Hangi toplum içerisinde yaşıyor olursa olsun her insanın, hayatında sergileyeceği birçok temel davranış kalıplarını, çocuk yaşta öğrendiği bir gerçektir. Alanında uzman psikolog ve pedagogların çoğu, insanın kişilik gelişimin hemen hemen tamamına yakınının çocukluk yıllarında gerçekleştiğini söylemektedirler. Bilimsel olduğu ileri sürülen bu tespit, ‘Kişi yedisinde ne idiyse yetmişinde de odur’ deyimini de doğrular niteliktedir.
Çocuk, ruhsal, zihinsel ve duygusal gelişim evrelerinde tıpkı her kalıba ve şekle gelebilen hamur gibidir. Bu meselenin ne denli önemli olduğunu hakkıyla idrak edebilen ailelerin sayısı ise çok azdır.
Çocukta ebeveynini ya da başkalarını taklit etme özelliği, iki ile altı yaşlar arasında başlar. Bu dönemde çocuk her şeyi merak eder ve her şey hakkında sınırsız sorular sorar. Daha ileriki evrelerde ise âdeta tüm alıcıları tam kapasite açık ve faal hale gelir. Bu dönem kız çocuklarında 11-12, erkek çocuklarında ise 12-13 yaşlarına kadar sürer. Bu yaşlarda çocuklar daha aktif bir şekilde zihinsel öğrenme dönemine girerler. Artık soyut düşünme özelliğine de sahiptirler. İdrak mekanizmaları da gelişir.
Henüz küçük yaşlarda ekilmiş kavram tohumları, bu yaşlarda yavaş yavaş çıtlayıp filizlenecektir. Bununla beraber çocuklarda akletme özelliği de devreye girer. Bu dönemde çocuğa verilen bilgilerin, kişilik ve karakterinin oluşup şekillenmesindeki payı büyüktür.
Yaratılış amacına aykırı bilgiler ve öğrenimler, gayrı İslami söz ve davranışlar, çocuğun temiz fıtratının bozulmasının ilk müsebbipleridir. Her gün süregiden bu ‘eğitim’ ortamında desteksiz ve korunmasız kalan çocuk, zamanla her türlü mefsedeti sorgulamadan ve itiraz etmeden kabul eder hâle gelir.
Çocuğun kişilik ve karakterinin oluşumunda hayati önemi olan gelişim evrelerinin, şirk itikadının öğretildiği modern puthanelerde ve öğretmen sıfatlı şirk davetçilerinin rehberliğinde tamamlanıyor olması, o çocuğun akla gelebilecek her türlü tehlikeye açık bir hedef olmasına yahut aile ve toplum için büyük bir tehlike potansiyeline ulaşmasına sebep olacaktır.
Fıtrattan Fücura Giden Yol
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İslam ile fıtratın birbirine uygunluğunu Ebu Hureyre’nin radıyallahu anh naklettiği hadiste şöyle açıklamaktadır:
“Her doğan çocuk ancak İslam fıtratı üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudileştirir veya Hristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhari, 1385)
Dikkat edilirse hadiste: ‘…veya Müslümanlaştırır’ ifadesi kullanılmamıştır. Çünkü hadisin başında da belirtildiği gibi her yeni doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar.
İslam fıtratı üzere doğan çocuğun İslam dışındaki dinlere yahut şirk ideolojilerine yöneltilmeleri yukarıda söz ettiğimiz gibi ilkokul çağından itibaren başlar.
Bu dönemde çocuklar artık ebeveynlerinin -ailenin- etkisi altından çıkarlar. Gittikçe kuvvetlenen gözlemleri ile dünyadaki birçok hadiseyi anlar ve anlamlandırırlar. Mesela, yapılan her iyiliğin daima iyi sonuçlarının olmayabileceğinin farkına varırlar.
Bunun gibi duygusal çıkarımlarda bulunabilen çocukların zihinlerine, Batıcı -laik- karma okulların verdiği ve birçok şirk unsuru ihtiva eden eğitim yoluyla boca edilen birtakım sapkın bilgiler nedeniyle bu dönemde fıtratlarındaki dirilik çözülmeye ve bozulmaya başlar. Geleneksel de olsa aile çevresinden edindikleri imani bazı konularla ilgili kalplerinde ve zihinlerde sorular ve şüpheler oluşur. Gün geçtikçe de bu sorular artar, şüpheler de kuvvetlenir. Çocuk, tağutun şirk mabedi gibi olan okula devam ettiği müddetçe bu hâli devam eder. Fıtrat, okuldaki şirk eğitimi yoluyla sonu gelmeyen saldırılar altında sürekli olarak mevzi kaybedip zayıflar. Öyle ki hiç umulmadık bir çocuk, çok da uzun olmayan bir süreç içerisinde bu sistemin en son kurbanlarından biri olarak ya ateist ya da farklı isimler altında müşrik kimliğiyle toplumdaki yerini alır.
