“…O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (Zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasib ederiz).” (3/Al-i İmran, 140)
Dünya hayatı tüm insanlar için inişli ve çıkışlı, uzun ve çetin bir yürüyüşten ibarettir. Zaman, emrolunduğu gibi hızla akıp gitmekte. Herkes inancı, emeli ve ideali için sürekli olarak yol almakta. Böyle bir yola çıkmadan evvel bir arayış sürecinden de geçmektedir insan. Bu arayış kimi insanlar için çok uzun yıllar sürebilmektedir.
Kendileri için ulaşılması gereken hedefler olarak belirledikleri emellere ulaşma gayretleri, çoğu zaman hüsranla neticelenmektedir. Bu arayış ve yürüyüş sürecinde hedeflerine ulaşabilenler olduğu kadar, bütün gayretlerine rağmen amaçlarına ulaşamayanlar daha fazladır. Bu yürüyüşte muvaffakiyet ve galibiyet gibi başarısızlık ve yenilgi de muhtemel sonuçlardır.
Başarısızlık ve yenilgi belirtisi, muvaffakiyet ve galibiyete götürecek unsurlardan mahrum olmakla beraber başarısızlığın ve yenilginin sebeblerinden de kaçınmamaktır.
İşinin ehli, tecrübeli ve bilgili bir kaptanın yönetimindeki sağlam ve eksiksiz bir geminin daha önceden belirlenmiş rotasını takip etmesi halinde, ulaşmayı hedeflediği limana varmaması için zahirde engelleyici başka bir neden bulunmamaktadır.
Aynı müsbet kanaatleri, teknik aksamı bozuk veya eksik olan bir başka gemi için öngörmek mümkün değildir. Üzerinde kaptan kıyafeti bulunan liyakatsız insanların yönetimindeki böyle bir geminin rotasını da, artık farklı yönlerden esecek kuvvetli rüzgarlar belirleyecektir. O andan itibaren hallolunması gereken problem, içindekilerle beraber geminin güvenli bir limana ulaşıp ulaşamaması problemidir.
Bunun gibi can sıkıcı bir durumla karşılaşmamak için herkesin hangi gemide bulunduğuna dikkat etmesi zaruridir. İçinde bulunduğumuz gemi, hangi limana doğru, kimin kaptanlığında ve hangi rotada seyrediyor? Asıl mühim olan budur. Asıl maksat, bu uzun yolculukta gemiyi bir buzdağı heyulasına çarptırmadan, rotayı başka yönlere kırdırmayıp emrolunan doğru istikamette yol alarak ulaşılması gereken limana, sahil-i selamete varabilmektir.
Çünkü bu yolculuk sonuç itibariyle geri dönüşü olmayacak bir menzile ulaştıracaktır insanı. Esas olan bu seyir çizgisinde ara sonuçlara takılmadan asıl hedefe kararlılıkla yönelebilmektir.
Ara Sonuçlar
Bir Müslüman için mücadele safhalarındaki ara sonuçlar, zahiren ve etkileri itibariyle genellikle tatsız şeylerdir. Herkesin zihninde bir istikbal tasavvuru vardır. Bu tasavvurda, hem ferd hem de topluluk olarak harika şeyler düşünülür. İnsan fıtri olarak yenilgi, başarısızlık, acziyet, mahrumiyet ve çaresizlik gibi menfi halleri kendisine yakıştırmaz. Hiç kimsenin hayallerinde ve hülyalarında böyle nahoş şeyler olmaz. Ancak yüksek düzeyli bu iyimserlik ve naiflik halinin gerçekleri değiştirmeye gücü yetmez.
“Andolsun ki biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma(fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber) Sabredenleri müjdele!” (2/Bakara, 155)
Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah subhanehu ve teâlâ sabredenlerin müjdelenmesini emrediyor. Müjdelenmek için mağlubiyette veya başarısızlıkta güzel bir sabırla sabretmek gerekiyor. Müjdelenene kadar metanetle ve güzel bir şekilde sabretmekte ise herkes başarılı olamıyor. İnsanların ekseriyeti sabretmeden müjdelenmeyi istiyor, bekliyor. Sabr-ı cemil ile sabredilmesi gereken bir takım müsibetlerle karşılaşmadan müjdelenmenin hayalini kurup, hesabını yapmak Sünnetullah’a da aykırıdır.
İnsanların tevhid akıdesini fert fert ve fevc fevc terketmekte olduğu günümüzde, muvahhid olarak akıntının tersine doğru yol almaya çalışmak; beraberinde bir çok sıkıntı ve musibetleri de barındırır.
Peygamberlerin örnekliğine baktığımızda hepsinin ara sonuçlara takılmadan asıl maksada yönelerek davetlerini kararlılıkla sürdürdüklerinin görüyoruz.
Onlar nasıl bir galibiyetin peşindelerdi? Yenilgiyi nasıl yorumluyor, nasıl karşılıyorlardı? Yenilgiden ‘herşey bitti’ sonuçunu çıkarıp, bulundukları yerde oturdular mı? Bela ve musibetleri başarısızlık ve yenilgi olarak mı gördüler? Yalnız bırakılmışlığı, terkedilmişliği ve kuşatılmışlığı davet ve cihadlarının önünde engel olarak mı gördüler?
Peygamberler tevhid davası mücadelesinin dünyevi sonuçlarını asla bu şekilde değerlendirmediler. Davetleri akabete uğratılmaya çalışıldı, cihad ederken yenildikleri oldu, davet yolunda çilenin, acının, hüznün her türlüsüne maruz kaldılar, yurtlarından sürüldüler… Davet sürecinde ara sonuçlar olarak gördükleri bu musibetler sadece onların kararlılığını, azmini, tesbih, tevbe ve tazarrularını arttırmaya vesile oldu. Galibiyet ve muvaffakiyette olduğu gibi yenilgi ve başarısızlıkta da Allah’a daha çok yaklaştılar. İnsanlığa örnek ve önderlikteki konumları daha da perçinlendi.
Ara Sonuçların Toplamında Ortaya Çıkan Manzara
“…Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür ise veya galib gelirse biz ona yakında büyük bir mükafaat vereceğiz.” (4/Nisa, 74)
Hayat boyu sürdürülecek bir mücadelenin dünyevi sonuçları galibiyet ya da mağlubiyet olarak öne çıkmıyor. Allah subhanehu ve teâlâ bizim için ‘rıza ve hoşnutluğu’ ile ‘büyük bir mükafatı’ öncelikli hedef olarak göstermektedir. Bu durumda Peygamberlerin olduğu gibi hüzün, y’es, yılgınlık, istikbal endişesi şeklinde ortaya çıkabilecek ara sonuçlar, Müslümanın yürüyüşüne asla mani olmamalıdır.
Her açıdan insanlara örnek olmaları hasebiyle vahiyle desteklenen Peygamberler de zayıf ve yenik düşebiliyorlardı. Nuh’un aleyhisselam dokuzyüzelli yıllık tevhid mücadelesinin sonlarında çok çarpıcı manzaralar görüyoruz.
İlkin kavminin yalanlama ve yıldırma faaliyetleri karşısında Allah’a tazarruda bulunarak “…Yenildim, yardım et!…” (54/Kamer, 10)
diye yalvarmaktadır. Kavminden gelen tüm tepki ve baskılara dokuzyüzelli sene dayandıktan sonra ortaya koyduğu tavırla mücadelede yeni bir dönemin kapısını aralıyor. Bunun akabinde büyük bir azimle yapmakla emrolunduğu geminin inşasına başlıyor.
Yenilgi olarak ortaya çıkan bir ara sonucun akabinde gelen zaferi görüyoruz. Tufan ile yeryüzü bütün müşriklerden ve şirk unsurlarından temizlenmiş oldu. Yeryüzünün iktidarı gemiye binen birkaç muvahhidin temiz ellerine teslim edildi.
Yenilginin acı ve hüznü ile beliren yeniden ihya çabası… Hiçbir ara sonuça takılmadan kurtuluş gemisinin yapımı…
Bir Peygamberin “Ben yenildim!” diye Rabbine itirafta bulunduğu halde yeşeren umutlar ve açılan ufuklar…
Nuh’un aleyhisselam örneğinin benzerini başta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere diğer tüm Peygamberlerde de görmekteyiz.
Musa’nın aleyhisselam çektiği eziyetler, İsa’nın aleyhisselam çilesi, Zekeriyya aleyhisselam ve oğlu Yahya’nın aleyhisselam terkedilmişlik ve yalnız bırakılmışlıktan sonraki şehadetleri, Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’deki zayıflığı, çaresizliği, kan ve ıstırap içerisinde bırakılmışlığı…
Tüm bunlarla beraber ortaya çıkan manzara bizlere irademizi yenilememizi, azmimizi bilememizi, Allah’a verdiğimiz sözün gereğini yerine getirmedeki kararlılığımızı güçlendirmemizin zaruretini hatırlatmaktadır.
Galibiyetin mi, yenilginin mi gerçek anlamda hayırlara gebe olduğu bilinemez. Peygamberlerin sallallahu aleyhi ve sellem örnekliğindeki manzaraya baktığımızda yenilgideki metanetin, galibiyetteki rehavetten evla olduğu anlaşılıyor. Ancak mağlubiyetin dirilişe, inşaa, ıslaha, istikamete, netliğe, kaliteye, ihlasa, sadakate, tutarlılığa ve kararlılığa dönüşmesi kaydıyla!
Uzun ve çetin hayat yolculuğunda istikbal endişesi taşıyan herkes hangi gemide olduğunu, bulunduğu geminin izlediği rotayı, kaptanının kim, hedefinin hangi menzil olduğunu bilmelidir.
Bunları bilmelidir ki, kendisini Nuh’un aleyhisselam Sefinetu’n Necat-ı(Kurtuluş gemisi) gibi gerçek anlamda kurtuluşa, özgürlüğe ve zafere götüreceğini umduğu gemi, geri dönüşü mümkün olmayan tehlikeli ve sığ sularda karaya oturmasın.
Bunları bilmelidir ki gerçek anlamda galibiyetin ve mağlubiyetin hangi nedenlere bağlı olarak ortaya çıktığını anlayabilsin.
Bunları bilmelidir ki hakikatte kimin galip kimin mağlup olduğu hususunda net bir fikir edinebilsin.
Gerçek anlamda galip ve mağlup kimdir? Şu soruların cevabını vermekle başlayabiliriz.
Adem mi aleyhisselam, İblis mi? Kabil mi, Habil mi? Muvahhidleri ateş dolu hendeklere atan hendekçi yahudi Zu-Nuvas ve adamları mı, akideleri uğrunda ölümsüzleşen Ashab-ı Uhdud mu?
Şirkten yüz çevirip Allah’a firar eden Ashab-ı Kehf mi, ihtişamlı Roma’nın imparatoru ve avanesi mi? Haset ve hainliğin esir aldığı kardeşler mi, zindanın dehşetengiz dehlizlerinin karanlığındaki Peygamber mi? Mekke şirk devleti mi, Tevhid davetine tek başına başlayan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem mi?
Peki, potansiyel olarak nihai zafer ve galibiyete en yakın olduğuna inandığımız bir Müslüman mı, yoksa yeryüzünün neredeyse her metrekaresini gözetleme, takip ve dinleme imkanına sahip oldukları düşünülen, adı ‘süper’ olan korku imparatorlukları mı?
Bu soruların cevabı ara sonuçlara takılmadan verildiği taktirde gerçek manzara da böylece ortaya çıkmış olacaktır.
“Allah size yardım ederse, artık size galip gelecek yoktur.” (3/Al-i İmran, 160)
Akıbet; muvahhid, mümin, muhlis, müslih, mücahid, müctehid ve muttaki olanlarındır.
İlk Yorumu Sen Yap