Nuruyla bizi aydınlatan, hidayete ulaştıran Allah’a hamd, ümmeti için dua eden Rasûlullah’a salât, onun güzide ashabına da selam olsun.
Kunut; kelime olarak itaat, huşu, dua ve kıyam manalarına gelmektedir. İslam fıkhında kunut; namazın son rekâtında kıyamda iken dua etmektir.
Kunut yapmak Peygamberimizin sünnetlerindendir. O, bu ameli İslam ümmetinin zihnine, kanlı suikast diye kaydettiği, Bi’ru Maûne faciası sonrasında yapmıştır. Olay şöyle meydana gelmiştir:
Bazı kabileler Peygamberimize gelip iman ettiklerini söylediler. Ve Peygamberimizden kavimlerine dinini öğretecek kurralar istediler. Peygamberimiz ilk etapta onlara güvenmedi. Gelen bu kabileler kurraları muhafaza edeceklerine dair söz verince Peygamberimiz, ensardan yetmiş kurrayı onlarla beraber gönderdi.
Bu kabileler Bi’ru Maûne bölgesine vardıklarında Peygamberimizin kurralarını öldürmeye başladılar. Ve onlara işkence ettiler. Haber Rasûl’e ulaşınca Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir ay boyunca bütün namazlarda rükûdan sonra, onların isimlerini zikrederek kunut yapmış ve beddua etmiştir. (Buhari) Bazı rivayetlerde Peygamber bir ay sonra sabah namazı hariç diğer namazlarda kunutu bırakmıştır. Sabah namazında ise ölünceye kadar kunut yapmaya devam etmiştir. (İmam Ahmed)
Bu kıssadan da anlaşıldığı üzere Allah Rasûlü bu olay üzerine çok üzülmüş ve bu konuda sürekli kunut yaparak o kavme beddua etmiştir.
Bugün her ne kadar birebir böyle olaylar yaşamadıysak da ümmetin hâli bu durumdan uzak değildir. Nice muvahhid Müslümanlar esir alınmış, her gün dile kolay ama sabrı zor olan işkenceler ile ölüp dirilmektedirler. Meydanlarda Allah’ın dini için savaşan ve Müslümanlardan dua bekleyen mücahidlerin durumu da hakeza öyledir. Hele ki namusları kirletilen bacılar, öldürülen masum yüzlü körpecik yetim çocuklar, ellerinden her şeyleri alınmış durumdadırlar. Daha önemlisi ise inancımıza açılan savaş ve İslam’ın yeryüzünde silinmesi için tağutların verdiği mücadeleler ve bu mücadelenin karşısında yardıma muhtaç olan Müslümanların iniltileri… Bu ve buna benzeyen durumlar Bi’ru Maûne katliamından daha büyüktür diye düşünüyorum.
Şimdi sözü kendimize döndürüp muhasebe edelim:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durum karşısında bir ay boyunca her namazda ellerini semadan indirmedi, dilini bir ay boyunca susturmadı. Sürekli bu zulmü yapan kavme beddua etti ve esir olanlara da dua etti. Evet, bu olay üzerine Rasûlullah’ın dilinden şu kunut duası döküldü:
“Allah’ım Velid bin Velid’i, Seleme bin Hişam’ı, Ayyaş bin Ebu Rabia’yı ve müminlerin zayıf düşürülmüş olanlarını kurtar. Allah’ım Mudar kabilesinin üzerindeki şiddetini, baskını artır. Bu yılları onların üzerine Yusuf’un kıtlık yılları gibi kıl. Allah’ım Lihyan’a, Ri’l’e ve Allah’a ve Rasûlü’ne isyan etmiş olan Usayye kabilelerine lanet eyle.” (Müslim)
Peki, bizler, ümmetin içinde bulunduğu bu sancılı dönemde namaz da kaç sefer ellerimizi kaldırıp kunut yaptık? Müslümanların başına gelen musibetleri hafifletmek için Rabbimizin semaya indiği vakitte kaç sefer Rabbimize yalvardık? Rasûlullah bir ay boyunca beş vakit namazda İslam düşmanlarına beddua ederken, bizler hiç değilse bir namaz vaktinde bu sünnete yer verdik mi?
Bunların cevapları kendimizde saklıdır elbet. Ama şunu tekrar hatırlamalıyız ki bu Rasûlullah’ın sünneti ve ümmetine olan merhametidir. Bu amel zor bir amel de değildir. Hatta ‘zordur dediğimiz’ ya da ‘çok şeye ihtiyaç var’ dediğimiz şeyleri kolaylaştıran bir ameldir. Mesela, bir kardeşimizin cezaevine girdiğini düşünelim. Çoğu zaman belki de bu kardeşimizin çıkması, cezadan kurtulması için para vermek istiyoruz. Ama imkân olmadığı için veremiyoruz. Ya da kardeşimizin bir sıkıntısı var. Onun için bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Buna benzer çok karşılaştığımız durumlar olabilir. Hiçbir şey kalmadı, imkânımız yok dediğimiz yerlerde bir fırsattır kunut yapmak. Kunut yaparak bu sıkıntılar ile dertlenebilir, Rabbimizden ümmet için, kardeşimiz için yardım isteyebiliriz. Bu sebeple kunut duasına önem göstermeli ve namazlarımızda yer vermeliyiz.
Değerli kardeşim! Kunut duası ile alakalı nasihatimizi yaptıktan sonra bir önceki yazımız ile bağlantı kuralım;
Müslümanın, üzerinde devam etmesi gereken ve sürekli avuçlarında taşıması gereken amel, duadır. Çünkü dua, Müslümanın en büyük ve en önemli silahıdır.
Duanın silah oluşunu Rasûlullah söylemiş ve ümmete de pratikte bunu göstermiştir. Bedir gününü tefekkür etmemiz, duanın silah oluşunu göstermede yeterlidir. Müslümanların sayıları 313 iken müşriklerin sayısı 1000 kişidir. Sayı bakımından farklı oldukları gibi savaş teçhizatları yönünden de sahabe ile müşrikler arasında büyük fark vardı. Savaşın zahirine bakıldığında Müslümanların zafere ulaşmaları, müşrikleri yenmeleri mümkün görünmüyordu. Müslümanlar öyle bir silah kullanmalıydılar ki kendilerini güçlendirip aradaki farkları kapattığı gibi, düşmanı da paramparça etmeliydi.
Peki, Rasûlullah hangi silahı kullanarak Müslümanlar ile müşrikler arasındaki güç farkını kapattı? Veya öncesinde yenilgi gibi görünen durumu neticede zafer ile sonuçlandırdı?
Hepimizin bildiği üzere Rasûlullah, kılıcını, mızrağını çoğaltmadı. Diğer devletlere gidip mancınık vb. silahlar satın almadı. Savaşın sebeplerine yapıştığı gibi en çok kullandığı silah, dua oldu. O kadar ki, ellerini açabileceği en büyük şekilde açmış, ridası omuzlarından düşmüştü. Artık Ebubekir radıyallahu anh Peygamberimizin yanına gelerek “Ya Rasûlullah! Allah sana yardımını gönderecektir. Kendini bu kadar yorma.” demişti.
Evet kardeşim! Peygamberimizin düşmanlarına karşı en çok kullandığı silah, duaydı. Duanın yerinin secde olması, kıyam olması ve başka herhangi bir yer olması önemli değildir. Önemli olan hayatın her alanında dua ile yaşamaktır. Yoksa Rasûlullah’ın dualarını farklı yerde yapması bizlere şekil veya bir ibadet portresi çizmek değildir. Duaya teşvik ve bu ameli kolaylaştırmaktır. Bu sebeple mücadelemizde bizlere en çok ihtiyaç olacak donanımı sağlama almalıyız. Ki mücadelemizde başarıya ulaştığımız gibi düşmanları da heder etmiş olalım. İşte o donanım, ibadetin özü olan, duadır.
Dua sadece silah değildir. Aynı zamanda kulun Allah katındaki değerini ve kıymetini artıran amellerdendir.
“(Ey Muhammed) De ki; ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacaktır.’ ” (25/Furkan, 77)
Evet kardeşim! “Duam olmasa Rabbim bana ne diye değer versin.” ayetini düşünerek ‘dua yapıyor muyum?’ diye kendimize sürekli bu soruyu sormalıyız. Çünkü Rabbimizin bizlere değer vermesi duaya bağlıdır. Yukarıda zikrettiğimiz ayet bunu açık bir şekilde ifade etmektedir. O zaman burada şunu söyleyebiliriz, dua, Rabbini razı etmeye, O’nu hoşnut etmeye çalışanların amelidir.
Bununla beraber, hepimiz şunu net bir şekilde bilmekteyiz ki, Rabbimiz müşriklerden yalnızca şirkleri nedeniyle değil, ihtiyaç ve zorluk anında Rabblerine dua etmeleri, kolaylık anında ise duayı terk etmeleri nedeniyle de buğz etmektedir.
“…dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini Allah’a has kılarak ‘Andolsun (Ey Rabbim) eğer bizi bundan kurtarırsan muhakkak şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar. Fakat onları kurtarınca bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey insanlar sizin taşkınlığınız sırf kendi aleyhinizedir…” (10/Yunus, 22-23)
“Denizde başınıza bir musibet geldiğinde O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında ise (yine eski hâlinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür…”
Bu ayetler üzerinden tefekkür ederek terk ettiğimiz duayı tekrar canlandırmalı ve Peygamberimizin kendisinde dua yaptığı yerleri tespit ederek Rabbimize muhtaç bir hâlle yönelmeliyiz.
Rabbim bizleri zorlukta da kolaylıkta da dua eden kullarından kılsın. Rabbim bizleri dua ameli ile kendi katında şereflendirsin. (Allahumme amin)
Bir sonraki yazımızda görüşmek ümidi ile.
İlk Yorumu Sen Yap