Tevhid Ümmetine Karşı Birleşi(r)k Laik Güçlerin Topyekün Taarruzu

 

Çevre-komşu ülkelerden birinin öksürüğü tutsa, bulunduğu jeopolitik konumu nedeniyle Türkiye’nin de duruma göre ya karnı ağrır ya da beyni zonklar. Bunu sadece Osmanlı bakiyesi bir ülke olmanın cilvesi olarak değerlendirmek doğru değildir. Zira, aradan yüz yıllık bir süre geçti. Zaman değişti, hukuk değişti, nesiller geldi geçti ve en önemlisi de İslam’dan irtidat ettiğini tüm dünyaya açıkça ilan etmiş bir rejimin varlığı hâlen devam etmektedir. Çevremizdeki İslam coğrafyasında da bu durum en azından mevcut rejimler ve yöneticiler itibariyle böyledir.

Merkezini Şam bölgesi olarak aldığımızda Türkistan’dan Mağrib’e kadar olan hat üzerinde bulunan İslam coğrafyasındaki halklar, sinir uçları açığa çıkarılmış ve yüksek hassasiyetlerin her an ihtilaflara ve sonu gelmez çatışmalara dönüşebildiği kaypak bir zemin üzerinde dizayn edilip yapay sınırlarla konumlandırılmıştır. Öyle ki, herhangi bir ülkede yaşanan olağanüstü siyasal gelişmeler havuz halesi gibi çevre ülkeleri de etkileyebilmektedir. Havuzdaki suya bir çakıl taşı atıldığında taşın atıldığı noktadan başlayarak kenarlara doğru genişleyen haleler oluşur. Bu anlamda herkes aynı ‘havuz’un içerisinde ve birinin diğerinden etkilenmemesi mümkün değil.

Ulaşım ve iletişim imkanlarının baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde siyasal veya ekonomik çalkantıların küresel boyutta bir etki oluşturması bugün itibariye doğal karşılanabilir. Fakat İslam coğrafyasındaki durum en az bir asırdan beri bu minvaldedir. Savaşta veya barışta, kriz veya refah dönemlerinde, ekonomik, siyasal ve toplumsal kırılmalarla en çok etkilenen ve zarar gören, daima başta söz konusu hat üzerindeki ülkeler olmak üzere İslam coğrafyasındaki halklar olmuştur. Bu vakıa Batılılar tarafından âdetâ bir sistem hâline getirilmiştir.

Batılıların da aramızdaki Batıcıların işbirliğiyle sürdürmeye çalıştıkları bu köhnemiş sistem, her dönemde yeni gibi görünen ihtilaflar, kaoslar, krizler, kutuplaşmalar ve çatışmalar üretmeye devam etti. Tâbi oldukları demokrasiye ve laik düzene kendileri için bir yönetim şekli ve bir hayat tarzı olmanın ötesinde çok daha farklı anlamlar yüklemektedirler. Günümüz itibariyle İslam coğrafyasındaki çatışma bölgelerinde giderek daha görünür hâle gelen ve netleşen saflaşmalar bunu teyit etmektedir. Bunu birkaç misalle somutlaştıralım.

Künyesi komünist fakat devlet işleyişi büyük ölçüde kapitalist olan Çin rejiminin Türkistan’daki zulüm ve vahşetine dünyada gıkını çıkaran kimse yoktur. Milliyetçi kesimin ara sıra duyulan homurdanmalarını kesmek için hükümetin pek mahcubane ve kıvrak diplomatik dille deklare ettiği bir iki demeç dışında, ülkemizden de ciddi anlamda yükselen bir ses yok. Hayvanlarına dahi ‘İnsan hakları’ muamelesini yakıştıran Batılıların, söz konusu mazlum Müslümanlar olunca nasıl da kulaklarının üzerine yatıp ıslık çalmaya başladıklarına bilmem kaçıncı bin kezdir tanıklık ediyoruz.

Burma’daki Müslümanların durumu da benzer vahamettedir. Hatta biri diğerinden daha da trajiktir. Kendilerine koyu budist, Müslümanlara ise katı laik olan mutlak şirk rejiminin yerli budist halkın da katılımıyla gerçekleştirdiği kıyım ve zulümler engelsiz ve yaptırımsız bir şekilde devam etmektedir. Tüm bunların görmezden gelinmesinin önemli nedeni; Müslümanlara yapılan bu zulmün Budizm kökenli olması ve laiklik gibi Batılılarla ortaklaşılan bir ideolojiye dayandırılmasıdır.

Mursi tarafından rütbe atlatılarak yükseltildiği generallik payesine razı olmayıp kendilerine biatlı ‘Demokrat Halife’ vb. hayalî vaatlerle haçlı siyonistlere kanarak onlara emir eri olmayı geniş karnına sindirebilmiş Sisi firavunu da cürümlerini giderek büyüyen bir tehdit olarak gösterdiği İslam’a karşı laik-batıcı reflekslerle işlemeye devam etmektedir. Bütün dünyanın gözleri önünde mazlum halkı üçer beşer infaz eden, haksız yere tutuklatan, akıl almaz işkencelerden geçiren, tiyatro gibi yargılamalarla müebbet hapis ve idam cezalarına çarptıran Mısır firavunu aynı zamanda emrindeki medya organları marifetiyle dizi ve sinema filmleriyle siyonist yahudi efendilerini munis (ve hatta siyonizm ilkelerine uygun olarak üstün) göstermenin gayreti içerisine girmiştir.

Libya’daki çıban başı, Amerikan vatandaşı, darbeci general H. Hafter…

Rafızî Yeni Fars İmparatorluğu(!)nun, Suriye ‘Vilayeti’nin dar bir alanının koloni valisi olarak ‘Bitkisel de olsa’ hayatta tutmaya çalıştığı kadavra Esed…

Kürdistan’ın kuzey ve batı kesimlerinde Amerika elebaşılığındaki Batılı koalisyona marabalık edenlerin fühneri modern Nemrud…

İslam ümmetin baş belâsı Rafızî İran’ın ‘İmamiye gazı, petro-dolarlar, örgütçülük ve devasa silah yardımları’ ile ifsat ederek ilim ve hilim yurdu Yemen’i onlar vasıtasıyla terör yatağı hâline getirdiği Ensarullat ve başlarındaki Huti…

Afganistan, Orta Asya’daki Türk devletleri, Irak, Tunus ve diğerleri…

Batıcılık, Batı ittifakı, demokrasi ve laiklik, söz konusu geniş coğrafyada İslam ümmeti olma iddiasındaki geniş halk kitlelerinin neredeyse iflahını kesmiştir. Genel görünümü pek de iç açıcı olmayan bu manzaranın temel sebeplerinden birisi de ‘İslam Ümmeti’ olarak isimlendirilen bu kitlelerin bizzat kendi öz nefislerine karşı samimi ve dürüst davranmıyor olmalarıdır.

Haçlı Seferi Yerine Haçsız Marabalar İşbaşında

Modern şirk ideolojilerine inanıp kafirler gibi yaşadığı hâlde aynı zamanda mümin muamelesi görmeyi istemek olacak şey değildir. Günümüz vakıası ise genel olarak budur. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Batılı emperyalistlerin fiilî işgal ve sömürge faaliyetlerini sonlandırdıkları düşünülmekteydi. İki binli yılların başında yaşanan Afganistan ve Irak işgalleriyle bunun doğru olmadığı çok büyük acılar ve ağır bedellerle ortaya çıktı.

Haçlı siyonistlerin hücre kromozomlarındaki vahşi sömürgecilik genleri nesilden nesile tevârüs etmektedir. Geçmişte Haçlı Seferleri, günümüzde de demokrasi ihracı derken bugün çok daha sinsî bir planı uygulamaya koymuşlardır. Görünümü yerli fakat zihniyeti haçlı olan zındık mürtedleri tevhid ümmetinin üzerine salmak…

