ÜMMETİN EMİNİ: EBÛ UBEYDE İBNU’L CERRÂH

أبو عبيدة بن الجرّاح Ebû Ubeyde Âmir ibni Abdillâh ibni El-Cerrâh (ö. 18/639)

Ümmetin Emini Ebû Ubeyde İbnu’l Cerrâh’ın (ra) hayatını anlatmaya devam ediyoruz. Önceki yazımızda Ebû Ubeyde’nin (ra) hayatından Kudüs’ün Fethi’ni anlatmıştık.

Kudüs, Ömer’in (ra) hilafetinde ve Ebû Ubeyde’nin (ra) komutanlığında fethedilmişti. Bu iki kıymetli şahsiyetin eliyle Beytu’l-Makdis’in kapısı İslam’a açılmıştı. Mukaddes topraklar küfür ve şirklerden tamamen arındırılmıştı. Allah Resûlü’nün (sav) semaya yükseltildiği yerde, İslam’ın ilk kıblesinde artık tevhid ve sünnet üzere kulluk edilecekti.

Ebû Ubeyde’nin (ra) kutlu hatırasını yâd ederken, yüreğimizde kanayan yaramız Mescid-i Aksâ’yı hatırlamıştık. Bir niyazımız vardı; “Rabbimizden dileğimiz Beytu’l-Makdis’in bir kez daha tevhidin ve sünnetin bayrağını taşıyan kutlu bir beldeye dönüşmesidir. Arzının samimi secdelerle, semasının tekbir sesleriyle süslenmesidir. Fethedildiği gün gibi arı duru pak bir kulluğun mekânı olmasıdır…” demiştik.

Sonra adaletin ve emniyetin simgeleri olan Ebû Ubeyde (ra) ve Ömer (ra) arasındaki dostluğa dikkat çekmiştik. Onlar üzerinden bir kez daha İslam kardeşliğinin yalnızca sözden ibaret duygusal bir bağ olmadığını, Allah (cc) yolunda omuz omuza amansızca mücadele etmeyi gerektiren bir asıl olduğunu hatırlamıştık. Bizler bugün aynı bilinçle hareket etmeli ve bu örnekleri hayatımıza taşımalıyız, diyerek yazımızı noktalamıştık.

Bu yazımızda kaldığımız yerden devam edecek, Ebû Ubeyde’nin (ra) vefatını anlatmaya çalışacağız. Rabbim örnek almayı bizlere kolaylaştırsın.

Vebanın Ortasında Bir Yiğidin Vedası

Ebû Ubeyde (ra) kâfirlere karşı savaşımını sürdürüyordu. O, Allah (cc) için mücadelesine devam ederken Hicri 17-18 yıllarında Kudüs’e yakın bir bölge olan Amvas’ta büyük bir taun hastalığı çıkmıştı. Amvas Taunu olarak anılan bu bulaşıcı hastalık birçok sahabinin vefatına sebep olmuştu. Muâz ibni Cebel, Şurahbîl ibni Hasene, Suheyl ibni Amr, Fadl ibni Abbâs (r.anhum) ve daha birçok sahabinin de aralarında olduğu yirmi beş bini aşkın kişi bu vebadan ötürü hayatını kaybetmişti. Maalesef bu sahabilerin arasında orduların baş komutanı Şam’ın valisi Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh da (ra) vardı.

“Ömer, Şam’a doğru yola çıkıp Serğ mevkisine varınca kendisini orduların başkomutanı Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh ile bölgenin ileri gelen komutan arkadaşları karşıladılar ve ona Şam’da veba olduğunu söylediler. Önce Muhâcirlerle istişare etti. Onlar farklı görüşler sundular.

Ömer, Abdullah ibni Abbâs’a, ‘Bana Ensâr’ı çağırın.’ dedi. Onlarla da istişare etti. Onlar da Muhâcirler gibi çeşitli görüşler bildirdiler.

Ömer, bunun üzerine, ‘Haydi, siz de gidebilirsiniz.’ dedi. Daha sonra Abdullah ibni Abbâs’a, ‘Bana Kureyş’in yaşlılarından, Fetih Muhâcirlerinden olanları çağır!’ dedi.

Onlar söz ve fikir birliği içinde, hatta aralarında iki kişi bile anlaşmazlığa düşmeden görüşlerini bildirdiler: ‘Orduyu veba bulunan yere sürüklemeni istemiyoruz, geri dönmeni hayırlı görüyoruz.’

Bunun üzerine Ömer şöyle seslendi: ‘Ben deveme binip geri dönüyorum, haydi hazırlanın!’

Hepsi dönmek üzere hazırlanmaya başladı.

Ebû Ubeyde dedi ki: ‘Ey Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?’

Ömer şöyle cevap verdi: ‘Ey Ebû Ubeyde! Bunu keşke senden başkası söyleseydi!’ Çünkü Ömer ona muhalefet etmekten hoşlanmazdı. Sözlerine şöyle devam etti: ‘Evet, biz Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Vallahi, senin develerin olsa ve bir tarafı otluk, diğer tarafı çorak olan bir vadiye inseler, sen de onları otluk olan yerde otlatsan, bu Allah’ın kaderiyle olmuş olmaz mı? Tutup onları çorak yere götürüp otlatsan bu da yine Allah’ın kaderiyle değil midir?’

O sırada bazı işleri için orada bulunmayan Abdurrahman ibni Avf çıkageldi. Onların aralarındaki ihtilafı duyunca şöyle dedi:

‘Bu hususta benim bilgim vardır. Allah Resûlü’nün şöyle buyurduğunu duydum: ‘Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya gitmeyin. Eğer veba olan bir yerde bulunursanız oradan çıkmayın.’ Bunun üzerine Ömer, Allah’a hamdetti ve sonra oradan ayrıldı.”[1]

Ebû Ubeyde’nin (ra), “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” demesinin sebebi bu hastalıktan kaçmayı ölümden kaçmak gibi düşünmesiydi. Oysaki tedbir almanın ölümden veya kaderden kaçmayla bir alakası yoktu. Bu yüzden Ömer (ra) Ebû Ubeyde (ra) gibi birinin böyle söylemesine şaşırmıştı.[2] Ebû Ubeyde’nin böyle söylemesi Ömer’i üzmüştü. Çünkü rivayette de belirtildiği gibi Ömer (ra) Ebû Ubeyde’ye muhalefet etmekten hoşlanmazdı. Önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi onu çok severdi, ona ayrı bir muhabbet duyardı. Ebû Ubeyde ise hastalıktan vefat etmeyi savaşta vefat etmek gibi görüyordu. Ki Allah Resûlü (sav) bunu haber vermişti.

Enes ibni Malik’ten rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:

“Taun her Müslim için şehadettir.”[3]

Ebû Ubeyde de (ra) savaşta şehit olmak gibi, hastalık sebebiyle de şehit olmayı arzuluyordu.

El-Hâris ibni Umeyre El-Hârisî’den rivayetle dedi ki:

“Muâz ibni Cebel (ra), El-Hâris ibni Umeyre’yi (ra) Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’a (ra) göndererek, onun durumunu sormasını istedi. Çünkü Ebû Ubeyde (ra) vebaya yakalanmıştı.

El-Hâris (ra) yanına vardığında, Ebû Ubeyde (ra) elini açarak veba yarasını gösterdi. O yara, avucunun içinde açılmış ve dışarı çıkmıştı. El-Hâris (ra), yaranın durumunu görünce irkildi ve korkuya kapıldı.

Bunun üzerine Ebû Ubeyde (ra) Allah adına yemin ederek ‘Vallahi, bu yaranın yerine kırmızı develere sahip olmayı asla istemem!’ dedi.”[4]

Fakat Ömer (ra) Ebû Ubeyde’nin (ra) bu hastalığa yakalanmasını asla istemiyordu. Onu ve ordusunu vebadan uzak tutmaya çalışıyordu. Onu muhafaza etmek için yanına çağırmıştı, ancak Ebû Ubeyde (ra) askerlerini ve arkadaşlarını bırakıp onun yanına gitmeyi uygun görmemişti. Yazılan kader gerçekleşmiş, aradan kısa bir zaman geçmiş ve ne yazık ki Ebû Ubeyde’de (ra) bu hastalığa yakalanmıştı.

Ebû Mûsâ El-Eş’arî (ra) anlatıyor:

“Ben, Amvas taunu sırasında Şam’da Ebû Ubeyde’yle birlikte bulunuyordum. Ömer hastalığın etrafı sardığını duyunca Ebû Ubeyde’yi oradan çıkarabilmek için ona şöyle bir mektup yazdı:

‘Sana selam olsun. Şu ânda sana ihtiyacım var. Bir konuda bizzat seninle karşılıklı olarak konuşmak istiyorum. Bu sebeple mektubu aldığında elinden bırakmadan yola çık.’

Fakat Ebû Ubeyde, Ömer’in maksadını anlayarak ona şu cevabı yazdı:

‘Ey Müminlerin Emîri! Senin bana niçin ihtiyacın olduğunu biliyorum. Ben, Müslim askerler arasındayım. Kendimi onlara tercih edemem. Ben, Allah benim ile onlar arasında emrini ve hükmünü verip uygulayıncaya kadar onlardan ayrılmak istemiyorum. Sen beni yanına çağırmaktan vazgeç.’

Ömer mektubu okuyunca ağlamaya başladı. Çevresindekiler, kendisine, ‘Ey Müminlerin Emîri! Yoksa Ebû Ubeyde vefat mı etti?’ diye sorunca Ömer, ‘Hayır, ama vefat etmiş sayılır.’ diye cevap verdi.

Ömer, Ebû Ubeyde’ye Müslimleri alıp bu bölgeden uzaklaşmasını bildiren bir mektup yazınca Ebû Ubeyde, Ebû Mûsâ’yı çağırarak, ‘Müslimler için kalabilecekleri bir yer tespit et.’ dedi.

Ebû Mûsâ der ki: ‘Ben yola çıkmak üzere evime gittiğimde eşimin hastalığa yakalandığını gördüm. Ebû Ubeyde’ye dönüp, ‘Yemin ederim ki ailemin başına bir iş geldi.’ deyince kendisi, ‘Yoksa eşin hastalığa mı yakalandı?’ diye sordu. Ben de ona, ‘Evet.’ diye karşılık verdim. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, kendi devesinin hazırlanmasını istedi ve devesinin yanına gitti. Fakat ayağını üzengiye yerleştirir yerleştirmez o da hastalığa yakalandığını gördü ve ‘Allah’a yemin ederim ki, ben de bu hastalığa yakalandım.’ dedi. Daha sonra Câbiye’de konaklayıncaya kadar yoluna devam etti.

Ebû Ubeyde Müslimler arasında şöyle konuştu:

‘Ey insanlar! Bu hastalık Rabbinizin rahmeti, Peygamberinizin duası ve sizden önceki salih kimselerin ölüm sebebidir.’ Ebû Ubeyde, bu hastalıktan kendisinin payının da verilmesini Allah’tan dilemiştir. Daha sonra da kendisi bu hastalıktan vefat etti.”[5]

Târık ibni Şihâb’tan şöyle rivayet edilmiştir:

“Bize Ömer’in mektubu ulaştı. Şam’da veba yayılınca Ömer Ebû Ubeyde’ye bir mektup yazdı ve şöyle dedi: ‘Sana çok ihtiyacım var. Senden başkası o ihtiyacımı gideremez.’ Ebû Ubeyde mektubu okuyunca, ‘Allah Müminlerin Emîri’ne rahmet etsin. O, hayatta kalmayacak bir topluluğun hayatta kalmasını istiyor.’ dedi. Ardından Ömer’e şu cevabı yazdı: ‘Ben, Müslim ordularından bir ordunun içerisindeyim. Onlara gelen musibetten kendimi ayıramam.’

Ömer, bu cevabı okuyunca ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun/Şüphesiz biz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ dedi. Oradakiler, ‘Ebû Ubeyde öldü?’ dediler. Ömer, ‘Hayır.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer, bir başka mektup yazarak ona kesin bir emir gönderdi: ‘Ürdün topraklarından çık ve Câbiye’ye doğru git. Orası ferah ve güzel bir bölgedir.’ Ebû Ubeyde bu mektubu aldığında, halkına, ‘Herkese duyurun, buradan hareket ediyoruz,’ diye emir verdi. Bineğine binmek için ayağını üzengiye koyarken (hastalığın kendisine de bulaştığını gördü ve) diğer ayağını kaldırmadan durdu ve dedi ki: ‘Sizin hastalığınızın bana da ulaştığını düşünüyorum.’ Gerçekten de hastalığa yakalandı ve vefat etti. Ebû Ubeyde’nin vefatının ardından veba halkın üzerinden kalktı.”[6]

Ebû Ubeyde (ra) hastalığa yakalanınca ve iyice ağırlaşınca artık öleceğini anlamıştı. Her müminde olması gerektiği gibi ümit ve korku arasında bu cihandan ayrılmıştı. Azaptan korkarak ve mağfireti umarak dünyaya gözlerini kapamıştı. Rabbinden yalnız ecrini bekleyerek ahirete intikal etmişti…

İyâd ibni Gutayf’tan şöyle rivayet edilmiştir:

“Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’ı ziyarete gittik. Hastalığından ötürü şikâyeti için sürekli onu ziyaret ediyorduk. Başucunda oturmuş zayıf bir hanımı vardı. Hanımına, ‘Ebû Ubeyde geceyi nasıl geçirdi?’ diye sorduk. Kadın, ‘Vallahi gerçekten geceyi ecirle geçirdi.’ diye cevap verdi.

Bunun üzerine Ebû Ubeyde’nin yüzü duvara dönüktü sonra yüzünü topluluğa döndü ve ‘Ben geceyi ecirle geçirmedim.’ dedi. Ardından şöyle ekledi: ‘Söylediklerim hakkında neden soru sormuyorsunuz?’ Biz, ‘Söylediğin şey bizi şaşırtmadı, o yüzden sormadık.’ dedik. Bunun üzerine şöyle dedi:

‘Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim:

Kim Allah yolunda bir infakta bulunursa o infak için yedi yüz kat sevap vardır. Kim kendi nefsi veya ailesi için bir infak yapar, bir hastayı ziyaret eder ya da daha fazlasını yaparsa, o yaptığına karşılık bire on kat sevap verilir. Oruç, delinmedikçe bir kalkandır. Allah bir kulunu bedeninde bir musibetle imtihan ederse, bu onun için günahlarına kefarettir.’ ”[7]

Ebû Ubeyde (ra) Allah katındaki büyük değerine ve Allah Resûlü’nün (sav) yanındaki yüce makamına rağmen “Ben geceyi ecirle geçirmedim.” diyerek nefsini temize çıkarmaktan kaçınıyordu. İslam için onca fedakârlığı olmasına karşın yakalandığı hastalığın sadece günahlarına kefaret olmasını diliyordu.

İrbâd ibni Sâriye’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’ın vefat ettiği hastalığı sırasında yanına girdim, o sırada ölmek üzereydi. ‘Allah, Ömer ibnu’l Hattab’ı Serğ’den geri döndüğü için bağışlasın.’ dedi. Sonra şöyle devam etti: ‘Ben Allah Resûlü’nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim:

‘Vebadan ölen şehittir. Karın hastalığından ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Enkaz altında kalarak ölen şehittir. Doğum sırasında ölen kadın şehittir. Göğüs hastalığından ölen kadın şehittir.’ ’ ”[8]

Ebû Ubeyde (ra) her ne kadar sayısız savaşa girmiş, ömrü savaş meydanlarında geçmiş ve şehit olamamışsa da bu veba sebebiyle hasta yatağında Allah Resûlü’nün (sav) haber verdiği gibi şehit ecrine nail olmayı arzuluyordu. Rabbimizden dileğimiz onu arzuladığı şekilde cennetine almasıdır. Çünkü Allah Resûlü (sav) şehitliğin sadece savaş meydanında elde edilen bir mertebe olmadığını, aynı zamanda başka şiddetli acılarla da bu mertebeye erişilebileceğini haber vermiştir.

Ebû Hureyre’den (ra) Allah Resûlü’nün (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“ ‘Bir defa bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı buldu ve onu uzaklaştırdı. Bunun üzerine Allah kendisine teşekkür etti ve onu affetti.’ Sonra şöyle dedi, ‘Şehitler beş kısımdır: Vebadan, ishalden, boğularak, enkaz altında ölenler ve Allah (cc) yolunda şehit olandır.’ ”[9]

Ebû Ubeyde’nin (ra) vefatı insanları çok üzmüştü. Bilhassa birlikte mücadele ettiği kimseleri hüzne boğmuştu. Onun ölümü herkes için büyük bir kayıptı. Vefatından sonra onun ne kadar samimi biri olduğu, dünyadan yüz çevirip ahireti arzuladığı, nefsi arzulardan sıyrılıp davasına adanmışlığı, ayetlerin canlı bir örneği olduğu Muâz ibni Cebel (ra) gibi kıymetli sahabiler tarafından bildirilmiştir.

Ebû Saîd El-Makburî’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Ebû Ubeyde (ra) veba hastalığına yakalandığında şöyle dedi:

‘Ey Muâz! İnsanlara namaz kıldır.’ Bunun üzerine Muâz (ra) insanlara namaz kıldırdı. Sonra Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh (ra) vefat etti. Muâz (ra) ayağa kalkarak insanlara hitap etti ve şöyle dedi:

‘Ey insanlar! Günahlarınızdan dolayı Allah’a samimi bir tevbe ile tevbe edin. Çünkü Allah’a tevbe ederek kavuşan hiçbir kul yoktur ki, Allah ona mağfiret etmeyi üzerine bir hak kılmasın.’

Sonra şöyle devam etti:

‘Ey insanlar! Vallahi siz büyük bir kayba uğradınız. Ben Allah’a kulluk edenler arasında ondan daha az kınanan, daha temiz kalpli, insanlara daha faydalı, helâke götüren işlerden en uzak duran, akıbeti en çok düşünen, topluma en fazla nasihat eden birini gördüğümü zannetmiyorum. Ona rahmet dileyin, Allah ona rahmet etsin. Ardından namaz için saf olun. Vallahi, bundan sonra sizin başınıza onun gibi biri asla gelmeyecek!’

Bunun üzerine insanlar toplandı, Ebû Ubeyde (ra) dışarı çıkarıldı ve Muâz (ra) onun cenaze namazını kıldırdı. Onu kabre getirdiklerinde, Muâz ibni Cebel (ra), Amr ibni As (ra) ve Dahhâk ibni Kays (ra) mezara girdiler. Onu lahde yerleştirdikten sonra çıktılar ve üzerine toprak attılar.

Bu esnada Muâz ibni Cebel (ra) şöyle dedi:

‘Ey Ebû Ubeyde! Senin hakkında konuşacağım ve asla bâtıl bir şey söylemeyeceğim. Çünkü Allah katında bundan dolayı azarlanmak istemem. Vallahi senden daha çok Allah’ı zikredenlerden birini, yeryüzünde vakarla yürüyen ve cahiller kendisine sataştığında ‘Selam!’ diye karşılık verenlerden birini bilmiyorum. Sen, infak ettiğinde ne israf eden ne de cimrilik eden, ikisi arasında bir denge gözetenlerdendin. Vallahi sen alçakgönüllü, mütevazı, yetimi ve yoksulu gözeten biriydin. Hainleri ve kibirlenenleri ise sevmeyenlerden biriydin!’ ”[10]

İşte Ebû Ubeyde (ra) bu hâl ve duygu içerisinde veba hastalığından dolayı Hicri 18 yılında, elli sekiz yaşında vefat etti. Namazını Muâz ibni Cebel (ra) kıldırdı.[11] Beytu’l-Makdis’in dört mil uzaklığındaki Rimle bölgesinde defnedildi.[12] Razı olmuş ve razı olunmuş şekilde bu dünyadan göçüp gitti… Eminliğiyle, azmiyle, cesaretiyle, fedakârlığıyla, sebatıyla… Ardında ne kadar güzel örnek bir hayat bıraktı… Tüm zamanlarda müminler ondan ilham aldılar…

Selam olsun Ebû Ubeyde’ye… Allah ondan razı olsun…


[1] Buhari, 5729; Müslim, 2219

[2] bk. Fethu’l Bârî, İbnu Hacer El-Askalânî, Dâru’l Ma’rife, 10/185

[3] Buhari, 2830; Müslim, 1916

[4] El-Mustedrek, 5147

[5] bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbnu Kesîr, Dâru İhyâi’t Turâs, 7/90-91

[6] El-Mustedrek, 5146

[7] Ahmed, 1690; El-Mustedrek, 5153

[8] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/383

[9] Müslim, 1914

[10] El-Mustedrek, 5148

[11] El-Mustedrek, 5155

[12] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 9/389

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver