ZAN VE ÇEŞİTLERİ: MÜMİNLERE KARŞI ZAN

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuhu,

Geçen yazımızda zan konusunu işlemeye başlamıştık. Bu yazımıza zan kavramına dair önceki yazımızdan bir hatırlatma yaparak başlamak yerinde olacaktır:

İnsanın söz, eylem ve duyguları düşüncelerinin eseridir. Zira kulluğun merkezi kalptir, kalp ise düşüncelerle şekillenir. Güzel düşünceler kulluk zeminine atılmış temiz tohumlar gibidir. Mutlaka salih söz, amel ve duygulara evrilecektir. Düşünceler fasid olduğunda ise aksi istikamette sonuçlar doğuracaktır. İslam güzel düşünceleri hüsn-ü zan, çirkin düşünceleri ise su-i zan diye isimlendirir. Biz de bir önceki sayımızda başladığımız ve gelecek sayılarımızda da devam edeceğimiz yazı dizimizde Allah’a (cc), müminlere, insanın öz nefsine ve bilgi kaynaklarına karşı zan konusunu ele alacağız, inşallah.

Müminlere Karşı Zan

Mümine karşı hüsn-ü zandan kasıt, kalbi ona karşı selim tutmak ve her türlü kötü zandan muhafaza etmektir. Açık bir delil olmadığı müddetçe müminin ihtimalli hâllerini hayra yormaktır. Kur’ân’ın ifadesiyle mümin kardeşini kendi yerine koymak, kendisi için ne düşünülmesini istiyorsa kardeşi için de aynı şekilde düşünmektir. Müslimlere karşı hüsn-ü zan emredilmiş, su-i zan ise kesin bir dille yasaklanmıştır.

Su-i zannı yasaklayan ayet ve delalet ettiği anlamlar

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı (dahi) günahtır.”[1]

Ayette, “Zanda bulunmayın!” demek yerine “Zandan kaçının!” ifadesi kullanılmıştır. İlk ifade zannı yasaklarken ikincisi zandan kaçınmayı emreder. Bir önceki bölümde değinmiştik; çoğu zaman düşünceler insana rağmen onun kalp ve zihnine üşüşür. Üşüşen bu düşüncelere “havâtır” denir[2] ve insan havâtırdan mesul değildir. Ancak insan, bu düşüncelerin peşine düşüp onlar üzerinde kafa yormaya başladığında veya o düşünceleri dillendirip onlarla amel etmeye koyulduğunda artık o düşüncelerden sorumlu olmaya başlar.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah, içinden geçen (vesveselerle) amel etmediği ve konuşmadığı müddetçe ümmetimi bağışlamıştır.”[3]

Kardeşine karşı aklına kötü düşünce gelen mümin, su-i zannın peşine düşmemeli, ardını kurcalamamalı ve bunun çirkin bir zan olduğunu düşünerek ondan kaçınmalıdır. Bu sebeple ayet, “Zanda bulunmayın!” demek yerine “Zandan kaçının!” demiştir.[4]

Su-i zannın haram kılınmasının nedenlerinden biri, yalnızca Allah’ın (cc) bileceği konuda fikir yürütmek olduğundandır. Zira insanların neyi ne için yaptığını, kalplerin sırlarını ancak Allah (cc) bilir. İnsanların söz ve eylemlerine apaçık bir delil olmadan kötü anlam yükleyen, yani su-i zan sahibi âdeta kalplerde olanı biliyormuş gibi hareket eder.[5]

“Çünkü zannın bir kısmı (dahi) günahtır.” ifadesi ise iki anlama gelebilir:

Müminlere karşı zan iki kısımdır. İlki, mümin kardeşi hakkında güzel düşünmek, hayır zanda bulunmaktır. Zannın bu kısmı yasaklanmamış, hatta emredilmiştir. İkincisi, mümine karşı kötü düşünmek, su-i zanda bulunmaktır. Yasaklanan, zannın bu kısmıdır. Hâliyle “Zannın bir kısmı günahtır.” ifadesi zannın yasak olan kısmına işaret etmek içindir.[6]

Zan, insanın aklına gelen düşünce olarak kalırsa bu kısmı günah değildir; zira bu, insanın elinde değildir. Ancak kişi zannı dillendirir veya onunla amel ederse zannın bu kısmı günah olur. Ayette günah denilen kısım; peşine düşülen, dillendirilen veya amel edilen zandır.[7]

Su-i zannı yasaklayan hadis ve işaret ettiği anlam

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Zandan sakının! Çünkü zan, sözün en yalanıdır. İnsanların gizliliklerini araştırmayın, başkalarının gizli konuşmalarını dinlemeye kalkışmayın. Birbirinize buğzetmeyin ve kardeş olun. Kimse kardeşinin talip olduğu kişiye, kardeşi onu nikâhlayıncaya ya da nikâhlamaktan vazgeçinceye kadar talip olmasın.”[8]

İslam âlimleri bu naslardan yola çıkarak, müminin mümin kardeşine su-i zannını büyük günahlar arasında saymıştır. Çünkü yasak/nehiy haramlık gerektirir. Ayrıca bu yasak, yalan gibi en çirkin masiyetlerden olmakla vasfedilmiştir.

Hüsn-ü Zannın Gerekliliği ve Su-i Zannın Zararları

1. Zan, kalp amellerindendir.

Zan kalbin ameli, kalp ise bütün söz ve davranışları yönlendiren ana merkezdir.[9] Yine zan insanın mahremidir. Dışarıdan görünmediği için çoğu insanın farkına varması ve ıslah etmesi zordur. Bu manaları gözeterek âlimler su-i zannı, birçok büyük günahtan daha fazla dikkat edilmesi gereken masiyetler arasında tasnif etmiştir.

İbni Hacer El-Heytemî, su-i zannı da dâhil ettiği kalbî günahları zikrettikten sonra âlimlerden şu tespitleri aktarır:

“Mükellefin bu günahları bilmesi ve tedavi etmesi gerekir, çünkü kalbinde bu tür bir hastalık bulunan kişi -Allah’a sığınırız- Yüce Allah’a (cc) selim bir kalple kavuşamaz. Bu tür günahlar, zina, hırsızlık, içki içmek gibi beden günahlarından daha ağır şekilde kınanır. Bunun sebebi, bu günahların sonuçlarının büyük, etkilerinin kötü ve kalıcı olmasıdır.

Çünkü bu tür büyük günahların ve benzerlerinin etkileri, kalpte sabit bir hâl ve durum oluşturacak şekilde devam eder. Oysa cisimle işlenen günahların etkileri çabuk geçer; tevbe, istiğfar, hayırlı amel ve kefaret olacak musibetlerle ortadan kalkar.

Nebi (sav) şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz bedenin içinde bir et parçası vardır; o düzelirse bütün beden düzelir, bozulursa bütün beden bozulur. O, kalptir.’

Kalp, organların hükümdarıdır; organlar ise onun askerleri ve bağlılarıdır. Hükümdar bozulursa tüm askerler bozulur.

Ebû Hureyre (ra) şöyle dedi: ‘Kalp bir hükümdardır, organlar onun askerleridir. Hükümdar iyi olursa askerler iyi olur, kötü olursa askerler de kötü olur.’

Bu nedenle kalbi bu hastalıklardan temiz olan kişi Allah’a (cc) şükretsin. Kalbinde bu tür hastalıklardan biri bulunan kişi ise ona çare aramak ve tedavi etmek zorundadır, eğer tedavi etmezse günah işlemiş olur.

Bu tür kalp hastalıklarından günah işleyen, yalnızca niyet ettiği ve kalbiyle tasarladığı şeylerden sorumludur, kalbine gelen ya da diline veya hayaline geçen düşünceler bu kapsamın dışındadır.”[10]

2. Müminin mümin üstündeki haklarından biri, kardeşi hakkında hüsn-ü zanda bulunmasıdır.

Yüce Allah, müminleri iman bağıyla birbirlerine kardeş kılmış ve onlara birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumluluklardan biri de müminin mümin kardeşine karşı kalbini kötü düşüncelerden koruması, her daim kalbinde onu hayırla yâd etmesidir. Zira müminin canı ve malı koruma altında olduğu gibi onuru ve kişilik hakları da koruma altındadır. Onun canına veya malına yönelik saldırı ile kişiliğine yönelik saldırı arasında fark yoktur:

Ebû Bekre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize haramdır. Tıpkı bu gününüzün haram olduğu gibi, bu beldenizin haram olduğu gibi ve içinde bulunduğunuz bu ayın haram olduğu gibi.”[11]

İslam’ın öncelikler ve değerler hiyerarşisinde bir Müslim’in onuru, bazen Kâbe’nin hürmetinden daha büyük addedilmiştir:

Abdullah ibni Amr’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ben, Allah Resûlü’nün (sav) Kâbe’yi tavaf ettiğini ve (tavaf esnasında) söyle söylediğini gördüm: ‘(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzeldir. Sen ne büyüksün ve senin hürmetin ne büyüktür! Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki müminin hürmeti Allah katında senin hürmetinden daha büyüktür. Müminin malı, kanı ve onun hakkında sadece iyi zanda bulunmak (senin hürmetinden üstündür).’ ”[12]

İslam nezdinde müminler bir bedenin âzaları gibidir.[13] Her mümin, kardeşi için düşüneceği şeyi önce kendi nefsine yöneltmeli, kendisi için razı olmadığı şeyi kardeşi için de düşünmemelidir. İslam tarihinin en elim olaylarından biri, İfk Hadisesi’dir. Yüce Allah olayı tahlil ettiği ayetlerde müminlere şöyle seslenmiştir:

“Onu işittiğiniz zaman, mümin erkeklerin ve mümin kadınların kendileri için hayır düşünmeleri ve ‘Bu, apaçık bir iftiradır!’ demeleri gerekmez miydi?”[14]

İbni Kesîr (rh) şöyle der:

“Yani (müminler) o sözü kendilerine kıyas ettiler; eğer böyle çirkin bir şeyin kendilerine yakışmayacağını düşünürlerse o zaman Müminlerin Annesi Âişe bu iftiradan berî olmaya daha da layıktır, hem de kat kat daha layıktır.

Denildi ki bu ayet, Ebû Eyyûb El-Ensârî ve hanımı hakkında indi. Ebû Eyyûb’un eşi kendisine, ‘Ey Ebâ Eyyûb! İnsanların Âişe hakkında söylediklerini duymuyor musun?’ dedi.

Ebû Eyyûb, ‘Evet duyuyorum, ama bu apaçık bir yalandır. Peki, sen olsan böyle bir şey yapar mıydın, ey Ummu Eyyûb?’ diye karşılık verdi

Hanımı, ‘Hayır. Vallahi ben asla böyle bir şey yapmazdım.’ deyince Ebû Eyyûb şöyle karşılık verdi: ‘Vallahi Âişe, senden daha hayırlıdır!’ ”[15]

3. Hüsn-ü zan kardeşlik hukukunu korur, su-i zan zedeler.

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı (dahi) günahtır. Tecessüs etmeyin/birbirinizin özelini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın/arkasından konuşmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi? (Nasıl da) tiksindiniz! Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[16]

Yüce Allah önce su-i zannı yasaklamış, akabinde tecessüs ve gıybeti yasaklamıştır. Yasaklar listesinin başına zannı koyması, zannın tecessüs ve gıybeti tetiklemesindendir. Şöyle ki, konunun girişinde de belirttiğimiz gibi insanın söz, eylem ve duyguları; düşüncelerinin eseridir. Düşünceler/Zanlar güzelleşince duygu, söz ve ameller de güzelleşecek; aksi durumda tüm bunlar çirkinleşecektir. Örneğin, İslam’ın kesin haramlarından biri bir Müslim’i gıyabında kötülükle anmak, yani gıybettir. Gıybetin en temel sebeplerinden biri ise zandır. Zira en fazla gıybeti yapılan insanlar, haklarında su-i zan beslenen insanlardır. Su-i zan her ne kadar bir düşünce olsa da toprağa atılan tohumun kök salıp güçlendiği gibi kalbe girip kökleşir. Zan sahibi, düşüncesinin zan olduğunu unutup hakikat zannetmeye başladığında o insanı da mutlak kötü, şerli bir insan olarak algılar. Kötü insanın gıybetini yapmayı da meşru bir hak olarak görür.

Su-i zannın tecessüse etkisiyle ilgili İbni Kudâme (rh) şöyle der:

“Su-i zannın sonuçlarından biri casusluktur. Çünkü kalp sadece zanla yetinmez, gerçeği araştırmayı ister ve bu nedenle casuslukla uğraşır. Bu davranış yasaklanmıştır, çünkü bir Müslim’in ayıbını ortaya çıkarır. Ayıp senin için açığa çıkmasa bile kalbin Müslimlere karşı daha selametli olur.”[17]

Su-i zannı yasaklayan ayetin nüzul sebebine dair zikredilen kıssa, kötü zanla başlayan sürecin nasıl tecessüs ve gıybetle neticelendiğini gösterir:

“Bu ayet, Allah Resûlü’nün (sav) iki sahabisinin arkadaşlarının gıybetini yapmaları üzerine indirilmiştir. Allah Resûlü (sav) sefere çıktığında ihtiyaç sahibi birini varlıklı iki sahabinin yanına, onlara hizmet etmesi için gönderirdi. Selmân’ı da iki sahabinin yanına göndermişti. Selmân öne geçtiğinde gözleri ağırlaştı, uyuyakaldı ve onlara hiçbir şey hazırlayamadı. Sahabiler geldiklerinde yemek ve içecek bulamadılar.

Selmân’a, ‘Git, Allah Resûlü’nden (sav) bize yemek ve içecek iste!’ dediler.

Selmân, Allah Resûlü’nün (sav) yanına gidip durumu anlattı.