Koyun Gözlü Adam ve Batı’nın ‘Yeşil Alan’ı

Kıssadan hisse… Rivayet olunduğuna göre gözlerini kaybetmiş âmâ bir adama göz nakli yapılmasına karar verilmiş. Nakil yapacak doktorlar hastaya ‘Beyefendi, nakil yapabilmemiz için şu anda uygun bağışçı yok. Bu durumda çok uzun bir süre bekleyebilirsiniz, haberiniz olsun. Fakat farklı alternatiflere de razıyım derseniz, size kısa zamanda göz naklini gerçekleştirebiliriz.’ Hasta adam, körlüğün karanlık dünyasından kısa sürede çıkabileceğini ümit ederek ‘alternatif’in ne olduğunu sormadan doktorların teklifini kabul eder. Hemen ertesi gün ameliyata alırlar. Bir süre sonra taburcu ederler. Belli aralıklarla kontrole giden hastaya doktorlar: ‘Nasılsınız, herhangi bir şikayetiniz var mı?’ diye sorunca adam şöyle bir cevap verir: ‘Doğrusu ciddi bir şikayetim yok, amma… Mesela evde, bahçede veya sokakta yeşil bir şey oldu mu gözlerim gayri ihtiyari o yeşilliğe takılıp kalıyor.’

Meğer doktorların ‘alternatif’ dedikleri, bir koyunun gözleriymiş!

Zırhlı bir şövalye de olsa, matruş suratlı kravatlı hınzır bir diplomat da olsa, haçlı siyonistlerin de ‘Yeşil’i, tarih boyunca İslam ümmeti ve İslam coğrafyası olmuştur. Dün haçlı seferleriyle, bugün demokrasi ve laiklik ambalajlı bombalarla çöreklendikleri İslam beldelerindeki halkların içinden devşirdikleri ve sadece yönetici sınıfla da sınırlı kalmayan büyük kalabalıklardan oluşan itaatkar marabalarını sahaya sürerek, örtülü işgal ve sömürü faaliyetlerini sinsice sürdürmektedirler. Batı’nın yerli marabaları bizzat yaşadıkları beldelerde tarihte belki de ilk kez şahit olunan bir ahlaksızlık örneği sergileyerek ‘Özişgalci’, ‘Özsömürgeci’ olmuşlardır. Böylelikle beslenip semirdikleri Batı zihniyetine münasip bir şekilde işgal ve sömürüde yeni bir çığır açarak Batılılarla ortaklaşmaya kalmayıp onları kendilerine hayran bırakmanın hazzıyla motive olmaktadırlar.

Hakkı yalanlayan ve onunla alay eden haçlı siyonistler ile yerli marabaları, hak ehline karşı ellerinde bulunan sihir gücündeki internet, uydu ve televizyon kanallarıyla yaydıkları yalan, komplo ve propagandalarla mücahid Müslümanları ‘İslam ümmeti’ içerisinde izole ve mahkum etmek için büyük çabalar sarf etmektedirler. Sahadan, denizden, havadan ve uydulardan ahlaksızca saldırılarda bulunanların belli başlı özellikleri de birbirlerinden uzak değildir.

— Demokratik oldukları varsayılan ancak yegane dertleri müşterek çıkarları olan Batılı devletlerin ortaklaştıkları küresel çeteler koalisyonu.

— Batıcı ve Batı müttefiki olan, aynı zamanda demokrat ve laik olmakla beraber Müslüman kimliğini kullanan mürted rejimlerin yöneticileri ve emirleri altındaki ordular.

— Rafızî Yeni Fars İmparatorluğu hayaline Batılılarla vardığı son anlaşmayla biraz daha yaklaşan İran ve onun güdümünde hareket eden diğer Rafızî unsurlar ki, bunlar tarihsel olarak İslam ümmetine muâraza ve düşmanlıkta daima baş rolde olmuşlardır. Ümmet coğrafyasında ve Batıdaki değişik platformlarda demokrasi ile İslam’ı birbiriyle barıştırma ve karıştırma gibi laflar ederek bu cürmü işlemeye ilk cüret edenler de Rafızî İran’ın batınîliği felsefesi hâline getirmiş ve kartvizitleri hayat hikayelerinden daha uzun olan mollalarıdır.

Haçlı Siyonistlerin bir asra yakın süredir tesis edip olgunlaştırmak istedikleri ‘İdeal forma sokulan ümmet üzerinde kudret sahibi ve Batı’ya biatlı bir İslam Halifesi’ projesinin bir daha geri dönülmez biçimde akamete uğraması, küresel çeteleri bunun kendileri açısından büyük bir yenilginin başlangıcı olabileceği gibi bir korku ve dehşete sürüklemiştir. Bu hezimeti daha kuvvetlice hissetmelerini ve kısmen de görmelerini sağlayan hadiselerin mekanı ise Şam topraklarıdır.

Küresel çeteler koalisyonu liderleri, şeytani projelerinin darmadağın edildiğini görmeleri ve daha da önemlisi alışageldiklerinin tersine, kendi kontrol ve yönlendirmeleri dışındaki tevhid ümmetinin yüce Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımıyla; tecdit, ihya, teçhiz ve temkiniyle gün geçtikçe güçlenen bir surette varlık göstermeye devam etmelerini de eşi benzeri görülmemiş bir terör, anarşi ve kendi mevcudiyetlerine yönelik büyük bir tehdit olarak değerlendirmektedirler. Bu da insiyaki olarak (içgüdüsel) bir bekâ korkusuna dönüşmektedir. Hissettikleri bu korku da doğal olarak tiynetlerine uygun vahşi saldırganlık şeklinde tebellür etmektedir.

Siyonistlere himarlık vazifesini deruhte etmek için özel olarak seçilmiş olan Haçlı başı Obama ve maiyetindeki güruhun Amerika’nın çıkarları açısından hâlen sürdürdükleri İslam düşmanı politikaları dışında barış, huzur, güven ve insan odaklı farklı bir siyaset tatbik etmeye yönelmeleri mümkün değildir. Koyun gözlü adamın gözlerinin yeşilliğe odaklanması gibi haçlı siyonistler de kendi ‘yeşil’leri olarak gördükleri İslam coğrafyasında marabalarının saflarını arttırıp sıklaştırmakla meşguller. Obama ve diğer Batılı çeteciler artık şunun farkındalar; eskisi gibi İslam coğrafyasına ordular göndermeden de kendilerine bağlı ve bağımlı hâle getirdikleri irili ufaklı değişik güçler üzerinde uzun soluklu bir savaşı kolaylıkla koordine edip sürdürebileceklerdir. Düşman ise her zamanki gibi demokrasi ve laiklik cephesine en büyük tehdit potansiyeli taşıyan tevhid ümmetidir.

 Tevhid Ümmetine Karşı Hem Askerî Hem de ‘Manevî’ Koalisyon!

Batılıların ve Batıcı yerli müttefiklerinin olanca güçleriyle sürdürdükleri bu savaşta Amerika öncülüğündeki koalisyona marabalık eden devletlerin yöneticileri, onları destekleyen kitleler, laik örgütler ve taraftarlarının kimliklerinin net olarak görülmesi gerekir. Yerli oluşları, hasbelkader bu topraklarda doğmuş veya yaşıyor olmalarından kaynaklanan demokrat, laik ve ateist unsurlar için devlet ya da örgüt menfaati söz konusu olduğunda haç ile hilalin yahut kızılyıldız ile siyonyıldızının arasında hiçbir fark yoktur.

Ülkelerimizi mayın tarlasına çeviren ulusçuluk belası ile laiklik ideolojisinin halklarımıza dayatılıp zaman içerisinde sistemleştirilmesiyle ümmet içerisinde İslam’dan dönüşler ve kopmalar Ebubekir radıyallahu anh döneminde yaşanan riddet hadiselerinden daha vahim boyutlara ulaştı. Meselenin bir başka trajik boyutu ise, tevhidin özünden ve esaslarından yüz çevirerek farklı küfür ideolojilerini benimseyen, özümseyen, bu ideolojiler uğrunda mesai harcayan, mücadele eden ve ömür tüketen marazî tiplerin ‘Her yerde bulunmak’ ilkesizliğiyle ve yeri geldiğinde menfaate tahvil etmek maksadıyla kendilerini Müslümanmış gibi reklam etmekten kaçınmıyor oluşlarıdır.

Çevremizde ve yakınlarımızda biri diğerini mutlak surette iptal eden, birden fazla sıfatla tanınan birçok kimsenin varlığını müşahede etmek mümkündür.

‘Müslüman(!) demokrat’, sosyalizm referanslı ‘Devrimci Müslümanlar(!)’, her şeyi mübah sayan ibahiyenin günümüzdeki mümessilleri gibi olan ‘Hoş görücü, diyalogcu çağdaş Müslüman(!)’ vb.

Bunların dışında inanç ve ideoloji itibariyle laik, alevi-rafızî, zerdüşt, kemalist veya ırkçı olup aynı zamanda ‘Müslüman’ sıfatını kullananları da kaydetmek gerekir. Bu hakikatten hareketle denilebilir ki, bugün tevhid ümmetinden toplamda bir çınarın gölgesi kadar bir şey kalmıştır.

İsimleri ulema, evliya ve hukema arasında zikredilen dahî(!)ler azim derecede iç karartıcı olan bu manzarayı görmezler, görmek de istemezler. Onların bir kısmı eşitlikçi tağutun ve laik-demokratik şirk rejiminin lehinde olmak üzere milliyetçi-muhafazakar hükümete fetva üretmekle meşguller.

Bir taraftan sanki firdevs cennetlerinden söz ediyorlarmış gibi nostaljik Osmanlı tapınmacılığından laklak ederlerken, öte yandan Osmanlı’nın asırlar boyunca şer’i şerifin adaletiyle hüküm sürdüğü İslam beldelerinin haçlı siyonistlerle savaş uçakları ve İHA’larıyla bombalanabilmesi için izin ve imkan verebileceğine dair şeytanî fetvalar hazırlarlar. Böylelikle her çeşit küfür akidesine sahip kimselere dahi hoşgörü ve hürmetlerini takdim etmekten geri kalmayan dalalet önderleri, mazlum Müslümanların yanarak ve parçalanarak öldürülmelerine sözde meşruiyet kazandırmış olurlar. Küfür ideolojisine sahip kimselere ve kafirlere özgü hayat tarzlarını engin hoşgörü gösterenler, küfür koalisyonun bombaları altında inim inim inleyen Müslüman halkın hayat hakkını ve şer’i şerifin hükmü altında yaşama idareleri ile tercihlerini tıpkı Batılılar gibi hiçe sayarlar. Kör, sağır ve kalpsizler…

Toplum içerisindeki din bilginlerinin büyük ölçüde müptela olduğu bu körlük ‘Ümmet’ diye dillerinden düşürmedikleri büyük kalabalıkların inanç ve ideoloji itibariyle saplandıkları bataklığı görmelerine manî olmuştur. Esasen ‘Ümmet’ dediğimiz geniş kitlelerin ve özelde ülkemizdeki gayri islamî ideolojik kesimlerin sapmasının en mühim nedenlerinden bir tanesi de bu sınıf saptırıcı din bilginlerinin bizzat kendileridir. Özellikle de Kürdistan bölgesinde medreselerin ve mollaların çokluğu ile beraber şirk ideolojinin adeta halkın kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş olması ne kadar da büyük bir tezattır.

Bilhassa son yüzyılda Batılı ve batınî kaynaklardan beslenmeleri, Batılı değerleri ve ilkeleri önceleyen laik okullarda okumuş olmaları ve diğer laik kurumlarda yer edinmeleri doğal olarak hâlihazırdaki mühlik (öldürücü, tehlikeli) pozisyonları dışında farklı bir netice doğurmamaktadır.

Haçlıların Haçsız Müttefikleri: Laik Marabalar

Haçlıbaşı ve diğer çete elebaşları kırılmaya ve kırdırılmaya son derece elverişli ‘Ümmet’ coğrafyasındaki bu yapıyı çıkarları doğrultusunda sınırsızca kullanabileceklerini fark ettiler. Bu fark ediş, İslam coğrafyasındaki muazzam yeraltı kaynaklarını keşfetmiş olmaktan daha önemliydi onlar için. Çünkü artık çok kalabalık, büyük riskler taşıyan ve ülke bütçelerini sarsacak ölçüde yüksek maliyetli yeni haçlı seferleri düzenlemeye gerek kalmayacaktı.

Hepsinin de ortak paydası laiklik olan sosyalistler, milliyetçiler, baasçılar, alevî-nusayri-rafızîler, demokratlar, zerdüştler ve enva-î çeşit isimler altında örgütlenmiş putperest cereyanları bir blok hâlinde birleştirmek suretiyle tevhid ümmetine saldırtma potansiyelini geçmişteki bazı tecrübelerden de istifade ederek daha güçlü bir şekilde ortaya çıkarmış oldular. Müslümanların durumu, tıpkı korumasızken kovanlarından ‘Firar’ eden binlerce eşek arısının saldırısına uğrayan bir kimsenin durumundan daha zordur. Allah’ın rahmeti, yardımı ve koruması olmazsa ardı arkası kesilmeyen basın-yayın yoluyla yapılan kötü propaganda ve ağır bombardıman saldırıları karşısında değil mukavemette bulunmak, sebat etmeye dahi güç ve imkan yoktur.

Zalimler Felah Bulmazlar

Modern zamanların Furkan günlerini yaşıyoruz. Tevhid diyerek söze başlayan davetçilerin, tıpkı Mekke müşriklerinin o dönemdeki Müslümanlara yaptıkları gibi ‘Sabiî’ diye yaftalandığı zor zamanları… Mekke’de Ebu Cehil’den, Ümeyye’den ve Ebu Leheb’den birer tane vardı. Günümüzde ise hemen hemen her sokak başında, her gazete köşesinde, bloklarda ve ekranlarda Ebu Cehil’in çirkin silueti beliriyor, sesi duyuluyor ve ideolojik necaseti yeni nesiller üzerine boca ediliyor. Allah subhanehu ve teâlâ lafz-ı celâlini dillerinden eksik etmeyen, kravatlısından cübbelisine kadar türlü türlü saptırıcı önderler de cabası…

Müminlerle beşer suretindeki iblislere aynı muameleyi reva görerek eşitlikçi tağutî tıynetini yine yeniden gösteren Saraydaki potansiyel ‘Halife’ ve avanesi daha önce de def’aten yaptıkları gibi tercihlerini Amerika önderliğindeki şirk ve şer koalisyonunu razı ve hoşnut etmek istikametinde kullanmışlardır.

Müslümanları “…bunları dinleri aldatmış!..” (8/Enfal, 49) diye önce vicdanlarda mahkum etmeye çalışıp, sonra da hiç bir suçları olmadığı hâlde derdest eden, marabalarla onlara emir ve talimat veren eşitlikçi tağut ile avanesi yüce Allah’ın gazabına müstehak olmak pahasına Amerika’nın dostluğuyla beraber Batılı ve bâtılı güçlerle işbirliği yapmaktan geri durmamaktadırlar. Bu çerçevede değerlendirildiğinde sırtını ABD ve NATO’ya dayamış sözde İslami hassasiyet sahibi muhafazakar bir hükümetin ‘Biz sırtımızı Pkk’ye dayadık’ diyen eşbaşkan marabasının itirafları karşısında ayranını köpürtmeye çalışması pek sakil durmuyor. Tencere dibin kara, seninki benden kara…

Coğrafyamızdaki laik rejimlerin bekâ endişesi ve devlet menfaatleri ile Batılı devletlerin kurumsallaşmış etkisi altındaki paramiliter-maraba laik örgütlerin varlıklarını ve mevzilerini koruma gayeleri hemen hemen hepsini tevhid ümmeti karşısında aynı cephede birleşmeye yüceltmiştir.

İşte bu manzara asrımızın Furkan günlerinin kısa bir özeti gibidir.

Müslümanların hiçbir şekilde hak etmedikleri hâlde zulüm uygulamalarına maruz bırakılmaları, diğer İslam beldelerinde yurtlarından edilmeleri, ocaklarının söndürülmesi ve her gün onlarca canın yitip gitmesine yol açan bombalamaların gerçekleştirilmesi için haçlı siyonistlere izin, imkan ve fırsat veren eşitlikçi tağut ve avanesinin akıbeti de tarihteki seleflerinin akıbetine benzer olacaktır.

Allah subhanehu ve teâlâ zulme asla rıza göstermez. Müslümanlara yaptığı zulmü, dilinden Allah subhanehu ve teâlâ lafzını eksik etmeden çokça bağırıp hak suretinde görünmek suretiyle gerçekleştirenlerin hiç ummadıkları bir anda zillet ve rüsvaylıkla tepetaklak olmaları mukadderdir.

Allah subhanehu ve teâlâ Aziz ve Muntekim’dir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver