Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Hüküm ve hikmetin yegâne sahibi olan ve insana bilmediğini öğreten Allah’a hamd; hakkı batıldan ayıran en güzel örnek olan Resûl’üne salât ve selam olsun.
İçinde yaşadığımız çağ, bilginin bir tuş mesafesinde olduğu, devasa kütüphanelerin avuç içine sığdığı bir zaman dilimi. Yapay zekâ teknolojileri, insanlık tarihinin birikmiş metinlerini saniyeler içinde tarayabilme, analiz etme ve bunlardan anlamlı çıktılar üretme kabiliyetiyle bizleri her gün şaşırtmaya devam ediyor. Kur’ân-ı Kerim, Kutub-i Sitte, mezhep imamlarının eserleri ve binlerce ciltlik fıkıh külliyatı… Tüm bu paha biçilmez hazinenin bir yapay zekâ modeline öğretildiğini ve sorulan her soruya ânında, kaynaklarıyla birlikte cevap verdiğini hayal edelim. Bu baş döndürücü tablo, zihinlerde kaçınılmaz bir soruyu filizlendiriyor: Bir makine gerçekten bir “fakih” olabilir mi? Yapay zekâ fetva verebilir mi?
Yapay zekânın İslami çalışmalardaki iz düşümlerini yakından takip eden ve bu alanda çabalayan Müslimler olarak ortaya çıkan ürünleri inceleme ve değerlendirme imkânı bulduk. Sorulan soru ve çıkan cevaplarla İslami kaideleri kıyaslama fırsatını da işin tezgâhında gözlemleme fırsatı elde ettik. İşte bu yazımızda, dijital çağın en çetrefilli sorularından birine suret ile siret, veri ile hikmet arasındaki o ince çizgiyi gözeterek vahyin rehberliğinde cevap arayacağız, inşallah.
Dijital Fıkıh Uzmanı
Yapay zekânın fıkıh alanındaki potansiyelini inkâr etmek mümkün değildir. Teknik açıdan bakıldığında, ideal bir “fıkıh asistanı” olarak birçok avantaj sunar:
Hafıza ve Hız: Bir insanın ömrü boyunca okuyup ezberleyemeyeceği kadar eseri hafızasında tutabilir ve ilgili delilleri saniyeler içinde bulup getirebilir.
Tarafsızlık: Beşerî zaaflardan, yorgunluktan, unutkanlıktan ve kişisel eğilimlerden teorik olarak uzaktır. Sadece kendisine öğretilen veriye göre hareket eder.
Erişilebilirlik: Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, ânında fıkhi bir mesele hakkında ön bilgi alabilir.
Bu tabloya rasyonel olarak baktığımızda, fıkhın ve ilmin sanki mekanik bir sürece indirgenebileceği yanılsamasını doğurmaktadır. Fakat İslam, ilmi ve özellikle de fetva makamını hiçbir zaman salt veri aktarımından ibaret görmemiştir. Fıkhın bir sureti (görünen yüzü) varsa bir de onu ayakta tutan ve canlı kılan bir ruhu vardır. Yapay zekâ, bu sureti tuhaf bir şekilde taklit edebilirken, o dinamik ruhundan tamamen yoksundur.
Veriden Ötesini Görebilmek
Malumdur ki bir mümin bir işe/amele kalkıştığında o amelin fıkhını bilmekle yükümlüdür. Hâliyle fıkhi bir araştırma için kollarını sıvaması ve bu amelin Kur’ân ve Sünnetteki yansımalarını fıkhetmesi lazımdır. Fetva vermek, dijital bir ansiklopediden bilgi çekmek veya bir arama motoruna soru sormak gibi mekanik bir eylem değildir. Fetva, kâinatın maliki adına konuşma cüretini gösterebilmenin ağır sorumluluğunu, zerre zerre omuzlarda hissetmektir. Bu eylem, özü itibarıyla bir ibadettir; halis bir niyetle başlayan, Allah’ın (cc) rızasını kazanma umuduyla devam eden ve O’na karşı duyulan derin bir takvayla şekillenen bir kulluk biçimidir. Ruhtan yoksun bir makine ise sadece kodlanmış bir görev icra eder, ne ibadet edebilir ne de bir niyet taşıyabilir.
Bir müftünün veya müçtehidin kalbini ve aklını süsleyen öyle temel vasıflar vardır ki, en gelişmiş algoritmanın dahi bunlara sahip olması muhal içinde muhaldir:
1. İman ve Takva: Fetva, her şeyden evvel Allah’a (cc) ve Ahiret Günü’ne sarsılmaz bir imanla bağlanan bir kalpten süzülür. Müftü, verdiği her hükmün hesabını Rabbine vereceğini bilir. Bu şuur, onun diline kilit, kalbine ise bir bekçi olur. Bir algoritmanın -çoğu zaman da onu kodlayanların- ne imanı vardır ne de İlahi huzurda hesap verme korkusu. Hâliyle bir yapay zekâ, sadece sayısal verilerle beslenir; takvayı ise ne bilebilir ne anlayabilir ne de hissedebilir.
2. Akıl ve Sorumluluk (Mükellef Olmak): Müftü, akıl sahibi ve dinen sorumlu (mükellef) bir bireydir. Söylediği her kelimenin vebalini taşır. Yapay zekâ ise bu sorumluluk halkasının tamamen dışında, sadece bir araçtır. Bir çekiç, nasıl ki vurduğu çividen mesul değilse, yapay zekâ da ürettiği metinden/fetvadan sorumlu değildir. Günümüzün en büyük etik ikilemlerinden biri de zaten tam da burada düğümlenmektedir: Üretilen hatalı bir bilgiden yapay zekânın kendisi mi, yoksa onu kodlayan mı sorumlu olacaktır? Zira bu sistemler, çoğu zaman onu geliştirenlerin dahi öngöremediği şekilde, öğrendiği verileri harmanlayarak bambaşka çıkarımlar yapabilmektedir.
Okumalarım neticesinde, bu teknolojiye ısrarla “yapay akıl” yerine “yapay zekâ” denmesinin en temel sebebi de budur. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de “zekâ” kavramı geçmez; vahiy bize ısrarla “akıl” kavramını işaret eder. Zira “zekâ”, potansiyel olarak birçok veriyi bir araya getirebilme ve bağlantı kurabilme yetisine işaret ederken; Kur’âni bir kavram olan “akıl”[1] hem bu bağlantıyı kurmayı hem de kurduğu bu bağın sonuçlarından sorumlu olmayı kapsar. Akıl, sahibini kötülükten alıkoyan bir bağdır; zekâ ise nötr bir kabiliyettir; hayra da şerre de kapı aralayabilir.
Bu hakikat, Resûlullah’ın (sav) şu uyarısıyla fıkıh sahasında en net şeklini bulur: “Kime ilimsiz fetva verilirse, onun günahı fetvayı verene aittir.”[2] Bu hadis, fetvanın insana özgü ahlaki, uhrevi ve “akli” sorumluluğunu mühürlemektedir. İşte bu yüzden bir makine zeki olabilir ama asla akıl ve sorumluluk sahibi olamaz.
3. Hikmet ve Basiret: Fıkhın ruhu, genel bir hükmü (nassı), özel bir duruma, yani bir insanın hayatına, imtihanına ve hakikat arayışına indirgeme sanatında gizlidir. Buna usul ilminde “tahkîku’l menât”[3] denir. Bu fıkhi usul yaklaşımı, bir makinenin yapabileceği bir veri eşleştirmesi değildir. Tabiri caizse vahyin ışığını, kulun karanlık ve karmaşık yoluna tutabilme maharetidir.
Bir âlime soru sorulduğunda sadece kelimelere cevap vermez. Soruyu soranın niyetini, içinde bulunduğu durumu, o sorunun toplumsal etkilerini… hesaba katar. Resûlullah’ın (sav) aynı soruya farklı kişilere farklı cevaplar vermesinin ardındaki hikmet de budur. Fetva, kişiye özel dikilmiş bir elbise gibidir; hazır giyim reyonundan alınan standart bir ürün değildir.
Yapay zekâ ise bu “hâl ilmini” tamamen gözden kaçırır; soruyu soranın kim olduğunu, samimiyetini, içinde bulunduğu çıkmazı veya art niyetini bilemez. Yapay zekâ için her kullanıcı, bir IP adresinden ve bir metin sorgusundan ibarettir. Bu mekanik yaklaşım, dinin ruhunu, yani insanla âlim arasındaki o canlı ve sıcak ilişkiyi bir veri alışverişine indirgeme tehlikesi taşır.
Yapay zekâyı, varılacak yerin tüm yollarını, patikalarını, dağlarını ve nehirlerini gösteren, mükemmel çizilmiş bir haritaya benzetebiliriz. Bu harita, size bütün metinleri, rivayetleri ve ihtilafları eksiksiz bir şekilde sunar. Ancak harita, yolcunun hâlinden anlamaz. Yorgun mu, güçlü mü? Yolu gece mi yürüyecek, gündüz mü? Çağın fitneleri nelerdir, bilmez. Önündeki fırtınayı veya gizli tehlikeleri de haber veremez.
İşte müftü, bu noktada sadece haritayı okuyan konumunda değil, aynı zamanda o yolları bizzat yürümüş, yolcunun hâlini anlayan basiretli bir rehberdir. İşte böyle bir rehberin, harita gibi bir aracın asla sahip olamayacağı iki temel vasfı vardır: Hikmet ve basiret.
Hikmet: Hikmet, haritadaki yüzlerce yoldan hangisinin, tam da o yolcu için en emniyetli, en hayırlı ve en doğru yol olduğunu seçebilme sanatıdır. Bu, Allah’ın (cc) dilediği kuluna lütfettiği, bilginin ruhunu kavrama yetisidir. Özellikle ayetin sonunda geçen “akıl sahibi” kelimesi konumuza tekrar ışık tutmaktadır:
“Hikmeti (olgunluğu, söz ve davranışta isabetli olmayı) dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse ona çok fazla hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alırlar.”[4]
Hikmeti de -her şeyde olduğu gibi- Allah (cc) takdir eder. Bununla beraber zekâ ile olayları bağdaştırmanın yeterli olmadığını ve akıl sahibi kişilere verilen bir nimet olduğunu burada tekrar görmekteyiz. Zira akledebilme yeteneği beraberinde sorumluluk ve imtihan getirmektedir. Doğal olarak yapay zekâlar bize seçenekleri sunarken hikmet sahibi fakihler en isabetli olana ışık tutar.
Basiret: Basiret, haritanın gösteremediklerini kalp gözüyle görebilmektir. Yolcunun anlatmadığı ama duruşundan sezilen endişeyi, sorusunun ardındaki gerçek ihtiyacı anlayabilmektir. Yapay zekânın güçlü sensörleri olabilir lakin basireti yoktur. O sadece bizlere veri setlerinden süzülen yapılandırılmış bilgileri sunar, ötesine kesinlikle geçemez.
Özetle
Buraya kadar gördük ki, yapay zekâ fıkıh sahasında göz kamaştırıcı bir suretle karşımıza çıkmaktadır. Saniyeler içinde binlerce ciltlik eseri tarayan, delilleri listeleyen bu dijital zekâ, zahiren başarılı bir “âlim” portresi çiziyor. Ancak bu cilalı suretin ardında, fetvanın ruhunu oluşturan siretten, yani iman, takva, akıl ve hikmet gibi temel vasıflardan yoksun, soğuk bir mekanizma yatmaktadır.
Bir yanda salt veriye dayalı zeki bir makine; öte yanda ise vahyin sorumluluğunu kalbinde taşıyan, basiret sahibi bir ruh… Bu derin ayrım, meselenin bir bilgi işlem probleminden çok daha öte, bir emanet ve ehliyet meselesi olduğunu bizlere göstermiştir. İlim ve fetva, ümmetin en büyük emanetlerindendir ve bu emanetin ehli; kalbi Allah korkusuyla titreyen, aklı vahyin nuruyla aydınlanmış âlimlerimizdir.
Rabbimiz (cc) bizlere, emanetleri ehline vermemizi emreder:
“Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi işiten) Semi’, (her şeyi gören) Basir’dir.”[5]
Peki, bu dijital zekâ mademki fetva makamına oturup bir hâkim olamıyor/olamaz, o hâlde onu fıkıh kapısının tamamen dışında mı bırakmalıyız? Bir makine hüküm veremiyorsa, ilme hizmet eden bir hâdim olabilir mi? Bu devasa teknolojinin gücünü, ümmetin hayrına nasıl kullanabilir; onu şer kapılarını açan bir anahtar olmaktan çıkarıp, hayır kapılarını aralayan bir hizmetkâra nasıl dönüştürebiliriz?
Bir sonraki yazımızda, inşallah bu çağdaş teknolojinin sınırları üzerine konuşacak ve onu ilmin emrinde nasıl konumlandırabileceğimizi ele almaya çalışacağız. Şüphesiz ki her şeyin en doğrusunu Allah (cc) bilir.
[1] . Akıl: Bağlamak, engellemek
[2] . Ebu Davud, 3657
[3] . https://islamansiklopedisi.org.tr/menat–illet
[4] . 2/Bakara, 269
[5] . 4/Nisâ, 58



