Şiddeti, sebep olduğu yıkım ve sarsıcı sonuçları ile yaşanan son deprem gibi dünyamızda son yıllarda giderek artan sıklıkta büyük afetlere tanıklık etmekteyiz. Bu afetlerden kurtulabilenler şüphesiz dünya hayatında karşılaşabilecek tarifsiz bir korku ve dehşetle de yüzyüze kaldılar. Afetin yaşandığı bölgeden uzaklarda yaşayanlar şahit oldukları bu acıları anlamaya çalışsalar da pratikte bunun pek bir karşılığının olmadığı muhakkaktır. Zira bu depremi yerinde yaşamak, yakınlarda bir yerlerde hissetmek ile uzak diyarlardan ‘seyretmek’ birbirinden çok farklı ve ayrı şeylerdir.
Enkaz altında kalarak feci bir şekilde can verip ebedi aleme göç edenlerin ölümle karşı karşıya kaldıkları o anda nasıl bir hasrete, korkuya ve dehşete şahitlik ettiklerini bilemeyiz. Afet bölgesinde yaşayıpta enkaz yığınlarının altında kalarak vefat etmiş olan muvahhid kardeşlerimize Ğafur ve Rahim olan Allah’tan bağışlanma dileriz. Şüphesiz ki Allah subhanehu ve teâlâ merhamet, vefa ve hak sahibidir. Muvahhid müminlerden vefat etmiş olanlar O’nun zimmetinde ve himayesindedirler. Böyle bir musibeti yaşayıp ayrıca yakınlarını kaybetmiş muvahhid kardeşlerimize de derin üzüntülerimizi, taziye dileklerimizi iletiriz.
Bu büyük zelzelede aile fertlerini, akrabasını ya da dostlarını kaybeden, aynı anda sahip olduğu tüm maddi kazanımlarından da mahrum kalan bir insanın yaşadığı travmayı gerçek manada anlayıp, anlamlandırabilmek hiç te kolay değil.
Depremin, adeta kıyameti andıran dehşetengiz atmosferini bizzat yaşayanlarda korku, ümitsizlik ve çaresizliğin her rengini, her tonunu çarpıcı olduğu kadar sarsıcı da olan manzaralarda görmek mümkün.
Günümüzün gelişmiş bilgi iletişim teknolojisi, özellikle de görsel medyayla felaket bölgesinin ahvali, oralardaki insanların çığlıkları ile çırpınışlarına aynı anda dünyanın hemen hemen her yerinde tanıklık edilebilmekteydi.
Depremde ölenlerin kıyameti, sağ kalanlarında mahşeri gibi olan bu can pazarına ilgisini, sadece görsel bir şehvetle ‘an’ tanıklık etme merakıyla sınırlandırmak gibi sığ bir yaklaşım depremden de, depremin sonucu olan yıkımdan da hiçbir şey anlamamış olunduğunu gösterir.
Neden olduğu ağır hasarlar, kayıplar ve tüm yakıcılığıyla tattığı bu büyük musibetin aslında kendi elleri ile yaptıklarının bir sonucu olduğunun farkına ve bilincine varmalıdır artık insanlar. Sonuç itibari ile merkezinde yine insan unsurunun olduğu projeler ve çalışmalar dolayısı ile insan elinin mahsülü olan zayıf ve çürük binalar, evler, ocaklar yıkılıp yer ile yeksan olmuştur.
İnsanlar öz itibari ile temiz fıtratlarını gereği erdemli bir davranışla şu anda konumlanıp çakıldıkları içler acısı durumlarını acil ve öncelikli olarak gözden geçirmelidirler. Anlaşılan o ki; insanlar binalarının temelini tahkim edip taşıyıcı kolonlarını ve kirişlerini sağlamlaştırmak yerine, bilgilerini ve güçlerini birbirlerine yönelttikleri kör cehalet-cahiliye eseri acımasız saldırganlıkları ve düşmanlıkları arttırmaya çalışmışlar.
Düşünce ve inanç zemininde bu mecrada ve aynı tarzda devam ettikleri müddetçe altında bir milim dahi kımıldamayacakları dahi çok daha büyük enkazlara gömülmek akibetinden kurtulamayacaklardır.
Doğrusu, çağımız insanlarının içinde bulundukları bu ağır vahametin boyutları insanlığın şu ana kadar bildiği tartı ve uzunluk ölçüleri ile takdir edilip belirlenemeyecek cesamettedir.
Şehirleri yıkan bir depremin yürekleri burkan, can alıcı neticelerinden biri de çağımız insanlarının ekseriyetinin kalplerinde ve zihinlerinde sıralı olarak arzı endam eğleyen enva-i çeşit ve boylarda modern putların teşhiridir. Maalesef kalpler birer put galerisine dönmüş ve bundan ciddi anlamda rahatsızlıkta duyulmamaktadır. Zaten kalp ölmüş ise ceset hiçbir yara nedeni ile acı hissetmez.
Kalplerini put galerisine çevirip bunu inançlarına ve hayatlarına da yansıtanlara Allah subhanehu ve teâlâ hergün, her nefes alışverişlerinde mehil ve fırsat vermektedir. Ki bunlarda tevhid davetçilerine ve Hakka karşı gösterdikleri azgınlık, sahtekarlık, riya, kibir ve inattan bir an evvel vazgeçerek tevbe etsinler. Ölümle başlayan, dönüşü olmayan yolculuk, sadece depremler ve diğer tabî afetlerle ortaya çıkmamaktadır. Yapılacak binalar çok sağlam zeminlerde ve güçlü bir terkible inşa edilebilir. Salih’in aleyhisselam kavmi Semud, düzlüklerde ihtişamlı sarayla, dağlarda da yonttukları evlerle sağlam ve dayanıklı yapılar inşa ettiler. Buna rağmen azgınlık, inkarcılık ve kibirlerinden dolayı yurtlarında diz üstü dona kaldıkları azaba yakalanıp helak olmaktan kurtulamadılar.
Kur’an-ı Kerim, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem gelişine dek insanlık tarihi boyunca halkı tamamen iman eden ve imanlarının kendilerine fayda verdiği tek bir kent dahi olmadığını haber vermektedir. İnsanlığın, İslam’ın zuhuruna kadarki uzun tarihi boyunca süregiden bu ahvalin yegane istisnası var, o da Yunus’un aleyhisselam kavmidir.
Bugünkü Irak sınırları içerisinde, ülkenin kuzeyindeki Musul kenti yakınlarındaki Ninova’ya halkının ataları Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem gelişinden önceki tevhid daveti tarihinin nadir ve dikkat çekici örneklerinden biridir.
Yunus’un sallallahu aleyhi ve sellem kavminin muvahhidler olarak Allah’ın subhanehu ve teâla buyruğuna konu olmak şerefine ulaşmakla neticelenen akıllıca ve onurluca tutumları Hal-i pür Melaldaki günümüz insanları içinde mükemmel bir örneklik teşkil etmektedir.
Yunus aleyhisselam yüz bin yahut daha fazla sayıdaki kavmine gönderilmiş bir Peygamberdir. Uzun yıllar kavmini tevhid akidesine davet etti. Kavmini Allah’tan başka ilahlar edinmekten sakındırıyordu. Tek ve Kahhar olan Allah’ın dışında hiç kimseye, hiç bir otoriteye itaat, bağlılık ve ibadette bulunmamaları için sürekli tebliğde bulunuyordu. Halkını her türlü bela ve musibetten koruyabilmek için olağanüstü çaba gösteren bilge, adil ve cesur bir önder olarak, kah bir baba şefkati ile kah bir öğretmen bilgeliği ile gayretini sürdürdü.
Tarih boyunca insanlara gönderilen hidayet rehberi Peygamberler de birer insan olmaları hasebiyle herhangi bir kimsede bulunabilecek beşeri özellikler kendilerinde de mevcuttur. Yunus da aleyhisselam biraz öfkeli bir mizaca sahipti. Yaptığı davete kavminin uzunca bir süre geçmesine rağmen icabet etmemiş olmalarını işte bu özelliğinin öne çıktığı bir tavırla karşılamıştı. Çünkü Tek ilahlık davasını yani Lailaheillallah’a daveti kabul etmeyen kavmine büyük bir azabın geleceğini biliyordu ve bunu kalbine de haber vermişti.
Yaptığı onca davete kavminin gösterdiği direnç karşısında onların iman etmeyecekleri kanaatine vararak emrolunmadığı halde onları terk edip gitti.
