Hepimiz çok mutlu olmuştuk. İşte bu! İşte bu yaaa… Buna iman derler kardeşim, iman. Müminlerin cesareti ve Rasûle bağlılığı, bizi çok etkilemişti…
Ordu harekete geçti tekrar. Biz de arkalarından devam ediyorduk. Bedir kuyularına yaklaştılar. Müşriklerin karargâh kurabilecekleri yerdeki tüm kuyuları hızla kapattılar. İyi bir taktik… Savaş sırasında müşrikler susuz kalacaklar…
Hava karardı. Rasûl, karargâha çekildi… Otağın içindeki meşale nedeniyle, gölgesi otağa vuruyordu.
Canım Peygamberim… Ellerini açmış Rabbine yalvarıyordu…
“Allah’ım! İşte Kureyş, bütün kibir ve gururuyla sana meydan okuyarak ve Rasûlünü yalanlayarak buraya geldi. Allah’ım, bana vadettiğin zaferi bekliyorum. Allah’ım bu sabah onları perişan et, bize yardım et” diyordu…
Ilık bir rüzgâr ve ardından bir yağmur çisentisi… Herkes uykuya dalmış bile… Arkadaşlarım da çoktan uyumuşlar…
Bu bir sekine! Yani Allah’ın kullarının kalbine indirdiği huzur! Yarınki savaşın korkusunu bu uykuyla alıyor Allah, sahabenin kalbinden. Ben hiç uyumadım, uyuyamadım. Rasûlüm de uyumadı. Hep dua ederek geceyi tamamladı.
Sabah oldu bile… Sabah namazının ardından askerî düzene sokuyor Peygamber, birliğini. İki kişinin kendi aralarındaki konuşması, bizi hayrete düşürdü:
— Sence Mekke ordusu kaç kişi, diyordu biri diğerine.
— Bence yüz kişiler. Sence?
— Bence daha az. Olsa olsa yetmiş…
Subhanallah! Bu bir mucize! Müşrikler, tam bin kişi oysa. Allah, Müslümanlara müşriklerin sayısını az gösteriyor. Bunu, onların cesaretini arttırmak için yapıyor…
Ve müşrikler de savaş düzenine girdiler. Üç kişi çıktı ortaya müşriklerden ve bizden de üç kişi istediler çarpışmak için. Rasûl:
— Kureyş size ciğerparelerini göndermiş. Kalk ya Ali, kalk ya Hamza, kalk ya Ubeyde, diyerek üç yiğidi çağırdı.
Allahuekber! Ali, hasmını öldürdü bile…
Hamza’nın hasmı öfkeli… Ağzından köpükler saça saça:
— O kuyuların suyunu ben içeceğim, size zaferi tattırmayacağım, diye bağırıyor.
Hamza gayet sakin… Aslan avcısı… İlk kılıç darbesiyle düşürüyor adamı. Adam, ahdini yerine getirmek için kuyuya dalıyor ki su içsin. Hamza buna izin verir mi? İkinci bir darbeyi vurmasıyla kuyunun içine düşüp ölüyor adam… Allahuekber.
Ama Ubeyde, aynı başarıyı gösteremedi. Bacağından yara aldı ve yere düştü. Ali ve Hamza giderek, o müşriki de öldürdü.
Allahuekber nidalarıyla savaş başladı. Yer gök inliyordu. Allahuekber…
Toz bulutu olmuştu her yer. At kişnemeleri duyuluyordu. Göz gözü görmüyordu. Kureyş’in, askerlerini galeyana getirmek için çaldığı def ve davul seslerini; müminlerin ‘Allahuekber’ nidaları, bastırıyordu…
Rasûl, savaş meydanında askerler arasında sağa sola koşturuyordu. Gür sesiyle kesin ve açık ifadelerle:
— Allah vadetti. Şu topluluk mağlup olacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar, diye bağırıyordu.
— Genişliği yerler ve gökler kadar olan cennetlere koşun, diye nida ediyordu.
Hele Rasûl:
— Cibril, atının dizginlerini tutarak geldi. Allah yardımını indirdi. Beş bin melek aranızda! deyince askerler hepten galeyana geldi…
Ben ve arkadaşlarım, hayretler içerisinde izliyorduk savaşı… Bir kafa düşüyordu, ya da bir el… Ama ortada görünen kimse yoktu. Müşrikleri öldürenler, olsa olsa Cibril’in askerleriydi. Allahuekber. Bu, bir mucizeydi. Müminlerin bu ilk cihadı, bir cesaret ve kahramanlık destanıydı.
Yardımcısı Allah olan bir savaşta, mağlup olunur mu hiç! Müşrikler bir anda kaçışmaya başladılar. Bu, onlar için büyük bir hezimetti. Yetmiş ölü ve yetmiş esir bıraktılar geride. Müslümanlara en büyük zulümleri yapan Ebu Cehil, Ümeyye bin Halef gibi küfrün önderleri de vardı ölenler arasında… Artık, ateşin önderleriydi onlar!
Mekke, yenilgi haberini aldığında orada olup, hâllerini görmeyi çok isterdim…
İki kişi, atına binerek savaş yerinden uzaklaştı. Yanımızdan hızla geçtiler. Bunlar, Medine’ye müjdeyi götüren haberciler olmalıydı…
Biz de hemen toparlanarak yola çıktık. Ordu Medine’ye varmadan orada olmalı ve onları karşılamalıydık…
Yol boyu hiç konuşmadık. Sadece koştuk. Hiç yorulmuyorduk. Mola vermeden, sadece Medine’ye doğru ilerliyorduk. Yoksa bize de yardıma gelen birkaç melek mi vardı?
Nihayet vardık. Medine, Bedir yoluna doğru akın etmişti. Herkes, sevinç ve neşe içerisindeydi. Tekbirler getirip zafer nasip ettiği için Allah’a hamdler ediliyordu…
Arkadaşlarım ve ben, bu kalabalık grubun arasına dağılmıştık. Onlarla beraber coşuyor, heyecana kapılıyorduk… Ve ordu göründü… Nebi, en önde olmak üzere yiğitler birer birer geliyordu…
Çocuklar olarak biz yine en önlere sızmış, Rasûle yaklaşmayı başarmıştık… Gülümsedi… Atının üzerinden her birimizin başını okşayarak, selam verip geçti. Sanki bana: ‘Tepenin ardından bizi izlediğinizi biliyorum’ der gibiydi.
Bu savaş, Bedir kuyularının yanında gerçekleştiği için, ‘Bedir Savaşı’ olarak anıldı.
Zaferin mutluluğunu yaşarken, bir de tuttuğumuz oruçların ardından bayram mutluluğunu hediye etti Rabbimiz… Ha unutmadan… Bozduğumuz oruç için kaza tutmamız da söylendi…
İlk Yorumu Sen Yap