Ticaret Ehli Müslümanlara Nasihatler – 8

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla…

Değerli tacir kardeşim, bir önceki yazımızda sana sözde durmanın önemini, bunun insana hayatın her alanında bereket getireceğini, aksi davranmanın ise alamet-i nifak olacağını anlatmıştık. Ayrıca bazı pratik örneklerle Efendimizin, can düşmanlarına bile verdiği sözden asla caymadığını ortaya koyarak, ahde vefanın dinimizde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun altını çizmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise borçları yazmanın önemini anlatmaya gayret edeceğiz inşallah.

◆◆◆

17. Borçlarını ve Alacaklarını Mutlaka Yaz

Borçların yazılması, kayıt altına alınması ve şahitlendirilmesi Allah subhanehu ve teâlâ nazarında oldukça önemli bir meseledir. Bu nedenledir ki, Allah, Kur’an’daki en uzun ayetini bu konuya ayırmış ve meselenin Müslümanlar tarafından iyi kavranması için çok kesin bir dille borçların yazılmasını istemiştir. Şu ayet bunun delilidir ki, bu ayeti dura dura, düşüne düşüne, gerekirse altını çize çize okumanızı rica ediyoruz. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Aranızda bir kâtip adaletle yazsın. Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen veya zayıf bir kimse ise ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. (İşte) Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” [1]

Eğer borçları yazmak Allah katında çok önem arz etmeseydi, Allah onu yazmamızı bize emretmez ve en uzun ayetini bu konu hakkında indirmezdi; aksine bunun iyi bir iş olduğuna vurgu yapar ve birkaç kelimeyle ehemmiyetine dikkat çekerek kullarına nasihatini ederdi. Ama emir sigasıyla ifade edecek kadar kesin bir üslup kullanmış ve ‘Yazın!’ buyurarak tüm iman ehline ferman çıkarmışsa, o zaman burada durur, düşünür ve anlarız ki bu konu öyle basite alınacak bir konu değildir. Bildiğimiz, bilmediğimiz birçok hayrı vardır.

Bugün borçların yazılmamasından kaynaklanan birçok ihtilafa ve anlaşmazlığa şahit oluyoruz. Kardeşler arasında bile bu konuda oldukça fazla anlaşmazlık çıkıyor. Borçlar zapturapt altına alınmadığında birisinin ‘ak’ dediğine öbürü ‘kara’ diyor; ötekinin ‘üç’ dediğine beriki ‘beş’ diyor. İki tarafında yalan söylemesine ihtimal vermediğiniz için kime inanacağınızı bilemiyor ve şaşırıp kalıyorsunuz. Bunun en büyük nedeni aradaki ticaretin kayıt altına alınmamasıdır. Ama şunu da ifade edelim ki, her anlaşmazlıkta ille de birileri yalan söyleyecek diye bir kural yok. Bazen insanlar yanlış hatırladıklarından bazen de unuttuklarından dolayı anlaşmazlığa düşebiliyorlar. Bu nedenle şartlar ve durumlar ne olursa olsun, karşı taraftaki insanlar kim olursa olsun, Rabbimizin emrine ittibaen borçlarımızı yazmalı ve bu şekilde anlaşmazlıklarımızın önüne sağlam bir set çekmeliyiz.

Borçları Yazmanın Hükmü

Borçları yazma ve kayıt altına alma meselesinin hükmü hakkında selef âlimlerimizden bugüne bir ihtilaf söz konusudur. Ebu Musa el-Eşari, İbni Ömer, İmam Dahhak, Said bin Müseyyeb, İmam Ata ve İmam Taberi ayetin emir kipi ile gelmesini ve bazı yan delilleri esas alarak borçları yazmanın ve borcu şahitlendirmenin kati surette farz olduğunu söylemiş ve buna muhalefet edenlerin günaha gireceğini belirtmişlerdir. Dört mezheb başta olmak üzere diğer âlimlerimiz ise, bu emrin farziyet ifade eden bir emir olmadığını, aksine ayetteki buyruğun tavsiye niteliği taşıdığını öne sürerek borçları yazmanın farz olmayacağı sonucuna ulaşmışlardır.

Gerek eski gerekse çağdaş ilim ehlinin geneli, cumhurun görüşünün tercihe daha şayan olduğunu belirtmiş ve borçları yazmanın farz olmadığını, dolayısıyla borçları kayıt altına almayanların günaha girmeyeceğini söylemişlerdir. Bu konuda kimin haklı ve görüşünün daha doğru olduğunu tespit etmenin yeri burası değildir. Ama biz burada meselenin amelî olarak hayata taşınabilmesi adına özellikle birkaç hususa dikkat çekmek istiyoruz ki, bunlar bizce çok önem arz etmekte ve kardeşlerimiz tarafından üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir.

