Birçok mesele gibi ahlak konusu da hemen hemen her kesimin kendi tanımını ürettiği ve bayrağını veya flamasını çekmeye çalıştığı bir bayrak direği gibidir. Göreceli de olsa doğrunun ve yanlışın ne olduğu konusu ahlakın alanına girer.
Tarih boyunca ahlak ve ahlakın önemli başlıklarından olan meslek ve çalışma ahlakı hakkında konuşup yazan filozoflar, âlimler ve daha niceleri temelde “doğruluk, erdemli olmak, iyi, kötü, sorumluluk ve vicdan” gibi kavramlar üzerine yazmış ve konuşmuşlardır. Bu kavramların felsefesini yapmak ve onlar hakkında kitaplar yazmak ehil olan için pek zor olmasa da toplumun ekonomik faaliyetlerinin odağındaki mesleki gruplar açısından fıtri, örfi ve şer’i çerçevede uygulanabilirliği hususunda oldukça zayıf ve yetersiz kalındığı bir gerçektir.
Geçmiş asırlarda ekonomiden söz edildiğinde günümüzdeki gibi sayısız iş kolundan ziyade muhtemelen birkaç meslekten ibaret olan iktisadi faaliyetler anlaşılırdı. Genel manada ahlaki ilkeler ve kurallar meselesi her zaman toplumların gündeminde olmuştur. Ahlak konusunun en geniş alanlarından biri olan meslek ahlakını sadece ticaret ahlakıyla da sınırlandırmak yeterli ve isabetli bir sınıflandırma olmayacaktır.
Meslek ahlakı, üretim ve tüketim sürecindeki üretici, tüccar, zanaatkar, tedarikçi ve esnafın doğruları ile yanlışlarını ifade eder. Bu alanı; siyasi ahlak, akademik ahlak, medya ahlakı ve çalışma ahlakı gibi alt başlıklarla sınıflandırmak ve hatta bunlara cihad ahlakı ile tasavvuf ahlakını da eklemek mümkündür. Meslek ve çalışma hayatında doğru ve dürüst insanların varlığı ve etkinliği esas olmakla beraber maalesef giderek genişleyen bir yelpazede bunun aksi özellikleri havi kimselerin çokluğu mevcut şartlarda ticari hayatı oldukça zorlaştırmaktadır.
Müflis Ahlakfüruş ve Meslek Ahlakı
Mesai saatleri içerisinde belediye zabıtasına yakalanmamak için âdeta köşe kapmaca oynayan bir seyyar satıcıdan, ihâle yorgunu şirketlere kadar tüm mesleki alanlarda uyulması gereken ahlaki ilkeler, görevler ve sorumluluklar bulunmaktadır. Meslek ahlakının alt başlıkları olan siyasi ahlak, çalışma ahlakı, akademik ahlak ve medya ahlakı gibi alanlar birbiriyle yakından alakalıdır. Mesela eğitim ahlakına gereğince önem verilmeyen bir toplumda ticaret ve siyaset gibi diğer alanlarda da ahlaki duruş ve davranışların yerleşip kökleşmesi mümkün değildir.
Geçmişten günümüze tevarüs eden ve ilerleyen teknolojiyle yenileri ortaya çıkan tüm meslekler için ortak bazı ahlaki ilkeler söz konusu olmakla birlikte her bir mesleğin kendine has başka ahlaki ilkeleri de vardır. Mesela ticaret ahlakının temeli ahde vefa, doğru sözlü olmak ve dürüstlüğe dayanır. Aslında bu ahlak kaideleri tüm meslek grupları için geçerlidir. Bununla beraber bir mimar ve mühendisin, bir hekimin, bir eğitimcinin, bir ilim ehlinin veya bir avukatın her biri mesleğini yaparken mesleki alanlarına özgü ve uymakla mükellef oldukları ahlaki ilkeler de bulunmaktadır.
Çalışma ahlakının bir cüzü olan ticaret ahlakı, meslek ahlakının bilinen en eski türüdür. Günümüzün globalleşen dünyasında ekonomik faaliyetlerin kapsamı artık ticaret tanımını aşmış ve olabildiğince genişlemiştir. Doğal olarak kendi içinde birçok meslek grubunu barındırmaktadır. Ticaret ahlakı geçmişte olduğu gibi günümüzde de eksikliğinin çokça hissedilmesi sebebiyle her zaman gündemde olan bir konudur.
Ahlakın alanlarından biri olan meslek ve çalışma ahlakı tanımının kapsamı da oldukça geniştir. Bu da şirket/firma/işletme ahlakı ve ticaret ahlakı şeklinde açıklanabilir. Üretici ahlakı, esnaf ahlakı ve istihdam sağlayan işveren ahlakı hususları da meslek ve çalışma ahlakı içerisinde değerlendirilebilir. Helal ve meşru dairede iş hayatını sürdüren bir işletmenin sahibinin dürüst, güvenilir ve alım satım aşamalarında aldatma ve hile yoluna sapmaması, olması gereken ahlaki bir tutumdur.
Çalışma ahlakına uygun olmayan kurumsal davranışların başında bir çalışan açısından hayatın asgari düzeyde idamesi için çok da uygun ve gerçekçi olmayan ve daha çok tokların/tuzu kuruların belirlemiş olduğu asgari ücretin dahi altında işçi çalıştırmak gelir.[1] Sattığı ayıplı malı sonradan iade etmek isteyen müşterisine mağazada asılı tabeladaki “Satılan mal geri alınmaz” yazısını gösteren satıcının bu davranışı meslek ve çalışma ahlakına açıkça aykırı bir tutumdur.
Haksız rekabet şartları oluşturmak, aldatıcı veya yanıltıcı tanıtım, başka firmaları kötüleyen reklam yapmak, müşterilerin ürün hakkındaki bilgi eksikliğini istismar ederek tüketici haklarını ihlal etmek, tüketici olarak hepimizi çok yakından ilgilendiren fahiş fiyat artırımları, insan sağlığına uygun olmayan tehlikeli, taklit ve tağşiş yapılmış ürünleri piyasaya sürmek,[2] birçok ocağın sönmesine sebep olan tefecilik yapmak, kalpazanlık (para ve döviz sahteciliği yapmak) vb.
Toplum içerisinde reis ve lider olarak görülüp eşraftan sayılan makam sahipleri, tarikat şeyhleri ve bürokratlar gibi hatırlı kesimlerin, müntesiplerini ve çalışanlarını özel şahsi işlerinde çalıştırmaları ve bu şekilde çalışanlarının emeğini sömürmeleri de bu kabîldendir.
Bir şirkette veya hayır işlerini misyon edinmiş bir sivil toplum kuruluşunda görevli üst düzey profesyonel bir yöneticinin gerçek olmayan belgelerle kurumdan hak edişten daha fazla para alması, satın almalarda çıkar ilişkisi kurduğu firmaları kayırması, şahsi menfaat elde etmek maksadıyla nüfuzlu kimselere hediyeler alması yahut şahsi masrafları kuruma fatura etmesi hiçbir surette ahlaki olmayan davranışlardandır.
Meslek ahlakı memur ve işçi gibi diğer tüm çalışanları da kapsar. Çalışanlar açısından en sık karşılaşılan ve çalışma ahlakına uygun olmayan davranışlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
Mesela mesai saatlerinde kendi özel işlerini yapmak. Kendisine tevdi olunan işin yapılma süresini gereksiz yere uzatmak. İşe geç gelmek veya işten erken ayrılmak. İzin konusunda suistimalde bulunmak. Muhataba veya müşteriye kaba davranmak. Görevi ihmal etmek veya görev icabı yaptığı bir işte kusurlu davranıp hata etmek ve bu hatayı gizlemek. Zira hatanın gizlenmesi daha ciddi sorunlara sebebiyet verebilir.
Ahlaklı Aile, Ahlaklı Birey, Ahlaklı Toplum
Diğer birçok mesele gibi meslek ve ticaret ahlakı da aile, birey ve toplum ahlakından ayrı ve bağımsız düşünülemez. Malum, toplumun her bir ferdi, bir aile içerisinde yetişmektedir. İçerisinde yetiştiği aileden inancını, terbiyesini ve büyük ölçüde karakterini alır. Laik eğitim müfredatında gerçek manada din veya ahlak değil, devede bir tüy misali “Din(’in) Kültürü ve Ahlak(’ın) Bilgisi” dersleri verilir. Esasen ferdin ahlaklı olmasında en başta aile ve eğitim kurumlarının olabildiğince önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla fertlerde çalışma ahlakının ideal bir şekilde tesisi için en başta vahyin rehberliğinde aile içi eğitim ve terbiyenin ehemmiyeti tartışmasızdır.
“Nefse ve onu düzenleyene, Ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene (tüm bunlara andolsun ki), Onu (nefsini) arındıran, kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Onu (küfür ve masiyetle) örtüp gizleyen de kesinlikle zarar etmiştir.”[3]
İslam’ın insana bakışı bu ayetlerle belirgin çizgilerle ortaya çıkıyor. Buna göre insan denen varlık karakteriyle, yetenekleriyle ve yönelimleriyle çift yönlü yaratılmıştır. Bu ayetler bize insan yapısının çift yönlülüğünü, yani hem iyiliğe hem kötülüğe hem doğruluğa hem de türlü yanlışlara meyyal olduğunu göstermektedir. İnsan neyin iyilik ve neyin kötülük olduğunu diploma sahibi olmadan da ayırabilir. Basiret ve feraset sahibi insanların birçoğu diplomasızdır. İnsan kendisini iyiliğe de kötülüğe de aynı oranda yöneltebilir. Bu, insan benliğinin özünde gizlidir. Ayetin aslındaki ibareden de anlaşıldığı üzere Kur’an bu gücü “ilham” sözcüğüyle ifade eder.
Bunca ilham, Rabbani mesaj, Nebevi örneklik, ilim, nasihat ve yönlendirmeler insanın fıtratında var olan yönelim ve yetenekleri uyarmak veya bilemekten başka daha ileri bir boyuta taşımaz. Gerisi insanın inanç ve iradesine kalmıştır. Bunlar insanın yaradılışında, yani tabiri caizse Rabbani yazılımında bulunmaktadır ve kendisinde ahlak olarak yer edinmiştir.
Bu gerçeğe istinaden çalışma ahlakının tesis edilmesi için eğitimin önemini ihmal etmeden eğitim dışında başka tedbirlerin de alınması gerekir. Öncelikle kendilerini İslami çalışmalara vakfetmiş cemaat ve oluşumların yönetim kadroları tarafından diğer alanlarda olduğu gibi iş ve meslek ahlakı konusundaki çalışmaları izlemek ve tespit edilen sorunları çözmek maksadıyla kurumsal bünyede daimî bir “Ahlak Kurulu”nun oluşturulması uygun olur.
Kurumsallaşmış bir yapıda liderin ve çevresinde bulunan üst yönetimin sair fertlere örnek olacak şekilde ahlaki sınırları olması gerektiği gibi korumaları ve ahlak kültürünün dönemsel değil kurumsal bir hâle dönüştürülmesi icap eder. Emsalleri arasında öne çıkacak şekilde iş ve meslek ahlakına uygun davranışlar ve çabalar kurumsal yapı içerisinde takdir edilip mükâfatlandırılmalıdır. Buna mukabil işletme veya kurum içi disiplin dışında meslek ve çalışma ahlakına uygun olmayan davranışlar hoş görülmemeli hatta tekrar etmemesi için münasip bir şekilde cezai müeyyide uygulanması yoluna gidilmelidir.
Belli bir alanla sınırlı olmamak kaydıyla ahlak konusuna önem verildiği hususu kurum veya işletme çalışanlarına açıkça deklare edilmeli veya güçlü bir şekilde hissettirilmelidir. Ahlak konusunda nasihat eden veya eğitim faaliyetlerinde bulunan kimselerin veya kurum yetkililerinin de örnek ahlaki davranış ve eylemlerde bulunmaları son derece önemlidir.
Medya ve Akademik Hayatta Meslek Ahlakı
Ahlakın bir konusunun da “Akademik Ahlak” olduğunu söyleyebiliriz. Akademik ahlak, medreseler ve üniversiteler başta olmak üzere eğitim ve öğretim ile araştırma kurumlarında ahlaka uygun olması gereken davranış ve eylemleri ifade eden bir kavramdır. Akademik ahlakın alanına giren konulardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz. Medrese, MEB veya YÖK’e bağlı eğitim kurumlarındaki eğitim ahlakı. Sayısız alanda faaliyet gösteren farklı araştırma kurumlarında olması gereken bilimsel araştırma ahlakı. Üniversite veya medrese talebesinde olması gereken öğrenci ahlakı. Müderris veya öğretim görevlileri için eğitimci ahlakı.
Öğrenci veya eğitimci açısından derslere gereken önem ve özenin gösterilmemesi, derslerde dersin içeriğiyle alakalı olmayan konuların anlatılması ve ders süresinin boşa harcanması akademik ahlakla bağdaşır bir davranış değildir. Özellikle MEB’e bağlı okullarda öğrenciler için faydalı olanın haricinde ek ders ücreti alma vb. gibi bazı menfaatlerden hareketle ders programlarının hazırlanması. Çokça şikâyet konusu olan uygulamalardan bir tanesi de okutulacak yardımcı ders kitabı hakkında öğrencilerin elde edeceği istifadeden ziyade öğretmenlerin yardımcı ders kitabını anlaşmalı bazı kırtasiyelerle iş birliği yaparak satmak suretiyle bu işten para kazanma yoluna tenezzül etmeleridir. Ders sırasında veya sınıf dışında öğrencileri aşağılayıcı veya tahkir edici davranışlarda bulunulması. Sınavlarda veya not ve değerlendirmelerde kayırmacılık yapılması.
Aslında en acıtıcı gerçeklerden biri de nesilleri, dolayısıyla toplumu dönüştürme kapasitesine sahip nadir kesimlerden olan eğitimcilerin ahlakilik konusunda ideal bir konumda olmaları gerekirken genel anlamda ahlaka aykırı tutum ve davranışlarla anılıyor olmalarıdır. Bunun en önemli sebeplerinden biri karma ve laik eğitim verilen okullar ile üniversitelerde ahlaki standartların net olarak tespit edilmemiş olmasıdır.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle beraber yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvetin medya olduğuna dair günümüz toplumlarında güçlü bir kanaat oluştu. Medyanın bu enformatik gücü gazete, dergi, radyo, televizyon ve internetle beraber sosyal medyanın bazı durumlarda yön verici ve belirleyici toplumsal etkisi nedeniyle her geçen gün daha da pekişmektedir.
Meslek ve çalışma ahlakı açısından ülkemizde en çok şikâyet edilen kurum her zaman medya kuruluşları olmuştur. Yerli gibi görünen bazı medya kuruluşlarının ahlaki ilke ve standartlar açısından âdeta sefilleri oynadığına birçok kez şahit olmuşuzdur. Özellikle de söz konusu, İslami bir camia veya Müslümanlar olduğunda basın meslek ahlakını öncelediği varsayılan Britanya veya diğer Batılı ülkelerin medyasından kıyas kabul etmez ölçüsüzlükte düşmanlaştırıcı bir husumet dili kullanılmaktadır. Bu tür örnekler bize putperest müşriklerin Müslümanlara düşmanlıkta Ehl-i Kitap Hristiyanlardan daha azgın ve insafsız olduğunu yeniden hatırlatmaktadır.
Meslek ve çalışma ahlakına aykırı tutum ve davranışlar açısından yerli gibi görünen basın yayın kuruluşlarının sicillerinin diğer tüm kurumlardan daha bozuk olduğu hakikati her geçen gün daha çok görünür olmaktadır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
Yalan haberlerle yanlış ve manipülatif yorum yazıp yayımlamak. Özellikle de İslami eğitim ve davet çalışmalarıyla uluslararası haçlı-siyonist güçlere karşı cihadda öne çıkan ilim ve cihad ehli değerli şahsiyetleri karalayıcı, kötüleyici, aşağılayıcı ve jurnal maksatlı tezviratlar yapmak. Kişinin aleyhinde kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmaksızın onun hakkında suçlayıcı yayın yapmanın hak ihlali olduğu şöyle dursun, yakın zamanda tanık olduğumuz üzere lehinde kesinleşmiş mahkeme kararları olmasına rağmen özellikle de Müslimler hakkında kamuoyunda hakkında hüküm verilmiş suçlu gibi bir algı oluşturma çabasına matuf yalan ve uydurma haber yapmak.
Temiz fıtratları ifsad edici şehvet ve şiddeti özendiren pornografik ve mafyatik yayınlar yapmak.[4] Yalan ve asılsız haber sonrası mağdur kişi veya kesimlerin cevap ve tekzip haklarını kullandırmamak. Suriye gerçeklerinin manipülasyonunda da görüldüğü üzere kan içici zalim Nusayriler ile Rus ve Râfizî işbirlikçilerinin akıl almaz işkence ve cinayetleri sürdürdüğü sıralarda insani duygulardan yoksun ve ahlaksız bir şekilde Suriye’de hayatın gayet normal olduğu ve savaş hâlinin bulunmadığı gibi kuyruklu yalanları haberleştirerek yayımlamak. Şüphesiz ki bu örnekleri daha da arttırmak mümkündür.
Cihad ve Tasavvuf Mesleğinde Ahlak
İçtenliğin sadakate, niyetin amele, zararın faydaya, arzunun gerçekliğe, ilmin hikmete, zulmün adalete, kuşatılmışlığın hürriyete ve tüm bunların hilafet merkezli bir İslam devletine dönüşmesi için yapılan cihad, esasen İslam’ın zirvesidir.
İmanla beraber cihadı meslek edinen müminin hayatında aynı zamanda ihsan, izzetle beraber hilm ve tevazu, muhabbet, hürmet, düzen ve intizam da vardır. İman ve cihadla beraber eğer bu meziyetler yoksa sayılan her bir meziyetin zıddı var demektir. Cihadı, Nebevî menhecin ikamesinden ziyade farklı metodlara yönelimin katalizör gücü olarak kullanan veya böyle bir istikamete sürüklenen kimseler, kabul etseler de etmeseler de taassup, tefrika ve hatta tekebbürün kıskacından kurtulamazlar.
Cihad ahkâmı, Resûlullah’tan (sav) günümüze kadar cihad ahlakı olmadan düşünülmemiş, yazılmamış ve tedrisatı yapılmamıştır. Ancak cihad ahlakından uzaklaşıldığında katı Stalinist örgütçülük mantığı devreye girmeye başlar ki bu da geçmişte Çin, Vietnam ve Küba gibi ülkelerde faaliyet gösteren sosyalist gerilla hareketlerinin kötü bir kopyası gibi olan tedhiş organizasyonlarına evrilme sonucunu doğurur.
Başlarda şok ve kontrolsüz şiddetin şehvetine kapılan topluluk bir noktadan sonra hiçbir ilerleme kaydedemeyip tıkandığı için âdeta saatli bir bomba gibi kendi kendini imha ederek varlığına son verir. Ancak mesele bununla da bitmez. Ardından İslam ve İslam’ın zirvesi olan cihad ameliyesine ve mazlumlara karşı güç devşiren kirletilmiş zihinler, intikam duygularıyla yüklenmiş kasvetli kalpler ve necis söylemlerle mukaddesata hücum eden hayâsız diller bırakır. Oysa cihadın ayrılmaz bir cüzü olan cihad ahlakı ölüm kalım meydanlarında dahi kâmil manada uygulandığında ülkelerin, şehirlerin ve daha da önemlisi kalplerin kapıları ardına kadar açılmıştır. Bunun haricinde İslam orduları ve komutanları tarihte benzerine az rastlanır saygın ve gıpta edilesi bir konum elde etmişlerdir.
İlmin kısımları arasında tasavvufun yerinin olmadığı hususu Eh-li Sünnet ulema tarafından kabul görmüştür. Tasavvuf, bir ilim olarak değerlendirilemez. Fakat bu yolu kendilerine meslek edinen sufilerin, tasavvufu ahlak ve hatta ondan daha fazlası şeklinde tanımlamaları ile mutasavvıfların gerçek hayatta kendileri dışındakiler tarafından şahit olunan manzaralar, ciddi çelişkilerin varlığını ortaya koymaktadır.
Marifet, tekâmül, riyazet ve yakin gibi ahlaki ve dinî terimlerin tasavvufta kullanılması, bunlarla ilgili anlam ve bilgilerin içinin boşaltılmasından ötürü söz konusu kavramları bazı çevrelerde zan derekesine düşürmüştür. Aslında geçmiş ulema arasında da zühd ehline/zahidlere gösterilen değer ve hürmet ile tasavvufa yaklaşım arasında ciddi bir fark olduğu görülür. Müslümanlar zahidleri genellikle hürmet duygularıyla yâd ediyorken tasavvuf menhecini pek de ciddiye almıyorlardı. Buna karşın mutasavvıflar tasavvufu salt İslami ahlak olarak isimlendirmede ısrar etmişlerdir.
Günümüz mutasavvıfları ile mesela Hâris el-Muhâsibî’yi yüksek ahlaki meziyetler açısından mukayese etmek şüphesiz ki bu zata ve benzer özelliklere sahip faziletli şahsiyetlere yapılacak en büyük haksızlıklardan biri olacaktır. Bayrak direğine ahlak flaması çeken günümüz mutasavvıflarının azımsanmayacak bir kısmı manevî terakki yoluna revan olmuş bir sâlik suretinde değil de bar kapılarından ve sur diplerinden toplatılmış bıçkın ve ipsizler güruhu görünümü vermektedir.
Bu durum o kadar belirgin ve yaygın bir hâle geldi ki ülkemizdeki laik basın yayın organları dahi gerçek din anlayışının bu olamayacağını dillendiren makaleler yayımlamaktadır. Tasavvuf mesleğine müntesip olduklarını iddia eden kürsü sahiplerinin sohbet adı altında yaptıkları daha çok orta oyununa benzemektedir. Öyle ki bazı “Hoca” lakaplı kişilikler âdeta Altıkulaç Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir ve Balama gibi karakterleri andırmaktadır.
Tasavvuf gibi bir mesleğin müntesibi olduğunu iddia eden kimi “kürsü sahipleri”nin itikadi meseleler başta olmak üzere başkaca birçok alanda muhaliflerine ve muarızlarına karşı asgari ahlaki seviyelerini muhafaza etmeleri zarureti ortadadır. Bu hakikate rağmen Kasımpaşa bıçkını pozlarına yatıp bazı heyecanlı gençler arasında şirinlik yapacağım derken muzır görüntü vererek hak ediş tahsilatı babından “Aferin!” vaziyetine geçmeleri ne ümmetin ne de başkalarının problemidir. Trajikomik manzaralara sebep olan bu tiplerin ahlak ve edep sınırına çekilmeleri tasavvuf ehlinden ilmin şerefini taşıyan ve edep sahibi hocaefendilerinin sorunudur.
[1] Dört kişilik ailenin aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 22.131 ₺
Gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamalar için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı (yoksulluk sınırı) ise 72.088₺
Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 28.756₺ (Türk-İş, Ocak-2025 Açlık ve Yoksulluk Sınırı İstatistikleri)
[2] Gıda Sağlığını Tehlikeye Düşürecek Gıdalar ile Taklit veya Tağşiş Yapılan Gıdalar listesine erişim için bk. https://guvenilirgida.tarimorman.gov.tr/gkd
[3] 91/Şems, 7-10
[4] Yayın yoluyla icra edilen bu cürüm aile bütünlüğünü, toplumsal barışı ve bireylerin akıl ve ruh sağlığını tehdit eder hâle gelmiş olmasına ve “dindar nesil” yetiştirme iddialarına rağmen milliyetçi muhafazakâr iktidar bu yıkımın önüne geçmedi.
İlk Yorumu Sen Yap