Yunus’un aleyhisselam memleketini ve kavmini terk ederek gitmesi Ninova halkını korkuttu. Çünkü kendilerini tehdit ettiği azabın üç gün içerisinde vuku bulacağını söylemişti. Ninovalılar Yunus’un aleyhisselam kendilerini tehdit ettiği azabın gerçekleşeceğine kesin bir şekilde inanıyorlardı artık. Zira biliyorlardı ki hiç bir Peygamber asla yalan söylemezdi. Yunus’un aleyhisselam kendilerini terketmesinden ve geleceğinden kuşku duymadıkları azaptan korkan halk, bebeleri ile, dedeleri ile birlikte kırlara çıkıp feryatlar halinde Allah’a dua ederek, yalvarıp yakararak tazarruda bulundular. Onların bu toplu ve içten duaları neticesinde Tevvab ve Rahim olan Allah subhanehu ve teâlâ kendileri için önceden takdir ettiği azabı üzerlerinden kaldırdı.
“Yunus’un kavmi müstesna, herhangi bir kent halkı keşke iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi. Yunus’un kavmi iman edince kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre faydalandırdık.” (Yunus 98)
Aralarında bulunan ve kendilerinden olup kendi dilleri ile konuşan bir Peygamberin davetinden yüz çeviren kavmin uğrayacakları rüsvay edici azaba ramak kala tevbe ederek akıllıca ve onurlu bir şekilde geri dönüşleri Allah subhanehu ve teâlâ katında makbul ve müstecap olmuştur.
Kıyamete kadar hükmü baki kalacak olan Kur’an-ı Kerim’i ellerinde ve evlerinde bulunduran, Müslümanlık iddiasındaki günümüz kavimlerinin bu ilahi hitapları dinliyormuş gibi yapıp yükümlülüklerinden yüz çevirmeleri ile Yunus’un aleyhisselam kavminin ilk tavrı arasındaki sakat anlayış benzerliği hemen dikkatleri çekiyor.
Üzücü olan şudur ki; günümüzdeki kavimlerin Yunus’un aleyhisselam kavminin yaptığı gibi musibetin belirtilerini görür görmez tevbe edip tazarru ve niyazla tevhid davetine icabet etmeleri gibi asil ve onurlu bir tavrı ortaya koyamamalarıdır.
Daha da üzücü olanı çağımızın kavimleri bırakın musibet veya azap belirtileri ile kendilerine çeki düzen vermeye çalışmalarını, son dönemlerde sık sık yaşanan afetler örneğinde olduğu gibi bu ağır musibetleri bizzat yaşadıkları halde Allah’ın rıza ve hoşnutluğuna vesile olacak tevhid davetine icabet etmemekle nefislerine zulümlerin en büyüğünü reva görmektedirler.
Öyle ki bugün halklar arasında giderek yaygınlaşan bir takım boş felsefe safsatalarıyla afetlerin, musibetlerin pozitivist izahını yapmaya gayret ederek Nuh’u aleyhisselam isyankar oğlunun mantığına can simidi ve kurtuluş kulesi olarak sarılma gafletinde bulunulmaktadır.
Yunus aleyhisselam kavminin örnekliğinde de gördüğümüz gibi adeta aktif bir yanardağın püskürttüğü lavlar gibi, ta derinlerden ve içtenlik ile yapılan dua ve yakarış dışında hiçbir tedbir ilahi takdirin gerçekleşmesine mani olamaz. Küfrün zifiri karanlığında yolunu şaşırıp şirk bataklığında debelenenler açısından musibetler, sonuçları itibari ile sapkınlıklarını kat kat derinleşmesine neden olmaktadır.
İnsanlık tarihinde özellikle de İslam’dan önceki tevhid davetinin tarihi sürecinde Yunus aleyhisselam kavminin ortaya koyduğu Yegane örnekliğe, bigane kalanlara dünya hayatında ancak zillet ve rüsvaylık vardır. Hakka karşı inkar kalelerine sığınanlar çok geçmeden bir daha çıkmamasına; sığındıkları kalelerin ve sahte tanrılarının enkazının molozları altında kalacaklardır. Bu zümrenin ahirette azap ile karşılaştıkları esnada ne diyeceklerini ise şimdiden biliyoruz:
“Rabbimiz! Gördük, duyduk, şimdi bizi dünyaya geri gönderde, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık.” (Secde 12)
Allah’ın Salatı, Rahmeti, Bereketi, Rasûllerin Efendisi, Muttakilerin önderi, Nebilerin sonuncusu, Hayrın ve Hidayetin rehberi ve Rahmet elçisinin üzerine olsun.
İlk Yorumu Sen Yap