DEĞİŞMEK İÇİN DEĞİŞMEK GEREK

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

“Bu, şundandır: Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirecek değildir. Şüphesiz Allah, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Rabbimiz El-Hak olandır. Hak ile batılın arasını ayırır. El-Hak olan Rabbimizden gelen Kur’ân da aynı şekilde hak ile batılın arasını ayırır.

“Dinde zorlama yoktur. Rüşd/Hak, batıldan (kesin bir biçimde) ayrılmıştır. Her kim (reddetmek, tekfir etmek, teberrî etmek suretiyle) tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dinine girmiş) olur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.”[2]

“Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, kulunun üzerine apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz ki Allah, sizlere karşı (şefkatli olan) Raûf ve (merhametli olan) Rahîm’dir.”[3]

Ancak apaçık olan bu ayetler, Kur’ân’ın tüm muhatapları için hidayet değildir ve herkese doğru yolu göstermez. Bu Kitap ancak takva sahipleri için bir hidayettir:

“Bu Kitap; kendisinde hiçbir şüphe olmayan, takva sahiplerine yol gösteren bir Kitap’tır.”[4]

Ve Allah (cc) takvalı kullarına “furkan”ı yani doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme nimetini bahşeder:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakınırsanız size (hakla batılı, doğruyla yanlışı, faydalı olanla faydasızı rahatlıkla birbirinden ayıracağınız) bir furkan verir, kusurlarınızı örter, günahlarınızı bağışlar. Allah, büyük lütuf ve ihsan sahibidir.”[5]

Bazı zamanlar olur, kişiye kuşandığı takvası yeterli gelmeyebilir. İnsan zayıf yaratılmıştır. Bundan dolayı istikamet üzere olabilmek için “sadıklarla” birlikte olması gerekir:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve sadıklarla beraber olun!”[6]

Geçmiş yazılarımızda zikrettiğimiz ayetler ışığında kişiyi istikamet üzere tutacak, doğru ile yanlışı ayrıt edecek temel ilkelerden bazılarını el aldık.

Bu ayki yazımızda konu edindiğimiz ayetin ışığında insanın değişmek için nereden başlaması gerektiğini ele almaya çalışacağız.

Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirecek değildir.

Ayette geçen تغير kelimesi lugatta bir şeyin durumunun değişmesi, bir hâlden başka bir hâle geçmesi, yerine başka bir şeyin geçmesi gibi anlamlara gelir.

Konu edindiğimiz ayetteki “toplum”un kim olduğu hakkında müfessirlerimiz genel olarak Mekke toplumu olduğunu söylemişlerdir. Allah (cc) Mekke toplumunu birçok nimetle rızıklandırmıştı. Haram topraklarda yaşıyor olmaları ve büyük ticaretleri nedeniyle emniyet ve refah içinde yaşıyorlardı.

“Kureyş’in kendi aralarında ülfet içinde yaşamaları sebebiyle, yaz ve kış (aylarında ticaret amaçlı yaptıkları) yolculukların sağladığı rahatlık (için) bu evin Rabbine ibadet etsinler, (bu nimetine şükretsin ve O’nu birlesinler). O (Rab ki), onları açlıktan doyuran ve korkudan emniyette kılandır.”[7]

Sonra Rabbimiz (cc) bu nimetlerinin üzerine insanlık için en büyük nimeti onlara gönderdi: Allah’ın Resûlü Muhammed (sav). Ancak onlar bu nimete karşı sorumluluklarını yerine getirmediler ve Resûlullah’ın (sav) çağrısına icabet etmediler. Onlar içinde bulundukları küfür ve şirk hâlini değiştirmedikleri için Allah da (cc) onların durumlarını değiştirmemiş ve onları helak etmiştir.

Tıpkı Firavun ve ailesi gibi. Firavun da yeryüzünde büyüklenmiş, halkını aşağılamış zalim bir tağuttu. Mûsâ (as) ve Hârûn (as) kendisini tevhide davet etti, ancak bu davet karşısında büyüklendi, kendini değiştirmedi. Allah da (cc) onu değiştirmemiş ve bu şekilde helak etmiştir.

“Firavun ailesi ve onlardan önce (yaşamış olanların) durumu gibi… Rablerinin ayetlerini yalanladılar. Biz de onları günahları nedeniyle helak ettik ve Firavun ailesini boğduk. Hepsi zalimlerdi.”[8]

Mekke toplumunun tam karşısında ise Medine toplumunu görmekteyiz. Onların durumu Kureyş’e göre daha kötüydü. Yıllarca süren iç savaşlar Medine halkını çok ciddi bir şekilde yıpratmıştı. Ve tam değişmek için çözüm ararken Resûlullah’ın (sav) davetiyle karşılaştılar ve bu nimetin sorumluluğunu en güzel şekilde yerine getirdiler. Onlar kendilerini değiştirdiler, Allah da (cc) onları değiştirdi.

Değişmek için Değişmek Gerek!

Bu ayet genel bir kulluk kaidesi öğretir: Kul kendi durumunu değiştirmediği müddetçe Allah (cc) onun durumunu değiştirmez. Allah kullarına karşı adaletlidir. Kim hayatında ne görüyorsa mutlaka kendi durumu ve yaptıklarıyla ilgilidir.