Dikkat çekmek istediğimiz konulardan birincisi şudur: Müslüman bir kul, fıkhını belirlerken şüphelerden kaçınmayı kendisine esas alarak bir yol takip etmeli ve bu şekilde dinini koruma altında tutmalıdır. Bu konuda âlimlerden bir kısmı, delilleri farklı yorumlamaları sonucu borçları yazmak farz, terk etmek ise haramdır derken; diğer bir kısım âlim, buna caizdir diyor. Bu durumda Müslümanın ‘Ya haramdır diyen âlimlerin görüşü doğruysa?’ diyerek ihtiyatı esas alması ve farziyetine inanmasa bile şüpheden kaçınıp borçlarını kayıt altında tutması dininin selameti açısından en evla olanıdır.

İkincisi ise şudur: Bizler, Allah’ın hükümlerine yaklaşırken onları −hükmün tespiti açısından− farz, vacip, haram, mekruh gibi kısımlara ayırabiliriz. Böyle de yapmamız gerekir. Lakin kulluğumuzu icra etmek ve Allah’a daha çok yaklaşabilmek için Allah’ın ahkamını ‘Rabbim bu işten razı mı, değil mi?’ diye bir ayrıma tâbi tutmamız daha isabetli olacaktır. Bu tutum, sahabenin de riayet ettiği bir husustur. Onlar Rasûlullah’ı gözlemliyorlar ve bir şeyi yapıyorsa, hükmünün sünnet olup-olmadığına bakmaksızın onunla amel etmeye çalışıyorlardı. Birileri itiraz ettiğinde ise ‘Biz Rasûlullah’ı böyle yaparken gördük’ diyerek meselenin ittiba boyutuna dikkat çekiyorlardı. İşte buna binaen diyoruz ki: Borçları yazmak farzdır desek ne olur, menduptur desek ne olur? Sonuçta bu, Allah’ın kitabında bize emrettiği bir husus değil midir? Eğer Allah bunu bize emretmişse, iş bitmiştir ve bizim mutlaka bu emre ittiba etmemiz gerekmektedir. Rabbimiz şayet bir hayır görmeseydi, bunu bize emretmezdi. Eğer emretmiş ve ‘yazın’ diye ferman buyurmuşsa, bu, dünya ve ahiret açısından bizler için mutlaka en hayırlı olanıdır.

Üçüncü de şudur: Malum olduğu üzere ihanetin, aldatmanın ve kandırmanın zirve yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Bu çağın insanları, maalesef ki ticaretlerinde ve sosyal hayatın diğer alanında Allah’ı dikkate alarak bir hayat sürdürmüyorlar. Tek dertleri para kazanmak, en büyük gayeleri ceplerini doldurmak! Bu paranın nasıl geldiği, hangi yollarla elde edildiği onlar için çok da önem arz etmiyor. Onlar için önemli olan paranın cebe girmesi… İşte böylesi bir atmosferde yaşadığımız için Müslümanlar olarak bizlerin çok hassas olması gerekmektedir. Muamelede bulunduğumuz insanların her daim bizi kandırabilecek veya aldatabilecek bir potansiyele sahip olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu nedenle işlerimizi sağlama almalı, muamelelerimizi yazı ve şahit yoluyla destekleyerek güvenli bir zemine oturtmalıyız.

İşte biz borçların kayıt altına alınma meselesine bu zaviyeden bakarsak, daha isabetli davranmış ve doğruya daha yakın bir görüş ortaya koymuş oluruz. Bununla birlikte sırf yazışmaların terk edilmesi sebebiyle ihtilafların arttığı, anlaşmazlıkların çoğaldığı, fitne ve kargaşaların, aldatma ve kandırmaların ayyuka çıktığı şu dönemde, bu meseleyi farz olarak değerlendiren âlimlerin görüşlerini yabana atmamak gerekir. Müslümanları bu konuya alıştırabilmek ve bu hassasiyeti kendilerine kazandırabilmek için bu dönemde borçları yazmanın farz olduğunu söylemek, zannımızca hatalı bir yaklaşım olmayacaktır.