Büyük bir çoğunluğu İslam’dan ve tevhidden bihaber, kalan kısmı ise İslam’a ve Müslümanlara düşman olan öğretmenlerin hamur gibi yoğurdukları bu çocukların ruhları, her eğitim ve öğretim yılında her gün yeniden katledilmektedir.
Eskiye nazaran altyapısı da oldukça güçlendirilmiş olan Batıcı -laik- şirk eğitim sisteminin, kendince hazırlayıp donatarak topluma takdim etmek istediği bu yeni nesil, bir gözü ekranda, bir gözü de tenhada olan şirk ideolojileri karşısında iradesizleştirilmiş, nifak talimleriyle de karaktersizleştirilmiş bir müridler topluluğudur. Onlar artık ‘TeCe tarikatı’nın muti müridleridir.
Hayatın ve tarihin kalbine ekilecek bir tevhid tohumu olması gereken çocuk; tevhidin rahlesinden uzaklaştırılarak tağuta kulluk edenlere ait bir mezarlık gibi olan laikçi şirk okullarına her sabah yeniden diri diri gömülmekte, öğün sonunda tekrar çıkarılmaktadır. Sabahki gömülmeden geriye kalan ise; o çocuğun, üzerine yaratılmış olduğu fıtratın bozulmasıyla ruhuna ve kalbine, Allah’tan başkasına kulluk etmeye sevk edecek şirk ve nifak tohumlarının serpilmiş olmasıdır.
Yeni Toplum Eski Cahiliye
Cahiliye devri Araplarında, birisinin kız çocuğu dünyaya geldiğinde, utancından yahut rızık korkusundan dolayı onu diri diri toprağa gömerdi. O zavallı, korumasız çocuk, koyu cehaletin esiri olan büyükleri tarafından diri diri toprağa gömülüp öldürülür, bu cürümü işleyenler de hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına kaldıkları yerden devam ederlerdi.
Modern cahiliyede ‘milli’ diye diye dilinde tüy biten canlı kibir abidesi tağutun talimatları ve gözetimleri ile icra olunan cürüm, görsel olarak şok edici manzaralar ihtiva etmese de sonuç itibariyle Arap cahiliyesinden daha vahimdir.
Yaptıkları cinayetin şiddeti ve menfur oluşu bir yana, cahiliye Arapları o çocukları toprağa bir kez gömüyorlardı. Günümüzde ise bu ‘cinayet’ler; irade, akide ve şahsiyetlerin mütemadiyen katledilmesi şeklinde cereyan etmektedir. Bu da her sene, aslı eğriltmek ve öğütmek olan ‘Eğitim ve Öğretim’ dönemi boyunca tekrar tekrar yapılmaktadır. Tertemiz dimağları kirletilen, fıtratları bozulan, akide denince aklına sadece şeker (akide şekeri!) gelen ve iradeleri ‘Fenafit-TeCe’ ile teslim alınan çocuklar, bu travmaların etkilerinden ömürleri boyunca kurtulamamaktadırlar.
İleriki hayatlarında hasbelkader elde edecekleri görev ve yetkilerini, tevhid davası ve davetçilerine karşı bir saldırı ve sindirme aracına dönüştüreceklerdir. Nitekim bu türden örnekler, sık sık yaşanmaktadır. Tıpkı son bir iki sene içerisinde aralarındaki iktidar kapışmasından dolayı ortaklıkları henüz bozulmadan önce kavganın her iki tarafındaki ‘dindar’ müşriklerin, muvahhidlere yönelik olarak gerçekleştirdikleri operasyonlarda olduğu gibi…
Bu saldırılar, laik-kemalist devlet kademelerindeki bazı konum ve makamlar elde edilerek yapılabildiği gibi, örnekleri daha fazla görülen; gazete, dergi, internet, tv, ticaret vs. gibi alanlarda mevzilenerek de yapılabilmektedir.
‘Dindar’ Mağdurlar Minik Kurbanlar
Kitabın şirazesi kaçtı mı, sayfalar o yana bu yana uçuşuverir. Tespihin imamesi koptuğunda da taneler her bir tarafa dağılır.
İnanç ve yöntem itibariyle Müslümanların imamesi ve şirazesi, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’dir. Her ikisi de ümmeti arı, duru, katışıksız net bir tevhid akidesinde sebata çağırır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu akidenin nasıl anlaşılacağını, hangi usül ve esaslar üzere yaşanacağını gayet basit, kolay ve son derece net bir şekilde göstermiştir.
Allah subhanehu ve teâlâ tevhid dininin sahibi ve şariidir. Rasûlullah da tevhidin şârihi ve pratik örneğidir. Bu gerçekler gündüzün apaçık aydınlığı gibi ortada iken, gözlerini sımsıkı kapatarak kendilerini ve kendilerinden sonra gelecek nesilleri karanlığa mahkûm etmeye çalışan bugünün ebeveynleri de, çocukluklarında yaşadıkları ağır itikadi ve zihinsel travmanın kurbanı olduklarını unutmadan çocuklarına merhamet etmelidirler. Hem itikaden hem zihnen hem de başka yönlerden yaşadıkları travmaların müsebbibi bu şirk eğitim sistemi ve sistemin mekânı ise okullardır.
Yeni model Firavun’un sadık sihirbazları olan medya mensubu ‘dindar’ müşrikler, şahsi yahut zümrevi çıkarlarıyla çatışan bazı hususlar dışında Batıcı -laik- eğitim sistemi hakkında hayır(!)dan başka bir şey konuşup yazmazlar.
Bu ‘Sihirbaz’lardan laik, solcu, milliyetçi, zerdüşt ve Rafızi olanlar korosuna biraz geç de olsa katılan eski mücahidler de mevcut laik düzenin her tarafı şirk fışkıran eğitim sisteminin ‘ürün’leridirler.
Malumdur ki herkes kendi çocuğunu; inancı, mezhebi ve meşrebi istikametinde terbiye edip yetiştirir. Mesela, tağuti düzenlerin ordularındaki subayların hatırı sayılır bir çoğunluğu baba mesleğini sürdürmektedir. Aynı şekilde onlar da, çocuklarının, kendileri gibi ordu mensubu birer subay olarak yetişmesi için çaba sarfederler. Özellikle de (diktatoryal yahut demokratik) tağuti düzenlerin ordularında bu durum âdeta adı konmamış bir kast sistemi haline gelmiş veya getirilmiş durumdadır. Oranları farklı da olsa diğer belli başlı mesleklerde de buna benzer bir tablo vardır.
Henüz çocuk yaşlarda iken bilinçaltına laik-kemalist şirk ideolojisinin kodları enjekte edilmiş bir insanın, böyle kuyruklu bir beladan sıyrılabilmesinin ne kadar zor ve meşakkatli olduğuna birçoğumuz belki de defaten şahitlik etmişizdir. Aynı kalıplarda şekil almış ve aynı ‘fırın’larda pişmiş farklı ideoloji mensupları için de geçerlidir bu durum.
Misal, adam sosyalist, yahut öyle olduğunu iddia ediyor. Göz göze, diz dize oldukları bir fraksiyonu da var. ‘Kapital’i kazımış, ‘Manifesto’yu yutmuş ve müthiş bir demagog olup çıkmış. Fakat azıcık silkelendiğinde ulusalcı laik ve hatta kemalist kodları galebe çalıyor ve sarım sarım ışıldayan yıldızların hepsi bir anda sönüp dökülüveriyor. Batıcı-laik-kemalist eğitim sisteminin ‘fırın’ından nasıl çıkmışsa işte o ilk hâline rücu ediyor.
Peki bu örnekteki akıbetten, İslam adına uzun süre bazı çalışmalarda bulunmuş, gayret etmiş, şu veya bu şekilde bedel ödemiş, zamanın ruhunu okuyup ona göre gardını almak gerektiğini düşünüp, tam da laik eğitimin ulaştırmak istediği kulvara atlayarak, bu hâliyle de hâlâ mücadele ettiğine inanan İslamcılık esnafı salim kalmış olabilir mi?
Bu manada öyle bir ‘Dar’ul acaibu’l ğarayib’de yaşıyoruz ki bazen ‘Yahu bu memleket ne kadar da büyük bir şirk alanına dönüşmüş!’ diyesi geliyor insanın.
Öyle ya İslam davetçisi sıfatını uhdesinde bulundurmaya hayli büyük bir ehemmiyet veren bu zevat, kendilerinin de inkâr edemedikleri şirkin mevzul miktarda mevcut olduğu Batıcı laik okullara devam eden çocukları motive etmenin çabası içine giriyorlar. Hani neredeyse cennetlere götüren yolların, okulların çiçekli ve totemli bahçelerinden geçtiğini ilan edecek hallere düştüler ya da düşürüldüler.
‘Dindar’ müşriklerin hemen hemen hepsi de ister ki; çocukları aileye, millete, ülkeye ve insanlığa hayırlı bir evlat -vatandaş- olarak yetişsin.
Evinde beslediği muhabbet kuşunu bile gönül rahatlığıyla bırakamayacağı ve esasen her biri birer şirk davetçisi olan öğretmenlere, canından çok sevdiğini söylediği öz evladını, yani geleceğini teslim eden bir ebeveynin bu rahat(!)lığının kökeninde de yine aynı şirk muhtevalı eğitim sisteminin ‘kurban’ hikayesi vardır.
Ilımlı -muteber- Müslüman(!) kalıbıyla kalıplananlar, kendilerine bu payeyi bahşeden şirk sistemine karşı hangi muhalif mevzide konumlanıp ne tür itirazlar yükseltebilirler ki? Eğer yükseltebilecekleri bir itiraz olsa, bu bizzat kendileri de maruz bırakıldığı için şirk sisteminin Batıcı laik eğitim kurumlarında -okullarında- çocuklarının da eğitim öğretim adıyla küfürle donatılmalarına karşı ciddi bir itiraz olmalıdır. Bu itirazın Eğitim Bakanlığı önünde döviz taşıyıp slogan atmakla hiçbir sahiciliği ve sahihliği olmaz. Tabiri caizse bir öz itiraz ile şirkten teberri ederek çocuklarıyla beraber cehennem ateşine yakıt olmak tehlikesinden azatlığını ilan etmelidirler.
Şirk Mektebinde Allah Tasavvuru
Batıcı laik okullardaki şirk muhtevalı müfredatın, çocuklardaki Allah tasavvurunun yanlış bir şekilde oluşmasında çok büyük olumsuz etkisi bulunmaktadır.
İlk olarak İslam diniyle ilgili, aileden görüp duydukları çok da sağlıklı ve sahih olmayan geleneksel anlayışlar dahi gün geçtikçe zayıflar. Eğer dindar bir ailenin çocuğuysa, evde sınırlı sayıda da olsa Allah’ın subhanehu ve teâlâ güzel isimlerinden ve yüce sıfatlarından bazılarını duymuş ve öğrenmiştir. Her şeyi sorup öğrenme isteği duyduğu evrede, işittiği bu isimleri, Allah’ı ve din ile ilgili diğer hususlardan birçok şeyi büyüklerine sormuştur. Dolayısıyla Allah hakkında, şu veya bu şekilde kalbinde bir fikir nüvesi barındırmayan bir çocuk yoktur. İlkokul geçmişi olanlar da dahil, çocukluğundaki Allah tasavvurunu hatırlayan herkes, mutlaka müsbet, güzel ve ruhunda esen bir rayiha gibi hoş duygular hissedecektir.
İlkokula yeni başlayan bir çocuk, daha ilk günden itibaren âdeta yeniden formatlanmaya başlar. İbrahim’in aleyhisselam henüz çocukken yaptığı gibi Allah’ı tanıma ve ondan başkasından yüz çevirme istikametindeki arayışlara girecek bir rüşt ve hassasiyete sahip olmadığından kırık dökük bilgiler ve duygusal coşumların yaşandığı mevlid, sünnet, bayram gibi törenlerle canlılığını kısmen koruyan ‘iman’ nüvesi, tağutun mabedinde geçen ilk günden itibaren hiç filizlenmemek üzere dipsiz derinliklere itiliverir.
Batıcı laik eğitimin temel ilke ve hedeflerine uygun olarak yeni bir ‘ilah’ tasavvuru oluşmaya başlar zihninde.
Mesela; kendisini daima gören, başarılı olduğunda seven ve sevinen, yolundan ayrıldığında üzülen ve hatta kızan, bugünkü ortamı (nimetleri) sağlayan/bahşeden ve ulu olan bir başka ‘ilah’ın varlığını da bizzat işitip öğrenmiş olur.
Meşhur hikayedir. Birisine kırk kez deli dedikleri için zebella gibi bir adam deli olduğuna inanmaya başlamış. Bir iki delilik emaresi göstermeye başlayınca bütün köy milleti bu kez onu akıllı olduğuna inandırmak için seferber olmuş.
Parmak gibi çocuğa her gün, günde bilmem kaç kere Allah’tan başka ilahı(!) daha olduğu telkin edildiğinde bu çocuğun böyle koyu bir küfrün etkisinde kalmaması asla düşünülemez. Bu durum sadece çocukluk ve öğrencilik dönemiyle de sınırlı kalmayacak, okul sonrası süreçte de hayatında belirleyici olabilecek derin izler bırakacaktır.
Genellikle taklitçi bir anlayışa göre yetiştirilen çocuk ileriki yaşlarda da kişiliksizlik problemiyle boğuşur. Doğru ya da yanlış demeden girdiği her ortama ayak uydurup tabi olmak zorunluluğu hisseder. Bu iradesizlik ve mürüvvetsizliğin kökeninde de işte bu Batıcı laik okullardaki şirk muhtevalı eğitim vardır.
Ebeveynin Derdi ve Duası
Tarih boyunca hidayet önderi olarak gönderilen Peygamberler de aleyhimusselam kendilerinden sonraki zürriyetlerini şirkten korunmaları ve muvahhidler olarak Allah’a yönelmeleri için dua etmişlerdir. Yakup aleyhisselam örneğinde olduğu gibi bu yönde vasiyette bulunmuşlardır. Lokman aleyhisselam gibi nasihat etmişlerdir. Bu güzel örneklerden birkaç tanesini Kur’an-ı Kerim’in diliyle yeniden hatırlamakta fayda vardır.
“Ey Rabbimiz! Bizi yalnız sana boyun eğen Müslümanlardan kıl ve soyumuzdan da yalnız sana boyun eğen Müslüman bir ümmet oluştur…” (2/Bakara, 128)
“Rabbim! Beni de, soyumdan gelecekleri de namazı dosdoğru kılanlardan eyle! Rabbimiz, duamı kabul buyur.” (14/İbrahim, 40)
“Rabbim, bana katından hayırlı bir nesil bağışla.” (3/Âl-i İmran, 38)
“Rabbim! Bana salihlerden olacak bir evlat ver…” (37/Saffat, 100)
Peygamberlerin aleyhimusselam bu sünnetini, Allah’ın subhanehu ve teâlâ: “Rahman’ın has kulları” olarak vasfedip övdüğü salih muttaki kulları da ihya ederler:
“(Ve o kullar): ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl’ derler.” (25/Furkan, 74)
Muvahhidlerin önderleri ve örnek ebeveynlerin bütün derdi, tasası; ailelerini de her türlü şirkten uzak tutmak ve yalnızca Allah’a kulluğa yöneltmek idi. Duaları, gayretleri, nasihatleri ve vasiyetleri de daima bu yönde olmuştur.
Günümüzde aileler, çocukların saç telini, tırnak bakımını, ayakkabı boyasını, pantolon ütüsünü ve üst baş temizliğini âdeta mikroskobik detaylarla inceleyip özen gösterirler. Bu gibi hususlarda özenli olmak güzeldir.
Bu tür ayrıntılara gösterilen özenin az bir kısmını dahi canlarından çok sevdiklerini söyledikleri çocuklarını her eğitim öğretim döneminde Batıcı laik eğitimin yapıldığı şirk mabedlerine teslim etmemek için alternatif yollar arayıp bulmak maksadıyla gösterseler, samimiyetleri ölçüsünce yüce Allah’tan bir genişlik bulurlardı. Böylelikle hem kendileri için hem de çocukları için büyük bir kurtuluşa doğru atılması gereken ilk ve en önemli adımlardan birini de atmış olurlardı.
Temiz fıtratlı bu çocuklar, ancak her türlü şirkten arındırılmış, yoz kültürden ve ahlaksızlıklardan uzak alternatif eğitim yuvalarındaki terbiye ve talim ile ümmet için ümit nesli olabileceklerdir. Biiznillah.
Bugün yeryüzünün birçok bölgesinde ümitlerimizi çoğaltan öncü neslin ardından, ümmetin iftihar vesilesi olmasını umduğumuz ‘Nesl-i Mansura’nın da ya müçtehid ya da mücahid, yahut hem müçtehid hem de mücahid olarak varlığını ortaya koyabilmesi ancak tevhid, ilim ve edep üzere eğitim görmesi ile mümkün olacaktır.
Yeryüzünün neresinde olursa olsun Allah’ın dini uğruna cehd eden, sa’y-u gayret gösteren tüm muvahhid mücahidlere selam olsun.
Davamızın sonu Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap