Kendinizle aranız nasıl? Zatıalilerinizi sever misiniz? Psikolojik olarak iyi oluşumuz ve kendimizle kurduğumuz ilişki arasında kuvvetli bir bağ vardır. Hatırlayacağınız üzere önceki iki yazımızda çevre ve bedenimiz konusunu psikolojik iyi oluş perspektifinden ele almıştık. Bu son yazımızda ise psikolojik yapımızdaki önemi hasebiyle kendimizle olan bağımızın bizi nasıl etkilediğini incelemeye çalışacağız.
Bir Ben Var, Benden İçeri
İnsanoğlu katman katman: Bedenimiz, ruhumuz, zihnimiz… Psikolojimiz ve onun geldiği kaynak; beynimiz de aynı böyle. Nörobilimci Paul D. MacLean insan beyninin üç katmandan oluştuğunu savunur. Bu teoriye Üç Beyin Teorisi (Triune Brain Theory) denilmiş.[1] Birinci katman sürüngen beyin (beyin sapı ve bazal gangliyonlar). Burası içgüdüsel tepkilerden ve hayatta kalma mekanizmalarından sorumlu. İkinci katman memeli beyni (limbik sistem), duyguları, hafızayı ve sosyal bağları yönetiyor.[2] Üçüncü katma ise neokorteks (kıvrım kıvrım görüntüsüyle beynin dış kısmı), mantık, problem çözme ve bilinçli düşünmeyi sağlıyor.[3] Her bir katmanın psikolojimiz üzerinde etkisi ayrı ayrı. Bir katman içgüdülerle, dürtülerle hareket etmek isterken bir diğer katman bize medenileşmeyi öğütlüyor. Örneğin bir yanımız (sürüngen beyin) masanın üzerinde duran çilekli pastayı bir ânda yemek isterken, bir diğer yanımız (neokorteks) bize ait olmayana el uzatmamızın ne kadar yanlış olduğunu söyler. Ve hangi taraf bizde daha baskınsa aslında orasının sözlerini daha şiddetli işitir oluruz. Yani nörobilimci David Eagleman’ın ünlü kitabında[4] belirttiği gibi beyinde bir takımlar yarışı vardır ve hangi takım daha baskınsa onun sözü geçer. Peki, bu bilgiler bizim konumuz için neden önemli?
Yukarda bahsi geçtiği üzere psikolojimizi üreten beynimiz sandığımızın aksine tek ve yekpare bir yapı değildir. Bu yüzden içimizde birbirinden farklı sesler yükselebiliyor. Bu farklı sesler çevremizi, olayları ve kendimizi değerlendirirken de farklılaşıyor. Bir tarafımız “Aslında fena biri değilsin.” derken diğer tarafımız “Hayatta neyi başardın ki?” diyerek bize kızabiliyor ve kıyıcı davranabiliyor. Tabii ki bu da kendimize dair bakış açımızı ve dolayısıyla psikolojik iyi oluşumuzu etkileyebiliyor. Öyleyse içimizdeki bu farklı sesleri duymak onların bize ne fısıldadığını fark etmek psikolojimiz için faydalı olacaktır.
Psikolog Louis Cozolino bir kitabında[5] beynimizde üç farklı ses olduğunu söyler. Birincisi, işlerimizi planladığımız emir komuta zinciri tarzı bir işleyiş sesi: “Akşama çocuklarla ilgilen, kapıyı kapat.” vs. İlk sesle çok işimiz yok. İkinci sesimiz ise bizi ve yaptığımız işleri eleştiren, değerlendiren, “Aferin!” veya “Olmamış!” diyen sesimiz. Bir nevi negatif ve pozitif pekiştireç görevi gören, bize yön çizen yardımcı bir ses. Bu ses oldukça işlevsel bir yapıya sahip. Hayatta aksiyon alırken nelere dikkat etmemiz gerektiğini, hangi yönde hareket etmemiz gerektiğini bize söylüyor. İnsanoğlu olarak tekâmül yolculuğumuza destek. Ancak bazılarımızda bu ses maalesef dengesini kaybeder. Geçmiş hatalarımızdan, çevremizde şahit olduklarımızdan ya da genetik olarak kötüyü kolay fark etmemizden kaynaklı bizi korumak için, olan olayları olduğu gibi değerlendirmek yerine daha acımasız bir yerden konuşur ve yıllarca bunu devam ettirebilir. Tabiri caizse içimizde her ân hata yapmamızı kollayan yaşlı bir teyze ya da amca sesi var gibidir. Eğer psikolojik olarak iyi değilsek bu ses bizi yoğun olarak eleştirir. “Neden öyle söyledin? Her zaman her şeyi mahvediyorsun. Hangi işi doğru dürüst yaptın ki zaten…” bu ve benzeri cümleler uzayıp gider. Bazı kişiler bu seslerin kötücül söylevlerini o kadar içselleştirmişlerdir ki çoğu kez kendilerine kızdıklarını fark etmezler bile. Bu durum otomatikleşmiştir. Bu da doğal olarak hayat kalitemizi, kendimize dair bakış açımızı ve tabii ki psikolojik olarak dinç ve diri olmamamızı etkiler. Bu negatif yapılanmanın kendimizde olup olmadığını fark etmek için olaylar karşısında içimizdeki sese kulak kabartmamız yeterli. Biraz dikkat onu yakalamamızı sağlayacaktır.
Farkında olmadan kendimiz hakkında neler söylediğimizi duymak zaman zaman şaşırtıcı olabilir. Örneğin kapıyı tam açacakken kapı kulpu elinizde kaldı ya da bir konu hakkında fikir beyan edeceksiniz, içinizi bir heyecan aldı ki sormayın. İşte tam bu ânlarda zihniniz size ne fısıldıyor. Limbik sisteminiz korkudan dolayı başarısız olacağınızı mı haykırıyor ya da sürüngen beyniniz hata yapma ihtimalinizi ölüm kalım meselesi olarak gördüğü için vücut sisteminizi kaçmaya mı hazırlıyor? Bunları fark etmek ise bilinçli farkındalığınızı arttırıp yapılması gerekenler için adım atmanıza ve en önemlisi içinizden gelen üçüncü sese sizi ulaştıracaktır.
Cozolino’ya göre bu üçüncü ses bilge sesimizdir. Olaylar ve ânın içinden bir adım geriye çekilerek durumu objektif olarak değerlendirdiğimiz, gözlem yapan sesimiz. Mesela; arabanızı birinci vitesten direkt dördünce vitese geçirdiniz, arabanız bir ânda kötü bir ses çıkararak hata yaptığınızı haykırdı, o ânda kendinize, “Rezil oldum, şimdi yanımdakiler beni eleştirecek, kaç sene oldu hâlâ bu hatayı yapıyorum, beceriksizim.” gibi cümleler kurduğunuzu varsayalım. İşte tam o esnada acaba içeride neler dönüyor diye düşüncelerinize bakmanız üçüncü sesi devreye sokmaktır. “Şu ânda kendime kızıyorum ve hakaret ediyorum, bir dalgınlık yüzünden kendimi beceriksiz ilan edip yaftalıyorum, dalgın olmak normal değil mi?” şeklinde içeride oluşturacağınız gözlemci bakış açısı üçüncü sestir. Ve aslına bakarsanız yaptığınız eylem bir metakognisyon,[6] yani düşünce hakkında düşünmektir. Bu da sizin en üst beyin katmanınızı, yani neokorteksinizi çalıştırarak mantık ve muhakeme gibi kabiliyetlerinizi devreye sokacaktır.
Peki, bunu neden istiyoruz? Aşırı negatif konuşan ikinci ses çoğu kez olayları çarpıtarak olan durumu objektiflikten uzaklaştırır. Üçüncü sesimiz ise bu çarpıtmayı fark ederek bize düşüncede yaptığımız yanlışı haber verir. Fark ettiğimizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ebetteki bunu bir kere yapmak yeterli olmayacaktır. Devamlı pratik yaparak eleştirel yaşlı teyze/amca sesini yakalamak ve acaba bu düşünce doğru mu, ben burada zihinsel olarak ne yapıyorum demek gerekir. Böylelikle içimizdeki bizi üzen, sıkan düşünce çarpıtmalarının sesleri zamanla azalmaya ve sağlıklı bakış açısının gelişmesine zemin hazırlanır. Bu da bizim psikolojik iyi oluşumuza katkı sağlayacaktır. Keza yapılan birçok araştırma iç konuşmaların psikolojik iyi oluş üzerinde önemli bir etkisi olduğunu göstermektedir. Eleştirel azarlayıcı iç konuşmalar, depresyon ve anksiyete gibi ruh sağlığı sorunlarıyla ilişkilendirilirken,[7] pozitif iç konuşmalar yaptığımız işlerdeki kaliteyi, mental sağlığı ve dolayısıyla psikolojik iyi oluşu geliştirebilir olarak bulunmuş.[8] Kısacası üçüncü sesimizi, yani neokorteksimizi devreye sokmaz ve hep ikinci sesi negatif tonda dinlersek gelişemeyiz, yeşeremeyiz, olgunlaşamayız. Yaşamımızda sadece suçlulukla geçen çaresiz hissettiğimiz zaman dilimlerini fazlalaştırırız. Çünkü kızmak, azarlamak köreltici bir geri bildirim şeklidir. Geliştirici değil. Kişiyi terbiye etmez. Aksine yüksek dozda azar kişiyi felce uğratır ya da arsızlaştırır. Bunun en bariz örneklerini çocuklarda görürüz.
Bu noktada son olarak şunun altını çizmek isterim; kendimizle olan ilişkimizde aradığımız söylevler kesinlikle pof poflayan “Sen biriciksin, özelsin, aslında bu hatayı geçmişindeki şu sebepten yaptın.” gibi sorumluluk almayan, mazeretçi, narsistik söylevler değil. İhtiyacımız olan sevgi içerikli bir otoritedir. Ne tamamen her hatayı hoş gören “Kendini sev, kendini sevmezsen kimse seni sevmez.” gibi psikolojik safsatalar ne de “Yeter artık, kendimden nefret ediyorum.” acımasızlığı. Psikolojik iyi oluşumuz için kendimizle dost olmaya ihtiyacımız var.[9] Ergence, “Kendimi sevmiyorum hepsi bundan.” teranelerine kanmamamız gerekiyor. Her insan fıtrat gereği kendini zaten sever ve korur. Bu yüzden kendini hiçbir şekilde sevmediğini düşünen kişi bile bencildir, kendini düşünür. Allah’ın (cc) ayette buyurduğu gibi bizler bencil varlıklarız. Yani “Hep bana verilmeli, hep ben sevilmeliyim, hep benim hatalarım hoş görülmeli…” diyenleriz. Bu yüzden günümüz Instagram psikologlarının safsatalarını bir kenara bırakıp, kendimi sevmeliyim kisvesi altında, bencilliğimize bencillik katmaktansa kendimizle dost olmaya çalışmalıyız. Dost olmak büyük bir beceridir. Dost saygılıdır, hata yaptığınızda daha fazla canınız yanmasın diye size yol gösterir, problemlerinizde çözüm üretmeye çalışır, düştüğünüzde, “Sana inanıyorum, ben buradayım.” der ve size elini uzatır. Zorlandığınız, yapamayacağınıza inandığınız bir durumda sizi yüreklendirir, arkanızdan nazikçe iter ki adım atabilesiniz. Sevincinizle sevinir. Başarınızla gurur duyar. Sizi ulu orta yermez, küçük düşürmez, sırlarınızı ifşa etmez. İşte bu ve benzeri adımları kendimiz için uygulamalıyız. Sonuçta ömür boyu kendimizle birlikteyiz, en iyisi mi kendimizle dost olmaya çalışalım. Bu psikolojik iyi oluşumuz için çok daha iyi bir adım. Keza Allah da (cc) Kur’ân ayetlerinde Müslimleri ne kadar sevdiğinden uzun uzadıya bahsetmemiş, bunun yerine Müslimlere yardımcı olduğunu, onların yanında olduğunu, onların dayanağı olduğunu, onlara yol gösterdiğini, yani kısacası dostluğunu sıkça vurgulamıştır.
Öyleyse Allah’ın (cc) güzel sıfatlarıyla sıfatlanalım ve bir Müslim’in (kendimizin) dostu olmak için kendimize şu soruyu soralım “Bir dost olarak senin için ne yapabilirim? Sana hangi konuda yardımcı olabilirim?”
Rahmân yâr ve yardımcınız olsun.
[1] MacLean, P. D. (1990). The Triune Brain in Evolution: Role in Paleocerebral Functions.
[2] Barrett, L. F. (2017). How Emotions Are Made: The Secret Life of the Brain.
[3] Bu yazıda farklı bakış açıları geliştirmek amacıyla psikolojide dillere pelesenk olmuş id, ego, süper ego kavramlarını kullanmak yerine biyolojik yaklaşım üzerinden konu anlatılmaya çalışılmıştır. Elbette bu konuya farklı yaklaşımlar mevcuttur. Yazıda belirtildiği üzere bu bir teoridir. Yanlışlanabilir.
[4] Incognito – Beynin Gizli Hayatı, David Eagleman
[5] Terapi Neden İşe Yarar? – Zihnimizi Kullanarak Beynimizi Değiştirmek, Louis Cozolino
[6] Flavell, J. H. (1979). Metacognition and cognitive monitoring: A new area of cognitive-developmental inquiry. American Psychologist, 34(10), 906-911.
[7] Calvete, E., Estevez, A., & Landin, C. (2005). Self-talk and affective problems in college students: Valence of thinking and cognitive content specificity. Cognitive Therapy and Research, 29(4), 479-492.
[8] Hatzigeorgiadis, A., Zourbanos, N., Galanis, E., & Theodorakis, Y. (2011). Self-talk and sports performance: A meta-analysis. Perspectives on Psychological Science, 6(4), 348-356.
[9] Konuya dair farklı bakış açıları kazanmak için Wilhelm Schmid’in “Kendiyle Dost Olmak” kitabına bakabilirsiniz.
İlk Yorumu Sen Yap