Borçların kayıt altına alınmasına ilişkin Şeyh Hüsameddin el-Affâne’nin çok hoş ve güzel değerlendirmeleri var. Bu güzel değerlendirmeleri siz kardeşlerimizle paylaşmak istiyoruz. Şeyh, Kuran ve Sünnet’te borçların yazılmasını öngören delilleri zikrettikten sonra der ki: ‘Bu delillere binaen âlimlerin cumhuru, borcu yazmanın ve bir vesika ile onu kayıt altına almanın mendub olduğu söylemiştir. Âlimlerimizden bazıları ise, ayetin zahirini esas alarak bunun farz olduğuna kâil olmuşlardır. Bu görüş (yani borçları yazmanın farz olduğunu söyleyen görüş) dikkate alınması gereken kıymetli ve doğru bir görüştür. Başkalarının haklarını batıl yollarla yemeyi engellemek, çekişme ve ihtilaf kapılarını kapatmak ve borçların belgelendirilmemesi ve yazılmaması nedeniyle toplumumuzda gördüğümüz tartışma, ayrılık ve hilaflara son vermek için şu zamanda insanları özellikle bu görüşe yönlendirmek gerekir.

Kiraya verenle kiracı arasında, sırf kira sözleşmesi yapmamaları nedeniyle nice ihtilaflar yaşanmaktadır. Bir meseledeki anlaşmazlıklarından dolayı ortaklar arasında nice düşmanlıklar vuku bulmaktadır. Bunun da sebebi ortaklık akdini yazmamalarıdır. Belgelendirilmeyen diğer muamelelerde de benzeri şeyler söz konusudur. İşte bundan dolayı herhangi bir akit gerçekleştiren taraflara, az olsun çok olsun sözleşmenin tüm şart ve detaylarını yazmalarını tavsiye ediyorum. Rabbimiz şöyle buyurur:

‘Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın.’ [2][3]

Şeyh, sözlerine şöyle devam eder: ‘Yazılmayan ve şahitlendirilmeyen muamelelere birçok zarar terettüp etmektedir. Bunlardan bir tanesi borç alıp veren taraflardan birisinin güvenilir olmayışı nedeniyle belirli bir süre sonra kasten gerçek dışı iddiada bulunabilmesidir. Bu zararlardan bir tanesi de unutma ve hatadan kaynaklanmaktadır. Alışveriş yapan taraflar şüpheye düşüp ihtilaf ettiğinde, şüpheyi ortadan kaldıracak ve anlaşmazlığı bitirecek bir yazı ve şahid olmadığı için, iki taraftan her biri diğeri hakkında suizanna kapılmakta ve bu durumda kendi görüşünü terk ederek hasmının fikrine dönmesi zorlaşmaktadır. Bu da düşmanlığı ve hasımlığı körüklemektedir. Bunun ardından tartışmanın getirdiği ve her iki tarafı da zora sokacak öyle şer işler olmaktadır ki, bazen tarafları (daha başka) birçok haramı işlemeye bile sevk edebilmektedir.

Borcu yazmanın ve onu belgelendirmenin insanlara getirdiği birçok da fayda vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1. Malların Korunması: Hiç şüphe yok ki bizlere mallarımızı korumak emredildiği gibi onları zayi etmek de yasak kılınmıştır.

2. Çekişmelerin Bitmesi: Gerçek şu ki belge, herhangi bir muamelede bulunan taraflar için ihtilaf anında kendisine müracaat edecekleri bir hakem hükmündedir. Kimi zaman fitnenin dinmesine sebep olur. Belgenin açığa çıkarak insanlar arasında durumunun belli olması korkusuyla taraflardan birisi, diğerinin hakkını inkâr edemez.

3. Yanlış Alım-Satımdan Korunma: Kimi yanlış alım-satım yapan kimseler, alım-satımı belgelediklerinde akdi fesada uğratacak sebeplere yol bulamazlar. (Noter gibi) belgeyi yazıya döken kimse, onları bu belgeye döndürerek kendilerini doğruya yönlendirir.

4. Şüphelerin Ortadan Kaldırılması: Herhangi bir muamelede bulunan kimselere bazen zamanın uzaması nedeniyle malın miktarı ve sürenin ne kadar olduğu karışık gelebilir. Ancak belgeye müracaat ettiklerinde iki taraf için de ortada herhangi bir şüphe kalmaz.’[4]

Şeyh Hüsameddin el-Affâne’nin bu sözlerinden, özellikle şu dönem için zikrettiği birçok haklı gerekçe itibariyle borçları yazmanın farz olduğu görüşüne meylettiğini söyleyebiliriz. Cumhurun görüşü, belki güvenin ve karşılıklı emniyetin hakim olduğu İslam toplumlarında tercih edilerek, fetva o yönde verilebilir. Ancak kardeşler arasında bile güvenin sona erdiği şu günlerde bu görüşü ön plana çıkarmak, bizim de zannımızca en isabetli olanıdır. Yine de doğruyu en iyi bilen âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

Borçlanmak Caizdir, Asıl Değildir

Kapitalizmin gönüllere nakşedildiği, maddeciliğin zihinlerde yer ettiği şu ahir dönemde tüm değerlerimiz altüst olmuş vaziyettedir. İnsanlar sırf daha çok kazanabilmek için ticaretteki ‘caizleri’ sanki ‘farzmış’ gibi değerlendirmekte ve hayatlarını bunun üzerine bina etmekteler. İşte bu caizlerden bir tanesi de ‘borçlanmak’tır. İslam’a göre bir insan borçlanabilir, borç isteyebilir, borçla alışveriş yapabilir; ama bu, asla keyfî olmamalıdır. Keyfî olduğunda, içki ve kumar gibi büyük günahlara bile ön görülmeyen manevî çok ağır bir ceza ile karşı karşıya kalınabilmesi söz konusudur. Bu ceza, Rasûlullah tarafından cenazesinin kılınmaması cezasıdır. Acaba hangi Müslüman böyle bir ceza ile karşı karşıya kalmak ister? Biraz sonra bununla alakalı birkaç cümle söyleyerek tehlikesine dikkat çekmeye çalışacağız; ama öncesinde borçlanmanın caizliğine değinmemiz gerekmektedir.

İslam’da borçlanmak caizdir. Bunun caiz oluşu, konunun başında zikrettiğimiz Bakara suresi 282. ayetle sabittir. Rabbimiz o ayetin başında şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın…”

Demek ki bizler birbirimize karşı borçlanabilir, karşılıklı olarak borç alıp verebilirmişiz. Bu, bizzat Rabbimizin ayetiyle bize caiz kılınmış işlerdendir. Lakin burada bilinmesi gereken şudur: İslam’da asıl olan alışverişleri peşin yapmak ve ‘al gülüm ver gülüm’ esası üzere ticareti çevirmektir. Şayet buna imkân bulamaz ve ihtiyaç durumuna düşersek o zaman borçlanmamız ve insanlardan borç istememiz caizdir.

Mesele bu kadar net ve berrak olduğu hâlde, gelin görün ki yaşadığımız şu dönemde işler tamamen tersine dönmüş ve gönüllerimizde asıl olan sanki borçlanmakmış gibi bir fikir hâkim olmuştur. Subhanallah! Kime gidersek gidelim herkes borçlu! Âliminden cahiline, takvalısından facirine kadar herkes borç bataklığına gömülmüş durumda! Ve maalesef ki bu konudaki gevşeklikleri yüzünden insanlar nazarında da itibarlarını kaybetmişler. Artık insanlar, Müslümanlara bile güvenemez olmuşlar. Oysa Müslüman demek, her şeyiyle insanlara güven veren ve insanları kendi elinden ve dilinden selamette kılan kimse demektir.

Peki, vakıa böyle mi cereyan ediyor?

El-cevap: Maalesef!…

İnsanlar, artık Müslümanlara bile güvenemiyor, onların bile sözlerini tutmadıklarına, borçlarına sadık olmadıklarına inanıyorlar. Kardeşlerim, inanın bu, bizler için bir züldür ve gerçekten de çok acı bir durumdur. Biz her şeyimizi kaybetsek de asla güven ve eminliğimizi kaybetmemeliydik. İnsanlar her şeyimizi eleştirebilse de asla dürüstlüğümüze laf edememeliydi. Çünkü biz mümin idik. Yani imanımızdan dolayı insanlara eminliği götüren, ameliyle de onlara emin olmanın nasıl pratize edileceğini gösteren insanlardık. Ama biz bunu hakkıyla başaramadık.

