Müminler üzerinde ciddi manada değiştirici ve dönüştürücü etkisi olan Ramazan-ı Şerif-i karşılayacak olmanın erken sevincini yaşıyoruz, Elhamdulillah.
Kulluğu daha da güzelleştirmenin ve arınmanın ayı olan Ramazan-ı Şerif, çok sevilen, özlenen ve en iyi şekilde ağırlanacak biricik bir dost gibi büyük bir heyecan dalgasıyla beraber bir kez daha çalmak üzere kapımızı. Bu öyle bir çalıştır ki, evlerimizin ve mescidlerimizin kapısıyla beraber ruhlarımızın ve kalplerimizin de kapısını bu kutlu atmosferi soluyabilmek için ardına kadar açmalı, açabilmeliyiz.
Koyu bir cahiliyeyle kararmış olan sema ve şirkle kıraçlaşan yeryüzü bundan on beş asır önce ilk kez Ramazan ayında Kur’an’la yeniden aydınlanmayı ve dirilişi tatmaya başlamıştı. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, o ilk geceyi “Leyletu’l Qadr” (Kadir Gecesi) olarak isimlendirmiştir.
“Ha, Mim. Apaçık olan kitaba andolsun ki, biz onu (Kur’an-ı) mübarek bir gecede indirdik.” [1]
“Muhakkak ki biz onu (Kur’an-ı) Kadir gecesinde indirdik.” [2]
Bin aydan daha hayırlı olan bir geceyi içinde barındıran Ramazan ayı, bu hakikati hakkıyla idrak eden bir mümin için yaklaşık olarak seksen üç yıllık bir ömürden daha fazlasına bedeldir.
Ebu Hureyre’nin radıyallahu anh rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan size geldi, o mübarek bir aydır. El-Aziz ve El-Celil olan Allah size o ayda oruç tutmanızı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır. Onda cehennem kapıları kapatılır. Allah’a karşı isyan eden şeytanların azgınları zincire vurulur. O ayda bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. O gecenin hayrından mahrum olan, büyük bir mahrumiyete uğramış demektir.”
Genel olarak cahiliye toplumu içerisinde bulunmanın da etkisiyle olmalı ki, yılın geride kalan on bir ayı boyunca kişide zaman zaman gaflet hâlleri yaşanabilmektedir. Bu süreç içerisinde kalpler belki de hiç farkına varılmadan kararma veya katılaşma eğilimi gösterebilir. Fıtrî olan bazı iyi duygular yahut melekeler adeta kireçleşir. Bazen öyle olur ki hayat, tüm sınırları kaldırılmış sonsuz bir boşlukta yaşanıyormuş gibi amaç ve anlamından uzak bir hâlde yaşanır olur. Mümin gönüllerin birbirine karşı yufkalaşması ve aynı zamanda zalim tağutlarla destekçilerine karşı kuvvetlenmesinin en üst seviyelere ulaştığı kutlu bir zaman dilimidir Ramazan.
İbadetlerimizin, söz ve davranışlarımızın, ailemizle ve akrabalarımızla olan ilişkilerimizin Ramazan vesilesiyle yeniden gözden geçirilmesi gerektiği hususunda hemen hemen herkes hemfikirdir. Her bir müminin Allah subhanehu ve teâlâ ile münasebetini tevhid ve takva zemininde yeniden gözden geçirmesi ve olabildiğince güçlendirmesi gereken bir yenilenme mevsimidir Ramazan. Yenilenmenin asıl ve daimi mekanı kalp olduğundan kalbin tezkiyesi ve imarının en verimli bir şekilde yapılacağı zaman dilimi de bu aydır.
Abdullah bin Amr bin el-As’ın radıyallahu anh rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Sizden birinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah’tan kalplerinizdeki imânı yenilemesini dileyin!”
Ebu Hureyre’nin radıyallahu anh rivayet ettiği bir başka hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“— İmânınzı yenileyin! Denildi ki:
— Ey Allah’ın Rasûlü, imanımızı nasıl yenileyelim?
Rasûlullah şöyle cevap verdi:
— La ilahe illallah’ı çokça söyleyin!”
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, hidâyetin ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır…” [3]
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sevgisi ve onun sünnetine uymanın zorunluluğu da ancak Kur’an’la öğrenilip anlaşılabilir. Aksi hâlde misvak kullanmaktan, orucu hurmayla açmaktan ve yemek tabağını ‘sünnetlemek’ten başka sünnetlerin de olduğu pek bilinmez.
Kur’an’ı, ayetlerini anlamaya çalışarak okumakla ticaretimizi, alışverişimizi, eşyaya biçtiğimiz değeri, infak ve sadakalarımızı ve tüketim alışkanlıklarımızı şer’i şerife daha uygun hâle getirebiliriz.
Ramazan, idrak ayıdır. Kişinin bizzat kendi öz nefsiyle beraber kendisi dışındaki insanı da idrak ve öteki insanların hâlleriyle hemhal olma ayıdır. Özellikle de şehitlerden geriye kalan dul ve yetimlerin, Müslüman mahpusların, fisebilillah cihad eden muvahhid mücahidlerden esir ve yaralı olanların, açların, yoksulların, evsizlerin, mahrumların ve kimsesizlerin dünyasına taşınma ve onlarla bütünleşme ayıdır Ramazan.
Ramazan ayı, kişiliğin takva ve güzel ahlak imbiğinden geçirilerek süzülüp arınma ve her türlü cahilî ve yoz tortulardan temizlenme ayıdır. Yukarıdaki hadis-i şerifte Ramazan ayında azgın şeytanların zincire vurulduğunu bildirir, Rasûlullah Efendimiz.[4] Bunu, insandaki potansiyel şiddetin (veya vahşetin) zincirlenerek takva ve güzel ahlakla disiplin altına alınıp şer’i ve fıtrî olan mutedil ölçülerde tutulması şeklinde de anlamak mümkündür.
Ramazan-ı Şerif, namazı idrak ayıdır. Özellikle de ‘vakit bulamıyorum’ diyenler için seherleri hayata katma ayıdır. Gönüllere, ruhlara ve zihinlere aydınlık, dinginlik ve berraklık veren namaz bilincini dört başı mamur bir şekilde yeniden ihya ayıdır Ramazan.
Ramazan aynı zamanda cihad ve zafer ayıdır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem komutasındaki ilk nesil muvahhidlerin sayıca az olmalarına rağmen sonraki nesiller için seçkin bir örneklik sergileyerek kalabalık müşrik ordusuna karşı yaptıkları ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımıyla tarihin dönüm noktası olan bir zaferle galip geldikleri muazzam Bedir Gazvesi de hicretin ikinci senesi ve Ramazan’ın on yedisindeydi. İslam tarihindeki birçok parlak zaferlere şahitlik etmiş bir kutlu zamandır Ramazan-ı Şerif ayı. Ramazan’ın sonunda bayram yapmamız da nefse ve her iki cins (cin ve ins) şeytanlara karşı inancın, azim ve iradenin zaferiyle yaşanan cennetvarî bir sevincin ifadesi değil midir?
Her mümin üzerine farz olan Ramazan orucundan elde edilmesi umulan gaye; kişinin nefsini şehevi arzulardan alıkoyup alışkanlıklarından kısmi olarak da olsa koparmak, hevaî-şehevî kuvvetini şer’i-fıtrî istikamette belli bir düzene sokmak ve ebedî esenlik ve saadet yurdu cennetlere ulaştıracak biçimde kendisini arındıracak şeyleri kabul etme istidadı elde edebilmektir. Kuşkusuz ki nefisleri alışık oldukları şeylerden ve şehevî arzulardan uzak tutmak veya koparmak işlerin en zor ve en meşakkatli olanıdır. Orucun farz kılınışı da; nefislerin tevhid akidesi ve namaz, yani selim kalp ve salih amel üzere istikamet bulup karar kılması sonrasına kadar geciktirilmiştir. Bu sebepten ötürü oruç, hicretin ikinci senesi (Miladi 624 yılında) farz kılındı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde toplam dokuz yılın Ramazan ayında oruç tutmuş idi.
Oruçla beraber hissedilen açlık ve susuzluk hâli nefsin şehvetini, hiddetini ve şiddetini kırar. Yenilen ve içilen gıdaların yollarının daralmasıyla şeytanın da insanın damarlarındaki dolaşım alanları olabildiğince daralır.
Ramazan orucu, esasen her bir organı ve duyguyu yatıştırıp kişiye zarar veremez ve isyan edemez hâle getirir. Oruç, Allah’ın subhanehu ve teâlâ sevgisini ve rızasını tercih edip nefsin sevdiği ve lezzet aldığı şeyleri terk etmektir. Oruç hakkında yapılan en güzel tanımlardan bir tanesi de şudur: Oruç, kul ile Rabbi arasında bir sırdır. O’ndan başkası bu sırdan haberdar olmaz. İnsanlar, görünüşte kişinin orucu bozan şeyleri terk etmiş olmasından haberdar olabilir, bunu gözlemleyebilirler. Fakat yemesini, içmesini, şehvetini, boş bakışlarını, lüzumsuz lakırdılarını ancak ve sadece Allah için terk etmiş olması hiçbir insanın tüm yönleriyle muttali olamayacağı bir şeydir. İşte bu, orucun hakikatidir.
Ramazan-ı Şerif ayının ve bu ayda tutulan orucun hikmetleri ve faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Bugün modern tıbbın gönülsüzce de olsa anlamaya çalışırken hayretler içerisinde kaldığı hikmetlerinden bir tanesi de orucun kalp ve diğer hayati organların sağlığını korumadaki büyük etkisidir. Stresten şehvete ve öfkeden şiddete kadar birçok hususta kalp ve organlardan çekilip alınan müsbet şeyleri, kalp ve organlar oruç vesilesiyle tekrar elde etme imkân ve fırsatı bulurlar.
Orucun, takvanın ve arınmanın en büyük yardımcılarından olması da orucun farz kılınışının sebep ve hikmetlerinden birisidir. Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, takva sahibi olasınız (Allah’a karşı gelmekten sakınasınız) diye size de farz kılındı.” [5]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah şöyle buyurdu: ‘Oruç dışında insanoğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç ise benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim.’ Oruç bir kalkandır. Herhangi biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve cahilce hareketler yapmasın. Şayet herhangi bir kimse kendisine söver yahut sataşırsa ‘Ben oruçluyum!’ desin. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu kıyamet günü Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçlunun iki sevinç ânı vardır: İftar ettiği zaman iftarına sevinir, Rabbine kavuştuğu zaman orucuna sevinir.”
Allah bizleri şu Ramazan-ı Şerif ayında hayırlar işleyip hayırlarını çoğaltanlardan, güç yetirebildiği ölçüde kötülükleri azaltmak için zaman ve emek harcayanlardan, Ramazan orucunu hakkını vererek tutup sınırını bilenlerden, korunması gereken şeylerden de korunup Ramazan’dan sonraki on bir ayda da hayatını Ramazanlaştıranlardan kılsın (Allahumme âmin).
İnsanlara yol gösterici, hidayetin ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ı indirip Ramazan ayını üstün kılan ve bir Ramazan ayına daha kavuşturmakla müminlere büyük bir ihsanda bulunan Allah’a hamd ederiz.
Her çeşit şeytani güçlerin saldırılarına karşı orucun koruyucu bir kalkan olduğunu müjdeleyen, hayatı Ramazanlaştırarak ahiretin ebedî bayram olması için kötülükleri azaltmaya çalışmada ve hayırları çoğaltmada bizler için örnek ve önder olan Efendimiz Muhammed’e salât ve selam olsun.
[1] . 93/Duhan, 44
[2] . 97/Kadir, 1
[3] . 2/Bakara, 185
[4] . Nesai, Siyam, 5
[5] . 2/Bakara, 183
İlk Yorumu Sen Yap