Allah Resûlü (sav) ona, ‘Usâme ibni Zeyd’in yanına git, eğer elinde fazla yemek varsa sana versin.’ buyurdu.

Usâme, Allah Resûlü’nün (sav) hazinedarıydı. Selmân gittiğinde Usâme, ‘Bende bir şey yok.’ dedi.

Selmân durumu sahabilere bildirdiğinde iki sahabi, ‘Yanında vardı ama cimrilik yaptı.’ dediler.

Bunun üzerine iki sahabi, Selmân’ı diğer sahabilerin yanına göndermeyi denediler, ama onlardan da bir şey bulamadılar.

İkisi, ‘Keşke Selmân’ı Sumeyha kuyusuna gönderseydik, suyu taşırdı.’ dediler.

Ardından Usâme’nin yanına gidip, ‘Acaba doğru söylüyor mu?’ diye tecessüs etmeye başladılar.

Allah Resûlü (sav) onları görünce, ‘Ağızlarınızda yeni yenmiş et kalıntıları görüyorum.’ buyurdu.

İkisi, ‘Ey Allah Resûlü (sav), yemin ederiz ki bugün et de yemedik, başka bir şey de.’ dediler.

Allah Resûlü (sav), ‘Ama siz sürekli Selmân ve Usâme’nin etini yiyorsunuz.’ buyurdu. Bu olay üzerine ayetler indi.”[18]

Su-i zannı yasaklayan Allah Resûlü de (sav) benzer bir üslup kullanır. Zannı yasakladıktan sonra zannın sebep olacağı günahları da peş peşe yasaklar. Âlimler hadiste kullanılan üsluptan şu istinbatta bulunurlar:

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Zandan sakının! Çünkü zan sözün en yalanıdır. İnsanların gizliliklerini araştırmayın, başkalarının gizli konuşmalarını dinlemeye kalkışmayın. Birbirinize buğzetmeyin ve kardeş olun. Kimse kardeşinin talip olduğu kişiye, kardeşi onu nikâhlayıncaya ya da nikâhlamaktan vazgeçinceye kadar talip olmasın.”[19]

“Kurtubî şöyle demiştir: ‘Buradaki ‘zan’dan kasıt, hiçbir sebebe dayanmayan suçlama ve töhmettir. Mesela bir kimsenin, ortada bunu gerektirecek bir işaret ve belirti yokken birini fuhuşla itham etmesi gibi.

Bu sebeple, ‘Tecessüs etmeyin.’ buyruğu, ‘zan’ ifadesine bitişik olarak zikredilmiştir. Çünkü kişinin içine bir töhmet düşüncesi düşer, sonra da bu düşünceyi kesinleştirmek ister; bunun için araştırmaya, gizlice dinlemeye ve takip etmeye yönelir. İşte bundan nehyedilmiştir.

Bu hadis, Allahu Teâlâ’nın şu buyruğuyla tamamen uyumludur: ‘Zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı (dahi) günahtır. Tecessüs etmeyin/birbirinizin özelini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın/arkasından konuşmayın.’[20]

Ayetin akışı, Müslim’in onurunun en üst düzeyde korunmasını emreder. Çünkü önce Müslim’in onuru hakkında zanla konuşmak yasaklanmıştır ve ardından kişi, ‘Ben araştırıp kesinleştireyim.’ diye düşünecek olursa ‘Tecessüs etmeyin.’ buyruğu gelir.

Eğer biri, ‘Ben tecessüs etmeden gerçeği öğrendim.’ derse ona da, ‘Birbirinizin gıybetini yapmayın.’ buyruğu hatırlatılır.’ ”[21]

“Kim sadece zan üzerine başkası hakkında kötü bir kanaatte bulunursa şeytan onu şunlara sürükler: Onu küçümsemeye, ona karşı haklarını yerine getirmemeye ve ikramda gevşek davranmaya, onun ırzına dil uzatmaya. Bütün bunlar helaka götüren tehlikelerdir.”[22]

Su-i zan, hak çiğnemenin ve zulmetmenin sebebidir. Zira su-i zan şeytandandır. İnsan akla gelen düşünceyi defetmeyip o zannın peşine düştüğünde şeytanın ilk adımına tabi olmuştur. Şeytan ise daha büyük masiyete düşürmek için su-i zannı yem olarak kullanır. Bir örnekle açıklayalım:

Âişe Annemiz (r.anha) birgün sahabilere şöyle dedi:

“ ‘Size kendimden ve Allah Resûlü’nden (sav) bir şeyler anlatayım mı?’

Sahabiler, ‘Elbette!’ dediler.

‘Allah Resûlü’nün yanımda bulunacağı gece geldiğinde cübbesini yere koydu, ayakkabılarını çıkarıp ayaklarının yanına koydu. Kaftanının bir tarafını döşeğinin üzerine yayarak, uzandı. Çok geçmeden benim uyuduğumu zannederek yavaşça cübbesini aldı, ayakkabılarını giydi ve kapıyı açarak çıktı. Sonra yavaşça kapıyı kapadı. Ben, hemen elbiselerimi giyinip onun (sav) peşinden yola düştüm. Bakî’ye varınca durdu, hem de epeyi durdu. Sonra üç defa ellerini kaldırdı, sonra geri döndü. Ben de döndüm. O hızlıca yürüdü, ben de yürüdüm; o hızlandı, ben de hızlandım; o koştu, ben de koştum. Neticede onu geçerek eve girdim. Ben kendimi yatağa atar atmaz o da girdi ve ‘Sana ne oldu ey Âişe? Nefes nefese kalmışsın.’ buyurdu.

Ben, ‘Bir şey yok.’ dedim.

Allah Resûlü (sav), ‘Ya sen söylersin yahut El-Latîf ve El-Habîr olan Allah bana mutlaka haber verir.’ dedi.

Ben, ‘Anam babam sana feda olsun.’ dedim ve olan biteni kendisine haber verdim.

Allah Resûlü (sav), ‘Önümde gördüğüm karaltı sen miydin?’ dedi.

Ben, ‘Evet!’ cevabını verdim. Bunun üzerine beni göğsümden itti ve canımı yaktı. Sonra, ‘Allah ve Resûl’ü sana zulmedecek mi sandın?’ dedi.”[23]

Allah Resûlü (sav) Âişe Annemizin (r.anha) gecesinde, Cibrîl’in vahiy getirmesiyle yatağından kalkmış, Müslim ölülere istiğfar etmek için  Bakî Mezarlığı’na gitmiştir. Âişe Annemizin (r.anha) uyuduğunu düşündüğünden onu rahatsız etmemek için sessizce hareket etmiş, nezaket göstermiştir. Âişe Annemiz (r.anha) ise su-i zanda bulunarak Allah Resûlü’nün sessiz hareket etmesini onun bir iş çevirdiğine yormuş, onun gecesinde başka bir hanımının yanına gittiğini vehmetmiştir. Bu zannı, Resûl’ü (sav) takip etmesine neden olmuştur. Yani sadece su-i zanda bulunmamış, zannını tecessüsle eyleme dökmüştür. Bu davranışı Allah Resûlü’nden (sav) azar işitmesine neden olmuştur. “Sen Allah ve Resûl’ünün sana zulmedeceğini mi zannetin?” sorusu, aslında Âişe Annemizin (r.anha) zannının ne anlama geldiğini ve ne denli tehlikeli olduğuna işaret etmek için yeterlidir. Normal zamanda Âişe Annemize (r.anha), “Allah ve Resûlü sana zulmeder mi?” diye sorsak, muhtemelen kendisi de rahatsız olacak ve soranı azarlayacaktır. Ancak su-i zannın sirayet ettiği bir kalp en temel ölçüleri yitirdiğinden bir Müslim’e yakışmayan böylesi davranışlara sebebiyet verebilmektedir.

4. Su-i zan, sözün en yalan olanıdır.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Zandan sakının! Çünkü zan sözün en yalanıdır.”[24]

Allah Resûlü (sav) insanlar hakkında zanla hareket etmenin, sözün en yalanı olduğunu haber veriyor. Çünkü insanın zanları, kuruntuları ve ön yargıları; İslam nezdinde kendisine itimat edilecek bir asıl değildir. Zanla hareket eden insan, mesnetsiz hareket ettiği için yalancıdır. Nebevi formül şudur: Şer’i bir asla dayanmayan düşünce asılsızdır, yalandır. Allah Resûlü’nün (sav), “sözün en yalanı” ifadesine de dikkat etmek durumundayız. Şöyle ki; hakikatte zan, bir düşüncedir. Allah Resûlü’nün (sav), düşünceyi söz kabul etmesi, zannın mahiyetine ışık tutar. Zan, insanın kendisiyle konuşması, kendi öz nefsini aldatmasıdır. Zan, insanın kendine yalan söylemesi, sonra da söylediği yalana inanmasıdır.

5. Su-i zan, kalbin gıybetidir.

Su-i zan; insanın kendi nefsiyle konuşması, Allah Resûlü’nün (sav) ifadesiyle insanın kendine söylediği en çirkin yalandır. Hakikatte zan yapan, kendi nefsiyle bir olup kardeşinin gıybetini yapmış ve içinden, kardeşini gıyabında çekiştirmiştir. Bu manayı gözeterek âlimlerimiz, zannı “kalbin gıybeti” diye isimlendirmiştir.

“Bil ki su-i zan, söz gibi haramdır. Nasıl ki başkalarının ayıplarını anlatmak haramsa, kalbinde su-i zan beslemek ve bir kimse hakkında kötü düşünmek de haramdır. Allahu Teâlâ, ‘Zannın çoğundan sakının.’ buyurur.

Bu nedenle su-i zannı sürekli taşımak ve kalpte yer vermek de haramdır. Ne zaman aklına bu tür düşünceler -gıybet veya diğer günahlar- gelirse onları reddetmek, ilgilenmemek ve onların görünüşüne ters anlamlar vererek zihnini saptıracak tevil ve yorumlar yapmak gerekir.”[25]

6. Mümin hakkında su-i zan, Allah hakkında su-i zandır.

Yüce Allah bir bütün olarak İslam ümmeti hakkında şahitlikte bulunmuş; onların adil şahitler, insanlık için çıkarılan en hayırlı ümmet ve vasat ümmet olduklarını beyan etmiştir. Ayrıca tek tek her müminin canını, malını ve ırzını/onurunu/kişilik haklarını koruma altına almıştır. Buna rağmen müminler hakkında su-i zanda bulunan kimse, Allah’ın (cc) şahitliğinden razı olmamış ve Rabbinin şahitliği hakkında su-i zan etmiş olur. Yüce Allah’ın bir mümin hakkındaki şahitliğinin dışına çıkıp kötü zanda bulunmak için kesin bir delil olmalıdır. Kişi ancak Allah’ın (cc) sınırlarından birini çiğner, yani Allah’ın (cc) onun hakkındaki şahitliğini zedelerse o zaman onun hakkında su-i zan yapılabilir.

7. İnsanın başkalarına dair zannı kendi iç dünyasının yansımasıdır.

“Ve her kim insanlara karşı kötü zan besleyip onların kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışıyorsa, bil ki bu, onun kalbindeki kötülük ve kötü huyundan kaynaklanır. Çünkü mümin, kalbinin selameti için mazeretleri arar; münafık ise kalbindeki kötülük yüzünden kusurları arar. İşte bunlar, şeytanın kalbe girdiği bazı yolların örnekleridir ve bu, diğer yollar hakkında da bir uyarıdır.”[26]

İnsanın içinde ne varsa dışına taşacak olan da odur. Kalbi masiyetlerle kararmış, iç dünyasını kötü düşüncelerle imar eden insan, herkesin kendisi gibi kötü olduğunu düşünür. Sünnetten öğrendiğimiz kadarıyla insanın başkalarıyla ilgili kötü zannı büyüdükçe kendini helak eder.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘İnsanlar helak olmuştur.’ diyen, en çok helak olandır.”[27]

Müminlere Karşı Su-i Zandan Korunma Yolları[28]

Pek çok ailenin yıkılmasında, kardeşlerin birbirine düşman olmasında, İslami çalışmaların sekteye uğramasında su-i zannın etkisi vardır. İslam toplumunda yaşanan çoğu problemde geriye doğru sardıkça bazı söz veya eylemler için “Öyle sandım, şöyle yorumladım, böyle zannettim…” diyerek yapılan çıkarımların, şeytanın da iğvasıyla soruna kaynaklık ettiği görülmüştür. Birçok olayda söz veya eylemin sahibi, maksadını açıkladığında asıl sorunun o söz değil, su-i zan sahibinin yaptığı yorum olduğu anlaşılmıştır.

Dünya ve ahiretteki çirkin akıbeti nedeniyle Müslim, su-i zandan korunmalıdır. Su-i zandan korunmak için dikkat edilmesi gereken adımları şöyle sıralayabiliriz:

1. Su-i zannın zararlarını bilmek

Yukarıda su-i zannın zararlarına dair anlattıklarımızı bilmek, su-i zandan korunma yollarının ilkidir. İnsan bir şeyin dünyevi ve uhrevi zararlarını bildiğinde ondan korunması kolaylaşır. Bu sebeple âlimlerimiz faziletli amellere teşvik ederken o amelin faziletini bilmeyi, masiyetlerden sakındırırken de o masiyetin dünya ve ahiret zararlarını detaylı bilmeyi önermişlerdir.

2. Hüsn-ü zannı meleke hâline getirmek

Su-i zan şeytandandır; kötü düşünceler insana rağmen insan zihnine üşüşür. Hüsn-ü zan ise iradidir. Kişi, duyduğu ve gördüklerini hayra yordukça meleke kazanır. Bu sebeple selef imamları, kardeşlerimize dair duyduklarımızı hayra yormamızı, imkân dâhilinde onlara özür bulmamızı tavsiye etmişlerdir:

Müminlerin Emîri Ömer ibni’l Hattâb’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Müslim kardeşinin ağzından çıkan sözleri sadece hayra yorumla. Mutlaka o sözü hayra yorabilecek bir yol bulabilirsin.”[29]

Saîd ibni Museyyeb’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’nün (sav) sahabilerinden bazı kardeşlerime şöyle yazdım: ‘Sana, aksine çok güçlü bir delil gelmediği müddetçe Müslim kardeşinin işini her zaman en güzel şekilde yorumla. Müslim birinin ağzından çıkan bir kelimeyi asla şerre yorma. Mutlaka onda hayra yorumlayabilecek bir yol bulabilirsin.’ ”[30]

Kardeşlerimizden görüp duyduklarımızı hayra yormak, onlara özür bulmaktır. “Umulur ki zahiri kötü görülen şu şeyi şu gerekçeyle yapmıştır.” diyerek onları mazur görmektir. İmam Ahmed (rh) ilgili rivayetleri böyle yorumlamıştır:

İbnu Hânî (rh) şöyle demiştir:

“Ahmed’e, ‘Eğer kardeşinle ilgili bir şey sana ulaşırsa onu en güzel şekilde yorumla ki ona kötü bir anlam yüklemiş olmayasın.’ rivayetini sordum.

Ahmed, ‘Ona mazeret bul. Mazeret bulmaktan kasıt, şöyle demek gibidir: ‘Belki böyledir, belki şöyledir.’ ’ ”[31]

3. Su-i zanna sebep olan insanlardan uzak durmak

Şerli insanlarla arkadaşlık hayırlı/salih insanlara karşı kötü zan peyda eder.[32] Hayırlı insanların hâli insana sirayet ettiği gibi şerli insanların hâlleri de sirayet eder. Şer ehli, salih insanlardan rahatsızdır; zira salih insanların varlığı onların çirkin hayatlarını daha görünür kılar. Onlar da salihlerle alay etmek, onların davranışlarını şerre yormak ve onların gıybetini yapmak suretiyle içlerini soğuturlar. Onlarla aynı meclisi paylaşanlar zamanla su-i zannın en kötüsü olan salihlere karşı su-i zannı ahlak edinirler.

4. Su-i zan yapılan insan hakkında dua etmek

Su-i zan şeytandandır ve kin, hased, öfke gibi masiyetlerle kirlenmiş kalpler su-i zanna düşer. Şeytanı defetmek ve kalbi bu marazlardan arındırmak için dua etmek gerekir:

“Ne zaman bir Müslim hakkında kötü bir düşünce aklına gelirse onu daha çok gözetmeli ve onun için dua etmelisin. Bu şeytanı öfkelendirir ve senden uzaklaştırır. Dua ve kardeşini gözetmekle meşgul olduğun için kötü zan sana gizlice gelmez.”[33]

5. Nefis hakkında su-i zanda bulunmak

Başkaları hakkında su-i zan, gıybet ve alay, çoğu zaman insanın kendi nefsiyle yüzleşmekten kaçınmasının sonucudur. Kur’ân ve Sünnet bize kendi nefsimizin ıslahıyla ilgilenmemizi, başkalarının davranışlarıyla ilgilenmeyi bırakmamızı emreder:

“Ben, nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis -Rabbimin merhamet ettiği müstesna- çokça kötülüğü emreder. Şüphesiz ki Rabbim, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[34]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizden biri kendi gözündeki kütüğü görmez de kardeşinin gözündeki çeri çöpü görür.”[35]

Selefimiz su-i zanla ilgili nasihat ederken, akıllı insanın kendi nefsinin kusurlarıyla ilgilendiğini söylemişlerdir:

“Akıl sahibi için gerekli olan, insanların kusurlarını araştırmaktan kaçınarak kendini korumak ve kendi kusurlarını düzeltmekle meşgul olmaktır. Çünkü kendi kusurlarıyla ilgilenen kişi, başkalarının kusurlarını düşünmekten kendini kurtarır; hem bedenini rahat ettirir hem de kalbini yormaz. Böylece kendi kusurlarını gördüğünde, kardeşinde benzer bir kusur görse bile ona hafif gelir. Oysa başkalarının kusurlarıyla uğraşıp kendi kusurlarını ihmal edenin kalbi körleşir, bedeni yorulur ve kendi kusurlarını bırakmakta zorlanır. İnsanların en acizi, insanlarda olan şeyleri ayıplayanlardır. Bundan daha acizi, kendisinde de olmasına rağmen aynı şeyi başkalarında ayıplayandır. İnsanları ayıplayan kimse de ayıplanır.”[36]

6. Su-i zandan Allah’a sığınmak ve zannı sonlandırmak

Allah Resûlü (sav) kalbe gelen çirkin düşüncelerin şeytandan olduğunu ve o düşüncelerden korunmanın yolunun Allah’a (cc) sığınmak ve düşünceye son vermek olduğu söylemiştir:

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Şeytan sizden birine gelir ve ‘Bunu kim yarattı? Bunu kim yarattı?..’ diye sorar. Tâ ki kişiye, ‘Rabbini kim yarattı?’ diye sorana kadar. Sizden biri bu aşamaya gelirse Allah’a sığınsın ve bu düşünceleri sonlandırsın.”[37]

Bu hadis her ne kadar akidevi zanlarla ilgili olsa da Allah’ın (cc) razı olmadığı zanlarla ilgili bir usul öğretir. Zannın sebep olduğu düşünceden Allah’a (cc) sığınmak ve zannı önemsemeyip peşine düşmemek. Çünkü zan, peşine düşüp derinleştikçe güçlenir ve inanç hâlini alır; zamanla insan kendine zulmeder ve zannını yakin zannederek su-i zannın gereğiyle amel eder.

Rabbim, bizi kötü zan ve onun çirkin akıbetinden korusun. Bizleri kardeşlerimize karşı temiz bir kalple rızıklandırsın. Allahumme âmin.


[1] bk. 49/Hucurât, 12

[2] “Aklına gelmek, hatırlamak, içine doğmak” anlamındaki hutûr kökünden türeyen hâtır kelimesinin çoğulu olup insanın iradesi dışında zihnine gelen iyi veya kötü düşünceleri ifade eder.” (TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/523)

[3] Buhari, 6664; Müslim, 127

[4] bk. Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, Ed-Dâru’t Tûnusiyye, 26/252

[5] bk. Tefsîru Kâsımî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 8/534 vd.

[6] bk. Tefsîru’t Taberî, Muessesetu’r Risâle, 22/303

[7] bk. Tefsîru’l Beğavî, Dâru Taybe, 7/345

[8] Buhari, 5143-5144; Müslim, 2563

[9] Nu’mân ibni Beşîr’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o düzgün olursa bütün vücut düzgün olur, o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin! O et parçası kalptir.” (Buhari, 52; Müslim, 1599)

[10] Ez-Zevâcir an İktirâfi’l Kebâir, Dâru’l Fikr, 1/130-131

[11] Müslim, 1679

[12] İbni Mace, 3932

[13] bk. Buhari, 481; Müslim, 2585

[14] 24/Nûr, 12

[15] Tefsîru İbni Kesîr, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 6/25

[16] 49/Hucurât, 12

[17] Muhtasaru Minhâci’l Kâsidîn, Mektebetu Dâri’l Beyân, s. 172

[18] Tefsîru’l Kurtubî, 16/331; Tefsîru’l Beğavî, 7/344

[19] Buhari, 5143-5144; Müslim, 2563

[20] 49/Hucurât, 12

[21] Fethu’l Bârî libni Hacer, 10/481

[22] Ez-Zevâcir an İktirâfi’l Kebâir, Dâru’l Fikr, 1/143

[23] Müslim, 974

[24] Buhari, 5143-5144; Müslim, 2563

[25] El-Ezkâr li’n Nevevî, s. 344

[26] Ez-Zevâcir an İktirâfi’l Kebâir, Dâru’l Fikr, 1/143

[27] Müslim, 2623

İslam âlimleri, ‘İnsanlar helak oldu.’ ifadesinin iki vechi olduğunu söylemiştir. (bk. El-İstizkâr, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 8/549, 1847 No.lu hadis şerhi)

– İnsanların içinde bulunduğu masiyet ve kötü amellerden dolayı üzülmek, selefin hâli ile kendi gününü kıyaslayıp insanların helak olduğunu söylemek. Bu caizdir.

– Kendi nefsini beğenerek ve insanları küçümseyerek onların helak olduğunu söylemek. Hadiste yasaklanan budur.

[28] Detaylı bilgi için bk. Mevsûatu Nadrati’n Naîm, 10/4672; Mevsûatu’l Ahlâki’l İslâmiyye, 2/302

[29] Tefsîru İbni Kesîr, 7/352

[30] Şuabu’l Îmân, 7992

[31] El-Câmiu li Ulûmi’l İmâm Ahmed, 20/143

[32] bk. Ravdatu’l Ukalâ’ ve Nuzhetu’l Fudalâ, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, s. 100

[33] Muhtasaru Minhâci’l Kâsidîn, s. 172

[34] 12/Yûsuf, 53

[35] Sahîhu İbni Hibbân, 4597

[36] Ravdatu’l Ukalâ’ ve Nuzhetu’l Fudalâ, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, s. 125

[37] Buhari, 3276; Müslim, 134

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver