Allah’ın adıyla.
Allah’a hamd olsun. Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ izni ve yardımıyla Fatiha suresini anlamaya, onun ayetleri arasında hidayet bulmaya, gönül ve ruh dünyamızın ihtiyacı olan manevi lezzetleri toplamaya çalışacağız.
Anlamaya çalışacağımız sure, yazının genelinden de anlaşılacağı gibi Kur’an’ın en önemli suresi, en faziletli pasajı, kıyamete kadar her müminin ‘Kur’an’dan kolayına gelen’ ve bugüne kadar en fazla okunmuş, kıyamete kadar da en fazla okunacak ayetleridir.
‘İlgi, bilgi ve tanımayla orantılıdır’ demişlerdir. Bu sureye göstereceğimiz ilgi de onu tanımamız ve hakkında genel bir bilgiye sahip olmamızla mümkündür. Aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Bu sureyi diğer surelerden, ayetlerini Kur’an’ın sair ayetlerinden ayıran nedir ki? Şimdi, Allah’ın yardımıyla sorumuza cevap arayalım.
Fatiha, Kitabın öns(özü)dür
Kitap yazan her müellif, kitabına girizgah mahiyetinde bir önsöz yazar. Önsözler kitabın genel hatlarıyla konularını, içinde yer alan tez ve fikirlerin dayanaklarını, neye destek olup neye itiraz ettiğini, müellifi kitabı kaleme almaya sevk eden etkenleri ele alır.
Kitabı tanımak isteyen önsözü dikkatlice okur. Yazarlar bunu bildiklerinden olsa gerek kitaptan daha çok kitabın önsözünü yazarken yorulurlar. Önsöz bir vitrin gibidir. Tez ve fikirlerini sunmak istedikleri okuyucular için vitrini süslemeleri, dikkat çekici bir hale getirmeleri gerekir.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabının önsözü Fatiha’dır. Allah’ın ilminin bir parçası olan ve kuşatıp öğrenmemize müsaade ettiği kadarı olan Kur’an’ın önsözü, tanıtıcısı, eşiği Fatiha suresidir. Allah hidayete ve esenlik yurdu olan cennete davet ettiği kullarını, Fatiha’yla kitabına buyur etmekte, onunla kitabını sevdirip, ona karşı ilgi uyandırmaktadır.
Hasan-ı Basri’ye rahimehullah atfedilen bir sözde şöyle denmiştir: ‘Allah, yüzlerce kitap indirdi. Tüm bu kitaplardaki ilmi üç kitapta topladı: Tevrat, İncil, Zeburì Bu üç kitabı Kur’an’da topladı. Kur’an’ı da Fatiha suresinde topladı. Kim Fatiha’nın tefsirini bilirse o, bütün Kur’an’ın tefsirini bilmiş olur.’
Fatiha, Kur’an’ın Özüdür
“Andolsun ki biz sana Sebu’l Mesaniyi (sürekli tekrar eden yediliyi) ve büyük Kur’an’ı verdik.” (15/Hicr, 87)
Ayetleri sürekli tekrar eden yedi ayetli sure Fatiha’dır, ki Allah Rasûl’ü sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Said el-Mualla’ya radıyallahu anh bunu açıkça söylemiştir.
Allah subhanehu ve teâlâ Fatiha’yı, Kur’an’la denk-onunla eşit tutmuştur. Çünkü Fatiha Kur’an’ın özü, özetidir.
Allah Rasûl’ü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Fatiha, Ummu’l Kur’an’dır (Kur’an’ın annesi), Ummu’l kitap’tır, Sebu’l Mesani’dir, Kur’an’ul Azim’dir.” (Buhari, 4704; Ebu Davud, 1457; Tirmizi, 3389. Ebu Hureyre’den.)
‘Umm’ kelimesi en bilinen anlamıyla ‘anne’ anlamındadır. Bunun yanında bir şeyin çok olan, genel kısmına da Araplar ‘umm’ derler. ‘Ummu’l Tarık’: Yolun geniş olanı. Savaşta orduyu temsil eden ana sancağa da ‘umm’ adı verilir. Toplayan, geniş, kalabalık kentlere de başkent anlamında ‘Ummu’l Kura’ denir. Kelimenin kökü olan ‘E-me-me’ ise öne geçmek, ilerde olmak, imamet gibi anlamlara gelir.
Allah Rasûl’ü sallallahu aleyhi ve sellem Fatiha’ya ‘Ummu’l Kur’an’ dediğinde bu manaların tamamını anlayabiliriz.
Kitabın özü Fatiha’dır. Çünkü ayetlerin tamamı onun tefsiri, onun belirlediği başlıkların açılımıdır. Fatiha Kur’an’ın temsilcisidir. Çünkü Kur’an’a tanıtım yazısı olarak Fatiha seçilmiştir. Kitabın çok, genel ve merkez kısmıdır. Kur’an indiği günden bu yana en fazla tekrar eden sure Fatiha suresidir. Herhangi bir mümine ‘Kur’an’dan en kolayına geleni oku’ dense ilk aklına gelecek olan Fatiha’dır.
Fatiha, Kul ile Allah Arasındaki Sözleşmedir
Fatiha suresini ayrıcalıklı kılan sebeplerden biri de, günde en az on yedi defa mümine okutturulmasıdır. Revatip sünnetleri ve gün içine yerleştirilmiş nafileleri terk etse dahi, kişi farz namazlarda on yedi defa bu sureyi okumak zorundadır.
“Kitabın Fatiha’sını okumayanın namazı yoktur.” (Buhari, 756; Müslim, 394; Ebu Davud, 823; Tirmizi, 248. Ubade b. Samit’ten)
“Kim Fatiha’yı okumamışsa onun namazı eksiktir, eksiktir, eksiktir.” (Müslim, 395; Ebu Davud, 821; Tirmizi, 2953. Ebu Hureyre’den.)
Çünkü Fatiha, kul ile Rabb arasındaki sözleşmedir. Ve Allah, Fatiha suresi vesilesiyle sözleşmeyi kula hatırlatmaktadır. Yanlızca Allah’ı övüp, O’nu yücelteceğine, O’nu subhanehu ve teâlâ isim ve sıfatlarıyla tanıyacağına, ahiret hayatını ve onun sahibini unutmadan yaşayacağına, yanlızca O’na ibadet edip, O’ndan yardım isteyeceğine, hiçbir zaman nefsine ve imkanlarına güvenmeyip her işte O’ndan hidayet isteyeceğine, kendilerine nimet verdiği Nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihleri sevip onları örnek alacağına, sapkın ve gazaba uğramış Allah düşmanlarını düşman edinip, onlardan uzak duracağına dair Allah’a verdiği sözler manzumesidir Fatihaì
İbadetin Özü Fatiha
İbadetlerin özü namaz, namazın özü de Fatiha’dır. Bu nedenle Allah subhanehu ve teâlâ kudsi bir hadiste Fatiha’ya namaz demiştir.
Ebu Hureyre’den radıyallahu anh rivayete göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
” ‘Kim bir namaz kılar da o namazda Fatiha suresini okumazsa, o namaz eksiktir; o namaz noksandır. O namaz tam değildir.’ Abdurrahman diyor ki:
— (Ebu Hureyre’ye) Bazen imamın arkasında oluyorum (ne yapmalıyım?) Ebu Hureyre:
— Ey Farisi oğlu Fatiha’yı içinden oku Rasûlullah’dan şöyle buyurduğunu işittim: ‘Allah şöyle buyurdu: Namazı kulumla kendi aramda iki eşit kısma ayırdım. Yarısı benim, yarısı da kulum içindir. Kulum istediğine erişecektir. Kul:
— ﻟﻣﻳﻦ اﻠﻌا ﺭﺐ ﻠﻠﻪ اﻠﺣﻣﺪ, der. Allah’ta:
— Kulum bana hamd etti, buyurur. Kul:
— اﻟﺭﺣﻳﻡ ﺣﻤﻦ اﻟﺭ, der. Allah’ta:
— Kulum beni övdü, der. Kul:
— اﻠﺪﻳﻦ ﻳﻭﻢ ﻣاﻟك, der. Allah’ta:
— Kulum yüceltti, der. Kul:
— ﻧﺳﺘﻌﻳن ك ﻭاﻳﺎ ﻧﻌﺑﺪ اﻳﺎك, dediğinde, Allah:
— Bu benimle kulum arasındadır. Kulum istediğine erişecektir, der. Kul:
— صرط الذين انعمت عليهم غير المغضوب عليهم ولا الضالين اهدنا الصرط المستقيم, dediğinde, Allah:
— Bu benim kulum içindir ve kuluma istediği şey verilecektir, der.’ ” (Müslim, 395; Ebu Davud, 821; Tirmizi, 2953; İbn Mace, 909; Nesai, 3784; Ahmed, 7823. Ebu Hureyre’den.)
Kul namazını ıslah ettiği oranda kulluğunu ıslah eder. Namazın ıslahıysa özü, olan Fatiha’nın ıslahıyla mümkündür. Fatiha’yı ıslahın ilk adımı onu anlamaya, ayetlerini özümsemeye başlamaktır. “Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Dediğinde yüce ve kerim arşın sahibi Allah’ın subhanehu ve teâlâ ‘Kulum bana hamd etti’ dediğini hisseden, gönlü ve kulağı Mele-i A’la’da, ayakları zeminde bir müminin namazı elbette, sıradanlaşmış, adet halini almış bir namazdan farklı olacaktır.
Fatiha’nın kavranarak kılındığı namaz, ‘ikame edilmiş’ bir namaz olacak, gönüllere genişlik verecek, secdeler bizi Allah’a yakınlaştıracak, namaz gündelik hayata müdahale edip kişiyi fuhşiyat ve münkerden alıkoyacaktır.
Benzeri İndirilmemiştir
Ebu Said el-Mualla der ki:
“Ben mescitte namaz kılıyordum. Allah Rasûlü beni çağırdı. Ben ona karşılık vermedim. Sonra ona dedim ki:
— Ey Allah’ın Rasûlü! Ben namaz kılıyordum, Allah Rasûlü dedi ki:
— Allah: ‘Allah ve Rasûlü sizi ihya edecek şeylere çağırdığında onlara icabet edinì’ (8/Enfal, 24) demiyor mu? Sonra dedi ki: Mescitten çıkmadan önce sana bir sure öğreteceğim ki, bu sure Kur’an’ın en büyük suresidir. Dedi ki: Bu sure Fatiha suresidir. O Seb’u’l Mesani ve bana verilen Kur’an-ı Azim’dir.” (Buhari, 4474; Ebu Davud, 1458; İbn Mace, 3785; Nesai, 913.)
İbni Abbas radıyallahu anh nakleder:
“Cibril Peygamberle otururken semadan bir ses işitti başını yukarı kaldrıdı ve dedi ki: ‘Bu semada daha önce hiç açılmamış olan bir kapı(nın sesidir.)’ o kapıdan bir melek indi. Cibril dedi ki: ‘Bu bugünün dışında daha önce yeryüzüne inmemiş olan bir melektir.’ O Melek selam verdi ve dedi ki: ‘Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen ve sadece sana verilmiş olan iki nur ile müjdelen. Bunlar, Fatihatu’l Kitab ve Bakara’nın son ayetleridir. Sen onlardan bir harf okusan onların karşılığı sana verilir.’ ” (Müslim, 1827; Nesai, 910.)
Yazımızın başından bu yana zikrettiğimiz faziletleri Fatiha’yı benzer olmayan bir müjde ve Kur’an’ın en büyük suresi kılmıştır.
Sureye Verilen İsimler
Ummu’l Kitap: Kitabın anası, aslı, özü demektir.
Fatihatu’l Kitap: Kitabın girizgahı, anahtarı, önsözü demektir.
Sebu’l Mesani: Ayetleri tekrar eden yedili demektir.
Es-Salât: Namaz demektir.
Bu isimlerin delilleri ve naslar içindeki kullanımı yazı içerisinde farklı münasebetlerle geçtiği için bir daha zikretme gereği duymadık.
Bunların haricinde şu isimler zikredilmiştir:
Eş-Şafiye: Şifa veren demektir. Ebu Said El-Hudri’den nakledildiğine göre şöyle demiştir:
‘Fatiha her zehre karşı şifadır’ (Darimi, 3413. Not: Darimi’de geçen rivayetin ravisi Abdulmelik b. Umeyr şeklindedir. Şuabu’l İman’da, 2153 ise Ebu Said el-Hudri’den rivayet edilmiştir. Kurtubi’nin muhakkiki Abdulmuhsin Et-Türki böyle demiştir.)
Rukye: Rukye, şifa amacıyla okunan dua demektir.
“Allah Rasûlü, yılan sokan birine Fatiha okuyan sahabiye: ‘Onun rukye olduğunu nereden bildin?’ demiştir.” (Buhari, 5736; Müslim, 2201.)
Esasu’l Kur’an: Kur’an’ın esası demektir.
El-Vafiye, ek-Kafiye: Eksiksiz, yeterli, başkasına ihtiyaç bırakmayan anlamındadır.
Surenin Nüzulü
Fatiha suresinin Mekki mi, Medeni mi yoksa bir kısmı Mekki bir kısmı Medeni midir diye müfessirler arasında ihtilaf edilmiştir.
Esasen bu tartışmanın pek önemi yoktur. Çünkü ileri sürülen görüşler kesin delillerden ziyade varsayımlara dayandırılmaktadır. Bununla beraber Fatiha, kendisine yüklenen Kur’an’ın özü ve önsözü olma fonksiyonuyla hem Mekki hem de Medeni ayetlerden esintiler taşımaktadır. Onun ayetlerinin kısa, vurgulu ve tevhidi önceleyen üslubu Mekki; nimet verilenlerin yoluna ulaşma arzusu, sapkın ve gazaba uğramış daha çok kitap ehlini anımsatan ayetleriyle Medeni ayetlere benzemektedir.
Kovulmuş ve Taşlanmış Şeytandan Allah’a Sığınmak: İstiaze
Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an okumak isteyenlere nasıl okumaları gerektiğine dair yol göstermiştir. Bunlara ’tilavet adabı’ diyoruz. Bunlardan biri vardır ki başta Fatiha suresi olmak üzere Kur’an’ın tamamı için öğretilmiş bir edeptir.
“Kur’an okuduğun zaman kovulmuş/taşlanmış şeytandan Allah’a sığın.” (16/Nahl, 98)
Madem Fatiha Allah’ın sofrasıdır, madem o, kitabın eşiğidir, öyleyse bu ziyafete icabet edip gelenler sofra sahibinin razı olacağı şekilde eşikten geçmelidirler. Şeytandan Allah’a sığınarak…
اعوذ: A-ve-ze sığınmak, iltica etmek, himayesine girmek anlamlarına gelir.
بالله: Allah lafz-ı celalesidir.
الشيطان : Şe-te-ne kökünden türediği kabul edilirse, uzak olma anlamına gelir. Çünkü şeytan tabiatı itibariyle insana uzak, yabancı, yaptıkları itibariyle hayır ve güzellikten uzaktır.
Şe-ye-te/şa-te kökünden türediği kabul edildiğinde bu, onun ateşten yaratılması sebebiyledir.( İbni Kesir Tefsiri)
الرجيم : Re-ce-me kökünden türüyen kelime, ism-i meful olup kovulmuş, taşlanmış gibi anlamlara gelir.
‘Kovulmuş/taşlanmış şeytandan Allah’a sığınırım’ diye tercüme edebiliriz.
İstiaze kalp amellerinden olan önemli bir ibadettir. Bu ibadetle Allah’a kulluk eden mümin zımnen çok şey ikrar edip, şahitlikte bulunur. Allah’ın mutlak kudret sahibi olduğuna, sığınılacak merci olduğuna, O’nun subhanehu ve teâlâ korumasına olan ihtiyacını itirafa, Allah’ın yardım ve koruması olmadan bir hiç olduğunu ikrara, şerlerinden Allah’a sığındığı tüm varlıkların kendi gibi Allah’ın kulu ve hakimiyeti altında olduğunaì
İstiazenin önemini anlamak için Felak ve Nas surelerinin Kur’an’daki yeri üzerinde tedebbür etmek yeterli olacaktır. Nasıl ki Allah, kitabına Fatiha’yla başlayarak onun önemini ortaya koymuştur; aynı şekilde kitabını ‘istiaze’ sureleri olan bu iki sureyle bitirerek çok önemli bir mesaj vermiştir. Kitabın akılda kalması istenen mesajları genelde son cümlelere yazılır.
Böylece, hatırda tutulması istenen öğretiler belirlenmiş olur. Allah subhanehu ve teâlâ bizlere şu mesajı verir: ‘Kitap boyunca sizlere hayrın ve hidayetin yollarını gösterdim. Siz bunları tatbik edecek iradeyi gösterseniz dahi, sizi engelleyecek, karşıt bir irade ortaya koyacak olanlar olacaktır. Sihirbazlar, hasetciler, vesvese veren şeytanlar, insan soyundan olup da şeytanlaşmış olanlarì Yalnızca hayır yönünde irade ortaya koymak yetmez. Şerden korunmak da önemlidir. Bunun yolu, bana sığınmanız, benim himayem altında olmanızdır.’
Felak ve Nas sureleriyle ilgili konuştuğumuzda bu konuların detaylarına değineceğiz Allah’ın izniyleì Ancak burada önemli bir soru sormak istiyoruz:
Allah’a subhanehu ve teâlâ en yakın olduğumuz anlardan biri olan tilavet ibadeti sırasında neden istiaze?
Kur’an’ı yaşamak onu anlamakla mümkündür. Anlama ise kalp ve aklın amelidir. Şeytanın insandaki payı vesvesedir ve vesvese akıl ve kalbe yöneliktir. Haliyle Kur’an’ı kendisiyle anlamlandırdığımız merkezle vesveselerin yoğunlaştığı merkez aynı yerdir. Bu merkezdeki herhangi bir bulanıklık anlama faaliyetine etki edecek, içinden hidayet umduğumuz Kur’an, yanlış anlamalarımız nedeniyle hastalıklarımızı arttıran, kalplerimize fitne olan bir kitaba dönüşecektir.
Anlama biçimimiz yani tasavvur göze takılan gözlük gibidir. Nasıl ki gözümüzdeki gözlük eşyayı görmemize etki eder; camlarının rengi neyse eşyayı o renkte görür, büyüteç özelliği varsa eşyayı hacminden büyük ya da küçültüyorsa küçük görürüz, tasavvurumuz da ayetler üzerinde böyle bir etkiye sahiptir.
Bu sebeple istiaze bir temizliktir. Kalbi, zihni ve duyguları şeytanların vesveselerine karşı ilahî koruma altına almak, Kur’an’ı Allah’ın himaye ve rahmeti altında okumaktır.
Aksi halde kişi Kur’an’ı şeytanın rehberliğinde okuyacaktır. Onun şekillendirdiği bir zihinle anlam verecek, kışkırttığı duygularla etkilenecek, onun görmesini istediği zaviyeden ayetleri görecektir.
Hayatında var olan gayri İslamî herşeyi böylece Allah’ın kitabına dayandıracak, çokça aldatan şeytan kişiyi Allah’la subhanehu ve teâlâ, O’nun kitabıyla aldatacaktır.
İstiazesiz Kur’an Okumaya Örnekler
Fatiha suresini anlamaya çalıştığımız için ilk olarak ondan bir örnek vermemiz yerinde olacaktır.
Günde en az on yedi defa ‘yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz’ diyen birinin şu mealdeki ifadeleri nasıl izah edilebilir: “Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet” Nisa suresi 69. ayette belirtildiği gibi bunlar Nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihlerdir. Biz, kendi başımıza Allah’a ulaşamayız, bizi Allah’a ulaştırıp, yakınlaştırması, O’nun katında bize şefaat etmesi için nimet verilenlere sığınmalı, onlardan el alıp tevbe etmeli, onların maneviyatından medet ummalıì
Sonra da o kategoriye soktuğu bol hazretli, ‘kaddesallahu sirrihulu’, kerameti kendinden menkul menkıbeli zatları övmeye başlar. Öyle ki, Allah’a hamd ettiğini sanırsın!
Hem Allah’tan subhanehu ve teâlâ başkasından yardım istemiş hem de Allah’tan başkasına kulluk etmiş olur! Neden? Çünkü Fatiha’yı istiazesiz okumuş, şeytanın taktığı gözlükle ayetlere bakmıştır.
Tevhidin anlatıldığı Nahl 71. Ayeti okuyup (“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı. (Daha fazla rızık verilerek) üstün kılınanlar rızıklarını onlarla eşit olmak için kölelerine vermezler. (Böyleyken) Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar?”) ayet için ‘Kur’an’daki en komünist ayet’ diyen zihniyet de istiasesiz bir zihniyettir.
Allah subhanehu ve teâlâ, insanların köleleriyle dahi ellerindeki malı paylaşmayıp ama Allah’ın mülkünü putlara, salihlere, ebdallara, kutuplara peşkeş çekip; adeta Allah’ın ortaklarıymış gibi onlara yetki dağıtmalarına karşı çıkmaktadır. ‘Kendi mülkünüze kölelerinizi ortak kabul etmiyorken, nasıl olur da Allah’ın kullarını Allah’a ortak görüyorsunuz?’ demek istemiştir. Tevhidin en açık ve anlaşılır akli delillerden olan bu ayeti ‘Efendiler kölelerine mallarından vermeli ve her bakımdan onlarla eşit olmalıdırlar.’ anlamını veren, sonra da ayeti komünizm manifestosu kabul eden zihniyet, şeytanla beraber okuma yapan bir zihniyettir. İslam, Allah’ın dini ve boyasıdır. İslam hiçbir ‘izm’ olmadığı gibi hiçbir ‘izm’le benzer ya da ortak yönü de yoktur. Allah’ın va’z ettiği bir din, beşerin va’z ettiği bir felsefeyle nasıl yan yana getirilebilir?
Seni tenzih ederiz Allah’ım! Bu, apaçık bir iftiradır.
Aslında bu durumun örnekleri çoktur. Kehf suresi 21. Ayette Kehf ashabını bulan ve onların vefat etmiş olduğunu gören insanların “Şüphesiz ki biz onların yanlarında bir mescid edineceğiz.” şeklindeki sözlerinden “Demek ki salih insanların kabirleri mescid edinilebilirmiş.” gibi bir sonuç çıkarmak da şeytanın tasavvurlarını bozduğu insanların ayetlerden nasıl sapkınlıklar çıkarabileceklerine dair dehşet verici bir misaldir. Halbuki İslam bunun tam zıttı için gönderilmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah subhanehu ve teâlâ Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescitler edindiler.”
Ayette mescid edinmeyi isteyenler kimlerdir? Orada yaşayan putperestlerin yeni dine girmiş olanları mı, yoksa eskiden bu dine sahip olup da dinden çıkmış olanlar mı? Daha bunu netleştirmeden ayetin bir kısmı üzerinden bütün dini yerle bir edecek bir düşünceyi inşa etmek şeytanla beraber Kur’an okumanın bir sonucudur.
Hakimiyetin sadece ve sadece Allah’a ait olduğunu en net ifadelerle anlatan Yusuf suresinden parlementolarda milletvekili veya bakan olabileceğine delil çıkarmak da şeytanın zihinlerdeki etkisinin açık göstergesidir.
Demek ki toplumumuz istiazesiz Kur’an okuyan bir toplumdur. Yoksa bu tarz sapkınlıkların izahatı kolay kolay mümkün değildir.
Herkes İstiaze Çekiyor!
Örneğini verdiğimiz sapkın düşünce sahiplerinin tamamı Kur’an okurken istiaze okuyor! Nasıl oluyor da Allah’a sığınmalarına rağmen şeytan tarafından saptırılıyorlar?
Şu gerçeği bir daha tekrarlayalım. İstiaze, kalbin amelidir. Dil, kalpte olanı görünür kılmak içindir. Kişi kalbinden, hissederek, Allah’a olan ihtiyaç ve zaruretinin şuurunda, gönülden bir muhabbet ve saygıyla, Rahman’ın rahmetini ümit edip, kendi eksiklerinden korkarak Allah’a sığınırsa şüphesiz ki Allah subhanehu ve teâlâ onu himayesine alacak ve koruyacaktır.
Fakat iş tersine döner; kalp gafil, duygular donuk, gönül şuursuz olarak yalnızca dil Allah’a sığınırsa, bunun hiçbir anlamı olmayacaktır. Adet halini almış, sıradanlanmış ve kalple dil arasındaki uyumun kaybolduğu dualar, zikirler ve istiazelerin tamamı böyledir. Bir ihtimal kişiye hayır söylediği için ecir kazandırsa da asıl gaye olan Allah sevgisi, Allah’ın beraberliği, Allah’ın subhanehu ve teâlâ koruyup himaye etmesi gibi ulvi neticeler elde edilmeyecektir.
Bunun yanında önemli bir gerçek daha vardır. Salt aklına, ilmî müktesabatına, tâbi olduğu mezhep ya da meşrebin asıllarına güvenerek Kur’an okuyanlar hakikatte Allah’a sığınmış olmazlar. Onlar saydığımız esaslara güvenerek yaptıkları okumalarda asıl olarak sayılanlara sığınmış olurlar. Avam halkın sorunu genel olarak alışkanlık ve âdeten istiaze; ilimle uğraşan ve bilinçli olduğu varsayılan kesimlerdeyse akla, ilme, mezhep ve meşrebe, tabi olduğu imama güvenerek istiaze sorunu vardır.
Allah Rasûl’ünün dahi: “Ben, bana ve size ne yapılacağını bilmem.” (46/Ahkaf, 9) veya “Rabbime isyan edecek olursam büyük günün azabından korkarım.” (10/Yunus, 15) dediği bir dinde: ‘Falanca kitabı okuyanlar kabre imanlı girecektir, filanca tarikatın x kolundan olanlar sorgusuz cennete gidecek, Ehl-i Sünnet olanlar Peygamber sancağı altında cennete, Şii olanlar Ali’nin nezaretinde Firdevseì’ tarzında Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, aşırı kibir ve cehalet eseri inançlara sahip olanlar acaba Allah’a sığınma, O’na dayanma ya da O’na ihtiyaç duymakta mıdırlar? Böylesi batıl inançlara sahip olanlar sadece ağızlarıyla istiazede bulunurlar. Onları ‘dinleri hakkında uydurdukları yalanlar’ aldatmıştır.
İstiazenin bize öğrettiği önemli derslerden biri de budur. Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği zan ve varsayım ürünü hurafelerle şeytanın oyununa gelmemeliyizì Her daim Allah’a sığınmalı ve Nebi’ye vahyedilen şu sözü şiar edinmeliyiz:
“De ki: Şayet sapıtırsam ancak kendi aleyhime sapıtırım. Eğer hidayet bulursam bu Rabbimin bana vahyetmesiyledir.” (34/Sebe, 50)
Bir sonraki sayıda Fatiha suresinin ilk ayeti olan besmeleyle yazımıza devam edeceğiz inşallah…
İlk Yorumu Sen Yap