Normal insanların Müslümanlar hakkındaki bu kanaatini belki bazılarımız önemsemeyebilir veya bunu abartı olarak değerlendirebilir. Ama buna bizzat Müslümanların kendileri de şahitlik ediyorsa, yani kardeşlerimizin borçlarına sadık olmadıklarını bizzat onların akide kardeşi olan muvahhidler de söylüyorlarsa, işte orada durup düşünmek ve derin bir muhasebe yapmak gerekir. Elbette bütün kardeşlerimiz böyle değil; içlerinde çok temiz ve gerek ahdine gerekse borcuna çok sadık olanlar var. Onları tenzih ediyor ve sayılarını artırması için Allah’a dua ediyoruz. Ama bir tanemiz bile bu kötü vasfa sahipse, onun verdiği zarar hepimizi etkiliyor, sıkıntısı pak davamıza leke getiriyor. Bu nedenle borçlarımızı vaktinde ödemeye ve sözlerimizi yerine getirmeye gayret etmeli, şartlar ne olursa olsun ‘şu gün’ demişsek mutlaka ona riayet etmeliyiz.

Şimdi, biraz önce dikkat çektiğimiz meseleye, yani borçlarını ödemeyenlerin nasıl manevî bir ceza ile cezalandırılacaklarına değinebiliriz… Sahih delillerin haber verdiğine göre, borçlarını kasten ihmal edenlere, Asr-ı Saadet’te içkicilere bile ön görülmeyen çok ağır manevî bir ceza verilmiştir. Bu ceza, âlemlere rahmet olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından cenaze namazlarının kılınmama cezasıdır. Rasûlullah zina etmiş, içki içmiş ve büyük günahlara bulaşmış Müslümanların cenazelerini kıldığı/kıldırdığı hâlde, borçlu olan Müslümanların cenazesini kılmamış ve bu eylemiyle kul hakkına riayet etmekte titizlik göstermeyenlere dünyadaki en büyük manevî cezalardan birisini vermiştir.

Seleme bin Ekvâ radıyallahu anh anlatır:

“Nebi’nin yanında oturuyorduk. Derken bir cenaze getirildi. Oradakiler:

— Ya Rasûlullah, onun namazını kıldır, dediler.

Nebi:

— Bunun borcu var mı, diye sordu.

Sahabiler:

— Hayır, dediler.

— Peki, geriye bir şey bıraktı mı?

Sahabiler yine:

— Hayır, dediler.

Bunun üzerine Nebi onun namazını kıldırdı.

Daha sonra başka bir cenaze getirildi. Oradakiler:

— Ey Allah’ın Rasûlü, bunun namazını kıldır, dediler.

Nebi:

— Borcu var mı, diye sordu.

— Evet, denildi.

Bunun üzerine:

— Peki, geriye bir şey bıraktı mı? 

Sahabiler:

— Üç dinar bıraktı, dediler.

Bu cevap üzerine Nebi onun da namazını kıldırdı.

Sonra üçüncü bir cenaze getirildi:

— Ey Allah’ın Rasûlü, bunun da namazını kıldır, dediler.

Nebi, tıpkı öbürlerinde sorduğu gibi:

— Geriye bir şey bıraktı mı, diye sordu. Sahabiler:

— Hayır, dediler.

— Peki, borcu var mı?

— Üç dinar borcu var, dediler.

Bunun üzerine Nebi:

— Arkadaşınızın namazını siz kılınız, buyurdu.

Ebu Katade kalkıp:

— Ey Allah’ın Rasûlü, sen namazını kıldır, onun borcunu ben üstleniyorum, dedi. Bu cevabı alınca Nebi de namazını kıldırdı.” [5]

İşin aslına bakılırsa borçlu ölmek, şer’i açıdan bir Müslümanın cenaze namazının kılınmasına mâni değildir. Bir Müslüman borçlu dahi ölse, diğer Müslümanlar tarafından cenazesi kıldırılır. Ama Efendimizin buradaki uygulamasında ince bir mesaj vardır. Önemli olan bu mesajı kavrayabilmek ve diğer günahlara bulaşanların namazları kılındığı hâlde borca bulaşanların neden namazlarının kılınmadığını iyi idrak edebilmektir. Müslümanların bu noktada kafa yormaları ve ‘Acaba şurada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olsa, bizim namazımızı kılar mıydı?’ diye sorarak iyiden iyiye bir iç muhasebe yapmaları gerekmektedir.

Kanaatimizce Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Medine’nin ilk dönemlerinde borçluların cenazelerini kılmamaya yönelik yaptığı bu uygulaması, insanları bu kötü ahlaktan arındırmak ve konu hakkındaki gevşek davranmalarının önüne geçmek içindi. Bu noktada Müslümanların gönüllerine bu işin ne kadar ciddi bir mesele olduğunu nakşettiğinde, mezkur uygulamasından vazgeçti ve borcu olduğu hâlde vefat edenlerin borçlarını üstlenerek her Müslümanın cenazesini kıldırdı.

Bu uygulamalardan bizim şu gerçeği zihinlerimize kazımamız gerekmektedir: Borç ile Allah’ın huzuruna gitmek tehlikelidir. Peygamberimizin, cenaze kılmaktan imtina etmesine vesile olacak kadar ciddi bir meseledir. Ve içerisinde kul hakkı söz konusu olduğu için helallik dilemeye taalluk eden bir durumdur. Eğer borçlu kimsenin alacaklısı hakkını helal etmez veya bir vesileyle hakkı ödeştirilmezse, hakkı ödenene dek o kişi cennete giremeyecektir. Hatta Allah yolunda kanını bile akıtmış olsa, bu böyledir. İşte bundan dolayı mesele çok ciddi ve tehlikelidir.

Bu nedenle borca giren bir Müslüman, bu ve bu manadaki korkutucu hükümleri zihninden çıkarmamalı ve bir an önce borcundan kurtulmanın yollarına bakmalıdır. Aksi hâlde Asr-ı Saadet ortamında cenazesi kılınmayan insanlar güruhuna dahil olur ki, bu onun için büyük bir hüsrandır. Meseleye bu zaviyeden bakınca, borç bataklıklarında yaşayan ahir zamanın şu Müslümanları için şunu demekten kendimizi alamıyoruz: Bu insanlar şayet Asr-ı Saadet’te yaşasalardı, içlerinde cenazeleri kılınmayacak ne de çok insan olurdu!

‘Allah’ım! Senden afiyet ve selamet dileriz. Sen bizleri borç zilletinden koruyarak izzet ve şerefle yaşamayı nasip et.’

Borç Yiğidin Kamçısı mıdır, Yoksa…?

Bugün borcu olan Müslümanların maalesef ki bu konuda çok rahat davrandıklarına şahit oluyor ve sanki hiç borçları yokmuş edasıyla hareket ettiklerini görüyoruz. Adamın borcu var, normal şartlarda onu ödemek için gerekirse akşamları bile ek iş yapmalı; ama o kadar rahat, o kadar geniş gönüllü ki sanki dünyanın en müsterih insanı! Yine öyleleri var ki, borcu olduğu ve karşı tarafı zora soktuğu hâlde cebinde iki üç bin liralık telefon taşıyabiliyor! Bu nasıl bir anlayış, nasıl bir bakış açısı anlamak mümkün değil!

Eskiden atalarımız, Müslümanların borçla yaşayamayacaklarını, onun beli kıran yükü altında ezileceklerini iyi bildikleri için teşvik mahiyetinde ‘Borç yiğidin kamçısıdır’ demişlerdir. Doğru da söylemişlerdir. Her ne kadar günümüzde yanlış anlaşılsa da bu sözün öz manası haktır. Atalarımız bu hikmetli sözle aslında şunu kastetmişlerdir: Kamçı nasıl ki atı tetikler ve onun daha çok çabalamasını sağlarsa, borç da aynı şekilde Müslümanı tetikler ve bir an önce bu zilletten kurtulması için daha fazla çabalamasını sağlar. İşte atalarımızın kastettiği mana budur. Ama bu söz, doğru bir mana için söylendiği hâlde günümüzde kendisiyle batıl kastedilen cümleler kervanına dahil olmuştur.

Atalarımızın Kur’an ve Sünnet’in özünden süzerek söyledikleri bu sözü güzelce düşünmek gerekir. Acaba ne demektir borcun yiğit için kamçı olması? Borç; yiğit, şahsiyetli ve onurlu kimseleri bir an önce kendisinden kurtulmaları için kamçılar, tetikler, teşvik eder. Ama kendisinde şahsiyet ve onur bulunmayanlar için böyle bir şey söz konusu değildir. Onlar kamçı yemeye alıştıkları için sağ taraftan bir tane yeseler, tereddüt etmeden iki tane de diğer taraftan yemek için dönerler. Böylelerine nasihat de fayda vermiyor, kamçı da! Ne desek boş! Maalesef bu tür insanlara borç kamçı diyoruz anlamıyorlar. Zillet diyoruz anlamıyorlar. Günah diyoruz anlamıyorlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sizin gibilerin cenaze namazını kılmamış diyoruz anlamıyorlar. Biz de ne diyeceğimizi şaşırdık! Allah şuur ve izan versin.