“(İnsanın) önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyup gözeten (melekler) vardır. Şüphesiz ki bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez. Allah bir topluluk için kötülük diledi mi, onun geri çevrilmesine imkân yoktur. Onların (Allah’ın) dışında bir koruyanı/idare edeni de yoktur.”[9]

İnsanın hayatındaki olumsuzluklar aslında sadece kendi yaptıklarından kaynaklıdır. İyilik ve güzellikler ise Rabbimizin (cc) lütfu ve merhametindendir:

“Başına gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük de kendindendir. Seni insanlara Resûl olarak gönderdik. (Senin hak Peygamber olduğuna) şahit olarak Allah yeter.”[10]

“Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandığınız (günahlar) sebebiyledir. Hem (Allah) çoğunu da affeder.”[11]

Şartlar Mazeret Değil, İmtihandır

Her birimizin hayatında muzdarip olduğu ve değişmesi gerektiğine inandığı birtakım durumlar vardır. İster ticarette olsun ister eğitimde olsun ve en önemlisi kendimizle ilgili olsun değiştirmeye çalıştığımız şeyler vardır. Ancak bu noktada insan kendini değiştirmek yerine içinde bulunduğu şartları değiştirmeye yönelir. Kendi hatalarını ve günahlarını düşünüp “Bu içinde bulunduğum durum benim kendi günahlarımdan kaynaklı” diyerek nefis muhasebesi yapmak ve günahlardan tevbe etmek yerine ya çevresindeki insanları ya da içinde bulunduğu şartları suçlar.

Ancak imtihan tam olarak burada başlar. Hiçbir öğrenci sınava girdiğinde öğretmenine “Ben sınavın sorularını beğenmedim, çok zor. Bana başka sorular sorun.” diyemediği gibi bizim de şartları/imtihanımızı değiştirmek yerine içinde bulunduğumuz durumdaki imtihandan razı olup Rabbimizin (cc) razı olduğu amelleri ifa ederek bu imtihanı geçmemiz gerekir.

Hayatımızda edinmek istediğimiz bir alışkanlık ister dinî ister dünyevi olsun, ona karşı adım atarak ve üstünde sebat ederek olur. Bu bizim gözlem sonucu elde ettiğimiz bir tespit değil, tam olarak Resûlullah’ın (sav) öğrettiği bir hakikattir:

“Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır ve Allah onu (zayıf müminden) daha çok sever. Bununla birlikte hepsinde de hayır vardır. Sen sana faydalı olan şeye gayretle yönel, Allah’tan yardım dile ve âciz olma. Sana herhangi bir şey gelip çatarsa ‘Keşke şöyle yapsaydım şöyle olurdu.’ deme. ‘Allah’ın kaderidir, o dilediğini yapar.’ de. Şüphesiz ki ‘keşke’ demek şeytanın ameline (kapı) açar.”[12]

Görüldüğü üzere neyi elde etmek istiyorsak ona karşı hırslı olmamız ve sebat etmemiz gerekir. Buna sabrı örnek verebiliriz. Hayatımızda her şeyin hız üzere olduğu bu çağda sabırlı olmak, teenniyle hareket etmek çok zor ve müstesna bir ahlak hâline gelmiş durumda. Ancak sabırsızlığımızı ve aceleciliğimizi şartlara bağlamak yerine onu elde etmek için çaba sarf etmemiz gerekir. Bu konuda Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim iffetli olmaya çalışırsa Allah da onu iffetli kılar. Kim de sabırlı olmaya çalışırsa Allah da onu sabırlı kılar. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmemiştir.”[13]

Hadiste geçen يتصبر kelimesi sabırlı olmaya çalışmak anlamına gelir. Ancak bu noktada şu inceliğe dikkat çekmek gerekir: Arap lugatında تفعّل kalıbı, bir şeyi yavaş yavaş ve üzerinde sebat ederek elde etmek anlamında kullanılır. Yani neyi elde etmek istiyorsak aslında onun üzerinde bizim durmamız gerekir. Bu, Resûlullah’ın (sav) bize öğrettiği açık bir hakikattir.

Şüphesiz Allah, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.

Ayetin öncesiyle son kısmını birlikte ele aldığımızda aslında her şey için en başında yapmamız gereken en önemli ilkeyi görüyoruz: Dua. Bazen insan ne kadar çabalarsa çabalasın bazı şeyleri elde edemez. Çünkü her şeyin hazinesinin ve kaynağının sahibi olan Rabbine dua etmek yerine kendine güvenmiş, kendi çabasıyla bir şeyleri elde edebileceği vehmine kapılmıştır. Bir kimse hayatına neyi koymak istiyorsa bunun için önce Rabbine yönelecek, O’ndan isteyecek ve sonrasında kendine çeki düzen verecek, kendisini değiştirecektir. O kendini değiştirince Allah da (cc) onu değiştirecektir.


[1] 8/Enfâl, 53

[2] 2/Bakara, 256

[3] 57/Hadîd, 9

[4] 2/Bakara, 2

[5] 8/Enfâl, 29

[6] 9/Tevbe, 119

[7] 106/Kureyş, 1- 4

[8] 8/Enfâl, 54

[9] 13/Ra’d, 11

[10] 4/Nisâ, 79

[11] 42/Şûrâ, 30

[12] Müslim, 2664

[13] Buhari, 1469; Müslim, 1053

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver