Ümmetin Emini: Ebû Ubeyde İbnu’l Cerrâh

أبو عبيدة بن الجرّاح Ebû Ubeyde Âmir ibni Abdillâh ibni el-Cerrâh (ö. 18/639)

Geçtiğimiz sayıda Ümmetin Emini – Ebû Ubeyde İbnu’l Cerrâh’ın (ra) hayatını anlatmaya başlamıştık. İmanla buluşmasından, imtihanla karşılaşmasından ve Bedir Günü’ndeki fedakârlığından bahsetmiştik. Bu yazımızda kaldığımız yerden devam edecek, Uhud Günü o muazzam tutumundan bahsetmeye çalışacağız. Rabbim hepimize örnek almayı kolaylaştırsın.

Uhud’da Ebû Ubeyde

Allah Resûlü (sav) Bedir’de Allah’ın (cc) yardımıyla Kureyş’e karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Kureyş, çok acı bir yenilgi tatmıştı. Kibirle çıktıkları yoldan zelil bir şekilde geri dönmüşlerdi. Neredeyse Kureyş’in tüm eşrafı öldürülmüş ve Bedir kuyularına atılmıştı.

Bu yüzden Kureyş, Allah Resûlü’ne (sav) ve ashâbına karşı büyük bir öfke taşıyordu. Yas tutmayı yasaklamış ve intikam yeminleri etmişlerdi. Bedir’den kurtardıkları o büyük kervanın tümünü savaşa adamışlardı.

Bedir’den bir yıl sonra hınç ve öfkeyle Müslimlerle savaşmak için Medine’ye doğru yola çıkmışlardı. Amcası Abbâs’tan aldığı haberle Kureyş’in kendilerine doğru yola çıktığını öğrenen Allah Resûlü (sav) durumu ashâbıyla istişare etmişti. Gördüğü bir rüyayı anlatıp kendilerini pek iyi şeylerin beklemediğini belirterek Medine’de savunma savaşı yapmak istediğini açıkça duyurmuştu. Fakat Bedir’e katılamayan sahabenin gençleri ve Hamza (ra) gibi bazı sahabiler Allah Resûlü’nün (sav) tavsiyesini pek dinlememiş, Medine dışında onlarla savaşmak için ısrar etmişti. Allah Resûlü de (sav) bu ısrarların üzerine Medine dışında Kureyş’le savaşmaya karar vermişti. Sonrasında yola çıkmak için hazırlıklar yapılmıştı. Sahabe Nebi’yi (sav) dinlemedikleri için pişman olup yanına varmışlardı. Aldığı karardan vazgeçip dilediği yerde savaşabileceklerini söylemişlerdi. Fakat o artık zırhını giymişti. Çıkarması ona yakışmazdı.

Allah Resûlü (sav), “Bir peygamber zırhını giydikten sonra savaşmadan onu çıkarması yakışmaz.”[1] buyurarak yoluna devam etti.

Kader onları Uhud’a doğru sürüklemişti. Allah Resûlü (sav) ashâbıyla beraber “Uhud bizi sever, biz Uhud’u severiz.”[2] buyurduğu o dağın eteklerine kadar gelmişti. Hak ve batıl ordusu yeniden karşı karşıyaydı.

Allah Resûlü’nün (sav) ordusu bin kişiden oluşuyordu. Ancak yolda münafıkların başı Abdullah ibni Ubey ibni Selûl kendisi gibi kalbi hastalıklı olan üç yüz kişiyle beraber geri döndü. Nebi (sav) yedi yüz kişiyle beraber yoluna devam etti. Müşriklerin sayısı Müslimlerin sayısının üç katından fazlaydı. Sadece yedi yüz zırhlı bulunan -ki bu Müslimlerin ordusunun tamamı kadardır- üç bin kişilik bir ordu ile Müslimlerin üzerine yürüyorlardı. Müminler zorlu bir savaşın içine girmişlerdi.

Savaşın başında müminler büyük bir üstünlük içindelerdi. Müşriklere büyük bir darbe vurmuşlardı. Kahraman sahabiler önlerine geleni biçiyordu. Safları yararak ilerliyorlardı. Müslimler müşrikleri önüne katmış kovalıyor, onlar ise korkmuş kaçıyorlardı.

Bu üstünlük içindeyken zaferin tadını aldıktan sonra nefsani duygular açığa çıktı. Mal tutkusuyla savaşı bırakıp ganimet toplama peşine düştüler. Bunu gören okçular Allah Resûlü’nün (sav), “Yırtıcı kuşların bizi kapıp götürdüğünü bile görseniz size haber yollamadıkça bu yerinizden ayrılmayın! Düşmanı hezimete uğratıp üzerlerine basıp geçtiğimizi de görseniz size haber yollamadıkça bu yerinizden ayrılmayın!”[3] demesine rağmen onu dinlemediler ve emrine muhalefet ederek yerlerini terk ettiler. Artık Allah (cc) yardımını çekmişti…

Henüz Müslim olmayan Hâlid bin Velîd süvarilerle birlikte Müslimlerin üzerine arkadan âni bir saldırı düzenledi. Bunu gören müşrikler de savaşa geri döndüler. Müslimlere saldırarak büyük zararlar verdiler. Birçok sahabiyi şehit ettiler. İbni Kamie, Allah Resûlü’nün (sav) biricik sahabesi Mus’ab ibni Umeyr’i (ra) öldürdü. Vahşi, Allah Resûlü’nün (sav) kıymetli amcası Hamza’yı (ra) öldürdü. Allah Resûlü (sav) ashâbından birçok kişiyi kaybetti. Gözünün nuru yetmiş sahabisini kendi elleriyle üst üste toprağa vermek zorunda kaldı…

Allah Resûlü’nün (sav) bizzat kendisi büyük darbeler aldı. Öyle ki kendisi hakkında ölüm şayiası yayılmıştı. Gerçekten ölüm tehlikesi atlatmıştı. Dağa doğru çekilirken çukura düşmüştü. Yüzüne isabet eden taşla dişi kırılmış, dudağı yaralanmış, yüzü kana bulanmıştı. İbni Kamie’nin bir kılıç darbesiyle omzu incinmişti. Başka bir darbesiyle miğferinin halkaları yanağına batmıştı…

Birçok kişi silahını bırakıp kaçmıştı. Allah Resûlü’nün (sav) etrafında çok az kişi kalmıştı. Sadece dokuz kadar kişi sebat etmişti. İnsanlar kaçışırken bazı yiğitler Allah Resûlü’nün (sav) sesini duyar duymaz ve durumunu görür görmez etrafında etten duvar örmüşlerdi. Bedenlerini Allah Resûlü’ne (sav) siper etmişlerdi. İşte o yiğitlerden biriydi Ebû Ubeyde…

“Ebû Ubeyde Bedir’de ve Uhud’da bulunmuştu. Uhud Günü insanlar kaçtığında Allah Resûlü (sav) ile beraber sebat etmişti. Ön dişleriyle Allah Resûlü’nün (sav) yanağına saplanan miğferin iki halkasını çıkartan odur. Ebû Ubeyde’nin ön iki dişi bunları çekerken düşmüştü. Ebû Ubeyde’nin ön dişleri yoktu.”[4]

Bu sahabiler Allah Resûlü’nü (sav) korurken bazısı kolunu kaybetmişti, bazısı bacağını kaybetmişti, bazısı da canını vermişti. Ebû Ubeyde (ra) ise dişlerini kaybetmişti…

O gün Allah Resûlü’nün (sav) yanına birçok kişiden önce varmıştı. Yanağına batan miğferinin halkalarını görünce dayanamamıştı. Ebû Bekir (ra) bu halkaları çıkarmak istediyse de çok ısrar ederek bunu kendi yapmak istemişti. Sırf Allah Resûlü’ne (sav) acı vermemek adına ellerini değil, dişlerini kullanmıştı. Demirleri çıkarmıştı, ama bu sırada iki dişini de kaybetmişti.

Âişe (r.anha) Ebû Bekir’in (ra) şöyle dediğini aktardı:

“Uhud Günü Allah Resûlü’nün (sav) yanına dönen ilk kişilerdendim. Onun önünde uğrunda çarpışan, zannediyorum onu koruyan bir adam vardı. Olanları kaçırdığımda artık, sen Talha olmalısın, dedim. Benimle doğu tarafı arasında tanımadığım bir adam vardı. Ben Allah Resûlü’ne (sav) ondan daha yakındım. Ancak o koşamayacağım kadar benden çok hızlı ilerliyordu. Bir de ne göreyim o kişi Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’mış. Hep birlikte Allah Resûlü’nün (sav) yanına vardık. Onun (sav) yan kesici dişi kırılmış, yüzünden yaralanmıştı. Miğferin halkalarından iki tanesi de yanağına saplanmıştı. Allah Resûlü (sav) bize Talha’yı kastederek ‘Arkadaşınızı koruyun.’ buyurdu. Talha’nın yarası kanıyordu, ama ona bakmıyordu bile. Biz de Allah Resûlü’ne (sav) doğru gittik. Ebû Ubeyde’nin (Allah Resûlü’nün yüzüne batan halkaları çıkarmak) istediğini ben yapmak istedim. O benden (halkayı kendisinin çıkarmasını) istedi. Onu bırakıncaya kadar da ısrarını sürdürdü. Miğferin halkası (yanağına) iyice batmıştı. Ebû Ubeyde onu eliyle oynatıp da Nebi’ye (sav) eziyet vermek istemedi. Bu yüzden ön dişi ile o halkayı yakaladı ve çekti, halkayı yerinden çıkardı ama dişi de çıktı. Yine benden (kendisine izin vermemi) istedi ve ben ona izin verinceye kadar da beni bırakmadı. Bu sefer diğer halkaya sarıldı ve ona da öncekinin aynısını yaparak halkayı çıkardı. Diğer ön dişi de çıktı. Ebû Ubeyde esremdi (ön dişleri yoktu).”[5]

Âişe’den (r.anha) rivayetle Ebû Bekir (ra) şöyle demiştir:

“Uhud Günü Allah Resûlü’nün (sav) yüzüne vurulduğunda yanağına miğferin iki halkası girmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü’ne (sav) doğru koşmaya başladım. Bir kişi de aceleyle koşmaya başladı. Ben, ‘Allah’ım! Bu Talha olsun.’ dedim. Tâ ki Allah Resûlü’ne (sav) tam ulaşalım. Bir de gördüm ki Ebû Ubeyde benden önce varmış. Bana, ‘Allah adına Allah Resûlü’nün (sav) yanağından halkayı çıkarmam için beni bırakmanı istiyorum!’ dedi. Bunun üzerine ben de onu bıraktım. Miğferin halkalarından birini ön dişi ile tuttu ve çıkardı. Sonra önüne bıraktı. Ancak Ebû Ubeyde’nin ön dişi düştü. Sonra diğer halkayı tuttu ve çıkardı. Bu sefer diğer ön dişi de düştü. Bundan dolayı Ebû Ubeyde insanlar arasında ön dişi olmayan biriydi.”[6]

Ebû Ubeyde’nin (ra) bu fedakârlığı hiç şüphesiz Allah Resûlü’ne olan sevgisinden kaynaklanıyordu. Çünkü Allah Resûlü (sav) müminlere kendi nefislerinden daha evlaydı.

“Nebi, müminlere kendi nefislerinden daha evladır/önceliklidir.”[7]

Nasıl olmasın ki! Ebû Ubeyde Allah Resûlü’nü, Allah Resûlü de Ebû Ubeyde’yi çok seviyordu.

Abdullah ibni Şakîk’ten şöyle rivayet edilmiştir:

“Âişe’ye, ‘Allah Resûlü, ashâbından en çok kimi severdi?’ diye sordum.

‘Ebû Bekir.’ dedi.

‘Sonra hangisi?’ dedim.

‘Ömer.’ dedi.

‘Sonra hangisi?’ dedim.

‘Ebû Ubeyde.’ dedi.”[8]

İşte bu muhabbet rıza-i İlahi’yi celbetmişti. Ebû Ubeyde hem Allah’ın (cc), hem Resûlullah’ın (sav) rızasına nail olmuştu. İşte onu ve onun gibi diğer sahabileri Allah Resûlü (sav) sevgilerinden ve fedakârlıklarından ötürü cennetle müjdelemişti.

Abdurrahman ibni Avf’tan rivayetle Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:

“Ebû Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Osmân cennettedir. Alî cennettedir. Talha cennettedir. Zubeyr cennettedir. Abdurrahman ibni Avf cennettedir. Sa’d cennettedir. Saîd cennettedir. Ebû Ubeyde ibni Cerrâh cennettedir.”[9]

Çünkü onlar en zor ânlarda davaya büyük yardımlar etmişlerdi. Canlarını tehlikeye atarak bu dini korumuşlardı. Ne güzel ama ne güzel insanlardı onlar.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayetle Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:

“Ebû Bekir ne güzel bir adamdır. Ömer ne güzel bir adamdır. Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh ne güzel bir adamdır…”[10]

Cennete talip olan mümin bilmelidir ki ebedî nimetler karşılığında bu dünyada değerli olan varlıklarından yeri ve zamanı geldiğinde dava uğruna takdim etmelidir. Sahabede gördüğümüz gibi bazen kolumuzu, bazen bacağımızı, bazen gözümüzü bazen dişimizi Allah’ın (cc) yoluna takdim etmemiz gerekebilir. Bunları tehlikeye atacak mücadelenin içine girebiliriz. Hatta bazen canımızı bile kaybedebiliriz. Fakat bunların hiçbiri cennetin ebedî nimetleri yanında değerli değildir. O hâlde muvahhidler dini uğruna tüm varlıklarını takdim etmekten çekinmemelidir.

Devam edecek, inşallah…


[1]. Ahmed, 14787; Darimi, 2205

[2]. Buhari, 4083; Müslim, 503

[3]. Buhari, 3039

[4]. El-Mustedrek ale’s Sahîheyn, 5160

[5]. El-Mustedrek ale’s Sahîheyn, 5159

[6]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/380

[7]. bk. 33/Ahzâb, 6

[8]. İbni Mace, 102; Ahmed, 25829

[9]. Tirmizi, 3747; Ahmed, 1675

[10]. Ahmed, 9431; Tirmizi, 3795

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver