّةِ
“Abdurrahman b. Halid b. Velid’in kumandası altında İstanbul şehrini fethetmek için yola çıktık. Bizanslılar, şehrin duvarını arkalarına almışlardı. (İçimizden) bir adam tek başına düşmana hamle yapınca insanlar: ‘Yavaş ol, yavaş ol! La ilahe İllallah! Adam kendisini tehlikeye atıyor’ dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyüb müdahale edip şöyle dedi: ‘Bu ayet, biz Ensar topluluğu hakkında nazil olmuştur. Allah, Peygamberine yardım edip İslam’ı galip kılınca, dedik ki: ‘Artık mallarımızın başında durup, yoluna koyarız.’ Bunun üzerine Allah: “Ve Allah yolunda infak edin! (Kendinizi) ellerinizle tehlikeye atmayın!” ayetini indirdi. ‘Ellerle tehlikeye atmak’ demek, cihadı bırakıp sadece işlerimizi yoluna koymak demektir.’ Ebu Eyyüb, Allah yolunda devamlı savaştı ve nihayet İstanbul şehrinde şehit düşüp orada defnedildi.” (Ebu Davud, 2512; Tirmizi, 2972.)
Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurur:
وَيَسْپَلُونَكَ عَنِ الْمَحٖيضِ قُلْ هُوَ اَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِى الْمَحٖيضِ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَاْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّابٖينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرٖينَ
“Sana hayızdan sorarlar. De ki: O bir ezadır (rahatsızlıktır). Hayız oldukları zaman kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tevbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (2/Bakara, 222)
Ayetteki ‘Hayız oldukları zaman kadınlardan uzak durun.’ ifadesi hayızlı bir bayandan mutlak olarak uzak durulması anlamına gelir. Yani, aynı evde kalmamak, beraber yaşamamak gerekir. Nüzul sebebi bilinmediğinde ayetten anlaşılan budur. Ancak nüzul sebebi bu ayetin farklı bir anlamda olduğunu bize gösterir.
Enes radiyallahu anh anlatıyor:
كَانَتِ اليَهُودُ إِذَا حَاضَتْ امْرَأَةٌ مِنْهُمْ لَمْ يُؤَاكِلُوهَا وَلَمْ يُشَارِبُوهَا وَلَمْ يُجَامِعُوهَا فِي البُيُوتِ، فَسُئِلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ ذَلِكَ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى: (وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ المَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى) .فَأَمَرَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يُؤَاكِلُوهُنَّ وَيُشَارِبُوهُنَّ وَأَنْ يَكُونُوا مَعَهُنَّ فِي البُيُوتِ، وَأَنْ يَفْعَلُوا كُلَّ شَيْءٍ مَا خَلَا النِّكَاحَ
“Yahudiler kadınlar hayız gördüğü zaman onlarla bir arada yemez, içmezler, evlerde onlarla birlikte olmazlardı. Bu durum Rasûlullah’a soruldu. Allah, Bakara 222. ayetini indirdi. Bunun üzerine Peygamber, onlara kadınlarla bir arada yemelerini, içmelerini ve cima dışında beraber olabileceklerini emretti.” (Müslim, 302; Ebu Davud, 258; Tirmizi, 2977; Nesai, 288; İbn Mace, 644.)
Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurur:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنْصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (5/Maide, 90)
91 ve 92. ayette içkinin zararlarından ve itaat edilmesinin gerekliliğinden bahseder ve sonra 93. ayette şöyle buyurur:
لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُوا إِذَا مَا اتَّقَوْا وَآمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَآمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَأَحْسَنُوا وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
“İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.” (5/Maide, 93)
Zahiren bakıldığında 93. ayetteki şartları barındıran kişilerin içki içmesinde bir beis olmadığı anlaşılıyor. Ayetin nüzul sebebi bu konuya ışık tutmaktadır.
Enes radiyallahu anh anlatıyor:
كُنْتُ سَاقِيَ القَوْمِ فِي مَنْزِلِ أَبِي طَلْحَةَ، فَنَزَلَ تَحْرِيمُ الخَمْرِ، فَأَمَرَ مُنَادِيًا فَنَادَى، فَقَالَ أَبُو طَلْحَةَ: اخْرُجْ فَانْظُرْ مَا هَذَا الصَّوْتُ، قَالَ: فَخَرَجْتُ فَقُلْتُ: هَذَا مُنَادٍ يُنَادِي: .أَلاَ إِنَّ الخَمْرَ قَدْ حُرِّمَتْ”، فَقَالَ لِي: اذْهَبْ فَأَهْرِقْهَا، قَالَ: فَجَرَتْ فِي سِكَكِ المَدِينَةِ، قَالَ: وَكَانَتْ خَمْرُهُمْ يَوْمَئِذٍ الفَضِيخَ، فَقَالَ بَعْضُ القَوْمِ: قُتِلَ قَوْمٌ وَهْيَ فِي بُطُونِهِمْ، قَالَ: فَأَنْزَلَ اللَّهُ: (لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُوا)
“Ben Ebu Talha’nın evinde su dağıtma işi yapıyordum. İçkinin haram olması ile alâkalı ayet indi. Peygamber bir münadiye emretti ve o içkinin haram kılındığını duyurdu. Ebu Talha bana dedi ki: ‘Çık ve bu sesin ne olduğuna bak.’ Ben çıktım sonra dedim ki: ‘Bu ‘Dikkat edin! Şüphesiz ki içki haram kılınmıştır!’ diye nida eden bir münadidir.’ Ebu Talha: ‘Çık ve içkiyi dök.’ dedi. İçki Medine sokaklarında aktı. Onların o zaman içkileri üzümden yapılan en-Nadih idi. Bazı insanlar dediler ki: ‘Bazı insanlar içki karınlarında olduğu hâlde öldürüldüler. (Onların durumu ne olacak?)’ Bunun üzerine Allah, Maide 93. ayeti indirdi.” (Buhari, 4620; Müslim, 1980.)
Nitekim ayetin nüzul sebebini bilmeyen Kudame b. Maz’un bu ayeti yanlış anlamıştır.
أَنَّ قُدَامَةَ بْنَ مَظْعُونٍ، شَرِبَ الْخَمْرَ بِالْبَحْرَيْنِ فَشَهِدَ عَلَيْهِ ثُمَّ سُئِلَ فَأَقَرَّ أَنَّهُ شَرِبَهُ، فَقَالَ لَهُ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ: مَا حَمَلَكَ عَلَى ذَلِكَ، فَقَالَ: لَأَنَّ اللهَ يَقُولُ: (لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ، فِيمَا طَعِمُوا إِذَا مَا اتَّقَوْا وَآمَنُوا، وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ) ، وَأَنَا مِنْهُمْ أَيْ مِنَ الْمُهَاجِرِينِ الْأَوَّلِينَ، وَمِنْ أَهْلِ بَدْرٍ، وَأَهْلِ أُحُدٍ، فَقَالَ: لِلْقَوْمِ أَجِيبُوا الرَّجُلَ فَسَكَتُوا، فَقَالَ لِابْنِ عَبَّاسٍ: أَجِبْهُ، فَقَالَ: إِنَّمَا أَنْزَلَهَا عُذْرًا لِمَنْ شَرِبَهَا مِنَ الْمَاضِينَ قَبْلَ أَنْ تُحَرَّمَ وَأَنْزَلَ: (إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنْصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ)
“Kudame b. Maz’un Bahreyn’de görevli iken içki içti. Buna şahitlik eden oldu. Kendisine sorulduğunda içki içtiğini ikrar etti. Ömer dedi ki: ‘Seni böyle yapmaya sevk eden şey nedir?’ Kudame dedi ki: ‘Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “İman eden ve salih amel işleyenlere…” (5/Maide, 93) Ben, bu ayette bahsedilenlerdenim. Ben ilk hicret edenlerdenim. Bedir ve Uhud savaşına katılanlardanım.’ Ömer dedi ki: ‘Bu adama cevap verin!’ herkes sustu. Ömer, İbni Abbas’a: ‘Ona cevap ver.’ dedi. İbni Abbas dedi ki: ‘Bu ayet içki haram kılınmadan ve “İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir.” (5/Maide, 90) ayeti inmeden öncekiler için bir özür olsun diye indirilmiştir.’ ” (Nesai, Sünen-i Kubra, 5270; Darekutni, 3344; Abdurrezzak, Musannef, 17076. Lafız Nesai’nindir.) (Bu konuda başka örnekler için bakınız: Bakara Suresi 115. ayet ve nüzul sebebi; Tirmizi, 345, 2957; İbni Mace, 1020. Abdullah b. Amir b. Rebia babasından rivayet etmiştir. Bakara Suresi 158. ayet ve nüzul sebebi; Buhari, 4495, 4496; Müslim, 1277; Ebu Davud, 1901; Tirmizi, 2965; Nesai, 2967; İbn Mace, 2986.)
c. Esbabu’n Nüzul’ü Bilmek Zahiren Hasr’ı İfade Eden Nassın, Hasr İfade Etmediğini gösterir
Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurur:
قُلْ لَا اَجِدُ فٖى مَا اُوحِىَ اِلَیَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ اِلَّا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنْزٖيرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِهٖ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“De ki: ‘Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir.’ Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (6/Enam, 145)
Zurkanî rahimehullah der ki;
‘İmam Şafiî bu ayetteki hasr kullanımının bizzat hasr kastedilen bir ifade olmadığını söylemiştir. Buradaki ifade de hasr kastedilmesi vehmini ise, bu ayetin Allah’a ve Rasûlü’ne inat etmek ve Allah’ın hadlerini çiğnemek amacıyla Allah’ın helal kıldığını haram, Allah’ın haram kıldığını helal kılan kâfirler hakkında inmesine bağlayarak defetmiştir…
Subkî, İmam Şafiî’nin şöyle dediğini nakleder: ‘Kâfirler Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helal kıldığında ve Allah’ın hükümlerine karşı durmayı ve sınırlarını aşmayı hedeflediklerinde, bu ayet onların bu amaçlarını bozmak için nazil oldu. Allah bu ayetle sanki şöyle demek istedi: ‘Sizin haram saydığınız şeylerin dışında helal, helal saydığınız şeylerin dışında haram yoktur.’ Bu sana şöyle diyen kimsenin sözü yerindedir: ‘Bugün tatlı yeme.’ Sen de ona dersin ki: ‘Bugün sadece tatlı yiyeceğim.’ Buradaki amaç zıtlaşmaktır. Hakikat anlamı üzere başka bir şey yemeyi nefyedip, sadece tatlı yemeyi ispat etmek değildir. Sanki Allah şöyle diyor: ‘Sizin helal saydığınız meyte, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adına kesilenden başka haram yoktur.’ Allah bu ayetle bu dört sınıfın dışındakilerin helal olmasını kastetmemiştir. Buradaki kasıt, haram olanların ispat edilmesidir, helal olanların ispat edilmesi değildir.’ ” (Menahilu’l İrfan 1/93.)
Bazı âlimler İmam Şafîi’nin bu yaklaşımının önemine dikkat çekmişler ve ‘İmam Şafii buna dikkat çekmeseydi birçok kimse haramın sadece bu dört sınıf olduğunu, bunun dışındaki şeylerin ise helal olduğunu düşünecekti.’ demişlerdir.
Esbabu’n Nüzul Konusunda Bazı Kitaplar
Zemzemî rahimehullah dedi ki:
(وصَنَّفَ الأَئِمَةُ الأَسْفَارا …فِيهِ فَيَمِّمْ نَحْوَها اسْتِفْسَارَا)
‘İmamlar bu konuda büyük kitaplar yazdılar. Açıklanmasını talep ederek ona yönel.’
İlk asırlarda esbabu’n nüzul, hadis ilminin altında öğrenilirdi. İlerleyen dönemlerde yazılan tefsir kitaplarında yer almaya başladı. Önemli bir konu olduğu için bazı âlimler hadis ve tefsir kitaplarında dağınık olarak bulunan bu bilgileri müstakil bir kitap halinde topladılar. Bu konuda yazılmış olan bazı eserler şunlardır:
• İmam Buhari’nin hocası Ali b. Abdullah b. Cafer el-Medinî (H. 234) bu konu hakkında ‘Esbabu’n Nüzul’ isminde bir eser yazmıştır.
• Ebu’l Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî eş-Şafiî (H. 468) bu konuda ‘Esbabu’n Nüzul’ isminde bir kitap hazırlamıştır. En meşhur kitaplardan biridir. Hatta müellif bu kitabı sayesinde meşhur olmuştur. Bu eserin Türkçe çevirisi mevcuttur.
• Ebu’l Fadl b. Hacer el-Askalanî (H. 852) bu konuda ‘el-Ucab fi Beyani’l Esbab’ isminde bir kitap kaleme almıştır. Bu kitap tamamlanamamıştır. Kitap öncelikle esbabu’n nüzul ile alâkalı bazı bilgiler verir. Daha sonra senetleriyle birlikte bu konudaki rivayetleri aktarır.
• Celaluddin es-Suyutî’nin (H. 911) bu konuda ‘Lubabu’n Nukul fi Esbabi’n Nüzul’ isminde bir kitabı vardır. Bu eserin Türkçe çevirisi mevcuttur.
Bu konuda esbabu’n nüzulün hem ilmî boyutunu hem de bu konudaki rivayetleri inceleyen muasır kitaplar vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
• Yemenli ünlü hadisçi Mukbil b. Hadi el-Vadi’i’nin (H. 1422) ‘es-Sahihu’l Müsned min Esbabi’n Nüzul’ isminde bir eseri vardır. Müellif kitabının ilk bölümlerinde esbabu’n nüzul ile alâkalı bilgileri içeren bir mukaddimeye yer vermiş daha sonra sahih gördüğü rivayetleri sure ve ayet tertibatına göre toplamıştır.
• ‘el-İstiab fi Beyani’l Esbab’: Bu eser Selim el-Hilalî ve Muhammed b. Musa Alu Nasr’ın hazırladığı bir eserdir. Müellifler bu kitapta esbabu’n nüzul ile alâkalı sahih veya zayıf tüm rivayetlere yer vermişler ve sıhhat derecesini belirtmişlerdir. Bir rivayetin zayıflığının sebebini ve İslam âlimlerinin rivayet hakkındaki görüşlerini bilmek için önemli bir eserdir.
• İmaduddin Muhammed er-Reşid bu konu hakkında ‘Esbabu Nuzuli’l Kur’an ve Eseruha fi Beyani’n Nusus’ isimli bir eser yazmıştır. Bu eser doktora çalışmasıdır. Müellif esbabu’n nüzul konusunu tefsir usulü ve fıkıh usulü açısından değerlendirmiştir.
Esbabu’n Nüzul’ün Kaynakları
Zemzemî rahimehullah dedi ki:
(ما فِيهِ يُرْوَى عَنْ صَحابِيٍّ رُفِعْ …وإِنْ بِغَيْرِ سَنَدٍ فَمُنْقَطِعْ)
‘Bu konuda sahabiden rivayet edilen Merfu’dur. Şayet senedsiz olursa, Munkatı’dır.’
Nüzul sebebleri ancak ayetin nüzulüne şahitlik eden, nüzulü gerektiren sebebe vakıf olan sahabinin aktardığı rivayetlerin sahih olanlarından bilinir. Sahih nakillerin dışında bu konu hakkında söz söylemek doğru değildir.
İbn Abbas’tan rivayetle, Peygamber şöyle buyurdu:
وَمَنْ قَالَ فِي القُرْآنِ بِرَأْيِهِ فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ
“Kim kendi re’yi ile Kur’an hakkında konuşursa, ateşteki yerini hazırlasın.” (Tirmizi, 2951; Ahmed, 2069. Ahmed’in lafzında ‘ilimsizce…’ ibaresi vardır.)
Muhammed b. Sirin rahimehullah anlatıyor:
‘Ben Abide’ye (Abide b. Amr es-Selmani. Tabiin’dendir. Peygamberin vefatından iki sene önce İslam’a girmiş ancak Peygamberi görememiştir.) Kur’an’dan bir ayet hakkında soru sordum. Dedi ki: ‘Allah’tan kork ve doğru söz söyle. Allah’ın Kur’an’ı hangi konuda indirdiğini bilen (sahabiler) gittiler.’ ‘ (Esbabu’n Nüzul, s. 11. Ebu Ubeyd, Fedailu’l Kur’an isimli eserinde zikretmiştir.)
Sahabiden gelen rivayetler iki itibarla iki kısma ayrılır:
1. İtibar
Sahabiden gelen rivayetler sıhhat açısından iki kısımdır;
a. Zayıf olanlar.
b. Sahih olanlar.
Bir rivayetin sahih olması için beş şart vardır:
• Senedin muttasıl olup, kopuk olmaması gerekir.
• Ravilerin adalet sıfatına sahip olması. Yani, bidat, fısk gibi sebeplerle adaletlerinin sakıt olmaması gerekir.
• Ravilerin zabt sıfatına sahip olması. Yani, duyduklarını iyi ezberleyen ve yazdıklarını güzel ve doğru yazan kimseler olması gerekir.
• Hadisin şaz olmaması. Bir hadisi rivayet ederken güvenilir bir ravinin daha güvenilir ravilere muhalefet etmesi ve bu muhalefetinde tek kalması Şaz olarak isimlendirilir. Şaz hadis, zayıf hadisin kısımlarındadır. Bir hadisin sahih olması için bu sıfatı kendisinde bulundurmaması gerekir.
• Hadiste illetin bulunmaması. Zahiren sahih gibi duran ancak kendisinde gizli bazı illetler barındıran hadisler sahih olmaz. Bu illet, bu alanda uzman olan âlimlerce tespit edilir.
Bu şartları kendisinde barındırmayan rivayet, zayıftır. Zemzemî: ‘Senedi olmaksızın gelen rivayetler Munkati’dir.’ demiştir. Munkati’, senedinde kopukluk olan rivayettir. Munkati’ olan rivayetler kabul edilmez. Ancak bu kabul edilmeyen rivayetin sadece Munkatı’ rivayetler olduğu anlamına gelmez. Bir hadisin zayıf olması ve kabul edilmemesi için birçok sebep vardır. Senette veya metinde zayıflığı gerektiren herhangi bir unsur, rivayetin kabul edilmesine engeldir. Munkatı’ hadisler ise, bunlardan sadece bir kısımdır.
Bu şartları kendisinde toplayan rivayet sahih bir rivayettir. Sebebi nüzul konusunda sahabiden sahih bir yol ile gelen rivayetler Zemzemî’nin de belirttiği üzere Merfu’ hükmündedir. (Merfu’ Hadis: Peygamber’e isnad edilmiş olan söz, fiil ve takrirlerdir. Bunun muttasıl olması veya olmaması fark etmez. Hükmen Merfu’ hadis ise, Sahabinin Peygambere isnad etmeksizin söylediği, isnadı Sahabide son bulduğu halde konusu itibariyle Merfu’ olan hadislerdir. Bu hadisler İsrailiyyata, içtihada ve akla dayalı olmayan bilgiler içerir. Kıyametin alametleri, geçmiş ümmetlerin kıssaları ile alakalı verdikleri bilgiler ya da sahabenin bir konu hakkında ‘Biz böyle yapardık.’ ‘Biz bununla emrolunduk.’ gibi sözleri bu kapsamdadır. Bunlar senedi yönünden Sahabiye ait olsa da muhteva yönünden şari’e taalluk eder.) Çünkü, söz her ne kadar sahabiye ait olsa da içerdiği anlam şeriattandır ve şeriatın bir hükmünün anlaşılmasında önemli bir yeri vardır.
‘Müstedrek’ isimli eserin sahibi Hakim en-Nisaburi (H. 405) bu konu hakkında der ki:
‘Vahye ve ayetin nüzulüne şahitlik eden bir sahabi bir ayet hakkında ‘Şu konuda indirilmiştir.’ diye haber verirse bu müsned (yani, merfu’) bir hadistir.’ (Ma’rifetu Ulum El-Hadis s. 20 (Daru’l Kutub el-İlmiyye) Benzer bir ifadeyi Mustedrek isimli eserinde 3021. Nolu hadisin sonunda da kullanır.)
İbnu’s Salah (H. 643) der ki:
‘Sahabinin tefsiri müsned (yani merfu’) hadis kapsamındadır denilmesi, sadece sahabinin haber verip de ayetin nüzül sebebi gibi konularla alâkalı olan şeyler için geçerlidir. Cabir’in şu sözü gibi:
كَانَتِ الْيَهُودُ تَقُولُ: مَنْ أَتَى امْرَأَتَهُ مِنْ دُبُرِهَا فِي قُبُلِهَا جَاءَ الْوَلَدُ أَحْوَلَ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: (نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ) الْآيَةَ.
‘Yahudiler: ‘Kim eşine arkadan yaklaşıp, önünden ilişki kurarsa, çocuk şaşı olarak doğar.’ derdi. Bunun üzerine Allah: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Onlara nasıl isterseniz öyle yaklaşın.” (2/Bakara, 223) ayetini indirdi.’ (Buhari, 4528; Müslim, 1435; Ebu Davud, 2163; Tirmizi, 2978.) Bunun dışında Rasûlullah’a izafeyi barındırmayan sahabi tefsirleri Mevkuf (Sahabinin bizzat kendisinden aktarılan söz, fiil ve takrirlerdir. Senedi sahabide durup, Rasûlullah’a yükselmediği için bu hadislere mevkuf ismi verilmiştir.) olan rivayetlerden sayılır. Allah en iyisini bilir.” (Mukaddimetu b. es-Salah s. 50 (İbnu’s Salah, Daru’l Fikr).)
2. İtibar
(Tafsilatlı bilgi için bkz. Şerhu Mukaddime fi Usul et-Tefsir s. 93 (Müsaid et-Tayyar))
İbn Teymiyye ve Zerkeşî gibi bazı âlimler sahabi’den aktarılan rivayetlerin ayetin nüzul sebebi olup olmaması yönüyle iki kısma ayrılması gerektiğini söylemişlerdir.
İbn Teymiyye der ki:
‘Sahabinin ‘Bu ayet şu konu hakkında indi…’ sözünden bazen bunun nüzul sebebi olduğu, bazen de nüzul sebebi olmasa da onun ayetin hükmüne girdiği kastedilir. Kişinin ‘Bu ayetten kastedilen şudur’ demesi gibi…’ (Mukaddime fi Usul Et-Tefsir s. 16.)
Buna göre sahabiden aktarılan rivayetleri iki kısma ayırabiliriz:
a. Sebebi Nüzul Olması Sarih Olanlar:
Sahabi, Peygamber döneminde gerçekleşen bir hadiseyi anlatıp, bu olay üzerine bir ayetin indiğinden bahsediyorsa, bu ayetin nüzul sebebi olarak kabul edilir ve Merfu’ hükmündedir. Mesela, Ebu Eyyüb el-Ensarî’nin Bakara suresi 195. ayet ile alâkalı anlattıkları Peygamber döneminde gerçekleşen bir olayı ve bunun üzerine bir ayetin indirilmesini içermektedir. ‘Esbabu’n Nüzul’ü Bilmenin Faydaları’ bölümünde aktardığımız diğer rivayetler de burada örnek olarak verilebilir.
b. Sebebi Nüzul Olması Sarih Olmayanlar:
Sahabi’nin ‘Bu ayet bunun hakkında indi.’kalıbıyla zikrettikleri bilgiler ihtimallidir. Bazen gerçekten sebebi nüzuldur. Bazen ise, sebebi nüzul olmayıp ayetin kapsamında olan bir tefsirdir. Tefsir yerinde olan nakiller sebebi nüzul gibi bağlayıcı değildir. Sahabinin yaptığı bir ictihad olarak değerlendirilir.
Mesela, Aişe radiyallahu anha şöyle der:
نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ (وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا) فِي الدُّعَاءِ
” ‘Salâtta (Salât, luğatta: Dua anlamındadır. Istılahta: Tekbirle başlayan, selamla son bulan, belli söz ve fiilleri içeren bir ibadettir.) sesini pek yükseltme, çok da kısma.’ (17/İsra, 110) ayeti dua hakkında inmiştir.” (Buhari, 7526; Müslim, 447.)
Bu ayet hakkında varid olan özel bir nüzul sebebi vardır. Bu nüzul sebebine göre, bu ayet dua hakkında inmemiştir. O zaman Aişe’den gelen bu rivayet nüzul sebebi değil, ayetin kapsamında olan bir tefsirdir.
İbni Abbas bu ayetin nüzul sebebi hakkında der ki:
نَزَلَتْ وَرَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُخْتَفٍ بِمَكَّةَ، فَكَانَ إِذَا صَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَفَعَ صَوْتَهُ بِالقُرْآنِ، فَكَانَ الْمُشْرِكُونَ إِذَا سَمِعُوهُ شَتَمُوا القُرْآنَ وَمَنْ أَنْزَلَهُ وَمَنْ جَاءَ بِهِ، فَقَالَ اللَّهُ لِنَبِيِّهِ: (وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ) أَيْ بِقِرَاءَتِكَ، فَيَسْمَعَ الْمُشْرِكُونَ فَيُسَبَّ القُرْآنُ، (وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا) عَنْ أَصْحَابِكَ (وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً)
“Bu ayet Rasûlullah’ın Mekke’de saklandığı sıralarda indi. Rasûlullah, ashabına namaz kıldırdığı vakit Kur’an okurken sesini yükseltirdi. Müşrikler bunu duyunca Kur’an’a, onu indirene ve onunla birlikte gelene söverlerdi. Bunun üzerine Allah, Peygambere şöyle buyurdu: ‘Namazdaki okuyuşunda sesini pek yükseltme!’ müşrikler işitir ve Kur’an’a söverler. ‘Sesini fazlaca da kısma’ ki ashabının Kur’an’ı öğrenmelerine de engel olma. ‘Bu ikisinin arasında bir yol tut.’ ” (Buhari, 4722; Müslim, 446; Tirmizi, 3146.)
Mesela, İbn Ebi Hatim ve Abdurrezzak rivayet ederler:
أَنَّهُ كَانَ فِي السُّوقِ فَأُقِيمَتِ الصَّلَاةُ، فَأَغْلَقُوا حَوَانِيتَهُمْ وَدَخَلُوا الْمَسْجِدَ، فَقَالَ ابْنُ عمر: فيهم نَزَلَتْ: (رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ)
“İbni Ömer çarşıda iken namaz için ezan okundu. İnsanlar dükkanlarını kapattılar ve mescide girdiler. İbn Ömer dedi ki: Şu ayet bunlar hakkında inmiştir: ‘Onlar öyle adamlardır ki ticaret ve alışveriş onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz.’ (24/Nur, 37) ” (İbni Ebi Hatim, Tefsir, 14647; Abdurrezzak, Tefsir, 2051. İbni Kesir ve Taberi de ilgili ayetin tefsirinde nakletmişlerdir.)
Bu olay Ömer radiyallahu anh döneminde yaşanmıştır. Peygamberin vefat etmesinden sonra vahiy kesilmiştir ve ayetlerin inmesi mümkün değildir. O zaman burada İbn Ömer’in kastettiği bu durumun bu ayet kapsamında olduğudur. Yani, bu ayetin manasına dahil olan bir tefsirdir.
Mesela, İbni Ömer der ki:
إِنَّمَا أُنْزِلَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ – صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ -: (نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ) رُخْصَةً فِي إِتْيَانِ الدُّبُرِ
“Rasûlullah’a indirilen ‘Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır…’ (2/Bakara, 223) ayeti, kadınlara arkaları dönük iken (fercten) yaklaşma ruhsatı hakkındadır.” (Bu lafızla Taberani, Mu’cemu’l Evsat’ta (10860) rivayet etmiştir. Bu rivayet hakkında bkz. Fethu’l Bari, 4526. Rivayetin şerhi.)
Bu ifade ihtimalli bir ifadedir. İbn Ömer’in sözü bir tefsir olabileceği gibi, ayetin nüzul sebebi de olabilir. Bu ihtimali yukarıda zikrettiğimiz Cabir hadisi ortadan kaldırmaktadır:
كَانَتِ الْيَهُودُ تَقُولُ: مَنْ أَتَى امْرَأَتَهُ مِنْ دُبُرِهَا فِي قُبُلِهَا جَاءَ الْوَلَدُ أَحْوَلَ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: (نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ) الْآيَةَ.
‘Yahudiler: ‘Kim eşine arkadan yaklaşıp, önünden ilişki kurarsa, çocuk şaşı olarak doğar.’ derdi. Bunun üzerine Allah: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Onlara nasıl isterseniz öyle yaklaşın.” (2/Bakara, 223) ayetini indirdi.’ (Buhari, 4528; Müslim, 1435; Ebu Davud, 2163; Tirmizi, 2978. Bu rivayetler kadının duburundan ilişkiye girmenin caiz olması anlamına girmez. Bunun haram olması konusunda tevatür seviyesine ulaşmış rivayetler ve icma vardır. Bu ayette geçen ‘tarla’ kendisinden mahsul alınan yer anlamına gelir ki buradan kast edilen çocuğun doğduğu yerdir. Meşhur müfessir Mücahid’in bu konudaki açıklaması dikkat çekicidir. ‘Kim eşine dübüründen varırsa, kadına karşı yaptığı bu hareket, erkeğe karşı olan benzeri gibi (yani, livata gibi) çirkindir!’ dedi. Sonra şu ayeti okudu: “Sana hayız zamanını (veya yerini) sorarlar. De ki: ‘O bir ezadır (rahatsızlıktır). Hayız oldukları zaman kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın’ (2 Bakara 222)” Yani, temizlendiklerinde Allah’ın uzak durmayı emrettiği hayız yerinden -ki bu ferçtir- onlara yaklaşın. Daha sonra şu ayeti okudu: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın.” Yani, ferçten olma kaydıyla; ayakta, oturmuş, önünü dönmüş, arkasını dönmüş olduğu halde yaklaşabilirsiniz.” (Darimi, 1175))
Zemzemî dedi ki: (أَو تَابِعِيْ فَمُرْسَلٌ)
‘Tabiin’den rivayet edilenler, mürsel’dir.’
Tabiinden aktarılan esbabu’n nüzul, mürsel hükmündedir. Mürsel, Peygamber ile Tabiin arasında Sahabinin düşürülmesi ile rivayet edilen hadislerdir. Yani, Tabiin ‘Allah Rasûlü şöyle dedi…’ dediğinde Peygamber ile kendi arasında bu hadisi rivayet eden sahabiyi düşürürse, bu hadis mürsel olur. Mürsel hadis hakkında âlimler arasında yaşanan ihtilaf doğal olarak bu konuya da yansımaktadır.
Bazı âlimler ‘Sahih hadis için ravinin tanınması gerekir. Burada ravi bilinmediği için bu hadis zayıftır.’ derken, bazı âlimler ‘Sahabinin hepsi adaletlidir. Hangi sahabi olduğu bilinmese dahi bu hadisler alınır.’ demiştir.
İmam Müslim Sahih’in Mukaddimesi’nde der ki:
‘Rivayetlerden mürsel olanlar aslen bizim görüşümüze ve haberler konusunda ilim sahibi olanlara göre hüccet değildir.’
Nevevî ‘et-Takrib’ isimli eserinde der ki:
‘Mürsel hadis, hadisçilerin cumhuruna, İmam Şafii’ye, fıkıhçıların ve usulcülerin birçoğuna göre zayıftır.’ (Tedribu’r Ravi s. 126. (Suyuti, Müessesetu’r Risale Naşirun).)
Racih olan, mürsel hadisin zayıf olmasıdır.
Zemzemî dedi ki:
……….وصَحَّتِ … أَشْيَا كَما لإِفْكِهِمْ مِنْ قِصَّةِ
والسَّعْيِ والحِجَابِ مِنْ آياتِ …خَلْفَ المَقَامِ الأَمْرُ بالصَّلاةِ
‘Sebebi nüzul konusunda bazı şeyler sahih olarak ulaştı. Münafıkların iftirasını konu edinen kıssa, sa’y ayeti (hakkındaki rivayet), ayetlerden hicab(ı konu edinen Ahzab 53. ayetin nüzul sebebi) ve makam(ı İbrahim’in) arkasında namazın kılınma emri (ile ilgili ayetin nüzul sebebi) gibi…’
Zemzemî burada Sahih olarak varid olan dört örnek verdi:
• Nur suresinin 11-21. ayetlerinin inmesiyle alâkalı olan ifk hadisesi: Bu hadise meşhurdur. Buhari ve başka hadis âlimleri bu kıssayı rivayet etmişlerdir.(Buhari, 2661; Müslim, 2770; Tirmizi, 3180; Ahmed, 24317.)
• Sa’y ayeti hakkındaki rivayet: Yukarıda zikredilen Urve b. Mesud’un Aişe’ye bu konu ile alâkalı soru sormasını içeren rivayettir.
• Hicab ayeti: Allah Ahzab suresi 53. ayetin bir bölümünde şöyle buyurur:
وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَسْپَلُوهُنَّ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ
“Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temizdir.”
• Makamı İbrahim’in namazgah kılınması: Allah şöyle buyurur:
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰهٖيمَ مُصَلًّى
“Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin.” (2/Bakara, 125)
Bu iki ayet ile alakalı Ömer’den radiyallahu anh şu rivayet nakledilmiştir:
وَافَقْتُ رَبِّي فِي ثَلاَثٍ: فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ، لَوِ اتَّخَذْنَا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى، فَنَزَلَتْ: (وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى) وَآيَةُ الحِجَابِ، قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، لَوْ أَمَرْتَ نِسَاءَكَ أَنْ يَحْتَجِبْنَ، فَإِنَّهُ يُكَلِّمُهُنَّ البَرُّ وَالفَاجِرُ، فَنَزَلَتْ آيَةُ الحِجَابِ، وَاجْتَمَعَ نِسَاءُ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الغَيْرَةِ عَلَيْهِ، فَقُلْتُ لَهُنَّ: (عَسَى رَبُّهُ إِنْ طَلَّقَكُنَّ أَنْ يُبَدِّلَهُ أَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ)، فَنَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ
“Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi; Peygambere ‘makam-ı İbrahim’de bir namaz yeri edinelim.’ dedim, Allah: “Siz de İbrahim’in makamında bir namaz yeri edinin.” (2/Bakara, 125) ayetini indirdi. Hicab ayetinde de Rabbim benim temennim doğrultusunda emir buyurdu. Allah Rasûlü’ne: ‘Ey Allah’ın elçisi, hanımlarına söylesen de örtünseler, zira hem iyi hem de kötü insanlar onlarla konuşuyor.’ dedim. Bunun üzerine hicab ayeti nazil oldu. Rasûlullah’ın hanımları kıskançlık konusunda ona karşı birleşmişlerdi. Onlara, ‘Belki de onun Rabbi, sizi boşarsa sizden daha hayırlı eşleri ona nasip eder.’ dedim bunun üzerine bu ayet nazil oldu.” (Buhari, 402.)
Allah’ın izni ile bir sonraki yazımızda esbabu’n nüzul ile alakalı konuları incelemeye devam edeceğiz.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun…
İlk Yorumu Sen Yap