Günümüz insanı, atalarımızdan nakledilen bu vecizenin anlamını bozmuş ve onu ‘daha da çok borçlanacaksın’ manasına hamletmişler. Bu mana kesinlikle yanlıştır ve kabulü asla mümkün değildir. Eğer birileri bunu böyle anlıyorsa hata ettiklerini bilsinler; zira borç, onurlu bir insan için kelimenin tam anlamıyla ‘zillet’tir. Allah hepimizi zilletin her türlüsünden muhafaza buyursun.

Borçlanmalarda Zaman Tayini Önemlidir

Âlimlerimizin belirttiğine göre borçlanmanın üç hâli vardır:

1. Adı konmuş ve süresi belirlenmiş borçlanma,

2. Belirli bir süreyle sınırlandırılmamış borçlanma,

3. Süresi bir meçhule bırakılmış borçlanma.

Bunlar içerisinden ilk iki halet caiz iken son maddede yer alan ‘meçhule bırakılmış borçlanma’ caiz değildir.

Bir insan vade ile mal aldığı veya emanet para talebinde bulunduğu kimseye bir süre tayin etmek suretiyle borçlanabilir. Örneğin, ‘altmış gün sonra sana bu borcumu ödeyeceğim’ diyebilir. Veya şu tarihte paranı getireceğim diyebilir. Bu caizdir ve içerisinde herhangi bir mahzur yoktur.

İkinci maddede zikrettiğimiz şeye gelince, bu da caizdir. Yani bir insanın belirli bir süre tayin etmeden borçlanması ve herhangi bir zaman zikretmeksizin yük altına girmesi… Buna kişinin ‘ben senden şunu borçla alabilir miyim?’ demesini ve bunun için şu gün getireceğim şeklinde herhangi bir vakit tayininde bulunmamasını örnek gösterebiliriz. Bu, alacaklı pozisyonunda olan kimsenin rızası dahilinde caizdir. Buna ‘belirli bir süreyle sınırlandırılmamış borçlanma’ denilir.

Üçüncü maddede zikrettiğimiz şeye, yani süresi bir meçhule bırakılmış borçlanmaya gelince, bu caiz değildir. Buna kişinin ‘ben senden şunu babamın geleceği güne kadar bir vadeyle alıyorum’ demesini örnek verebiliriz. Borç isteyenin babasının ne zaman geleceği meçhul olduğu ve böylesi bir borçlanmada bir nevi aldatma bulunduğu için İslam bunu yasaklamıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Her kim bir şeyde selem akdi yaparsa (yani peşin parayla vadeli mal alırsa) belirli bir ölçüyle ve adı konmuş bir süreyle selem yapsın.” [6]

Bugün bazı Müslümanların bu hataya düştüğüne şahit oluyoruz. Borçlandıklarında diyorlar ki ‘Öderiz bakalım…’ Veya şöyle diyorlar: ‘Kaçıcı mıyız ya!’ Tamam, sen belki kaçıcı değilsin, ama ölüverirsen ne olacak? Ben senden alacaklı olduğumu kime, nasıl anlatacağım? İşte bu gibi nedenlerden dolayı mutlaka borçları yazmak ve yazdığımızda da adını koymak gerekir; aksi hâlde tartışmaların, anlaşmazlıkların ve aldatmaların kapısı aralanmış demektir. Bu da Müslümanların arasını bozmaya, fitne ve kargaşaya neden olur.

Borçlanmada İzlememiz Gereken Yol

Borçlanmalarımızda şu maddelere dikkat edersek ihtilafların, anlaşmazlıkların ve ara bozulmalarının bir nebze de olsa önüne geçmiş oluruz:

1. Borcun ne zaman ödeneceğinin muhakkak adını koymalıyız.

2. Eğer taksitlendirme gibi bir şey söz konusuysa hangi ayda, hangi günler arasında ödeneceğini belirtmeliyiz.

3. Borcun miktarını ve zamanını yazmalıyız.

4. Borcu iki erkek veya bir erkek iki kadınla şahitlendirmeliyiz.

5. Borçlanan kişi hakkında güvensizliğimiz veya gözettiğimiz şer’i başka bir maksat varsa ondan rehine talep etmeliyiz.

6. Yazma işlemlerinden anlamıyorsak −ki bugün resmi işlemlerin birçoğunu aklı başında olanlarımız bile gereği gibi bilmemektedir− bu durumda güvenilir birisine yazdırmalıyız.

7. Birilerinin bizler adına düzenlediği evrakları görmeden asla teyit etmemeli, mutlaka bilgimiz dahilinde işleme konulmasına özen göstermeliyiz.

Sayılan bu hususlara dikkat etmeye çalıştığımızda, maddi anlamdaki zararlarımız Allah’ın izniyle en asgariye inecektir. Bunlara riayet etmeye çalıştıktan sonra, insanların sahtekârlıkları veya bizim aşırı iyi niyetimiz nedeniyle mâli olarak zarara uğratılsak da inşallah manevi olarak kazanacak, hiç olmazsa Allah’ın buyruğuna ram olmanın verdiği gönül ferahlığıyla mutlu olacağız. Ahirette alacağımız mükâfat ise biiznillah bunun kârı olacaktır.

Son Olarak

Borçlanma meselesine dair söylenecek elbette çok söz var; ama hasbelkader vermek istediğimiz mesajı ilettiğimize inanıyoruz. Burada son olarak Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem birkaç hadisini hatırlatarak yazımızı sonlandırmak istiyoruz. Rasûlullah buyurur ki:

“Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür.” [7]

Âlimlerimizin belirttiğine göre her ne kadar hadisin orijinalinde ‘zengin’ lafzı kullanılmış olsa da bununla fakir bile olsa ödemeye imkân bulan herkes kastedilmiştir.[8] Buna göre hadisin anlamı şöyle olur: “İmkânı olan birisinin borcunu geciktirmesi zulümdür.”

Bugün –Allah’ın rahmet ettikleri müstesna– en iyi bildiklerimiz bile maalesef bu hatanın içerisine düşmekte ve imkânları olduğu hâlde borçlarını vaktinde ödememektedirler. ‘Kaçıcı mıyız?’ diye dillerine pelesenk ettikleri batıl bir sözle hak sahiplerinin haklarını eda etmemekte ve bu şekilde Rasûlullah’ın dili ile zalimlerden olmaktadırlar. Zalim denince aklımıza hep Haccac gibi adamlar gelir, değil mi? Ama Rasûl’ün mübarek dilinde imkânı elverdiği hâlde borçlarını geciktirenler de zalimdirler. Bu nedenle asla borcumuzu geciktirenlerden ve farkında olmadan zulme bulaşanlardan olmamalıyız! Ticaretimizde Allah’ın ve Rasûlü’nün tavsiyelerini ölçü almalı, birilerinin yanlış uygulamalarına takılarak ahiretimizi perişan etmemeliyiz. Allah bizi ve sen değerli tacir kardeşimizi zulmün her türlüsünden muhafaza buyursun.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem borçtan korunmak için şöyle dua ederdi:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ، وَالْعَجْزِ وَالْكَسَلِ، وَالْبُخْلِ وَالْجُبْنِ، وَضَلَعِ الدَّيْنِ، وَغَلَبَةِ الرِّجَالِ

“Allah’ım! Kederden, hüzünden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, bel büken borçtan ve insanların galebe çalmasından sana sığınırım.” [9]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazlarında:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ الْمَأْثَمِ وَالْمَغْرَمِ

“Allah’ım! Günahtan ve borçtan sana sığınırım’ diye dua ederdi. Sahabeden birisi:

— Ey Allah’ın Rasûlü! Borçtan ne kadar da çok Allah’a sığınıyorsunuz, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah:

— Kişi borçlandığında konuşur yalan söyler, söz verir sözünde durmaz (İşte Allah’a çokça sığınmamın nedeni budur.) buyurdu.” [10]

◆◆◆

Değerli tacir kardeşim, buraya kadar anlattığımız şeylerle borçlanma konusunda önemli gördüğümüz bazı hususlarda sana nasihatlerde bulunmaya çalıştık. Bu nasihatleri asla kulak ardı etme. Şartlar ne olursa olsun borçlarını yazmaya özen göster. Vadesi dolduğunda onları vaktinde ödemeye çalış. Sen buna çabaladığında, göreceksin ki Rabbinin yardımı sağanak sağanak üzerine yağacaktır.

Rabbim bizi ve seni borç konusunda gereği gibi hassasiyet göstererek rızasına eren kullarından eylesin. (Allahumme Âmin)

Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…

 

 

[1]       .   2/Bakara, 282

 

[2]       .   2/Bakara, 282

 

[3]       .   Fıkhu’t Tâciri’l Müslim, sf. 45.

 

[4]       .   Fıkhu’t Tâciri’l Müslim, sf. 45 vd.

 

[5]       .   Buhari

 

[6]       .   Buhari, Müslim.

 

[7]       .   Buhari, Müslim

 

[8]       .   Bkz. Fethu’l Bari, 4/465.

 

[9]       .   Tirmizi

 

[10]      .   Buhari, Müslim.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver