Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a salât ve selam O’nun Rasûlü’ne olsun.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de içerisinde davetini muhafaza eden, ona destek veren Ebu Talib ve Hatice annemizi kaybedince sıkıntıları had safhaya ulaştı. Davetin önündeki tıkanıklığı aşmak için ilk adım olarak Taif’e gitti. Fakat orada umduğunu bulamadı. Hatta hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı.
Allah Rasûlü’nün Taif seferi başarısızlığa uğramış olmasına rağmen ye’se düşmedi ve yeni yöntemlere başvurdu. Bu yöntemlerden birisi de, haram aylarda Kabe’yi ziyarete gelen farklı kabilelere davet yapmak, onları İslam’a çağırmak ya da onlardan himaye talep etmekti.
Peygamberin bu çabası, kendinden önceki tüm kardeşlerinin ve nebilerin sadık takipçilerinin en önemli vasfıdır. Karşılaşılan zorluklar sonucunda şeytan onları ne kadar hüzne boğmaya çalışsa da onlar asla geri adım atmazlar. Ayağa kalktıktan sonra oturmayı düşünmezler. Sadece acziyet içine düştükleri anda Rablerine en içten duygularla bu hallerini arz ederler.
“Bunun üzerine (Nuh) Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.” (54/Kamer, 10)
Ama hiçbir şekilde daveti terk etme düşüncesini akıllarına getirmezler. Çünkü onlar sonuçtan değil o anda yapılması gereken amelden sorumludurlar. Allah Rasûlü de bu bilinçle hareket etti ve çok kötü bir muamele ile karşılaştığı Taif seferinin hemen sonrasında kabilelere davet projesine ağırlık verdi.
“Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.” (94/İnşirah, 5-6-7)
Kendisini Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine nispet eden Müslüman bir davetçi de bu zorluklarla karşılaştığında Allah Rasûlü’nün sünnetine uymak için çabalamalıdır. Şeytanın onu hüzne boğmasına, çaresizlik psikolojisine sokmasına izin vermemelidir. Bu hastalığın kalbe girmesine bir kere izin verilirse virüs sadece davet ile ilgili amellere değil itikada ve tüm salih amellere de sirayet edecektir.
Araplar haram aylar girince Kabe’yi ziyarete gelir, orada vakit geçirirlerdi. Hac ziyaretlerini yerine getirir aynı zamanda ticaret yaparlardı. Allah Rasûlü risalet görevini aldığı ilk andan itibaren zaten panayırlara gelen insanlara davet yapıyordu.
“Rebi b. Abbad şöyle dedi:
Ben genç bir çocuktum. Mina’da babamla beraber bulunuyordum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kabilelerinin yanında duruyordu. Ve şöyle diyordu:
__ Ey falan oğulları!
Ben Allah’ın elçisiyim.
Allah, yalnız O’na ibadet etmenizi ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, bu eş koştuğunuz putları, Ondan başka ibadet ettiğiniz şeyleri söküp atmanızı, bana iman etmenizi, beni tasdik etmenizi ve beni korumanızı emrediyor.
Ben de Allah’tan bana gelen hakikatleri size açıklıyorum.
Rasûlullah’ın arkasında da şaşı gözlü parlak bir adam vardı. Başında iki örgü, üzerinde Aden kumaşından bir hülle vardı. Rasûlullah sözünü bitirdiği zaman o adam şöyle dedi.
__ Ey falan oğulları!
İşte bu, ancak sizi Lat ve Uzza’yı inkâr edip uzak durmanız için davet ediyor. Beni Malik b. Ukeyş’den olan halifelerinizden sizi ayırmak istiyor. Ve sizi getirdiği bidat ve dalalete davet ediyor. Öyle ise ona itaat etmeyiniz ve onu dinlemeyiniz.”
Ben babama dedim ki:
__ Ey babacığım! Onu takib eden ve onun söylediğine red cevabı veren kimdir?” Dedi ki:
__ O, onun amcası Abduluzza b. Abdulmuttalib Ebu Lehebdir.” (Siyeri İbn-i Hişam)
Ancak davet Mekke’de sıkışınca yeni bir merkeze ihtiyaç duyuldu ve Allah Rasûlü panayırlardaki davete biraz daha ağırlık verdi. Yanına kimi zaman Ebu Bekir’i, kimi zaman da Abbas’ı ve Ali’yi alarak kabilelerin ileri gelenlerini ziyaret etti. Bu görüşmelerin sonucunda bazı kabileler çok ters tepkiler verdiler. Mesela Ben-i Hanife bunlardandır. Onlar daveti kabul etmemekle kalmadılar aynı zamanda Allah Rasûlü’ne hakaret ettiler. Bu kabile daha sonrasında peygamberin vefatının ardından yalancı peygamber fitnesinde baş ağrıtacak kabilelerden olacaktı. Allah Rasûlü’nün çağrısına kötü bir şekilde karşılık veren kabilelerden birisi de Ben-i Amir idi.
Ben-i Amir kabilesinden Beyahara Allah Rasûlü’nü dinleyince kavmine dönüp onlara:
” __ Kavimlerine dönerken, sizin gibi kötü bir şeyle dönen başka hiç kimse görmedim. Demek sizler bütün insanlarla savaşmaya başlayacaksınız ve böylece bütün arapların oklarına hedef olacaksınız, öyle mi? Oysa kavmi onu sizden daha iyi bilir. Eğer onda bir hayır görseydiler, onun varlığı ile en çok onlar mutlu olurdu. Fakat sizler, kavmi içinden sürülüp çıkarılan birisine yakınlık gösteriyorsunuz. Ona yardım etmeye ve barındırmaya kalkışıyorsunuz. Sizinki ne kötü bir görüştür! dedi ve Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem dönerek:
__ Hemen kalk, kendi kavmine dön! Vallahi şimdi benim kavmimin yanında olmasaydın seni öldürürdüm, dedi.
Rasûlullah kalkıp devesine binince, Beyahara deveyi dürttü. Deve aniden sıçrayınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yere düştü. Bu olayı Mekke Müslüman kadınlarından Dubaa bint-i Amir gördü ve:
__ Ey Amir Hanedanı! Allah Rasûlüne yapılan bu hakarete karşı onu benim yerime koruyup yardım edecek kimse yok mu? dedi.
Bunun üzerine amcaoğullarından üç kişi Beyahara’nın üzerine yürüdü. Kavminden iki kişi de Beyahara’nın yanında yer aldı. Fakat Amir oğullarından her biri Beyahara ve yandaşlarını yere devirip göğüslerine oturdular ve suratlarını tokatladılar.
Rasûlullah kendisine yardım edenler için:
__ Ey Allah’ım! Onlara bereket ihsan et!
Beyahara ve yandaşları hakkında ise:
__ Ey Allah’ım! Onları da yaptıklarından dolayı cezalandır! diye dua etti.
Rasûlullah’a yardım eden Gatif b. Sehl, Gatafan b. Sehl ve Urve b. Abdullah Müslüman oldular ve şehid olarak öldüler.” (Ebu Naim-Delailunnubuvve)
Bazıları ise peygamberin kavminin ona destek çıkmamasını bir sorun olarak gördüler ve Allah Rasûlü’ne icabet etmediler.
Yazılarımızda örneklerini anlatacağımız gibi birçok kabile ise Allah Rasûlü’nün davetini güzel karşıladılar ancak çeşitli sebepler ile kabule yanaşmadılar.
Genel hatları ile sıralayacak olursak, Allah Rasûlü’nün muhatap aldığı kabileler ve özellikleri şunlardır:
Kinde: Bu, güney Arabistan’ın en büyük kabilelerinden biri olup Hadramût’tan Yemen’e kadar olan bölgeye hâkimdi.
Kelb: Bu, Kuda’a’nın bir koluydu ve Kuzey Arabistan’da Dûmet-ul Cendel’den Tebûk’a kadar olan bölgeye hâkimdi.
Beni Bekr bin Vâil: Bu, Arabistan’ın savaşçı kabilelerinden biriydi ve ülkenin ortalarından Doğu kıyısına kadar etkisini sürdürüyordu. Bu kabile ilk defa İran imparatorluğuna kafa tutmuş ve peygamberlik döneminde tekrar İranlılarla savaşa girerek düşmana büyük kayıplar verdirmişti. Tarihte bu savaş, Zikâr savaşı adıyla biliniyor.
Beni el-Bekka: Bu, Beni Amir bin Sa’sa’a’nın bir kolu olup Mekke ile Irak yolu boyunca hakimiyetini sürdürüyordu.
Beni Hanife: Bu, Beni Bekr bin Vâil’in bir kolu olup Yemâme’de otururdu. Müseyleme (Kezzab) bu kabileye mensuptu. Ebu Bekr’in halifeliği sırasında sahte peygamberler fitnesi ortaya çıkınca müslümanlar en çok bu kabile ile uğraşmak zorunda kalmışlardı. Bu kabile de Arabistan’ın savaşçı kabilelerinden biriydi.
Beni Süleym: Bu da, Kays-ı Aylan kabilelerinin en büyüğüydü ve Hayber yakınlarında yukarı Necd bölgesinde oturuyordu. Bu kabilenin adamları el-Kurâ vadisinde Teymâ’ya kadar yayılmış durumda idiler.
Beni Amir bin Sa’sa’a: Havazin’in bir kolu olup Necd’de oturuyorlardı. Havazin de Kays’ı Aylân’dandılar. Bunlar daha sonra Taif’in bir bölgesine yerleştiler. Kabilenin bazı üyeleri yazları Taif’te kışları da Necd’de geçirirlerdi.
Beni Abs: Bu da Kays-ı Aylân’ın bu kolu olan Gatafan’ın bir yan kabilesi idi. Necd’de oturuyor ve savaşçı kabilelerden biri sayılıyordu. Câhiliyye döneminde bazı kabilelerle çok uzun savaşlara girdi. Bu savaşlardan Dâhis ve Ğabrâ’ tarihe geçmişlerdir.
Gassân: Bu, Güney Arabistan’ın hatırı sayılır kavimlerinden biriydi. Daha sonra kuzey Arabistan’a geçip yerleşmişti. Çeşitli kabileleri bünyesinde toplayan Gassanlıların bazısı Hristiyan ve bazısı müşrikti. Gassanlıların bir devletçiği Bizanslılara tabi olmuştu.
Allah Rasûlü’nün bu kabilelere davet yapmadan önce ya Ebu Bekir radıyallahu anh aracılığıyla onlar hakkında bilgi almış ya da bizzat onlara gidip kim olduklarını öğrenmeye çalışmıştır.
Ali radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
“Allah, Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem kendisini tanıtması ve İslam’a davet etmesi için emir verdiği zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mina’ya gitti. Ben ve Ebu Bekir de onunla beraber dolaşıyorduk.
Bir topluluğun yanına vardık. Bu toplulukta bir sukunet ve ağır başlılık vardı. Yaşlıları ulu, şekil ve şemalleri ise güzel kimselerdi.
Ebu Bekir radıyallahu anh onların yanına gidip selam verdi ve kimlerden olduklarını sordu. Onlar:
“Biz, Şeyban b. Salebe oğullarıyız.” dediler.
Ebu Bekir ayağa kalkıp Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem:
“Anam, babam sana feda olsun! İşte bunlar Şeyban b. Salebe oğullarının izzet ve şeref sahibi kişileridir.” dedi.”
Böylece konuşma öncesinde muhataplarının özellikle himaye talebine uygun kişiler olup olmadığını tespit etmeye çalışmıştır.
Yine aynı şekilde Allah Rasûlü’nün, daveti ya da himaye taleplerini kabul etmeseler bile kabileler ile güzel muamele etmeye çalıştığını görmekteyiz. Bu da Allah Rasûlü’nün ileriye dönük stratejisinin bir parçasıdır. Gerçekten bu kabileler çok kısa bir süre sonra İslam’ın kanatlarının altına girmişlerdir. Eğer ilk buluşmada peygamber ile aralarında kötü bir diyalog geçseydi İslam’ı kabullenmeleri Allah’u âlem daha zor olurdu. İslami hareketin fertleri şu ayrıntıyı sürekli hesaba katmalıdırlar:
Eğer bir taraf kâfir ise ve bu durumunda ısrar ediyorsa ikincil hedef onun davete zararını en aza indirgemektir. Hatta mümkünse Ebu Talib gibi faydalı hale getirmektir. Allah Rasûlü de bu sebepten ötürü olumsuz yanıt aldıkları kişiler ile diyaloğunu kötü bir sonla bitirmemiştir.
Şeyban bin Salebe oğulları davete olumsuz cevap verince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
__ “Sizler kötü cevap vermediniz. Doğru olanı açıkça dile getirdiniz. Şüphesiz, her tarafını emin kılmaya gücü yetmeyen kimseler Allah-u Teâlâ’nın dinine yardım edemezler.” buyurdu ve kalktı.(Siyer-i İbn Kesir)
Yine Allah Rasûlü kabilelere hitap ederken tabiri caizse bam tellerine dokunacak vurgular yapmış, söyleyeceklerinin daha etkili olmasını sağlamak istemiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kelb kabilesinin yanına geldi. Onların bir koluna Beni Abdullah denilir.Onları Allah-u Teâlâ’ya davet etti, kendisini onlara tanıttı ve onlara:
__ “Ey Beni Abdullah! Şüphesiz Allah-u Teâlâ babanızın ismini güzel kılmıştır.” dedi.
Fakat onlar Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem anlattıklarını kabul etmediler. (İbn-i Hişam)
Bu kabilelerin hiç birisi o anda daveti ya da himaye talebini kabul etmediler. Allah subhanehu ve teâlâ bu şerefi Evs ve Hazrec kabilelerine nasip etti. Ancak Allah Rasûlü’nün muhataplarının red cevapları bizim için çok önemlidir. Çünkü siyer ilmi, dini anlama ve yaşamada özellikle de menhec belirlemede eşsiz bir yere sahiptir. Bu sebepten ötürü İslami hareketin mensupları sadece doğruları değil yanlışları da tüm açıklığı ile bilmedirler ki, yolda herhangi bir sapma yaşamasınlar. İşte kabilelerin Allah Rasûlü’nün teklifine karşılık yaptıkları teklifler ve bunlara Peygamberin verdiği cevaplar bu yüzden çok önem arz etmektedir. İnşallah diğer yazımızda da bu konuyu işlemeye çalışacağız.
Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.
İlk Yorumu Sen Yap